3 Şubat 2019 Pazar

İÇİMDE KALAN


Yıllarca her sabah konuştuk. Dediğim dedik Püskül’ün en baş belası gerçekçi arkadaşıydı!
Aklıma ilk geleni söyleyip, ikinci makul cevap aklıma gelip, pişman olduğumda bana, bendeki soruları cevaplandırandı.
Bitmek bilmez deneyim insanıydı. Aklına o kadar güvenirdim ki; bazen onunla konuşmak için can atardım. Önce ona anlatırdım başımdan geçenleri. Saçma sapan cümleleri onunla düzeltirdim zihnimde!
Öyle patroncuydu ki; bizim patronumuz o sanıyordum. Ondan daha çok çekinirdim. Doğru bir iş başarmış, yapmış olmamdan gurur duymasından ve takdir etmesinden çok hoşlanırdım.
Kızardım, çeker giderdim yanından. İki dakika sonra yanına gider yine bir şey anlatırdım. Hayatımdaki gerçekliği yüzüme vuran tek kişiydi. Bunu lafı dolandırmadan yapan tek kişi!
Babamla aynı adı taşıyan ve benim tanıdığım kadarıyla babamın davranışlarıyla tamamen tezat bir kişiydi.
Aşılması en zor olayları, kolaymış gibi görmemi sağlardı. Sen buna mecbursun, çalışmak zorundasın ve yapabileceğin en iyi işyerindesin derdi.
Şimdilerde, bazen bunu aslında; kendime olan güvenimi öldürdüğünü düşünsem de, o dönem söyledikleri o dönemin gerçeğiydi.
Örtger’in oğlu hastaneye kaldırıldığında, kliniğin en büyüğü olarak o yanındaydı. Oğlu vefat ettikten sonra da; “Adam zaten yaralı adam gibi çalışın da üzmeyin onu!“ diyen de oydu.
Örtger bana acımasız davrandığında, “Abartma bu kadar burada senden başka nazı geçen yok!“ diyende oydu.
Beraber klozet tamir eder, şirketin işleri iyi olmadığında üzülürdük. Ben makarna fiyatlarının arttığını söyleyince fakirin derdine bak ya diyende oydu. Benim istatistiğim en ufak makarna paketinin bile iki katına çıkmış olmasıydı.
O ise; memleketin olaylarına öyle hakimdi ki, ben şaşar kalır anlattıklarını araştırır onunla tekrar tartışırdım.
Vay be hacı seni nasıl anlatsam acaba?
Bana; bende akıl varsa sende bunu yoğuracak dinleyecek kapasite çok derdi.
Vay be hacı seni nasıl anlatsam?
Bence bu bir tesadüftü, o mavi kapılardan giren çaresiz ve başarmak için bir adım atmaya çabalayan Püskül’ü senin karşına çıkaran, eğiten;  ilahi tesadüftü.
Sadece Örtger değil diğer çalışanlarında benim akıllıca sorularıma cevap vermek istemedikleri, meraklarımı  doyurma donanımına sahip olamadıkları için baskıladıkları günlerde o vardı.
Vardı…
Ve gitmişti.
Aslında o arkadaş imtiyazlı eleman hacı yerine gelmişti. Hacı ile birlikte çalışması için Örtger durmadan baskılıyordu. Hacıya joker olacağını düşünüyordum. Gideceği aklımın ucundan bile geçmemişti.
Rutin sohbetlerimiz sırasında yanımıza gelip, saçma sapan davranan Örtger’in, bu akıl almaz olayı yapacağı aklımın ucundan bile geçmedi.
Evet, bir saçmalık vardı ama bunu Örtger’in dengesizliğine bağlıyordum. Bu kadarı olamazdı. Öğrenmesi gereken eleman Hacıya hiç istekli ve dikkatli bir eleman gibi gelmiyordu. Nitekim bende bunun farkındaydım. Adam işte tanıdığına iyilik yapıyor, bir garibin elinden tutuyor diyordum.
Artık röntgende daha çok vakit geçirmesi söylenen eleman, bunu uyanabilseydi yapardı da daha hazır değildi.
Örtger, Gacet’in tatilde olduğu bir dönemde, Hacıya işten çıkarılacağını söyledi. Duyduğumda şok geçirdim. Evet, yaşlıydı, evet çok yoğun bir ünitede çalışmıyordu ama getirdiği eleman ondan daha çalışkan ve dinamik biri hiç değildi.
Artık öğrenmiştik, gidecekti. Ben olmayan okul hayatımın derdine düşmüştüm. Bir yandan ne halt yiyeceğimi düşünüyordum. Pişmanlıklarımla boğuşuyordum.
Gacet izindeyken; Örtger sabah kapıdan sinirle girdi, önlüğünü giydi, hışımla salona giderken ben yine erken kalktığı için sinirli olduğunu düşündüm. sinirle bağırmaya başladı bir şeyler  sorup bağırıyordu, sabah rutin işlerimi yapıyordum. Birden Hacıyla içerden çıktılar, hakaretler etti, eline üç kuruş para sıkıştırıp onu klinikten kovdu.
Hacı hiç sesini çıkarmadı ceketini aldı ve gitti…
Önce bankoda ellerini her sinir krizi sonrası parmaklarıyla birbirine bağlayan Örtger, sinirli ve kuru dudaklarıyla söylendi. Bu bir kendini haklı çıkartma çabasıydı. Söylendi söylendi ve salona gazete okumak için geçti.
Hepimiz şoktaydık. Artık sabah geldiğinde gazeteleri düzenleyen, tabelanın ışını kapatan, koridorda yürürken boğazındaki gıcıkla öksüren Hacı, hiç layık olmadığı biçimde bu klinikten gitmişti.
Mesele şuydu; yeni gelen eleman doz kâğıdının kaybolduğunu Örtgere söylemişti ve bu kâğıdın Hacı tarafından alındığını söylüyordu. Bunun bir şerefsizlik olduğunu söylüyordu.
Hacı almadığını söylese de – buna gerek yoktu- o yıllarca bu klinikte çalışmış olan, kendi deneyimleriyle hazırladığı bir birikimdi. Ve aslında onundu. Nitekim birkaç ay sonra eskizi odasındaki bir takvimin arkasında bulundu.
Bu kâğıdın, deneyimsiz, çelimsiz bu yeni eleman tarafından yanlışlıkla atılmış olması kuvvetle ihtimaldi. Ama hiçbir ihtimali bile düşünmeyen Örtger, en büyük ayıbı bizden önce ona karşı yapmıştı.
Bir gün bende yerime daha iyisi bulunduğunda aynı muameleye maruz kalabilirdim. Bir şekilde artık eskisi kadar bir türlü iç barışımı sağlayamadığım, babam gibi tutarsız olan Örtgerle yollarımı ayırmalıydım.


Hiç yorum yok: