21 Şubat 2019 Perşembe

BUNDAN SONRA


Nasıl hatırlayacağım? Olanları, geçmişi, hayatımda var olmuş insanları nasıl unutmayacağım?
Bilmiyorum.
Belki zaman beni affedecek ve her şeyi zihnimden silmeme yardımcı olacak. Beklide tıpkı diğer yazılı hatıralarım gibi hepsi, neler olmuş dan ibaret kalacak.
Geriye dönüp baktığımda; yaşananların benim olduğuna inanamam ve onları nasıl hatırladığımı bulmaya çalışmam epey yoruyor.
Bazen yıkanmış tabakların içerisinde hiç yemek kalmadığı halde önceki gün bu tabakta başka bir yemek vardı diye düşünebilmek gibi…
İçtiğim kahvelerin başkasıyla olduğunu hatırlamak, yaptığım aynı yemeği başkasıyla tatmak gibi…
Unutmamak bazen en büyük nimet gibi görünse de bazen inanılmaz acı verici bir durum. Affetmek sanırım hatırlamanın ağrı kesicisi ve onu olduğu yerde bırakmak yerine sanki hatıra hazinesinin en kıymetli yerine kaldırmak sanki…
Kliniğin, bana en büyük mirası, insanları daha iyi tanımayı öğretmesi. Artık yüz şekillerinden, konuşmalarından millet memleket ayırabiliyorum. Kendimi de bazen gördüğüm insanlar gibi hissediyorum.
Biraz daha insancıl yanımı ve yumuşak vicdanımı kenara koyabilirsem hayatın daha hafifletici esintisini hissedebileceğimi düşünüyorum ama o vicdan terazisi bir bozuldu mu bende afallıyorum.
Kliniğin bende birçok getirisi oldu. Öncelikle ilk dönemlerde, sadece ev kiramızdan elli lira fazla kazanırken artık birikim yapabiliyordum. Ama bir türlü istediğimiz hayata erişemiyorduk.
İstediğimiz hayat?
Şimdilerde beklide bu istediğimiz hayat dediğimiz zamanlar olsa da Cemo içi, hep istediğimiz bir hayat var. Ne olursa olsun köyde güzel bir hayatımız olabileceğini ve her şeye razı olduğumu söyleyen ben gitti. Yerine olsun buna çok şükür ama sende benim gibi şükret hayatın bizi nereye götüreceğini bilemeyiz diyen bir ben oldum.
Bu gerçekten iyi mi bilemiyorum ama hayatın ne kadar zorlarsan o kadar seni zorladığını düşünmeye çalışıyorum.
Olduğu kadar…
Kötü bir başlangıçtan iyi bir ortalara geldik sanırım…
Evliliğimizin en genç, en deli ve en romantik olması gereken dönemleri Cemo’nun tembellikleri benim donanımsız ev kadınlığı, iş hayatı ve anneliğimle geçirdik.
Yine bazen acaba memlekette kalsaydım, evlenseydim nasıl olurdu diye düşünmeden edemiyorum. Yine, doğru şık Cemo olurdu gibi geliyor.
Bir zamanlar Cerrahpaşa yolunda yürürken, memleket burnumda tüterken, ilk çekirdeğim daha karnımdayken hep bunları düşünürdüm.
Pişmanlığımın denizinde boğulduğumu hissederdim. Büyük erkek kardeşim yanımdaydı, babam yoktu, dedem sağdı, küçük erkek kardeşim daha hala küçüktü.
Umutlarım yoktu. Örtger’in stresi, baş hemşiremizin kaprisleri vardı. Hacı öğretirdi, gösterirdi. Gacet mantıklıydı ve ne istediğini kestirmek mümkündü.
Çalışmaya ihtiyacım vardı. Çalışmayı istiyordum ama çocuğumdan ayrı olmak, Örtger’in süt iznim olmasına rağmen on dakika bile erken çıkmama izin vermemesine sesimi çıkartmaya gücüm yoktu.
Ona kızdığımda, kırıldığımda ya da gerçekten artık dayanamadığımda söyleyemezdim.
Bunları kanıksamış ve mutlu görünmeye çalışarak yola devam ediyordum.
Acaba biz ne yaparız düşüncesi hala beynimi kemiriyordu.
Hayatıma giren herkesten bir şey öğrenme merakım vardı. Aslında benim baş edilmez bir merakım vardı ve üşenme huyum yoktu. Merakımla inadım birbirine karışınca inanılmaz enerjik olup, kafamdakini yapmadan uyku uyuyamıyordum.
Uykularımı kaçıran sadece merakımda değildi aslında! Benim bu hayatı hiçbir zaman Cemo’nun istediği standarda getiremeyeceğimi, annemin istediği gibi bir gelin olamayacağımı, kızımın istediği anne olmadığımı ve olmamın mümkün olmadığını fark ettim.
Çünkü merakla yaptığım bütün vakit geçirici şeyler, yaşanılanları unutmak için beynimin kullandığı bir yöntem gibiydi.
Ayağımı uzatıp bir yarım saat uyumuyordum. Kafamda hep ne yapsam, nasıl yapsam düşüncesi dönüyordu ama bunlar benim yaşadığımı, kendimi affetmemi unutmam için beynimin oyalanmasını sağladığım şeylerdi.
Bunları da bırakmıştım. Evde hiçbir şey yapmıyor, ancak iki düzen bir çeki veriyordum.aklım dağınık, yollar kalabalık, kitaplar karmaşıktı. Okula gitmemiş, çalışmaya devam etmiştim.
Bu dünyanın en berbat işçisi olduğumu yüzüme vurmaya çalışan, en çok hak etmediğim maaşı aldığımı bana hissettiren bir yöneticim vardı.
Her ne hikmetse ben yüksek maaş alıyorum kaygısı yaşarken, kendinden torpilli eleman benden daha az çalışıp, neredeyse aynı maaşı alıyordu.
Üstelik eğitim alma hakkını da bol bol kullanıyordu. Herkesin yerine çalışabilecek kapasitesi olmadığı halde böyle gösterilen eleman jokerliğini kullandığında ekstra bonus kazanırken bizlere de üç izin, parçalansın dilin edebiyatı patlatılıyor, maaşımızdan kesinti oluyordu.
Ne kadar koymuş bu yaşanılanlar diyorum kendime… Hâlbuki o zamanlar kızıp geçiyordum…  Az ekmeğini yemedik şimdi nankörlük mü edeyim diyor içimden bir Püskül…


Hiç yorum yok: