27 Aralık 2019 Cuma

ÇOCUK KARİYER


Çocukta yaparım kariyerde sözünü gördüğüm her yerde yüzüme bir tokat atılmış gibi hissediyorum. Kadınlara yüklenilmiş anlamsız bir cümle gibi geliyor.
Devlet sektöründe çalışan bir kadın ile özel sektörde çalışan kadınların özlük hakları farklı gibi görünse de aslında yaşadıkları aynı şeyler.
Çocuğunuzun ne yediği, içtiği, giydiği sizin sorumluluğunuzda, evinizin hangi koku ile temizlendiği, konsolunuzun tozları, çekmecelerinizin düzeni, akşama ne pişireceğim kaygısı hep aynı.
Üstüne birde kendi bakımını üstlenmemiş, bir birey olarak eşinizin pantolon ve gömlek ütüsünden sorumlusunuz.
Hem kişisel bakımınız iyi, çocuklarınızda, eşinizinde aynı kalitede olması şartı ile, evinizin düzen ve donanımından sorumlusunuz.
Peki, bunu kimin için yapıyorsunuz?
Hemcinsleriniz için! Kayınvalideniz, arkadaşlarınız, dostlarınız, komşularınız için! Yani size yine başarı notu verecek olan kendi cinsiniz.
Pantolonu kırışık, üstü başı kir pas içinde bir adamı gören hemcinsleriniz bunun karısı yok mu? Ayy ne beceriksiz kadın diye öncelikle sizi sorgularlar. Ama arkasında kişisel bakımını önemsemeyen bir erkek olduğu kimsenin aklına gelmez.
Kolay olanı kadının üstüne her yükü vermek ve sınırsız bir beklentiye girmektir. Zor olanı ise ne istediğini bilen, hayata  erkek olarak değil de birey olarak sorumluluğunu bilen, kişisel bakımını başkasına yıkmayan, becerebilen bir erkek yetiştirebilmektir.
Burada iyi niyet de olması gerekir. Durmadan evdeki her şeyin eşit dağılımından bahsetmek de anlamsız olur. Her ne kadar eşitlikten bahsetsek de yetiştirilme tarzımız bir erkekle aynı olmadığından, karşı tarafında bazı şeyleri tekrarlı bir davranış haline getirmediğini göz önüne almak gerekir.
Bana ne yıkasın çamaşırlarını demek büyük haksızlıktır. Beraber yaşadığınız, sevdiğiniz insanı biliçlendirmeyi zorbalıkla başaramazsınız.
Mesela ben; sinir olduğum zamanlarda çamaşırlarını toplamam ve yıkamam. İki gün sonra hep toplanmış olduğundan. Hadi bir makine çalıştırayım onlarda yıkansınlar kafasıyla kızgınlığım geçer.
Ama tabi çekmecelerin rayının temizlenmesi gerektiği, buzdolabın üstünün silinmesi gerektiği, perdelerin yıkanması gerektiği sadece ihtiyaç halinde yapılan şeylerdir.
Konumuz kişisel bakıma ve kadınlık görevlerine nasıl geldi yahu?
Benim asıl anlatmak istediğim hem kariyer hem çocuk ile bu kadınlara yükledikleri ağır yükün hem işveren hem de çalışan açısından anlatmaktı.
 Yarın devam edelim.

25 Aralık 2019 Çarşamba

ZİHİN


Bazı durumlarda aklınıza her şey sonradan geliyor. Aslında söylemek istediği başka bir durum muydu diye düşünmeden edemiyor insan. Bu takıntı durumu yeteri kadar olduğunda duygusal zekânız gelişmiş oluyor.
Sağlık düşünmemeye başladığınız da zihniniz bunu size bir oyun gibi sunuyor. Bilinçaltınız tüm olayları meydana çıkarıyor. Bu sizin ruhen sağlıksız olduğunuzun işaret!
Bir uzman olarak değil bunları yaşamış biri olarak yazıyorum. Karışık ayrıntılar içerisinde boğuluyorsunuz. Bu ayrıntıları düşünmenin de bir yaşı var bence. Aslında yaş ve eğitim ile belki de kendini tanıma ile doğru orantılı.
Yirmi beş ine kadar çok olmayan bu davranışlar yirmi beş ile otuz yaş arasında sorun olarak karşınıza çıkıyor. Bu yazdıklarım; bilimsel bir veriye dayanmıyor ama hayat tecrübesi diyelim.
Otuzunda bir rahatlama ve hayatı kabullenme süreci başlıyor. Kırklarda kim bilir nasıl oluyordur? O dönemlere geldiğimde yazıyor olursam, hislerimi aktarmak kesinlikle harika olacağına inanıyorum.
Oldum olası; lanet bir dürüst olabilme çabasında olmuşumdur. Hayatım her zaman net olmalı diye düşünüyor ve insanların davranışlarını sorguluyordum.duygularınızı rahatlıkla ifade edebilmek için karşınızdakinin bilişsel başarısı ve duygusal zekâsı olmalı gerektiğini ise fark etmem epey zaman aldı.
Kliniğe başladığımda ben tam insan değildim. Örtger hep derki ‘Otuzundan önce insan olunmuyor.’ Gerçi onun duygularını ve davranışlarını anlayabilmem ve kabullenmem için bir on yıl emek vermiş olsam da, şimdi söylemiş olduğu bazı sözleri acayip filozofça buluyorum.
Gacet ise kaç yaşında bu olgunluğa erişmiş bilmiyorum ama ne istediğini bilen duygularını, mantığıyla yoğurabilen bir insandı.
Öyle olmasaydı o ilk iş görüşmesinde beni işe almazdı.
Her zaman benim yapabileceğime inandığını hissettirdi. Benim inatçı ruhumu beceri ve başarı ile donatmam da aktif rol aldı.
Yaşadığım her sıkıntı da ve streste ona danışma ihtiyacı duyuyordum. Ama saçmalamamam gerektiğini düşünerek gereksiz ayrıntıları beynimde temizleyip, mantıklı bir soru, sorun ya da çözüm seçeneği ile kapısını çalıyordum. Ona zayıf görünmek mümkün değildi. Kendimi aptal veya cahil hissetmek ise benim inatçı ve mükemmeliyetçi ruhuma attığım bir tokat gibi geliyordu.
Bazen onun sessiz kaldığı haksızlıklar karşısında bile çok derin manalar buluyor. Olayları akışına ve zamana bırakmasının haksızlık olduğunu düşünen yanım aslında mantıklı davrandığını düşünen yanıma eziliyordu.
Örtger’i olduğu gibi kabullenmek herkes açısından zordu. Çünkü babam gibi zor ve dediğini yaptırma yetisine sahip neye kızdığını anlayamadığınız bir insandı.
Benim net ve dürüst cevap verebileceğime inanır ve net cevap almak istediğinde bana gelirdi.sorular ‘Gömleğim nasıl?’ Diye başlar benden genç görünmüşsünüz pozitif etki yaratıyordunuz cevabını alınca ‘yaşlımıyım?’ Cevabıyla bana kalırdı.
Neye kızacağını kestiremediğim zamanlarda hocam benim babam kadarsınız der. Konuyu kapatırdım. Zekâma güvenirdi ama asla beni pohpohlamazdı. Çünkü bu kısmı abartarak yapıyordu. Gacet özgüven aşılama konusunda ne kadar iyiyse, Örtger abartma konusunda o kadardı.
Ama depresyon halindeyken, aslında beceriksiz bir insan olduğumu ve bu insanların kimse olmadığı için beni çalıştırdığını düşünüyordum. Bana muhtaçlıkları yoktu.
İstediğim muhtaç olduklarını hissetmek değil benim bir işe yaradığım dürtümü doyurmaktı. Beceriksiz, yeteneksiz ve kalitesiz bir insan olduğumu düşünüyor ve yetersizliklerim içerisinde boğuluyordum. Bu kavramlar aslında kişiye göre değişebilen göreceli nitelikler olsa da ben kendime hayatı zehir etmeyi öğrenmiş bir insandım.
İlaçla birlikte sabahları sürünerek uyanmaya ve ayaklarımın ağırlığını hissederek kahvaltı hazırlamaya en azından gergin olmadan ahaliyi evden göndermeye başlamıştım.
 Bazen zihnimde; saçma sapan klinikte Örtger’e kızdığım günler aklıma gelir ohh iyi oldu ayrıldım demeye bile başlamıştım.

24 Aralık 2019 Salı

RÜYALAR


Rüyalar görüyordum. Kimsenin anlamayacağı içimi acıtan rüyalar. Babamın jandarmalar eşliğinde gidişini(görmediğim halde), ninemle ekmek yaptığımız fırın yerini, kuyunun başında yemek yiyip, geceyi geçirdiğimiz sıcak yaz gecelerini, babamın yanakları kan içinde alkollü olduğu o geceyi, kalp krizi geçirdiğinde yaptığımız o uzun hastane yolculuğunu…
Dedemin rahatsızlığında lohusa halimle hastaneye gidip,  görüntüleme sonuçları aldığım,  karlı Ocak gününü, büyük erkek kardeşimin şaşı gözlerini, kardeşimin boynunu büktüğü o düğün günümü, Cemalin evi terk ettiğini, tabakları kırdığımız o kavga sabahını durmadan bilinçaltımı karıştırıyordum.
Örtger’in babama benzeyen yanaklarını, ellerini, Gacet’in kapının arkasında sessizce kaldığı o günleri, telefonunu kurcaladığımı sandığı yeni işe başladığım dönemleri, dedemin yatakta yemek yiyemediği kilo verdiği sessizliğe gömüldüğü günleri, anneannemin evindeki zambakları, yazarlık kursu hocamın kel olan halini saçlı görüyordum.
Bazen bittiğini zannedip, tekrar uyuyor ve kaldığım yerden bu işkencenin devam ettiğini görüyordum gözlerimi açamıyordum. Uyanamıyordum.
Ruhum, bedenime resmen işkence ediyordu…
Bir gece kalbimde aslen vicdanımda çok derin bir acıyla uyandım. Nenem zihnimdeydi… Eski halleri, şu anki yatalak haliyle zihnimde canlanıyordu. Yüreğime bir taş vurulmuş gibi acıyordu. uyanmıştım ama acım devam ediyordu. Ev sanki köyde yağmur yağmuş gibi toprak kokuyordu.
Gecenin üçüydü. Ninem öldü dedim. Kesinlikle öldü ve ruhum sıkılıyor diye düşünüyordum. Odaları gezdim, su içtim acım hala devam ediyordu. Bacaklarımı karnıma çekip bir köşede ağlamaya başladım. İçimden acımı atamıyordum.. Öldü diye de bağırıyordum.
Duşa girdim en sıcak ayara getirip suyun altında ağlamaya başladım. Gözyaşlarım suyla birlikte akıp gidiyor gibi hissediyordum. Kendimden utanıyor ve nefret ediyordum. bu dünya yalan ninem öldü diye ağlıyordum.
Zihnim en kötü haliyle benim acılarımı yüzüme vuruyordu. İşte gitti. Şimdi acı çekiyor diye ağlamaya devam ettim. Duştan çıktığımda gözyaşlarım bitmişti. Cemo o halimi görünce ne olduğunu soruyordu. Nenem öldü Cemo bunu hissediyorum diyordum. ‘Saçmalama yat .’diyordu. ‘Uyuyamıyorum gözlerimi kapatamıyorum.’ dedim. Gitti yattı
Kuran okumaya başladım öldüyse ve kimsenin haberi yoksa şu an ikimizin de rahatlaması için buna ihtiyacımız olduğunu düşünüyordum. Bazen ağlıyor, ağladığım içinde kendimi suçlu hissediyordum.
Sabahın olması ve annemi arayabilmek için sabırsızlanıyordum. Bir kere sesini duysam yeterdi. Uyuya kalmışım. Sabah uyandığımda evde sadece ben ve oğlum vardık.
Gözlerimi açamıyordum ağlamaktan o kadar şişmişti ki ne yapacağımı bilemiyordum. Balkona çıkıp nefes aldım. Boğuluyordum. Sanki biri boğazımı iki eliyle sıkıyor ve var gücüyle bastırıyordu.
Yalandı her şey, hayat, insanlar, bu berbat ev, çocuklarım, eşim, bir gün ölmem gerekiyordu ve bu o andı.
 Annemi aradım açmamıştı. Kim bilir nerelerdeydi? Durmadan çıldırmış gibi onu arıyordum. kötü bir şey olsa, ölüm haberi bana gelirdi. Mutlaka arardı. Bu bile içimi rahatlatmıştı. Sonra belkide biraz daha zaman geçmesini bekliyor diye düşünmeye başladım. Bu gece yaşadığım her neyse gerçekten büyük bir acıydı.
Bana geri dönüş yaptığında öğleden sonraydı. Koltuğun kenarında kıvrılmış gözlerimi açamadığım depresif hallerimden birini yaşıyordum.
Hiç birşey olmamıştı. Ninem gayet iyiydi. Rüyalarımı anlatırken ağlıyordum.

23 Aralık 2019 Pazartesi

SUSKUNLUĞUMUN HAYKIRIŞLARI




Sağ elimi sımsıkı kavramıştı. İstemiyormuş gibi elimle elini kavramamamıştım. Aslında burada kalmak istemiyordum ama kalmak ve bu evliliği sonlandırmak istiyormuş gibi davranıyordum. Uzun süredir el ele tutuşmadığımızı fark ettim. Eli sımsıcaktı. Eve gidiyorduk.
Anlamsızca yürüyormuşum gibi geliyordu. Biraz daha yürüyelim istedi herhalde yolumuzu uzattık. Bazen ben istediğim için yürüyüş yapardık. Oradan buradan konuşurduk. En çok o zaman dertleşirdi. Yaşadıklarını anlatırdı. Ben bir sorun olduğunda karşısındaki kişiyle sorunu çözmesini isterdim. ‘Öyle olmuyor işte !’dediğinde, susar sadece onu dinlerdim.
Şimdi ikimizde susuyorduk. Sessizliğimiz hislerimizi besliyordu. Sevgimiz besleniyordu. Onbeş yıllık evliliğimizde yaptıklarını, kızdıklarımı tek tek anlatmak istiyordum. Onu suçlamak kendimi aklamak ve haklı çıkarmak niyetimdi. Kendimi neden aklıyordum ki?
Bunca yıllık emeğimiz karalanmış mıydı? Neydi kötü olan? Benim hayatım, yaşadıklarım, öfkelerim, aceleci tavırlarım. Ben kötüydüm o sessizliğin mahkûmuydu.
Yaşamamımız hiç kolay olmamıştı, kimsenin olmuyordu. İkimizde hayata eksiden eksilerek başlamıştık. O babasız büyümüş hayatına emek vermişti. Ben kalabalık bir ailede, alkol bağımlılığı olan, hayat gayesi olmayan, sürekli zengin olma peşinde olan bir baba ile büyümüştüm. Hangimizinki daha zordu?
Hiç zorlamamıştı kendini, İstanbul’un tam göbeğinde büyümüş ama hiçbir şekilde kendini geliştirmemişti. On yaşında babasını kaybettikten sonra bir tesisatçı yanına çırak olarak verilmişti. Suskunluğu yediği dayaklardan gelmişti. Peki, benim bu konuşkanlığım nereden geliyordu?
 Aslında biz acılarımızı sevmiştik. Ben yere düşsem bir avuç toprak alır öyle kalkardım. O düşse kalkması için annesi vardı. Ama düşkün olmayı tercih ederdi.
Hayata bakış açımız asla aynı olmamıştı. Bazen konuşmalarımız onun saçmaladığı düşünceler üzerine tartışmalarla geçerdi. Saçmaladığını düşündüğüm şeyler aynen başıma gelirdi. Beni affetmesini isterdim.
Hep istediğim buydu… Evimde hobilerime vakit ayırmak, çocuklarımla olmak, kafam estiğinde dışarıya çıkıp hava alabilmek! Onun düşüncelerinin içerisinde boğulup kalıyordum. Kapana kısılmıştım. Özgür kalmak istiyordum.  İstediğimde kaçacak köşe bulmalıydım. Evde beni bağlayan bir çocuk vardı. O benim emeğimin en saf haliydi. Nefret ediyordum. Anne olmaktan. Rahat bir nefes alamamaktan, vaktimi harcamaktan!
Onsuz olsam istediğim gibi yaşayabilirdim. Bunları düşündüğüm için nefret ediyordum kendimden. Anneliğimi sorguluyordum. Evliliğimi ayağıma takılmış bir pranga gibi hissediyordum. İstediğimi yapabilmek için benim daha çok fedakârlık yapmam gerekiyordu.
Eski hayatımı özlüyordum. Ama asla o yoğunluğu kaldırmak istemiyordum. Masamı özlüyordum hastaları özlüyordum. Bir şeye yarama hissiyatını doyurduğum işyerimi özlüyordum.Kendi başıma olsam ne güzel çalışırdım ve dünya umurumda olmazdı.beni bağlayan çocuklardı, eşimdi, onlar olmasa daha özgür olurdum. İsteklerimi yapmak için fedakârlık yapmam gerektiğini hissetmek beni üzüyordu. Hayatımın daha kolay olmasını istiyordum.
Uykularımdan, hobilerimden, zamanımdan daha çok fedakârlık bekleniyordu. İnsanların düşünceleri de prangalıydı. Kimse özgür düşünceye sahip değildi. Cemo da öyleydi…
Ben bunları düşünürken o omzumu sımsıkı tutmuş, başımın sağ tarafından derin bir nefes alarak öpüyordu. Sevgisini hissetmiyordum, demir parmaklı kapıları açarken bu kapıdan neden girdiğimi evde ne yapacağımı düşünüyordum.

19 Aralık 2019 Perşembe

DÜŞÜNCELERİN SUSKUNLUĞU


O gece bu bankta ölmüş olsaydım şimdi ne yapıyor olurlardı diye düşünüyordum. İkimizde karanlığın sessizliğine bırakmıştık kendimizi… Düşüncelerim susmuyordu. Cemo sessizce beklediğimizi düşünüyordu. Belki de onunda düşünceleri susmuyordu.
Ben ölmüş olsaydım şimdi ne yaparlardı? Yeni bir hayatın başlangıcı olması için ne yaparlardı? Ne kadar ağlarlardı? Kızım ne yapardı? Şu aralar beni görmekten nefret eden ergenus n’apardı? Oğlum sabah uyandığında anne diye seslenir miydi?
Yataktan kalktığında onunla kim oynayacaktı? Yanaklarını öpüp ellerini kim koklayacaktı. Ergenus okuluna devam eder miydi? Yıllarca annesiz yaşamanın acısını yüreğinde taşıyıp, sert ve duygusuz bir birey olur muydu? Annesinin neden intihar ettiğini ve bırakıp gittiğini sorgulayıp arkamdan lanet okur muydu?nasıl bir hayatları olurdu diye düşünmeden edemiyordum kendimi.
Hala suskunduk. Cemo’nun hayatını mahvetmiştim. Yıllardır her şeyi mahveden bendim. Beden gücüyle çalıştığı bir işi varken yollar bulup eğitim alması için diretmiştim. Sonuç beyin gücüyle çalışıp oturduğu yerden kalkmayan bir işi olmuştu. Ama ben onu sevdiği ve istediği hayattan koparıp bambaşka bir düzenin içine girmesini sağlamıştım.
Herkesin hayatını mahvediyordum. Yıllar önce; rutubetten mahvolmuş, kapısını açtığında tuvaletiyle karşılaştığımız bodrum katına taşınmak için niyetlendiğimizde, bu hayatın boktan ve Cemo’nun güçsüz bir insan olduğunu düşünmüştüm. Ayrılır mıydık? Ayrılsaydık çocuklarımız olmadan daha iyi mi olurdu?
Lanet olsun bir türlü istediğim gibi olmamıştı. Bu hayat beni mahvetmişti. Ve ben şu an acılarıyla ağlayan bir kadın olmuştum. Üzüntüyle yoğuruyordum bedenimi. Sürekli ağlak bir halim vardı. Kimsenin başına bir şey gelmiyor muydu? Elbette insanların hayatları zordu.
Benimkide hiç kolay olmamıştı. Bana hayatımı kolaylaştıran bir annem ve babam olmamıştı. Ben aksine onların hayatları daha iyi olsun diye yıllarca çırpınmıştım.
Neden insanların hayatlarıyla uğraşıyordum ki? Neden her şey dokunma ve değiştirme ihtiyacı hissediyordum. Kendi hayatıma baksaydım ve hiçbir şey umurumda olmadan devam etseydim.
Bunu neden yapamıyordum, bunu kendime neden yapıyordum?
Ağlamaya başladım. Başımı Cemo’nun omzuna koyup ağlıyordum. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Hiçbir şey söylemiyordu. Beni teselli etmesine gerek yoktu. Beni teselli edecek kelimeler Cemo da yoktu.
Hayatımın en zor ilk anında yanımda o vardı. Babamın gittiği o düğün günü benim alıp karşısına nasıl istersen öyle olsun dediği ilk gündü. O günden sonra sürekli olarak yaşamımızda badireler atlatmıştık ve birçoğu benim eylemlerim Cemo ‘nun suskunlarıyla geçmişti.
Neden susuyordu. Neden? Şimdi bana söyleyebileceği hiçbir şey yok muydu? Ne demeliydi? Ne derse bu gece buradan mutlu ayrılırdım.
Hiç bir şey…
Ben hep acelem ve öfkemle hareket ediyordum o sessizliğe bırakıyordu kendini…
Ağlamaya devam ediyordum. Bir süre ağladım. Hepinizin hayatını mahvettim. Şu halimize bak ne kadar mutsuz bir haldeyiz hepsi benim yüzümden dedim. Sustu. Ağlamaya devam ettim.
Düşüncelerim darmadağındı! ‘Mutsuzum.’ dedim.’ Bu evlilik daha fazla yürümesini istemiyorum. Hepinizi mutsuz ediyorum.’ Dedim. ‘Sana yaptıklarım için çok üzgünüm özür dilerim ama bunun bir çaresine bakmalıyız ve iki yetişkin insan gibi bunu halletmeliyiz.’ diyordum.
Sustu.
‘Sevmiyorum artık hiçbirinizi, nefret ediyorum yaşamaktan, nefret ediyorum insanlardan, saçma sapan davranışlarından, senin sessizliğinden nefret ediyorum.’ dedim.
Sustu.
Madem sessizlik her şeyi çözüyordu. Bende sustum. ‘Ben gidiyorum gelecek misin’? dedi. Sustum. Biraz daha bekledi. Oturduğu yerden binaların arasından görebildiği boşluğa bakıyordu. Ne varsa o boşlukta, neden susuyorsa?
‘Hadi gidelim.’ dedi, gitmek de kalmakta istemiyordum. Ne yapacağımı bilemiyordum. ‘Bu gece bu olayı netleştirelim. Lütfen, daha fazla bu şekilde yaşamak istemiyorum.’ dedim.
‘Hadi üşüdüm eve gidelim.’ dedi. Neden beni duymamış hiçbir şey yokmuş gibi davranıyordu ki? ‘Hayır, gelmeyeceğim burada bu akşam anlaşacağız ve iki sağlıklı yetişkin gibi bu işi çözeceğiz.’ dedim. ‘Hadi eve gidelim sen onu iki çocuğumuz olmadan düşünecektin, bu saatten sonra ayrılık mayrılık yok!’dedi. Elini uzattı ısrarını belli etmek için uzatarak ‘hadi’ diyordu.
Sanki tüm dünyayı o başıma yıkmış gibi kızgınlık ve kırgınlıkla bekliyordum. Eli hala başımın önünde beni bekliyordu. ‘Hadi bak gideceğim sende ne yaparsan yap !’dedi. Korktum gerçekten bırakıp gitmesinden korktum ama elinden tutmaya da gururum elvermiyordu. ‘Seni bırakacak olsaydım, İstanbul ‘dan gelip Çanakkale ye seninle evlenir miydim?’ dedi. Sen beni bırakacak olsaydın Çanakkale’den İstanbul’a gelir miydin diye ekledi?
Hadi evimize gidelim çocuklarımıza bakalım. Biraz dinlen sonra konuşuruz dedi.

17 Aralık 2019 Salı

SANCILI UYANIŞ


Bazen mutfakta bir iş yaparken, ellerimi tezgâha dayayıp ağlıyordum. Ardından ise toparlamam gerektiğini kendine söylüyordum. Dua ediyordum. Sanki sihirli bir değnek bana dokunsun diye bekliyordum.
Kimsenin benim için yapabileceği bir şey yoktu. Bana sadece beni dinleyen bir insan lazımdı. Tek gayem buydu. Düşüncelerimi anlatırken, rahatlıyordum. Saçma sapan dönüp duran düşüncelerimi, ön yargısız dinleyecek birine ihtiyacım vardı. Önce Gacet’a anlatmayı düşündüm. Ona anlatırsam kendimi daha aptal hissedeceğimi düşündüğüm için vazgeçtim. Annem olamazdı, bunca derdinin arasında anlattıklarımdan saçma sonuçlara varabilirdi.
Kime anlatabilirdim ki?
Yazmaya elim gitmiyordu. Birkaç kez kötü hissettiğimde yazarak hislerimi anlamaya çalıştım ama elim kaleme gitmiyordu. Sabahları işkence ile uykudan uyanıyordum. Bazen uyansam bile yorganı kafama çekip, karanlıkta kalmak istiyordum.
İlaçlarımı almaya devam ediyordum. Ne yaptığım yemekten ne de oturduğum kalktığım yerden memnundum. Evin bir odasından diğerine gitmeye üşeniyordum. Her şey gözüme batıyordu. Kendimden ve halimden utanıyordum. Sabah bulantıları ve kusmalar devam ediyor ilacı aldıkça hafifliyordu. Bulantı ilacı almaya devam edemezdim çünkü bağımlılık yapıyordu.
Kussam ah içimdeki zehiri bir kussam rahatlayacaktım. Bildiğim duaları okuyor, kuran okuyordum. Okurken bile huzursuzdum.
Bir iki hafta sonra bulantılarım azalmaya başladı. ufak tefek bişeyler okumaya, örgü örmeye başladım. Evde olmaktan mutluydum ama çalışmak istiyordum. Nasıl yaparım diye düşünüyordum. Bu evimi sevmeme rağmen buradaki hayatı sevmemiştim. İnsanların günlük rutini boş muhabbetler üzerine dönüyordu. Merakımı doyuran aklı başında insanlar yoktu. En önemlisi kapalı bir toplumdu.
İnsanlar birbirine hayattan bir şey öğrenme gayesi ile bakmıyorlardı. Benim derdim yediğim içtiğim değil ruhumu doyuran arkadaşlıklardı.
Dürüst insanlardan hoşlanılmıyor. Bir olay karşısında aklıma gelen şeyi söyleyen bir insandım ve bu insanlar tarafından yanlış anlaşılıyordu. Suçladıkları taraf benim için her zaman suçsuzdu. Baktıkları ama göremedikleri şeyleri dile getirince rahatsız oluyorlardı. Ben dürüstlüğümden kaybetmek istemiyordum. Bu saçma sapan düzenden nefret ediyordum.
Oturup konuşacak, iki çift laf edecek, kahve içip kitaplardan bahsedecek hiç kimse yoktu. Aslında zaten böyle bir hayat yok!
Ben istediğim hayatı yaşayabilmek için bir şeylerden fedakârlık etmem gerektiğini öğrenmeye başlamıştım. Bir zamanlar param var ama zamanım yoktu. Şimdi ise zamanım var ama param yoktu. Benim kazandığım ve hükmettiğim bir mali düzenim yoktu.
Daha çok acınacak halde olduğumu hissetmeye başladım. Hem param yok, hem zamanım, hem aklı başında bir insan yoktu yanımda. Zaten ailem uzakta, kapımı çalıp hadi kalk kahve içelim seni dinleyeyim diyebilecek bir insana hasrettim. Ya da yaşadıklarımı unutturabilecek bir yoğunluğa sahip değildim.
Hayatımdaki her varlığı üstüme bir yük olarak görüyordum. Bir akşam Cemo; ‘Biraz yürüyelim istersen.’ dedi. Son zamanlarda hiç yapmadığım bir şeydi. ‘İşim var, çocuklar ne olacak?’ Dedim. ‘Onlarda gelsinler ne olacak ki?’ Dedi. Çocuklar gelmek istemedi. Benimde hiç dışarıya çıkma isteğim yoktu. Biraz uzanmak istiyor, mutfağı toparlamam gerektiğini düşünüyordum.
‘Ben toplarım sen git uzan kendini dinle iyi hissettiğinde çıkarız.’ dedi. Ben hemen her akşam Cemo’nun gelip aksam yemeğinin ve işlerinin bitmesi için acele ettiğim gibi aceleyle yatağa attım kendimi…
O gece dinlendikten sonra hazırlanıp yürüyüşe çıktık. Biraz yürüdükten sonra; ölmek için oturduğum o bankın üzerine oturduk.

16 Aralık 2019 Pazartesi

YAŞARKEN ÖLMEK


Herkes çok mutluydu. Bende olmayan her şey herkeste vardı. En önemlisi mutluluk! Mutlu değildim, ne istediğimi bilmiyordum. İnsanların beklentilerini karşılayan psikolojiye sahip değildim.
Saçmaydı işte, saçma sapan şeyler kafalarına takıyorlar benimle saçma sapan şeyler için konuşuyorlardı. Hayat bu muydu? İnsanlar böylemiydi? İnsanların ne düşündüğü bu kadar önemlimiydi?
Düşünceler kafamda dönüp duruyordu. Tüm olanları yazmamın sebebi bunları bilin diye değil! Herkesin hayatında belli dönemeçler olduğu ve bu olumsuz duyguları yaşadığını düşünüyorum. Tek sorunumuz insanların gerçekten hissettiklerini söyleyememeleri. Aslında gerçek hislerini paylaşacağın, ortak noktaların olmasa da olur, insanlar olmalı hayatında.
Bunları yaşaman normal ama yaşadıkların günlük hayatını etkiliyor ve rutin günlerinin etkileyen sosyal hayatını zora sokan bir düşüncelerin ile yoruluyorsan burada bir sıkıntı var demektir.
Herkes yaşıyor ama atlatması sorun sanki?
Günlük rutinimi bozmuştum bende artık bu hayatta olmak istemediğim anları sıklıkla yaşıyordum. O gece; balkona çıktım dışarıyı seyrettim, bir ara balkondan atlarsam nasıl ölebileceğimi düşündüm. Rüzgârı hissedecektim, önce hangi organım toprağa sertçe çarpardı acaba? Bacaklarım ve kaburgalarım kırılır ağzımın kenarından ufak bir kan sızıntısıyla hafifçe öksürür ve yaşamın yeni haline kendimi bırakırdım diye düşünüyorum.
İlaçlarım hala elimdeydi. Yara bandı göğsümde yapışmıştı. İçeriye girdim. İlaçtan bir tane aldım. Koridorda gezinmeye başladım. Bir tane daha içmeliydim. Yatağa gittim ağladım ağladım.
Yaşadıklarıma ağladım, yaşayacaklarımdan korktuğum için ağladım, kendim için ağladım, çocuklarım için ağladım, perperişan geçmiş bir türlü düzelmeyen hayatım için ağladım.
Devamını içmedim, ölmek için daha iyi bir zemin hazırlamalıydım. Yorganı başıma çekip unutmaya çalıştım. Zihnimde çarpışıp duran düşüncelere bir susun ya! Dedim.
Sabah yine kalkmadım. Herkes evden gittiğinde bende birçok işi hallederim diye kendimi sessizliğe bıraktım. Doktorumdan randevu aldım. İlacımı içmediğimi ve şu halimi anlatmak için sabırsızlanıyordum. Belki bir hastaneye yatmam gerekti. Off çevremdeki insanların yüzüne nasıl bakardım. Deli gözüyle bakacaklardı bana…
Nefret ettim bir daha kendimden… Hiçbir işe elim gitmiyordu. Bir odadan diğerine gitmek bana dünyanın en zor işi gibi geliyordu. Oğlumun anne deyişinden nefret ediyordum. Rahat bırakın beni nefes alayım diyordum. Bir yandan da düzelmek istiyor, soluklanıyor ve işlere devam ediyordum.
Doktor randevuma gittiğimde hislerimi anlattım. Sanki o da deli gibi bakıyordu. Uzun süredir kullandığım bulantı ilaçlarını iştahım geldiğinde ve bulantılarım kesildiğinde bırakmamı söyledi. Kendi kafama göre kullandığım için eleştirdi. Antidepresanımı sürekli kullanmam gerektiğini ve hoşlandığım şeyleri yapmamı söyledi.
Benim elim ne örgüye, ne kitaba ne de kişisel bakımıma gidiyordu. Dünya umurumda bile değildi. ben bedbaht ve berbat bir insandım.hiçbir zaman iyi bir anne olamayacaktım, eş de evlatta.
İntihar edecek kadar bile cesaretim yoktu. Bu dönemler bir iki hafta kadar sürdü. Bulantılarım bir süre daha devam etti. Bazen mutfak da bir şeyler yaparken soluklanıp kendimi toplamam gerektiğini söyleyip ağlama nöbetlerine girdiğim oldu. Uyku halim devam etti.
Kalemler, kitaplar örgüler bir kenarda beni bekliyordu. Ben ise kendimi bulabilmeyi, yaşadıklarımı sindirmeyi, olduğum gibi kabullenmeyi bekliyordum.
Aslında ben yaşarken ölmüştüm.

15 Aralık 2019 Pazar

İNTİHAR


Bu gece ölmeliydim diye düşünüyordum. Bankın üstüne oturmuş ne hissettiğimi anlamaya çalışıyordum. Ben neydim, ne yapıyordum? Hayatım eninde sonunda bitecekti. kimseye bunları yaşatmamam gerekiyordu.
Beni seven eşim, son zamanlarda çatışmalarımızın sınırsızlığını oluşturan bir ergenus ve bana ihtiyacı olan bir çekirdeğim vardı. Onların hayatlarını da mutsuzluğa sürüklemememin bir anlamı yoktu!
Bu hayatın bir anlamı yoktu!
Kendimi bu hale getiren bendim. İşe yaramaz bir halde olduğumu düşünüyordum. Ben neydim? varlığımın bir anlamı yoktu. Var olmam gereklilikti. Bu dünyadan kopmuştum.
Berbat bir evlattım, eştim, anneydim ve bunun düzelmesinin mümkün olmayacağını düşünüyordum. ilaçları çıkardım, güçsüzdüm, eğer güçlü olsaydım bunları kullanmak zorunda kalmazdım. İçimdeki mükemmeliyetçi hiç susmuyordu.
Bu bankta her şey yeni bir sonla başlayacaktı. Gözlerimden yaşlar damlıyordu. gecenin ayazı yüzüme vuruyordu. bu gece bu işkence bitecekti. Yeni başlangıç olacaktı. kahretsin yanıma su almamıştım. Bunu bile beceremiyordum. Bu halime de ağlamaya başladım. Eve döndüm.
Kapıyı açan çocuklarım nerede olduğumu sorguluyor ve boynuma sarılıyorlardı. Cemo; yürümek isteyip istemediğimi sordu. Beni rahat bırakmalarını söyledim ve yatağa attım kendimi. bu gece bu işi tamamlayacaktım.
Kapıyı kilitledim önce uyumaya çalıştım. Uyuyamadım. Cemo durmadan kapımı çalıyor nasıl olduğumu merak ediyordu. gitmesini söyledim. çocuklar uyumuştu. Cemo sessizdi. Yataktan çıktım duş aldım. bu günü onlar iyi hatırlasınlar diye küçük notlar yazdım.
Cemo uyandı nasıl olduğumu merak ediyordu. Sustum, mutsuzum dedim. Nasıl istersen öyle olsun diyordu. Kafamdan geçenleri bir bir sıraladım. sadece bu zamana kadar çok zorlandığımızı ve yolumuza devam etmemiz gerektiğini söyledi. Uyuması gerekiyordu işe gidecekti. Bir anda onu da üzdüğümü ve daha iyisini hak ettiğini düşündüm.
Bu gece bu iş bitmeliydi…
Hepsinin hayatında daha iyi biri olabilirdi. ilaçları ve suyu aldım. Yatağımı düzelttim güzel ölmeliydim. Uyuduğumu düşünmeliydiler…
İlaç paketini açtım. İçinde oğlumun yara bandı vardı. Hepsini birer birer öptüm. Kızımın yanakları ne kadar güzel kokuyordu. Oğlum en derin uyku haline geçmişti. ahh o elleri yumuşacıktı. Yıllarca hayatını değiştirmek yönünde mahvettiğim kocam gecenin yorgunluğuna kendini bırakmıştı.
Gözlerimi kapadım en güzel en mutlu günlerimizi düşünmeye çalıştım. Olmadı. Çaresizliğim aklıma geldikçe ağlıyordum. ilacı göğsüme koydum. Oğlumun yara bandını göğsümün üstüne yapıştırdım. Beni yıkamasınlar onunla çürümek istedim.
Köyüme götürsünler istedim her şeyi düşünüyordum. Annemi, babamı, kardeşlerimi, çocuklarımı benden sonraki hayatlarını, her şeyi düşünüyordum.
Vazgeçmemeliydim. Bir yandan da ne kadar içersem ölürüm diye düşünüyordum. Başka yöntemler de aklımdan geçiyordu.

DEPRESYON-2


Yaşadığım hayattan, köyden, insanlardan ve ailemden nefret ediyordum. Kendimi ezik hissediyordum. Üç günlük ağlama nöbetleri sonrası yasım devam ediyordu. Kimseyi görmek istemiyordum. Başımın üstüne pisliğini atan üst kat komşuya, gürültü oldu diye duvara vuran alt kat komşuya lanet okuyordum.
Allah’ım keşke yaşlı kulakları duymayan bir teyze ile altlı üstlü otursaydım. Bu saçma sapan iç içe geçmiş birbirine selam vermeyen insanlar arasında benim ne işim vardı?
Köyde ne yapabilirdim artık beden gücüm kalmamıştı. Beyin gücüm ise beni sürekli olumsuzluklara sürüklüyordu. Çocuklarıma eşime bu hayatı neden yaşatıyordum. Onlar için hiçbir şey yapamıyordum yapamayacaktım.
Kimse beni anlamıyordu. Kimse benim ne hissettiğimi anlamıyordu. Kardeşlerimi çok özlüyordum. Hepimizin bir sofrada olduğu günleri özlüyordum. Dedemi özlüyordum. Eğer ona bakabilseydim belki ölmezdi.
Artık hiçbir şey yapamaz duruma gelmiştim. İnsanların konuşmaları bir kulağımdan giriyor ve beynimin ortasında kendime bomba atmışım gibi kalıyordu.
Eninde sonunda ölecektim. Çocuklarım, kocamda ölecekti. Bu yüzden ne zaman olduğunun önemi olmadığını düşünüyordum.
Yaşadığım hiçbir andan zevk almıyordum. Çalışmalı mıydım? Hayır! O yoğunluğu kaldıramazdım. Şansımı denedim Gacet ile konuştum. Belki yoğun oldukları Cumartesi günleri onlara yardımcı olabilirdim. Çok çalışmayacaktım sadece haftada bir gün! Bu beni kendime getirebilirdi. Bilgisayarımın başında kendi hikâyemi yazabilirdim.
Hastaları dinleyip onlara yol gösterirdim. En önemlisi o yaşadığım dönemdeki hislerimi uyandırabilirdim. Ama olmadı. Sürekli ve devamlı gelmem taraftarıydılar. Böyle bir bağımlılığı kaldıramazdım.
Buna cesaret edemiyordum. Eğer bir şeye söz vermişsem sonunu getirmeliydim. Eğer sonunu getiremezsem yıllarca emeğimin karşılığında aldığım ekmeğe nankörlük edeceğimi düşünüyordum.
Evde olmak çocuklarla olmak yetmiyordu, işe tamamen başlamayı ise gözüm kesmiyordu. Artık iş yerimde rahat olmak ve bağlı kalmamak istiyordum. Bir süre internet üzerinden işler aradım. Birkaç yere makale yazdım. Bu da beni tatmin etmiyordu.
Mutsuzdum ama ne yapacağım konusunda bir karara varamıyordum. Ölmek istiyordum. Mutsuzum diye dile getiriyordum ama bana benden başka yardım edecek kimse yoktu.
Bir gece doktorumun verdiği ama kullanmamakta direttiğim ilaçları alıp evden çıktım parktaki bir banka oturdum. Düşünmeye başladım, hayatımı mahvetmiştim. İyi kötü bir işim vardı. İnsanlar böyle bir işte çalışmak için can atıyorlardı. Ben ise şimdilerde her şeyini dert gördüğüm çocuğum için işi bırakmıştım.
Herkesi bunalımıma dâhil etmiştim. Durmadan telefonum çalıyordu. Kapattım. Her şeyi ben mahvediyordum. Şimdide eşimi ve çocuklarımı mutsuz etmiştim. Yazdıklarım saçma sapandı. İnsanlar saçma sapan hayat yaşıyorlardı… Bende herkesin hayatını mahveden saçma sapan bir insandım.

12 Aralık 2019 Perşembe

DEPRESİF


İki satırla başlayıp bir sayfa yazıya nasıl dönüşeceksin merak ediyorum?
Her şey yolunda gidiyordu her zaman ki gibi meraklarım devam ediyor, dikiş makinesi evin başköşesinde, kış gelmiş ipler ve şişler koltuğun üzerinde duruyordu. Gece gelen ilham ile eskileri hatırlıyor ve zihnimdeki odalarına yerleştirmek için yazılar yazıyordum.
Bir anda yoğunluk ve yorgunluk başladı. Artık bilgisayarımın başına oturmak bile istemiyordum. Kendime oluşturduğum yazı köşem mutfak masasının köşesiydi ve o alan artık boş kalan bir köşeydi.
Hissedip, hatırlayıp yazdıklarımın ne kadar saçma olduğunu bu kadar özelimin özel olarak kalması gerektiğini düşünüyordum. Artık olumsuzlukları bir türlü kafamda oturtamıyordum. Beceriksiz ve fazla abartan bir kişi olarak hissediyordum.
Uyanmak ve yeni güne başlamak tam bir işkenceydi. Çok sevdiğim köyüme gitmek istemiyor, evden çıkıp markete uğramak tam bir işkence geliyordu. Bitmek bilmeyen çocuk istekleri, evdeki ahalinin sorumlulukları gözüme batıyordu.
Kendimden, yaşadıklarımdan, ailemden, her şeyden nefret ediyordum. Uyku benim en iyi kurtarıcımdı. Önce halsizlik başlamıştı. Doktora gitmiş ve fizyolojik bir sorun olduğunu düşünmüştüm.Fizyolojik bir problem yoktu. Ama benim kendimi sevecek takatim kalmamıştı.
Önce evdeki çiçekler bir bir kurudu. Standart işleri rastgele yapmaya, kapı çalınca açmamaya, çocuğum eline telefonu verip uyumaya başladım.
Yaz geldiğinde köye gitmek istemiyordum. Evde olmak istiyordum. Oranın ruhu beni sıkıyor ve geriyordu. İnsanların başka insanların hayatları hakkındaki düşünceleri kendime yoğurmaya, saçmalama alanlarını kafamda büyütmeye başladım.
Biz neydik ki? Ben ne idim? Hiçbir şey yazamayan ben ne idim?
Enerjik olduğum dönemlerde kayıt olduğum yazarlık kursuna devam ettim. Eşim izinlerini ayarlamış ben ise bir tam günü en azından kitap okuyan ve kendini geliştirmiş insanların içerisinde geçiriyordum.
Bu da yetmiyordu. Sürüklenerek neredeyse kursa gidiyordum. Köye gitmemek için kursu bahane etmiştim. Seçim olacak kurs devam edecek diye umuyordum. Seçim sonrası kurs yönetim değişikliği sebebiyle bitirildi.
Yazma becerisi geliştirme deneyimime yeni şeyler eklerim ve yanlışlarımı görme yetisine sahip olurum diye kayıt olmuştum.
İlk fark ettiğim şey ben geçmişte yaşıyordum. Geleceğe dair bir kurgu ve hayal gücümün olmadığıydı. Bu beni daha olumsuz düşüncelere itti. Mesela bir adam uyandığında güneşin artık olduğu gezegende doğmadığını görüyordu. Ben olayı geçmişe götürüyor ve kurgu üzerine hayal kuramıyordum.
Geçmişte yazıyordum. Güneş benim için doğmuyordu. Bu halimle kursunda bitmesiyle köye gittim. herşey gözüme batıyor, yaptıklarımı istemeyerek yapıyordum. Bazen mutlu olsam da, kimsenin olmasını istemiyordum.
Mide bulantılarım başladı, yemek yiyemiyor, kimseyi görmek istemiyordum. Bir ara bu yaşamın benim için olmadığına bana kaderin yaptıklarının acımasız olduğunu ve bu hayatımı kendi ellerimle berbat ettiğimi ve temizlemem gerektiğini bile düşündüm.
Gezdiğim her yerde aklıma bir şeyler takılıyordu. Dedem ölmüştü, ninem yatalaktı, annem yorgun babam varlığıyla yokluğu hissettiriyordu. Cemo her şeyi üzerime yığmıştı, sanki ne halin varsa gör der gibiydi. Ergenusun probleri ise beni daha çok yoruyordu. Bu halimle mutsuz bir tatil geçirip eve döndüm. Bir akşam şimdilerde abartmamam gerektiğini düşündüğüm bir ergen vakası ile ağlamaya başladım ve üç gün boyunca avazım çıkana kadar bağırıp ağladım. mutfağa girmedim, salona girmedim, kapıyı kapatıp sadece ağladım…

11 Aralık 2019 Çarşamba

SON ZAMANLARDA


Her yıl Aralık ayında,  bende bir hareketlilik başlar. Yaz çocuğu olmama rağmen kış aylarını severim. Belki psikolojik de olabilir. Klinikte yoğunluk Aralıkta başlar Mart ayında biterdi.20 18 yılsonunda yazmaya başlayıp, 2019 Ocak sonuna kadar devam etmişim…
Bu halimin neden gittiğini, neyin beni nasıl etkilediğini bir türlü anlayamıyorum, bir bakıyorsun geceleri kalkıp yazı yazıyorum, bir bakıyorsun top atsan uyanamıyorum.
İşte o uyanamadığım dönemlerde her şeyin saçma olduğunu insanların aslında benim bu yazdıklarımı- saçmaladıklarımı- başka değerlendirdiğini düşünüyorum.
Düşünüyorum o halde varım! İşte o varlık kısmında omuzlarınız çok ağrıyor. Her yük sırtınızda, koca dünya üstünüze yığılmış gibi hissediyorsun! Varsın ama varlığını kendine yük ediyor, geleceğin endişesini taşıyorsun.
Ufacık dünyada ufacık mutluluk çıkartabilen ben ise, ufacık şeylerle midemi bulandırmaya, her şeyi saçma bulmaya başlayalı çok oluyor.
Aslında yazdıklarımda, yorumlarımla, haksızlık ettiğimi düşünmeye başlamam ile depreşmem aynı dönemde idi… Sadece ihtiyaçtan beni uzun süre çalıştırmışlar, pekte güzel idare ediyorlardı. Bundan sonra ne yapabilirdim ki? Hiçbir şey…
Kırılan yumurta kabuğu gibi hissediyordum… İçim boşalmış bir kenara atılmış… Örtger’ e haksızlık etmiştim, madem kızıyordum neden dile getirmemiştim? Bu kadar şikâyetçiysem niye çalışmıştım? Aslında benim yetersizliklerimin içerisinde kaybolan basit değersiz bir iş insanı olmuştum.
Peki, tekrar çalışmak ister miydim?
Aynı yerde aynı insanlar ve sorunlar ile? Çok yorulmuştum. Yıllarca evde olabilmenin, keyfini çıkartmanın özlemiyle çalışmıştım. Peki ya şimdi, bana zor gelen neydi? Ev işlerimi, çocuklar mı, mükemmel kadınlık bekleyen hemcinslerim mi, kendini sevmeyen ben mi?
İşte bunu bulma yolculuğunda bana bir sihirli değnek dokunmadı. Bildiğiniz sitalopram içtim. Şimdilerde manik depresif gibi hissetsem de bu yolculuğu yazmak istiyorum. Bu yüzden bir ara daha buralardayım. Okuyucularıma selam ederim…

11 Kasım 2019 Pazartesi

HATIRALAR

Bu fotoğrafı annem gönderdi. Küçük kardeşim 40 günlük, ben 11 yaşındayım, abim ise 13 falandır herhalde...karşılıklı iki çekyat dururdu evde ondan zıplardık abimle, arkamızda babamın eve getirdiği kocaman akvaryum var. vitrin, ev telefonu. mor şalvarım, kucağımda çok sevdiğim kardeşim, omuzlarımda abim... Hissettiklerim bu kadar! Teşekkürler
(yazmak istiyorum)

14 Mart 2019 Perşembe

ALDATAN GERÇEKLER


Her defasında ne yazsam diye düşünüyorum. Kelimeleri toparlayıp bir metin haline getirmek, akıcı bir biçimde sunma için öncelikle yazının konusunu belirlemem gerekiyor. Eski yazılarımı yayınlamak iyi fikir olmasına rağmen, yeni ve doyurucu metinler oluşturmak insanı motive edici bir durum.
Sosyal medyanın en iyi yanı tanıdık tanımadık her kişinin anlık paylaşımlarını rahatlıkla görebilmek. Aslında insanı bazen motive eden durumlar olsa da, yaşamın gerçekleri ön sayfalarda olmadığını göz ardı etmemek gerek.
Herkesin elinin altında bulunan, internet âleminde doğru ve yanlışlarının tartışılırlığı yerine aslında bilinmeyen ve bazı insanları rahatlığa sürükleyen gerçekler var.
Tek tıkla tanımadığınız insanlarla rahatlıkla iletişime geçebiliyorsunuz. Öğrenme anlamında kadar etkin bir rol olsa da, aslında bazen saçma sapan ve boş muhabbetlere, bazen ise ilişkilerde başka rollere dönüşebiliyor.
Birkaç hafta kadar önce sosyal medyada bir arkadaşlık isteği geldi. Eski arkadaşlar, bazıları uzaklarda ve yaşanmış hatıraların başrolleri, bazıları şimdilerin etkin insanları, bazıları evet varlar!
Karşı tarafın niyeti de çok önemli ve bazıları birilerini aptal sanıyor.
Beni ekleyen kişi ile iki ortak arkadaşımız vardı. Biri şuan mesleğinin zirvesinde olmaya çalışan akrabamız, biri ise eskilerden bir arkadaştı. En önemlisi bu kişinin bizim memleketten olması ve profiline baktığımda iyi eğitim almış biri olarak görünen ellili yaşlarda bir karşı cins olmasıydı.
Çok umursamadım. Varsa var işte diye düşündüm. Zaten uzun süredir gönderilerimi görebilen kişileri bir azınlığa düşürmüştüm.
Aynı gün listeme eklediğim bu kişiden mesaj geldi. Önce selam kelam eden biri gibi görünüyordu. Sizi nereden tanıdığımı çıkartamadım ama ekledim diye belirttiğimde; aslında yanlışlıkla olduğunu söyledi.
Devamında; memleket özleminde işte aynı memleketten olduğumuzu söylemeye devam etti. ‘Tamam yanlışlıkla ise sizi hemen çıkartıyorum.’ dedim.
Listemden çıkarttım. Aslında , olaya düz mantıkla bakmıştım.Aradan birkaç gün geçti, benim düşünce gücüm o zaman çalışmaya başladı.
Eğer birini yanlışlıkla listenize, hiçbir neden ve bağ yokken eklerseniz, ne diye sohbet etme gereği görürsünüz ki? Bunun anlamı nedir?
Belki kendi hemcinsiniz olabilir ama bu bir karşı cins ise sohbet yaratma ortam oluşturma amacı dışında başka ne alamı olabilir.
-YANLIŞLIKLA EKLEDİĞİNİZ BİRİNİ, DOĞRULUKLA ÇIKARTABİLİRSİNİZ.-
Bunlara inanan ve umursamazca, vaktini harcayan hemcinslerim var mı? İyi niyet olabilir mi?

Sanmıyorum. Boş vakit doldurma, insanları kandırmacadan ibaret bir durum.
Böyle boş muhabbetlerle karın doyurmak ise hiç mantıklı değil! İşin özünde hepimizin bir düzeni ve hayatı var. Bu yüzden böyle çerezvari ve zekâsız yöntemlere kanmak ise bir tür zekâsızlık olayı.
Hele de bunu bu mantıksızlık içerisinde yapan erkeklerin olması saçma sapan bir durum.
Bir sohbetle başlayıp saçma sapan yerlere giden ve bir başkasının hayatını sorgulatan muhabbetlerin hiç anlamı yok!
Sonuçta, otobüste, parkta, markette, fırında ya da başka bir yerde karşılaşıp selam verdiğiniz biri değil, alelade sohbete başlayan biriyle arkadaşlık kurmak ve sonrasında devam edecek kadar ilerletmek için mantıksız başlangıçlara gerek yok!
Gerçekmiş gibi görünen aldatmacaları fark etmek ise benim için biraz zaman alıcı bir durum olsa da başkalarına farkındalık yaratmak için oluşturmaya çalıştığım bu yazı umarım amacıyla sona ermiştir.
Gerçek gibi görünenlerin aldatmacalarına kanmayacak kadar, mantık ve zekânızın olması dileğiyle…

7 Mart 2019 Perşembe

KADINLAR NE İSTER?


Kadınlar ne ister?
Çok iddialı bir başlık oldu değil mi? Sanki dünyanın sırrıymış gibi… Doğum günlerinde hediyelere boğulmak, sevgililer gününde çiçekler gönderilmek, anneler gününde tencere tabak mı? Yoksa marketlerden yüzde bilmem kaç indirimin yanında, kadınlara fırsatmış gibi sunulan aslında onlara sadece onların görevi olduğunu gösteren muhteşem temizlik ürünleri kampanyası mı?
Önce kendimden başlamalıyım. Yıllardır özel günlerde bana hep evimizin eksikleri alınır. Bir doğum günümde ütü masası hediye alınmışlığı vardır. Bazen trajikomik bulsam da; yıllar önce, iki yaşındaki kızımın babasıyla bana biraz gül alıp geldiği anneler gününü unutamam.
Yüz kadına sorduk;Eşinizden ve hemcinslerinizden beklentiniz nedir?’ yüz kadına ulaşamamış olsam da ulaştığım hemcinslerim hepsi ‘ SEVGİ, SAYGI, ANLAYIŞ’ diyerek beni bu genel kavramların içine bıraktılar.
Özel günlerde tek istekleri tektaş pırlantadan ziyade hatırlanabilmek! Mutlu olduğunu hissettiği kişinin gözünde pırıltıyı hissedebilmek…
Günümüz şartlarında işten yorgun argın eve kendini atmış olan hanımından, yemek beklemek. Gelinin kocasına yemek yapmadığından, güzel yemek yapmadığından dert yanmayacak kaynana ister mesela…
Kendi oğlunun yanlışlarını görmezden gelen annelerin, oğlunun eşinin en ufak yanlışında yansız davranmış olmasını ister mesela…
Kendi hemcinsinin evindeki objelerden çok kişisel olarak onunla ilgilenmesini, sohbet edebildiği bir hemcinsinin olmasını çok ister mesela…
Karşı cinsin aptalca oyunlarını yüzüne gözüne bulaştırmasından ziyade, zekice fikirleri ni ortaya koymasını, evdeki tencere yemeğinden ziyade, kapı baca temizliğinden sorumluluğunu almasını isteyebilir mesela…
Kadınlar ne ister?
Siyasetçi gibi oy zamanında hatırlanmak değil, her zaman var olduğunu, bir birey olarak üstüne yığılan iş ve sosyal sorumluluğunun fazla olduğunu farkında olup bir ucundan da destek olunmasını ister…
Cinsiyet ayırmaksızın, karşınsında kendi sorumluğunu taşıyan, anasının zavallı yavrusu olmayan, oğlunun biricik kraliçesi olmak için kendine taç konumlandırılmasını istemeyen, yaşanılan olayda hemcinsine yaşadığı hayatın kolay olmadığını düşünerek davranan bir birey ister…
Kadın veya erkek olduğunuz önemli değil. Birey olarak kişisel sorumluklarınızı yerine getirdikten sonra karşınızdakine duygudaşlık ile bakmanız yeterli!
Eşine sekiz martta çiçek alan beyleri, dolma börek yapıp eğlenmeye giden hemcinslerime selam ederim…

2 Mart 2019 Cumartesi

BUGÜNÜN PÜSKÜL'Ü


Bu yazıyı yazdığımda tıpkı şimdiki gibiydim. Birkaç gündür boğazıma takılan taş bir türlü gitmiyor.
Çalışırken hep evde sıcacık battaniye altında yatıp bana birilerinin bakacağını, en azından uyuyabileceğim hayalini kurardım.
Bu gerçek olamazdı. Ne kadar hasta olursam olayım, yattığım yerden evdeki işleri düşünmek, akşama eve gelen ahalinin karnını doyurmak naçizane görevimdi.
O dönemler, Gacet ve Örtger ellerinden gelenin en iyisini yapmışlar. Ama işte insan gerçekten hiçbir şey düşünmeden uyumak, istirahat etmek istiyor. Bu hiçbir zaman tam anlamıyla mümkün değil.
İçimdeki her şeyi mükemmel olmaya çalışan anne ölmeyince bu mümkün değil. Yâda insanların içindeki süper kahraman anneyi öldürmezseniz bu mümkün değil.
İki gündür neredeyse yatak döşek yatıyorum. İki gün önce doktora gitmek için önce evi toparlamam, sonra oğlumu giydirmem gerekti. Çocukla doktor yolu tutmak, bebek arabasını itmek hiçte kolay değildi.
İlaçları alıp eve geldiğimde kendime bir şeyler hazırlamam gerekiyordu. Önce bir şeyler yedim, oğlumun üstünü değiştirdim, sırılsıklam olan kıyafetlerimi sıksam suyu akacak gibi diye makineye attım. Hadi makine doldu deyip çalıştırdım. Kızımın okuldan gelmesini beklerken ortalığı süpürdüm.
Okuldan gelen kızıma kapıda ilaçlarımı aldım yatıyorum deyip yattım. Ama dünya sanki buğulu gibi görünüyordu. Uyuduğumu zannettiğim kâbuslara bir yenisi eklenirken, kulağıma anne diye seslenen oğlum, tuvalete benim götürmem için ısrar ediyor, Cimcime ise tv den başını kaldırmıyordu.
Kalkmışken dağılmış mutfağı toparladım. Çorba hazırlamak istedim ama başım dönüyordu. Tekrar yattım. Cemo geldiğinde çorbayı hazırladı ama ben kalkacak halde değildim.
Ancak kendime geldiğimde geceydi bir şeyler içip ilaçlarımı aldım ve tekrar yattım. Sabahın olduğu saat ben yatıyordum. Her zamanki düzenimden farklıydı. Cemo kahvaltıyı hazırlamıştı. Utanmadan yedim. Neden böyle hissettiğimi bir türlü akıl erdiremedim.
Kızdım, hem kendime hem herkese, baktım olacak gibi değil aldım başımı çıktım dışarı…
Bu nedir? Ben olağan üstü varlık mıyım? Hastalanmamalı, acıkmamalı…
Neden kadınların yaptığı hiçbir şey bir lütuf gibi görünmezken erkeklerin böyle görünüyor. Fedakârlık dedikleri şey kadınlara özgü bir nitelik mi?
Ya da erkeklerin yaptığı her iş fedakârlık oluyor? Eşitlik değil de insan olarak birbirini desteklemek bu kadar zor mu?
 Ya da yazımdaki gibi kendimde kalkacak enerjiyi ve mutluluğu neden bulamıyorum?
Hasta olan eşinize gösterdiğiniz ilgi kadınların görevi, erkeklerin lütufu  mu?
Yazıyı tam yayınlacakken , içtiğim bitki çayının, tamamının bilgisayarın üstüne boca olması; Cemo ya yaptığım haksızlığın,ilahi işareti mi?
Ya bilgisayar bozulursa?

25 Şubat 2019 Pazartesi

BEKLEDİM


Sanki her şey silindi. Nasıl yazacağımı, hangi kelimeleri kullanacağım? Bilmiyorum. Yaptığımın saçma sapan olduğunu düşünüyorum. İçimde hiçbir şey kalmamış gibi, sanki nefes almamışım yaşamamışım, yeniden doğmuşum…
Neyim, neredeyim? Ne istiyorum? Ne biliyorum?
 Aklıma saçma sapan gençliğim geliyor, bazen saçmalıklarım…
Hiçte iyi değildim…
Aslında ben beceriksizdim, onlar bana mecburdu!
Aslında ben bir alışkanlıktım!
Aslında ben bilmiyordum!
Bildiklerimi bilmediklerim diyordum!
Yaşam ben sürüklediği yerde var olmam gerekiyordu. Kendime sorduğum sorular veremediğim cevaplar olduğu için beynimde dönüyordu…
Kimse beni sevmedi, ben kimseyi sevmedim!
Kimsenin sevmesini beklemedim!
Kendimi seveceğim günü bekledim!
Bekledim…
Unutamadığımı, hep hatıralarımda olanı…
Bekledim…
Gördüğümü, duyduğumu, kokladığımı…
Kendim olmayı, kendimle olmayı…
Bekledim…


21 Şubat 2019 Perşembe

BUNDAN SONRA


Nasıl hatırlayacağım? Olanları, geçmişi, hayatımda var olmuş insanları nasıl unutmayacağım?
Bilmiyorum.
Belki zaman beni affedecek ve her şeyi zihnimden silmeme yardımcı olacak. Beklide tıpkı diğer yazılı hatıralarım gibi hepsi, neler olmuş dan ibaret kalacak.
Geriye dönüp baktığımda; yaşananların benim olduğuna inanamam ve onları nasıl hatırladığımı bulmaya çalışmam epey yoruyor.
Bazen yıkanmış tabakların içerisinde hiç yemek kalmadığı halde önceki gün bu tabakta başka bir yemek vardı diye düşünebilmek gibi…
İçtiğim kahvelerin başkasıyla olduğunu hatırlamak, yaptığım aynı yemeği başkasıyla tatmak gibi…
Unutmamak bazen en büyük nimet gibi görünse de bazen inanılmaz acı verici bir durum. Affetmek sanırım hatırlamanın ağrı kesicisi ve onu olduğu yerde bırakmak yerine sanki hatıra hazinesinin en kıymetli yerine kaldırmak sanki…
Kliniğin, bana en büyük mirası, insanları daha iyi tanımayı öğretmesi. Artık yüz şekillerinden, konuşmalarından millet memleket ayırabiliyorum. Kendimi de bazen gördüğüm insanlar gibi hissediyorum.
Biraz daha insancıl yanımı ve yumuşak vicdanımı kenara koyabilirsem hayatın daha hafifletici esintisini hissedebileceğimi düşünüyorum ama o vicdan terazisi bir bozuldu mu bende afallıyorum.
Kliniğin bende birçok getirisi oldu. Öncelikle ilk dönemlerde, sadece ev kiramızdan elli lira fazla kazanırken artık birikim yapabiliyordum. Ama bir türlü istediğimiz hayata erişemiyorduk.
İstediğimiz hayat?
Şimdilerde beklide bu istediğimiz hayat dediğimiz zamanlar olsa da Cemo içi, hep istediğimiz bir hayat var. Ne olursa olsun köyde güzel bir hayatımız olabileceğini ve her şeye razı olduğumu söyleyen ben gitti. Yerine olsun buna çok şükür ama sende benim gibi şükret hayatın bizi nereye götüreceğini bilemeyiz diyen bir ben oldum.
Bu gerçekten iyi mi bilemiyorum ama hayatın ne kadar zorlarsan o kadar seni zorladığını düşünmeye çalışıyorum.
Olduğu kadar…
Kötü bir başlangıçtan iyi bir ortalara geldik sanırım…
Evliliğimizin en genç, en deli ve en romantik olması gereken dönemleri Cemo’nun tembellikleri benim donanımsız ev kadınlığı, iş hayatı ve anneliğimle geçirdik.
Yine bazen acaba memlekette kalsaydım, evlenseydim nasıl olurdu diye düşünmeden edemiyorum. Yine, doğru şık Cemo olurdu gibi geliyor.
Bir zamanlar Cerrahpaşa yolunda yürürken, memleket burnumda tüterken, ilk çekirdeğim daha karnımdayken hep bunları düşünürdüm.
Pişmanlığımın denizinde boğulduğumu hissederdim. Büyük erkek kardeşim yanımdaydı, babam yoktu, dedem sağdı, küçük erkek kardeşim daha hala küçüktü.
Umutlarım yoktu. Örtger’in stresi, baş hemşiremizin kaprisleri vardı. Hacı öğretirdi, gösterirdi. Gacet mantıklıydı ve ne istediğini kestirmek mümkündü.
Çalışmaya ihtiyacım vardı. Çalışmayı istiyordum ama çocuğumdan ayrı olmak, Örtger’in süt iznim olmasına rağmen on dakika bile erken çıkmama izin vermemesine sesimi çıkartmaya gücüm yoktu.
Ona kızdığımda, kırıldığımda ya da gerçekten artık dayanamadığımda söyleyemezdim.
Bunları kanıksamış ve mutlu görünmeye çalışarak yola devam ediyordum.
Acaba biz ne yaparız düşüncesi hala beynimi kemiriyordu.
Hayatıma giren herkesten bir şey öğrenme merakım vardı. Aslında benim baş edilmez bir merakım vardı ve üşenme huyum yoktu. Merakımla inadım birbirine karışınca inanılmaz enerjik olup, kafamdakini yapmadan uyku uyuyamıyordum.
Uykularımı kaçıran sadece merakımda değildi aslında! Benim bu hayatı hiçbir zaman Cemo’nun istediği standarda getiremeyeceğimi, annemin istediği gibi bir gelin olamayacağımı, kızımın istediği anne olmadığımı ve olmamın mümkün olmadığını fark ettim.
Çünkü merakla yaptığım bütün vakit geçirici şeyler, yaşanılanları unutmak için beynimin kullandığı bir yöntem gibiydi.
Ayağımı uzatıp bir yarım saat uyumuyordum. Kafamda hep ne yapsam, nasıl yapsam düşüncesi dönüyordu ama bunlar benim yaşadığımı, kendimi affetmemi unutmam için beynimin oyalanmasını sağladığım şeylerdi.
Bunları da bırakmıştım. Evde hiçbir şey yapmıyor, ancak iki düzen bir çeki veriyordum.aklım dağınık, yollar kalabalık, kitaplar karmaşıktı. Okula gitmemiş, çalışmaya devam etmiştim.
Bu dünyanın en berbat işçisi olduğumu yüzüme vurmaya çalışan, en çok hak etmediğim maaşı aldığımı bana hissettiren bir yöneticim vardı.
Her ne hikmetse ben yüksek maaş alıyorum kaygısı yaşarken, kendinden torpilli eleman benden daha az çalışıp, neredeyse aynı maaşı alıyordu.
Üstelik eğitim alma hakkını da bol bol kullanıyordu. Herkesin yerine çalışabilecek kapasitesi olmadığı halde böyle gösterilen eleman jokerliğini kullandığında ekstra bonus kazanırken bizlere de üç izin, parçalansın dilin edebiyatı patlatılıyor, maaşımızdan kesinti oluyordu.
Ne kadar koymuş bu yaşanılanlar diyorum kendime… Hâlbuki o zamanlar kızıp geçiyordum…  Az ekmeğini yemedik şimdi nankörlük mü edeyim diyor içimden bir Püskül…


17 Şubat 2019 Pazar

SÜREÇ

Kimse kusursuz değildir. Mutlaka benimde hatalarım vardı. Yöneticilerimizin en büyük hatası; bizi adam gibi toparlayıp, sorunlar ve sebepleri hakkında konuşmuyor olmalarıydı.
Kliniğin hizmet içi eğitimi, Gacet’in akıl oyunları, Örtger’in ise şamar oğlanına çeviren anlık öfkeleriydi.
Bunların üstüne birde her şeyi bir başkasına öğretme zorunluluğunu kendine geliştirmiş ama gelen her yeni elemanın beğenmediği iş yükünü bırakma hevesine artık dayanamayan bir Püskül ekleyin.
Sürekli hemşire değişir ve gelen her hemşire ya sistemden şikâyet eder ya da yaptığı işi bilmiyormuş gibi davranarak, öğrenme gayreti göstermeyen ve acaba nasıl bu iş yükünü de sırtımdan atabilirim gayretiyle çalışan insanlardı.
Artık kararım kesindi. İkinci çocuğumu doğurmak istiyordum. Önce Cemo ikna olmalıydı. Saçma sapan bir düzende yaşadığımızı ve asla düzelmeyeceğini durmadan söyleyen ama düzelmesi için adım atma becerisi göstermeyen Cemo; bu dünyamızda yeni bir bebeğinde hayatının mahvolacağını söylüyordu.
Tıpkı yıllar önce babama; madem okutmayacaksın benim burada durmamın anlamı yok evlenmek istiyorum dediğim gibi, Cemo ya; madem okumayacağım çalışmayacağımda evde oturup ikinci bebeğimi büyütmek istiyorum. Eğer istemiyorsan benimde seninle yaşamamın anlamı yok dedim.
Bu bir tehtidin, bir anlamı vardı. Çünkü eylem aşamasında Cemo hep çekinir her zaman beni olaylar karşısında olumsuz motive ederdi. Sen yapamazsın, biz yapamayız, biz bilmeyiz, biz olmaz. Onun yıllarca bu şekilde yetişmiş olması ama kendini bir türlü yetiştirememiş olması bunun en büyük etkeniydi.
Onu seviyordum ve aile bütünlüğüne inanıyordum. Artık eskisi kadar sorunlu bir ilişkimiz de yoktu. Yıllarca birbirimize zıt olarak yaşamış ve katlanmayı öğrenmiştik. O bana katlanıyormuş gibi görünse de benim şatlarım daha ağırdı.
Erkeklerin dinlenmesi, yemek yemesi, Tv seyretmesi normal karşılanan bir dünyada, kadın o koca adamın çoraplarını yere atmasına karşı çıktığında birçok sorun meydana geliyordu. Birde o çorapları yere atanın değil de toplamayanın yargılanması durumu var ki; gittiği yerde kusur arayan ve ev sahibine bunu dile getirmek için içi içini yiyen mükemmeliyetçi hemcinslerime tam bayram şekeri sunumu gibiydi.
Gideceğimin sinyallerini vermesem de, Örtgeri olduğu gibi kabul etmeye başlamıştım. Ben bazen ne yapacağını kestiremesem de, az çok kızıp kızmayacağı şeylere dikkat etmeye çalışıyordum.
Patroncu olmak, hakkını savunmamaktan hoşlanıyordu. Sohbetten, saatlerce yemek yemekten hoşlanmıyordu.
Bazen yemek bile yemesen sorun olmuyordu. Sen oraya çalışmaya geliyordun. Ama hiç iş olmayınca; oturup nette yazı okuyorsan, kitap okuyorsan çıldırıyordu.
Bunları öğrenmiştim. Mutlu olmasam da onu görünce gülümsüyor, bazen de ekranı kapatıp çalışıyormuş gibi yapıyordum.
Çalışıyormuş gibi yapıyordum çünkü o gelmeden bütün işlerimi bitirmiş olduğumu ve düzene koyduğumu bilmiyordu.
Kendimi olmadığım gibi yaşamaya zorladığım bu yıllarda ilkokul üçüncü sınıfa giden de bir kızım vardı. Tüm hissettiklerim değersizliğimi ona da yansıtıyordum. Buna birde her işe burnunu sokma becerisini geliştirmiş beni aptal sanan bir kayınvalide de eklerseniz tam tadından yenmeyen bir hayat elde etmiş oluyorsunuz.
Annem benim hazırladığım bütün beslenmeleri atıp yerine poğaça börek alarak zaten benim sözümün geçmediği bir dünya olduğunu göstermişti. Kızıma derslerini yaptırması için tuttuğum, üniversite öğrencisini, davranışlarıyla bıktırarak vazgeçirmeyi başarmıştı.
Okulda ise kızım sürekli sorunla geliyordu. Ben henüz insanların fikirlerini danışıp senden aldıkları cevapları kendi hayat becerileri gibi göstermelerine ya da o fikirleri kısırlı gün toplantılarında bak öyle söyledi diyerek dedikodu evrimine çevireceklerine akıl erdiremiyordum.
Arkadaşlık edinme kabul görme ile ilgili sıkıntıları vardı. Aslında bunu yaratan bendim. Aceleci ve dediğim dedik bir çocuktu. Tıpkı annesi gibi… Ona her şeyden önce sabretmeyi öğretmem gerekiyordu. Bir türlü bunu beceremiyordum. Anlık duygularımla hareket ediyor. Bazen bütün problemi sadece kendi çocuğumda olduğunu düşünüyordum.
Bu iyi bir şey olsa da, kendinizi düzeltmek, hatayı sadece kendine biçmek; başkaları için cesaretlendirici eylemler haline gelebiliyor.
Ve bu eylemler sınırsız bir biçimde ilerliyordu. Anneler için sınıfta çocuklarının yanında olmak, onlara güç verici bir eylem gibi geliyordu. Ben ise; daha hayatın başında olan, hayatı öğrenmek için adım atan bu fidanlarla olduğumda inanılmaz etkileniyor ve yeni şeyler öğrendiğime inanıyordum.
Onların davranışlarından ve bakışlarından birçok anlam çıkartıyor, birey olduklarını hayal ediyordum.

4 Şubat 2019 Pazartesi

SONRA


Aslında o giderken bize bıraktığı suskunluğu görmüştü. Yıllarca her şeyin kader olduğunu söylemiş kabullenmekten başka çare olmadığını savunmuştu. Eziklik ve suskunluğun, şaşkınlığına sarılmış sesimi çıkartamamıştım.
En azından olayın sakin bir biçimde çözümlenmesi için sessizliğimi bozmalıydım. Ama bu sessizliği bana yıllarca Örtger’in her dengesiz davranışı sonrası o hediye etmişti.
Artık elimizde yaptığı işin ciddiyetinde ve farkında olmadığı halde, mükemmel bir eleman edasıyla klinikte dolaşan Örtger torpilli bir elemanla çalışmak kalmıştı.
Özünde insan olsa da  ona karşı hissettiklerim hiçbir zaman değişmedi. Çalıştığım zaman zarfında hiçbir işi düzgün yapmadı. İşe ihtiyacı olan bu kişi de Örtger den dert yanardı ama dibinden de ayrılmazdı.
 Gacet o olayda bulunsaydı her şey daha farklı olur muydu? Bunu hiçbir zaman tahmin edemedim. O gün yaşadığım buzların üstünde yürüyen bir insan acısıydı.
Sonraları sabahları sessizliğe ve kendi öfkeme gömüldüm. Artık haber kanalı açılmıyor, tabela ışıkları kapatılmıyor, zaten kimse gazete okumuyor ve siyaset konuşmuyordu.
Kliniğin en eski elemanı olarak ben ve Karlos kalmıştık. Gitme kararını tam olarak almış olsam da; içimdeki gelecek kaygısıyla boğuşuyordum. Zaman zaman, üniversiteye gitmediğim için pişman oluyordum.
Yeni joker eleman rahatlıkla okuluna gidip geliyor, maaşını tam zamanında ve Örtger triplerine takılmadan alıyordu. Ben ise her maaş alma zamanında içimde koca bir taş ile odadan çıkıyordum.
Örtger sanki hak etmediğim bir parayı alıyormuşum gibi davranıyordu. Demek ki;liberal demokrat olduğunu söyleyen patronlar bile adam kayırma konusunda ustalaşıyordu.
Gacet her zaman işini iyi yapan ve tecrübeli insanlarla çalışma taraftarıyken Örtger istediği gibi davranıp, istediği kişinin eksiklerini görme de ustaydı.
Yaptığım işi bir kere bile beğendiğini görmedim. Ona göre ben çok basit bit iş yapıyordum. Ve herkes bu işin üstesinden gelebilirdi lakin kendi kızı benim yerimde olmaktan nefret ediyordu. Bu işin yorucu ve tatilsiz olduğunda babasının bir patron olarak çekilmesi güç biri olduğundan bahsediyordu.
Haftada altı gün ve günde dokuz saat çalışıyordum ve çoğunlukla bunu on saate çıkartma kapasitesini göstermiş biriydim.
Evli ve çalışan bir kadın olmak; deveye hendek atlatmaktan daha zor!Evde bir sistem oturtmak, sakin olmak ve her şeyi  düzenli yapmak zorundasınız. Hele bu çalışma temposuyla hakikaten zorlanıyordum.
Evdekilere Örtger bana nasıl davranıyorsa öyle davranıyordum. Berbat! Tüm öfkemi onlardan alıyordum. Bunu yapmamak için çoğunlukla, pasta börek yapmaya, evde bir şeyler üretmeye çalışıyordum.
Öyle zorlayıcı bir tempoydu ki; bazen sadece kendimle olabilmek için sabahları sahile gider oturur bu dünya da neden var olduğumu, anneliğin neden bu kadar kutsandığını sorgulardım.
Bazen hem evle, hemde köydekilerle çatışmaya girdiğimde ölmek istediğim bile oluyordu. Mutsuzluğa katlanmalıydım. Ama katlanamıyordum! Hayatın gerçeğini kabul etmek gerekiyordu. Örtger buydu ve onu artık daha iyi tanıdığımı düşünüyordum. Aslında ondan ve davranışlarından korkuyordum. Tıpkı babamdan korkar gibi…
Bir gün bir bayram izni için köye gidecektim. Örtgerden iki gün fazladan izin istedim. Verdi ama ekledi. ‘Bunu maaşından keseceğim haberin olsun.’ dedi. ‘Tamam’ dedim.
Yıllarca para konusunda hiçbir zaman Örtgerle takışmamıştım. Benim böyle bir hayatım olmadı. Onlar zaten gerekeni yaparlar düşüncesiyle hareket ediyordum.
O olay geçtiğinde joker eleman izin alıp gittiğinde maaşından kesinti olmadığı halde bunca yıl çalışmış bir elemana bunu yapmasının haksızlık olduğunu düşündüm.
Ve yerime çalışıp bir yığın işi bana bırakacak olan elemana gitmeden parasını verip izine gittim.
Ne yıllık izinlerimiz adam gibi iş günü olarak hesaplanıyor ne de resmi tatillerimiz oluyordu. Yılbaşı gecesi çalışanlara ekstra nöbet parası verilirken, yılbaşı ertesi işe gelenlere zaten siz yılbaşı kutlamıyorsunuz diyerek nutuk çekiliyordu.
Üstelik işini iyi yapmaya çalışan ve deneyimliler hak ettiğinden fazlasını kazandığı baskısı yaşarken, yan gelip yatan, eşeği sağlam kazığa bağlamak için, kazığı bulmaya çalışırken eşeği kaybedenlere adam muamelesi yapıyordu.
Hak ettiğim bu değildi.
Eğer hamile kalırsam ve ikinci bebeğim dünyaya gelirse çalışmayacaktım. Bir gün bende kapının önüne koyulabilir, saçma sapan şeylerle suçlanabilirdim.
Aslında Örtger’e göre tam rahat edeceğim sırada hamile kalmıştım. Joker eleman beni rahatlıkla idare ederdi. Eğer ben onu idare edersem o da beni idare ederdi tabi! Yıllarca hiçbir anlamı olmayan bu işi yapmaya ne vardı? Çünkü arkada işler nasıl gidiyor, Örtger bunu bilmiyordu.

3 Şubat 2019 Pazar

İÇİMDE KALAN


Yıllarca her sabah konuştuk. Dediğim dedik Püskül’ün en baş belası gerçekçi arkadaşıydı!
Aklıma ilk geleni söyleyip, ikinci makul cevap aklıma gelip, pişman olduğumda bana, bendeki soruları cevaplandırandı.
Bitmek bilmez deneyim insanıydı. Aklına o kadar güvenirdim ki; bazen onunla konuşmak için can atardım. Önce ona anlatırdım başımdan geçenleri. Saçma sapan cümleleri onunla düzeltirdim zihnimde!
Öyle patroncuydu ki; bizim patronumuz o sanıyordum. Ondan daha çok çekinirdim. Doğru bir iş başarmış, yapmış olmamdan gurur duymasından ve takdir etmesinden çok hoşlanırdım.
Kızardım, çeker giderdim yanından. İki dakika sonra yanına gider yine bir şey anlatırdım. Hayatımdaki gerçekliği yüzüme vuran tek kişiydi. Bunu lafı dolandırmadan yapan tek kişi!
Babamla aynı adı taşıyan ve benim tanıdığım kadarıyla babamın davranışlarıyla tamamen tezat bir kişiydi.
Aşılması en zor olayları, kolaymış gibi görmemi sağlardı. Sen buna mecbursun, çalışmak zorundasın ve yapabileceğin en iyi işyerindesin derdi.
Şimdilerde, bazen bunu aslında; kendime olan güvenimi öldürdüğünü düşünsem de, o dönem söyledikleri o dönemin gerçeğiydi.
Örtger’in oğlu hastaneye kaldırıldığında, kliniğin en büyüğü olarak o yanındaydı. Oğlu vefat ettikten sonra da; “Adam zaten yaralı adam gibi çalışın da üzmeyin onu!“ diyen de oydu.
Örtger bana acımasız davrandığında, “Abartma bu kadar burada senden başka nazı geçen yok!“ diyende oydu.
Beraber klozet tamir eder, şirketin işleri iyi olmadığında üzülürdük. Ben makarna fiyatlarının arttığını söyleyince fakirin derdine bak ya diyende oydu. Benim istatistiğim en ufak makarna paketinin bile iki katına çıkmış olmasıydı.
O ise; memleketin olaylarına öyle hakimdi ki, ben şaşar kalır anlattıklarını araştırır onunla tekrar tartışırdım.
Vay be hacı seni nasıl anlatsam acaba?
Bana; bende akıl varsa sende bunu yoğuracak dinleyecek kapasite çok derdi.
Vay be hacı seni nasıl anlatsam?
Bence bu bir tesadüftü, o mavi kapılardan giren çaresiz ve başarmak için bir adım atmaya çabalayan Püskül’ü senin karşına çıkaran, eğiten;  ilahi tesadüftü.
Sadece Örtger değil diğer çalışanlarında benim akıllıca sorularıma cevap vermek istemedikleri, meraklarımı  doyurma donanımına sahip olamadıkları için baskıladıkları günlerde o vardı.
Vardı…
Ve gitmişti.
Aslında o arkadaş imtiyazlı eleman hacı yerine gelmişti. Hacı ile birlikte çalışması için Örtger durmadan baskılıyordu. Hacıya joker olacağını düşünüyordum. Gideceği aklımın ucundan bile geçmemişti.
Rutin sohbetlerimiz sırasında yanımıza gelip, saçma sapan davranan Örtger’in, bu akıl almaz olayı yapacağı aklımın ucundan bile geçmedi.
Evet, bir saçmalık vardı ama bunu Örtger’in dengesizliğine bağlıyordum. Bu kadarı olamazdı. Öğrenmesi gereken eleman Hacıya hiç istekli ve dikkatli bir eleman gibi gelmiyordu. Nitekim bende bunun farkındaydım. Adam işte tanıdığına iyilik yapıyor, bir garibin elinden tutuyor diyordum.
Artık röntgende daha çok vakit geçirmesi söylenen eleman, bunu uyanabilseydi yapardı da daha hazır değildi.
Örtger, Gacet’in tatilde olduğu bir dönemde, Hacıya işten çıkarılacağını söyledi. Duyduğumda şok geçirdim. Evet, yaşlıydı, evet çok yoğun bir ünitede çalışmıyordu ama getirdiği eleman ondan daha çalışkan ve dinamik biri hiç değildi.
Artık öğrenmiştik, gidecekti. Ben olmayan okul hayatımın derdine düşmüştüm. Bir yandan ne halt yiyeceğimi düşünüyordum. Pişmanlıklarımla boğuşuyordum.
Gacet izindeyken; Örtger sabah kapıdan sinirle girdi, önlüğünü giydi, hışımla salona giderken ben yine erken kalktığı için sinirli olduğunu düşündüm. sinirle bağırmaya başladı bir şeyler  sorup bağırıyordu, sabah rutin işlerimi yapıyordum. Birden Hacıyla içerden çıktılar, hakaretler etti, eline üç kuruş para sıkıştırıp onu klinikten kovdu.
Hacı hiç sesini çıkarmadı ceketini aldı ve gitti…
Önce bankoda ellerini her sinir krizi sonrası parmaklarıyla birbirine bağlayan Örtger, sinirli ve kuru dudaklarıyla söylendi. Bu bir kendini haklı çıkartma çabasıydı. Söylendi söylendi ve salona gazete okumak için geçti.
Hepimiz şoktaydık. Artık sabah geldiğinde gazeteleri düzenleyen, tabelanın ışını kapatan, koridorda yürürken boğazındaki gıcıkla öksüren Hacı, hiç layık olmadığı biçimde bu klinikten gitmişti.
Mesele şuydu; yeni gelen eleman doz kâğıdının kaybolduğunu Örtgere söylemişti ve bu kâğıdın Hacı tarafından alındığını söylüyordu. Bunun bir şerefsizlik olduğunu söylüyordu.
Hacı almadığını söylese de – buna gerek yoktu- o yıllarca bu klinikte çalışmış olan, kendi deneyimleriyle hazırladığı bir birikimdi. Ve aslında onundu. Nitekim birkaç ay sonra eskizi odasındaki bir takvimin arkasında bulundu.
Bu kâğıdın, deneyimsiz, çelimsiz bu yeni eleman tarafından yanlışlıkla atılmış olması kuvvetle ihtimaldi. Ama hiçbir ihtimali bile düşünmeyen Örtger, en büyük ayıbı bizden önce ona karşı yapmıştı.
Bir gün bende yerime daha iyisi bulunduğunda aynı muameleye maruz kalabilirdim. Bir şekilde artık eskisi kadar bir türlü iç barışımı sağlayamadığım, babam gibi tutarsız olan Örtgerle yollarımı ayırmalıydım.


22 Ocak 2019 Salı

EYVALLAH

17 EYLÜL 2014 tarihinde kendime bir açıklama yapmışım.bundan sonraki süreci daha detaylı ve akıcı bir şekilde yazmak istiyorum.
2010 yılından beri blog yazıyorum. Her üzüntü duyduğumda, mutsuz olduğumda, klavyeye sarılmışım.
Demek ki; tuşlar insanlardan daha sabırlı! Yıllardır içimden geçenleri hiç tanımadığım uzman birine, kendi yolumu çizebilmek için, anlatmam gerekiyormuş.

Bilgisayarım yanımda, kısa bir tatil hevesindeyim yine...Oyun oynarken babasının burnunu kıran oğlum, bu aralar ermeye çalışan kızım, anılarıma yenisini eklemeye çalışan ben, eskisinden daha çok sevdiği yere giden eşim, doğduğum yere
gidiyoruz.

Eskisi kadar yazma konusunda isteksiz değilim.bazen saçmaladığımı düşünüp her şeyden vazgeçme noktasına gelsem de , oturup ufak tefek yazılar geleceğe anılar biriktirme gayreti gösteriyorum.
Okuyan, destekleyen, yorumlayan eller dert görmesin.Eyvallah İstanbul!

21 Ocak 2019 Pazartesi

OKUMA


Ne yapacaktım? İstediğim buydu. Hep istediğim, hayal ettiğim bu değimliydi? Hayal kurmuştum ve hayalim gerçekleşmişti.
Örtger’in baskılarına, hayal kırıklığına katlanmıştım. 10 yıldır aynı işyerinde çalışıyordum. Bu benim için terfi etmek gibi bir durumdu.
Bir yandan da röntgen teknisyenliği gözümü korkutuyordu. O gece eve gittim. Cemo ile hiç heyecanlı olmayan bir şekilde paylaştım. O da heyecanlanmadı. Hayırlı olsun, istediğin oldu, bundan sonrası da istediğin gibi olsun dedi
İçim kıpır kıpırdı. Mutluluğumu ve heyecanımı haykırmak istiyordum. Belki Cemo ile kutlama yapabilirdik. Annemler çok mutlu olurlardı. Arkadaşlarım “Sen yaparsın.“ derlerdi. Olurdu bu iş!
 Soranlara uçan tekmeyle dalasım geliyordu? Sen yaparsın, bak başın sıkışınca yanındayım diyecekleri yerde herkes nasıl olacağını soruyordu.
Kayıt dönemini bekliyordum.
Beklemeye başladım. Kayıt olacaktım ne olursa olsun ya diye geçiriyordum içimden!
Hacı; yıllardır tek dayanağımdı. Sabahları, rutin işlerimi yaparken, günlük siyaset konuşurduk. Ben hayatı sorgulardım o da doyurucu cevaplar verirdi. Kliniğin en verimsiz görünen ama işçi motivasyonunu sağlayan patroncu değil gerçekçi biriydi.
Neresi bozulsa, tamir gerektirse o bakardı. Yaptığınız başkasına ama öğrendiğiniz kendinize kafasındaydı. istanbulda elimden tutan biri varsa o Hacıdır. Tüm hayatı reddedişlerimi, sorgulayışlarımı, katlanmazlıklarımı; sakince dinler, benim kendi cevaplarımı vermememi sağlardı. Birde eksikleri gidermemi herkesten önce ben yaparım diye atlayışlarımı desteklerdi.
“Eeee ne olacak? “ Dedi.
Kendiside röntgen teknisyeniydi. Ve “Mesleği araştır, duruma bak bakalım.“ dedi.
Kayıt ücretini ne yapacağımı, okulun saatlerini, nasıl gideceğimi araştırıyordum. Okula kayıt olmaya gitmeden önce; tüm bilgiler elimde olmalıydı. Yeni açılan bir okuldu, internet sitesi yeni açılmıştı. Tüm eşdeğer okulları, bu mesleğin getirisi götürüsü neydi? Kimler okumuş, nerelerde çalışıyorlardı? Neler yapıyorlardı? 
İş bulma sitelerinde ne kadar ilan vardı? Hepsini tek tek araştırıp not alıyordum. Bir yandan da kayıt olmadan kayın validemle ve Örtgerle bunu nasıl konuşacağımı düşünüyordum.
Çok zor ama keyifli bir sürecin beni beklediğini umuyordum.
Herkes sen yaparsın diyordu.
O dönemlerde kliniğimize bir  çalışan daha geldi. Mesleki deneyimi olmayan kliniğe joker elemanı diye getirilen bu kişi; Örtger’in memleketten arkadaşının oğluydu ve klinikte joker eleman olacağı herkesin yerine çalışabilen bir eleman olması için her birimi öğrenmesi gerektiği , söylenmişti.
Benim ile aynı üniversiteyi kazanmıştı. Bölümü ise ameliyathane hizmetleriydi. Bir kaç hastanenin bronkoskopi bölümünde çalışmıştı. Uzun süreli bir işi olmamıştı. Ailesi üniversite okutup hayatını kurtarmayı planlıyordu. Yirmili yaşlarını geçmiş, bir türlü balta ile sap ilişkisi arasında olamamıştı.
Hacı benden çok uzaklaşmıştı. Şimdi düşünüyorum da her şeyin farkına varmıştı. Örtger sabah sohbetleri esnasında yanımıza geliyor ve tutarsız davranıyordu. Bağırıp çağırıyor. Sohbetimizi kesiyor, engelliyordu.
Bana da bir türlü dozunu ayarlayamadığı bir davranış biçimi vardı. Getirdiği eleman başlarda ne kadar azimli biri gibi görünse de, iş zamanında kaytarmaktan hoşlanan, patronları görünce çalışan, işine geldiği gibi davranmayı huy edinmiş biriydi.
Bazen hiç anlamsız başımıza gelir,“ Eee bugün ne öğreniyoruz derdi .“  bu genellikle patronların duyması için yüksek sesle ve ortada olurdu. Sabahları işe gelme konusunda sıkıntıları vardı.
Yıllardır çalıştığımız bu şirkette Örtger hariç kimsenin geç gelme hakkı yoktu. Olsa bile herkes birbirini idare ederdi.
Çalışma isteği olmayan, iş disiplini edinmemiş, başladığı işi bir türlü sonlandıramayan, yaptığı iş için kafa yormayan, iş eğitimi verdiğinizde sadece anlamlı gözleri patron yanında kazanan bir tipi destekleyen Örtger, bize gelince neden böyle saçma sapan davranış geliştiriyordu.
Çok daha farklı şeyler düşünmeye mecbur kalıyordum. Ne yapacağım ben nasıl açıklayacağım bunu kayınvalideme acaba okul nasıl olur diye sorgulamaya başladım. Bir yandan Cemo; “Zaten bir işin var.“ diyordu.
Benim n’ apacağımı, nasıl yapacağımı eksiksiz anlatacağım, elinden gelen tüm desteği cömertçe benim için kullanacak bir eşe, nasıl yapacaksın sorusunu sormadan beni dinleyecek sen yaparsın yapmazsan ne kaybedeceksin diyecek dostlara, arkadaşlara ihtiyacım vardı.
 Ev alabilmek için üç yıldır bir sitemde para biriktiriyorduk. Cemo maaşıyla evin geçimini sağlıyordu. Ben yetemediği yerde destekliyordum. Birikim yapıyordum. Mevcutta elimizde; ev alabilmek için birikim yaptığımız bir sistem ve neredeyse iki yıllık okul ücretini karşılayabilecek paramız vardı. Bir arabamız hali hazırda Cemo’nun ödediği bir banka kredimiz de devam ediyordu.
Yapardık, yapardım?
Tüm yolları araştırıyordum. Radyolog olarak çalışanlarla görüşüyordum. Mesleğin bütün ayrıntılarını neler gerektiğini, kadın olarak, bana getireceği riskleri, diplomamla ne olacağımı her şeyi…
Kredi çekerdim, işe devam ederdim, kızımı tam gün okula gönderirdim. Okurdum…
İşle yürütürdüm ama Örtger acaba bu elemanı neden almıştı. Kliniğin ortasına pat diye hiçbir işe yaramaya niyetli olmayan, iş dışında başka bir şeye ihtiyacı olmayan bu elmanı neden getirmişti?
Okul saatlerimiz aynıydı. Benim yerime olamazdı. Beni takviye edemezdi.
Ev alma hayaliyle biriktirdiğimiz bu parayı okuluma harcayacak mıydım? Ya sonra işten çıkarılırsam ortada kalırsam ne olacaktı?
Eşimin ve kızımın hayatını sırf bu iş için bu konforsuz eve hapsederek mahvetmiştim. Yine isteklerimin, hayallerimin peşinden koşuyordum. Zaten evdeki sorumluluklarımı yerine getiremiyordum. Bu iş yükü ile daha sorumsuz bir eş, anne olacaktım.
Hacı hiçbir şey söylemiyordu. İçime soruları bırakıp çekiliyordu kenara, Gacet bambaşka sorunları ile uğraşıyordu. Röntgen teknisyeni Püskül diye takılıyordu.
Nasıl yapacağım, ne olacağı konusunda hiç konuşmuyordu. Sen yaparsın demiyordu. Belki klinikte devam ederdim. Diplomamı kullanırdım. Profosyenel olarak Gacetla çalışmak mutluluk verirdi. Çünkü bunca yıl, benim zekâ ve becerimi öven, bu konuda yol yordam gösteren, yaş almış kişilerden biri de oydu. Keşke olaylar karşısında sessizce bekleyip cevapları bulan biri olmasaydı.
Hacı beni hayata tutan ise, tutunacağım dalı keşfetmemi sağlayan kişi Gacettı.
Sessizdi. Yine bekliyordu. Olayları akışına bırakmıştı. Hacı da öyle…
Bir gece Cemo arkadaşlarıyla plan yaptığı bir gece ya da eve gelmediği bir gece, hiç uyumadım.
O gece; zaten mahvettiğim bir ailem olduğunu, bu paranın ev almamız için gerektiğini, istediğim için, hayallerim için ailemin hayatını tekrar sıfır noktasına getirmemem gerektiği kararına vardım.
Arayışlar, son bulmalıydı. Zaten bir işim vardı. Hayalim ikinci bebeğimi doğurup evde olmaktı. kızımla yaşayamadığım annelik duygusunu doyurmak istiyordum.
Hayallerim hangisiydi? Okuyup meslek sahibi olarak yine bir koşturmaca da kendimi bulmak mı yoksa evimde kavuşamadığım hayallerimle kucağımda bebeğimle yaşamak mı? Hangisini daha çok istiyordum?
İkisini de!
Ama iki seçenekten birini seçmeliydim.
Evimde olmayı, ikinci bebeğimi doğurmayı ve artık Örtger’in sinir bozucu bu davranışlarından kurtulmayı seçtim.
Okul kaydı için Cemo ve kızımla gittik. Kayıt süresini uzattıkları için aramışlardı. Ücret konusunda anlaşmaya varırsak kayıt olacaktım. Muhasebe sorumlusuyla görüşmeyi beklerken bunları düşünüyordum. En azından on bin lira nakit verme teklifimi kabul ederlerse kredi çekecek şartları zorlayacaktım.
Kabul etmediler.
Eve döndüğümüzde, hemen uyumak istediğimi söyleyip, tüm eşyaların üst üste göründüğü güneşi bile görmeyen yatak odasının ortasına kendimi bıraktım.
Kendi isteğimle hayallerimden vazgeçmiştim. Ne Örtger’i ne Gacet’ı ne de Hacıyı görmek istemiyordum.
Cemo neden beni motive etmemişti. Elimden geleni yaparım dememişti? Neden erkenden çocuk doğurmuştum. Kaleme kâğıda doymadan neden kucağıma bebek almıştım? Kızımın da hayatını mahvetmiştim, daha da mahvetmeye meyilliydim.
Hacı hayırlısı olsun dedi. Gacet sessizdi.
Bence hacı o dönemler gideceğinin farkındaydı ama yaka paça klinikten kovulacağı aklının ucundan bile geçmiyordu.
Eğer bu yazıyı sonuna kadar okumuş ve buraya kadar gelmişsen asla vazgeçme olur mu? Kafandaki ikilemlerden kurtul, istediğini yap. Asla; elde ettiğin hayallerinin yolundan yürümekten vazgeçme!

20 Ocak 2019 Pazar

SEÇİM






Şu an otuz üç bloklu bir sitede oturuyoruz. Her bloğun kendine ait temsilcisi oluyor. Her temsilci yönetimi seçme kararını elinde bulunduruyor. Ayrıca aidat ödemiyorlar. İki yılda bir yapılan seçimlerde temsilci adayı olabiliyorsunuz.
Mevcut site temsilci yönetim seçiminde blok temsilciliği adayı oldum. Her blokta yaklaşık kırk daire var. Benimle birlikte iki erkek adayla yarıştım. Birisi güvenlik amiri diğeri alt komşumdu.
Komşuluk ilişkilerimizi geliştirmek, görevlilerin verilmeyen asgari geçim indirimlerini verilmesi için çalışmak, blok temsilcilerinden alınmayan aidatın alınması yönünde çalışmalar yapmak niyetindeydim. Eğer yönetim böyle bir imtiyaz tanıyorsa benim görev ve sorumluluklarımı vermeli, denetlemeli bunu bir maaşa bağlamalı diye düşünüyordum.
Blok sakinlerini dolaşıp kiracılar ise ev sahiplerinden vekâlet almalarını, ev sahibiyseler oy kullanmalarını söyledim.
Sabah erkenden kalktım evi düzenledim, çamaşır astım, bulaşık yıkadım, kahvaltı hazırladım. Büyük olasılıkla erkek adaylar kahvaltılarını edip kahve içerlerken ben yerleri siliyordum.
Seçimin başladığında sandığın başında oldum. Vekâlet aldıklarımın yerine oy kullandım. Kırk dairelik bloktan 22 daire oy kullandı.
Sandık sayımına gittiğimizde 22 imza 24 oy çıktı. Üç adaya itiraz ederlerse, seçimin yenileneceği itiraz etmezlerse iki oyun kendi seçimleriyle iptal edileceği söylendi.
Erkek oldukları için onlara nezaket gösterdim. İki zarfı seçtiler, iptal edildi.
Sandık başında beni destekleyen, vekâlet alan kiracı arkadaşım vekâlet kağıdını getiren komşumun kağıdına itiraz etti. Neden yerleşim yeri yazmadığını sorguluyordu. Ve kâğıttaki ev sahibini aradı. Ev sahibi vekâlet verdiğini söyleyince, sustu.
İşlem bittikten sonra bende neden böyle düşündüğünü sordum. Öyle yapıyorlar dedi. Kendileri dolduruyorlar dedi. Bende bunu ben bilmiyorum, siz bildiğinize göre sizde öyle yapıyorsunuz dedim.
Uyumsuzlar. Sağ olsun alt komşum inanılmaz uyumsuz biridir.
18 konut ikametçisi oy kullanmadı. Mevcutta hemcinsim olup kiracı olanlar bile ev sahiplerinden vekâlet alabilme becerisi göstermediler.
Kadın kadına destek olmazsa olmaz bu işler.
Kadınlar her işin üstesinden gelir klişesini kullanmayacağım. İnsanoğlu üstüne düşen sorumlulukları ve içindeki gücü kullanabilmeli.
On üçe dokuz oyla alt komşum bina temciliğini kazandı.
Bende akşama ne yemek yapsam diye düşünüyorum.