BUNDAN SONRA
Nasıl hatırlayacağım? Olanları, geçmişi, hayatımda var olmuş
insanları nasıl unutmayacağım?
Bilmiyorum.
Belki zaman beni affedecek ve her şeyi zihnimden silmeme
yardımcı olacak. Beklide tıpkı diğer yazılı hatıralarım gibi hepsi, neler olmuş
dan ibaret kalacak.
Geriye dönüp baktığımda; yaşananların benim olduğuna
inanamam ve onları nasıl hatırladığımı bulmaya çalışmam epey yoruyor.
Bazen yıkanmış tabakların içerisinde hiç yemek kalmadığı
halde önceki gün bu tabakta başka bir yemek vardı diye düşünebilmek gibi…
İçtiğim kahvelerin başkasıyla olduğunu hatırlamak, yaptığım
aynı yemeği başkasıyla tatmak gibi…
Unutmamak bazen en büyük nimet gibi görünse de bazen
inanılmaz acı verici bir durum. Affetmek sanırım hatırlamanın ağrı kesicisi ve
onu olduğu yerde bırakmak yerine sanki hatıra hazinesinin en kıymetli yerine
kaldırmak sanki…
Kliniğin, bana en büyük mirası, insanları daha iyi tanımayı
öğretmesi. Artık yüz şekillerinden, konuşmalarından millet memleket ayırabiliyorum.
Kendimi de bazen gördüğüm insanlar gibi hissediyorum.
Biraz daha insancıl yanımı ve yumuşak vicdanımı kenara
koyabilirsem hayatın daha hafifletici esintisini hissedebileceğimi düşünüyorum
ama o vicdan terazisi bir bozuldu mu bende afallıyorum.
Kliniğin bende birçok getirisi oldu. Öncelikle ilk
dönemlerde, sadece ev kiramızdan elli lira fazla kazanırken artık birikim
yapabiliyordum. Ama bir türlü istediğimiz hayata erişemiyorduk.
İstediğimiz hayat?
Şimdilerde beklide bu istediğimiz hayat dediğimiz zamanlar
olsa da Cemo içi, hep istediğimiz bir hayat var. Ne olursa olsun köyde güzel
bir hayatımız olabileceğini ve her şeye razı olduğumu söyleyen ben gitti. Yerine
olsun buna çok şükür ama sende benim gibi şükret hayatın bizi nereye götüreceğini
bilemeyiz diyen bir ben oldum.
Bu gerçekten iyi mi bilemiyorum ama hayatın ne kadar
zorlarsan o kadar seni zorladığını düşünmeye çalışıyorum.
Olduğu kadar…
Kötü bir başlangıçtan iyi bir ortalara geldik sanırım…
Evliliğimizin en genç, en deli ve en romantik olması gereken
dönemleri Cemo’nun tembellikleri benim donanımsız ev kadınlığı, iş hayatı ve
anneliğimle geçirdik.
Yine bazen acaba memlekette kalsaydım, evlenseydim nasıl
olurdu diye düşünmeden edemiyorum. Yine, doğru şık Cemo olurdu gibi geliyor.
Bir zamanlar Cerrahpaşa yolunda yürürken, memleket burnumda
tüterken, ilk çekirdeğim daha karnımdayken hep bunları düşünürdüm.
Pişmanlığımın denizinde boğulduğumu hissederdim. Büyük erkek
kardeşim yanımdaydı, babam yoktu, dedem sağdı, küçük erkek kardeşim daha hala
küçüktü.
Umutlarım yoktu. Örtger’in stresi, baş hemşiremizin
kaprisleri vardı. Hacı öğretirdi, gösterirdi. Gacet mantıklıydı ve ne
istediğini kestirmek mümkündü.
Çalışmaya ihtiyacım vardı. Çalışmayı istiyordum ama
çocuğumdan ayrı olmak, Örtger’in süt iznim olmasına rağmen on dakika bile erken
çıkmama izin vermemesine sesimi çıkartmaya gücüm yoktu.
Ona kızdığımda, kırıldığımda ya da gerçekten artık
dayanamadığımda söyleyemezdim.
Bunları kanıksamış ve mutlu görünmeye çalışarak yola devam
ediyordum.
Acaba biz ne yaparız düşüncesi hala beynimi kemiriyordu.
Hayatıma giren herkesten bir şey öğrenme merakım vardı. Aslında
benim baş edilmez bir merakım vardı ve üşenme huyum yoktu. Merakımla inadım
birbirine karışınca inanılmaz enerjik olup, kafamdakini yapmadan uyku
uyuyamıyordum.
Uykularımı kaçıran sadece merakımda değildi aslında! Benim bu
hayatı hiçbir zaman Cemo’nun istediği standarda getiremeyeceğimi, annemin
istediği gibi bir gelin olamayacağımı, kızımın istediği anne olmadığımı ve
olmamın mümkün olmadığını fark ettim.
Çünkü merakla yaptığım bütün vakit geçirici şeyler,
yaşanılanları unutmak için beynimin kullandığı bir yöntem gibiydi.
Ayağımı uzatıp bir yarım saat uyumuyordum. Kafamda hep ne yapsam,
nasıl yapsam düşüncesi dönüyordu ama bunlar benim yaşadığımı, kendimi affetmemi
unutmam için beynimin oyalanmasını sağladığım şeylerdi.
Bunları da bırakmıştım. Evde hiçbir şey yapmıyor, ancak iki
düzen bir çeki veriyordum.aklım dağınık, yollar kalabalık, kitaplar karmaşıktı.
Okula gitmemiş, çalışmaya devam etmiştim.
Bu dünyanın en berbat işçisi olduğumu yüzüme vurmaya
çalışan, en çok hak etmediğim maaşı aldığımı bana hissettiren bir yöneticim
vardı.
Her ne hikmetse ben yüksek maaş alıyorum kaygısı yaşarken,
kendinden torpilli eleman benden daha az çalışıp, neredeyse aynı maaşı
alıyordu.
Üstelik eğitim alma hakkını da bol bol kullanıyordu. Herkesin
yerine çalışabilecek kapasitesi olmadığı halde böyle gösterilen eleman
jokerliğini kullandığında ekstra bonus kazanırken bizlere de üç izin,
parçalansın dilin edebiyatı patlatılıyor, maaşımızdan kesinti oluyordu.
Ne kadar koymuş bu yaşanılanlar diyorum kendime… Hâlbuki o zamanlar
kızıp geçiyordum… Az ekmeğini yemedik
şimdi nankörlük mü edeyim diyor içimden bir Püskül…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder