İÇİMDE KALAN
Yıllarca her sabah konuştuk. Dediğim dedik Püskül’ün en baş
belası gerçekçi arkadaşıydı!
Aklıma ilk geleni söyleyip, ikinci makul cevap aklıma gelip,
pişman olduğumda bana, bendeki soruları cevaplandırandı.
Bitmek bilmez deneyim insanıydı. Aklına o kadar güvenirdim
ki; bazen onunla konuşmak için can atardım. Önce ona anlatırdım başımdan geçenleri.
Saçma sapan cümleleri onunla düzeltirdim zihnimde!
Öyle patroncuydu ki; bizim patronumuz o sanıyordum. Ondan daha
çok çekinirdim. Doğru bir iş başarmış, yapmış olmamdan gurur duymasından ve
takdir etmesinden çok hoşlanırdım.
Kızardım, çeker giderdim yanından. İki dakika sonra yanına
gider yine bir şey anlatırdım. Hayatımdaki gerçekliği yüzüme vuran tek kişiydi.
Bunu lafı dolandırmadan yapan tek kişi!
Babamla aynı adı taşıyan ve benim tanıdığım kadarıyla
babamın davranışlarıyla tamamen tezat bir kişiydi.
Aşılması en zor olayları, kolaymış gibi görmemi sağlardı. Sen
buna mecbursun, çalışmak zorundasın ve yapabileceğin en iyi işyerindesin derdi.
Şimdilerde, bazen bunu aslında; kendime olan güvenimi
öldürdüğünü düşünsem de, o dönem söyledikleri o dönemin gerçeğiydi.
Örtger’in oğlu hastaneye kaldırıldığında, kliniğin en büyüğü
olarak o yanındaydı. Oğlu vefat ettikten sonra da; “Adam zaten yaralı adam gibi
çalışın da üzmeyin onu!“ diyen de oydu.
Örtger bana acımasız davrandığında, “Abartma bu kadar burada
senden başka nazı geçen yok!“ diyende oydu.
Beraber klozet tamir eder, şirketin işleri iyi olmadığında
üzülürdük. Ben makarna fiyatlarının arttığını söyleyince fakirin derdine bak ya
diyende oydu. Benim istatistiğim en ufak makarna paketinin bile iki katına
çıkmış olmasıydı.
O ise; memleketin olaylarına öyle hakimdi ki, ben şaşar
kalır anlattıklarını araştırır onunla tekrar tartışırdım.
Vay be hacı seni nasıl anlatsam acaba?
Bana; bende akıl varsa sende bunu yoğuracak dinleyecek
kapasite çok derdi.
Vay be hacı seni nasıl anlatsam?
Bence bu bir tesadüftü, o mavi kapılardan giren çaresiz ve
başarmak için bir adım atmaya çabalayan Püskül’ü senin karşına çıkaran, eğiten;
ilahi tesadüftü.
Sadece Örtger değil diğer çalışanlarında benim akıllıca
sorularıma cevap vermek istemedikleri, meraklarımı doyurma donanımına sahip olamadıkları için
baskıladıkları günlerde o vardı.
Vardı…
Ve gitmişti.
Aslında o arkadaş imtiyazlı eleman hacı yerine gelmişti. Hacı
ile birlikte çalışması için Örtger durmadan baskılıyordu. Hacıya joker
olacağını düşünüyordum. Gideceği aklımın ucundan bile geçmemişti.
Rutin sohbetlerimiz sırasında yanımıza gelip, saçma sapan davranan
Örtger’in, bu akıl almaz olayı yapacağı aklımın ucundan bile geçmedi.
Evet, bir saçmalık vardı ama bunu Örtger’in dengesizliğine
bağlıyordum. Bu kadarı olamazdı. Öğrenmesi gereken eleman Hacıya hiç istekli ve
dikkatli bir eleman gibi gelmiyordu. Nitekim bende bunun farkındaydım. Adam işte
tanıdığına iyilik yapıyor, bir garibin elinden tutuyor diyordum.
Artık röntgende daha çok vakit geçirmesi söylenen eleman,
bunu uyanabilseydi yapardı da daha hazır değildi.
Örtger, Gacet’in tatilde olduğu bir dönemde, Hacıya işten
çıkarılacağını söyledi. Duyduğumda şok geçirdim. Evet, yaşlıydı, evet çok yoğun
bir ünitede çalışmıyordu ama getirdiği eleman ondan daha çalışkan ve dinamik
biri hiç değildi.
Artık öğrenmiştik, gidecekti. Ben olmayan okul hayatımın
derdine düşmüştüm. Bir yandan ne halt yiyeceğimi düşünüyordum. Pişmanlıklarımla
boğuşuyordum.
Gacet izindeyken; Örtger sabah kapıdan sinirle girdi,
önlüğünü giydi, hışımla salona giderken ben yine erken kalktığı için sinirli
olduğunu düşündüm. sinirle bağırmaya başladı bir şeyler sorup bağırıyordu, sabah rutin işlerimi yapıyordum.
Birden Hacıyla içerden çıktılar, hakaretler etti, eline üç kuruş para
sıkıştırıp onu klinikten kovdu.
Hacı hiç sesini çıkarmadı ceketini aldı ve gitti…
Önce bankoda ellerini her sinir krizi sonrası parmaklarıyla
birbirine bağlayan Örtger, sinirli ve kuru dudaklarıyla söylendi. Bu bir
kendini haklı çıkartma çabasıydı. Söylendi söylendi ve salona gazete okumak
için geçti.
Hepimiz şoktaydık. Artık sabah geldiğinde gazeteleri
düzenleyen, tabelanın ışını kapatan, koridorda yürürken boğazındaki gıcıkla
öksüren Hacı, hiç layık olmadığı biçimde bu klinikten gitmişti.
Mesele şuydu; yeni gelen eleman doz kâğıdının kaybolduğunu Örtgere
söylemişti ve bu kâğıdın Hacı tarafından alındığını söylüyordu. Bunun bir
şerefsizlik olduğunu söylüyordu.
Hacı almadığını söylese de – buna gerek yoktu- o yıllarca bu
klinikte çalışmış olan, kendi deneyimleriyle hazırladığı bir birikimdi. Ve
aslında onundu. Nitekim birkaç ay sonra eskizi odasındaki bir takvimin
arkasında bulundu.
Bu kâğıdın, deneyimsiz, çelimsiz bu yeni eleman tarafından
yanlışlıkla atılmış olması kuvvetle ihtimaldi. Ama hiçbir ihtimali bile düşünmeyen
Örtger, en büyük ayıbı bizden önce ona karşı yapmıştı.
Bir gün bende yerime daha iyisi bulunduğunda aynı muameleye
maruz kalabilirdim. Bir şekilde artık eskisi kadar bir türlü iç barışımı
sağlayamadığım, babam gibi tutarsız olan Örtgerle yollarımı ayırmalıydım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder