27 Aralık 2019 Cuma

ÇOCUK KARİYER


Çocukta yaparım kariyerde sözünü gördüğüm her yerde yüzüme bir tokat atılmış gibi hissediyorum. Kadınlara yüklenilmiş anlamsız bir cümle gibi geliyor.
Devlet sektöründe çalışan bir kadın ile özel sektörde çalışan kadınların özlük hakları farklı gibi görünse de aslında yaşadıkları aynı şeyler.
Çocuğunuzun ne yediği, içtiği, giydiği sizin sorumluluğunuzda, evinizin hangi koku ile temizlendiği, konsolunuzun tozları, çekmecelerinizin düzeni, akşama ne pişireceğim kaygısı hep aynı.
Üstüne birde kendi bakımını üstlenmemiş, bir birey olarak eşinizin pantolon ve gömlek ütüsünden sorumlusunuz.
Hem kişisel bakımınız iyi, çocuklarınızda, eşinizinde aynı kalitede olması şartı ile, evinizin düzen ve donanımından sorumlusunuz.
Peki, bunu kimin için yapıyorsunuz?
Hemcinsleriniz için! Kayınvalideniz, arkadaşlarınız, dostlarınız, komşularınız için! Yani size yine başarı notu verecek olan kendi cinsiniz.
Pantolonu kırışık, üstü başı kir pas içinde bir adamı gören hemcinsleriniz bunun karısı yok mu? Ayy ne beceriksiz kadın diye öncelikle sizi sorgularlar. Ama arkasında kişisel bakımını önemsemeyen bir erkek olduğu kimsenin aklına gelmez.
Kolay olanı kadının üstüne her yükü vermek ve sınırsız bir beklentiye girmektir. Zor olanı ise ne istediğini bilen, hayata  erkek olarak değil de birey olarak sorumluluğunu bilen, kişisel bakımını başkasına yıkmayan, becerebilen bir erkek yetiştirebilmektir.
Burada iyi niyet de olması gerekir. Durmadan evdeki her şeyin eşit dağılımından bahsetmek de anlamsız olur. Her ne kadar eşitlikten bahsetsek de yetiştirilme tarzımız bir erkekle aynı olmadığından, karşı tarafında bazı şeyleri tekrarlı bir davranış haline getirmediğini göz önüne almak gerekir.
Bana ne yıkasın çamaşırlarını demek büyük haksızlıktır. Beraber yaşadığınız, sevdiğiniz insanı biliçlendirmeyi zorbalıkla başaramazsınız.
Mesela ben; sinir olduğum zamanlarda çamaşırlarını toplamam ve yıkamam. İki gün sonra hep toplanmış olduğundan. Hadi bir makine çalıştırayım onlarda yıkansınlar kafasıyla kızgınlığım geçer.
Ama tabi çekmecelerin rayının temizlenmesi gerektiği, buzdolabın üstünün silinmesi gerektiği, perdelerin yıkanması gerektiği sadece ihtiyaç halinde yapılan şeylerdir.
Konumuz kişisel bakıma ve kadınlık görevlerine nasıl geldi yahu?
Benim asıl anlatmak istediğim hem kariyer hem çocuk ile bu kadınlara yükledikleri ağır yükün hem işveren hem de çalışan açısından anlatmaktı.
 Yarın devam edelim.

25 Aralık 2019 Çarşamba

ZİHİN


Bazı durumlarda aklınıza her şey sonradan geliyor. Aslında söylemek istediği başka bir durum muydu diye düşünmeden edemiyor insan. Bu takıntı durumu yeteri kadar olduğunda duygusal zekânız gelişmiş oluyor.
Sağlık düşünmemeye başladığınız da zihniniz bunu size bir oyun gibi sunuyor. Bilinçaltınız tüm olayları meydana çıkarıyor. Bu sizin ruhen sağlıksız olduğunuzun işaret!
Bir uzman olarak değil bunları yaşamış biri olarak yazıyorum. Karışık ayrıntılar içerisinde boğuluyorsunuz. Bu ayrıntıları düşünmenin de bir yaşı var bence. Aslında yaş ve eğitim ile belki de kendini tanıma ile doğru orantılı.
Yirmi beş ine kadar çok olmayan bu davranışlar yirmi beş ile otuz yaş arasında sorun olarak karşınıza çıkıyor. Bu yazdıklarım; bilimsel bir veriye dayanmıyor ama hayat tecrübesi diyelim.
Otuzunda bir rahatlama ve hayatı kabullenme süreci başlıyor. Kırklarda kim bilir nasıl oluyordur? O dönemlere geldiğimde yazıyor olursam, hislerimi aktarmak kesinlikle harika olacağına inanıyorum.
Oldum olası; lanet bir dürüst olabilme çabasında olmuşumdur. Hayatım her zaman net olmalı diye düşünüyor ve insanların davranışlarını sorguluyordum.duygularınızı rahatlıkla ifade edebilmek için karşınızdakinin bilişsel başarısı ve duygusal zekâsı olmalı gerektiğini ise fark etmem epey zaman aldı.
Kliniğe başladığımda ben tam insan değildim. Örtger hep derki ‘Otuzundan önce insan olunmuyor.’ Gerçi onun duygularını ve davranışlarını anlayabilmem ve kabullenmem için bir on yıl emek vermiş olsam da, şimdi söylemiş olduğu bazı sözleri acayip filozofça buluyorum.
Gacet ise kaç yaşında bu olgunluğa erişmiş bilmiyorum ama ne istediğini bilen duygularını, mantığıyla yoğurabilen bir insandı.
Öyle olmasaydı o ilk iş görüşmesinde beni işe almazdı.
Her zaman benim yapabileceğime inandığını hissettirdi. Benim inatçı ruhumu beceri ve başarı ile donatmam da aktif rol aldı.
Yaşadığım her sıkıntı da ve streste ona danışma ihtiyacı duyuyordum. Ama saçmalamamam gerektiğini düşünerek gereksiz ayrıntıları beynimde temizleyip, mantıklı bir soru, sorun ya da çözüm seçeneği ile kapısını çalıyordum. Ona zayıf görünmek mümkün değildi. Kendimi aptal veya cahil hissetmek ise benim inatçı ve mükemmeliyetçi ruhuma attığım bir tokat gibi geliyordu.
Bazen onun sessiz kaldığı haksızlıklar karşısında bile çok derin manalar buluyor. Olayları akışına ve zamana bırakmasının haksızlık olduğunu düşünen yanım aslında mantıklı davrandığını düşünen yanıma eziliyordu.
Örtger’i olduğu gibi kabullenmek herkes açısından zordu. Çünkü babam gibi zor ve dediğini yaptırma yetisine sahip neye kızdığını anlayamadığınız bir insandı.
Benim net ve dürüst cevap verebileceğime inanır ve net cevap almak istediğinde bana gelirdi.sorular ‘Gömleğim nasıl?’ Diye başlar benden genç görünmüşsünüz pozitif etki yaratıyordunuz cevabını alınca ‘yaşlımıyım?’ Cevabıyla bana kalırdı.
Neye kızacağını kestiremediğim zamanlarda hocam benim babam kadarsınız der. Konuyu kapatırdım. Zekâma güvenirdi ama asla beni pohpohlamazdı. Çünkü bu kısmı abartarak yapıyordu. Gacet özgüven aşılama konusunda ne kadar iyiyse, Örtger abartma konusunda o kadardı.
Ama depresyon halindeyken, aslında beceriksiz bir insan olduğumu ve bu insanların kimse olmadığı için beni çalıştırdığını düşünüyordum. Bana muhtaçlıkları yoktu.
İstediğim muhtaç olduklarını hissetmek değil benim bir işe yaradığım dürtümü doyurmaktı. Beceriksiz, yeteneksiz ve kalitesiz bir insan olduğumu düşünüyor ve yetersizliklerim içerisinde boğuluyordum. Bu kavramlar aslında kişiye göre değişebilen göreceli nitelikler olsa da ben kendime hayatı zehir etmeyi öğrenmiş bir insandım.
İlaçla birlikte sabahları sürünerek uyanmaya ve ayaklarımın ağırlığını hissederek kahvaltı hazırlamaya en azından gergin olmadan ahaliyi evden göndermeye başlamıştım.
 Bazen zihnimde; saçma sapan klinikte Örtger’e kızdığım günler aklıma gelir ohh iyi oldu ayrıldım demeye bile başlamıştım.

24 Aralık 2019 Salı

RÜYALAR


Rüyalar görüyordum. Kimsenin anlamayacağı içimi acıtan rüyalar. Babamın jandarmalar eşliğinde gidişini(görmediğim halde), ninemle ekmek yaptığımız fırın yerini, kuyunun başında yemek yiyip, geceyi geçirdiğimiz sıcak yaz gecelerini, babamın yanakları kan içinde alkollü olduğu o geceyi, kalp krizi geçirdiğinde yaptığımız o uzun hastane yolculuğunu…
Dedemin rahatsızlığında lohusa halimle hastaneye gidip,  görüntüleme sonuçları aldığım,  karlı Ocak gününü, büyük erkek kardeşimin şaşı gözlerini, kardeşimin boynunu büktüğü o düğün günümü, Cemalin evi terk ettiğini, tabakları kırdığımız o kavga sabahını durmadan bilinçaltımı karıştırıyordum.
Örtger’in babama benzeyen yanaklarını, ellerini, Gacet’in kapının arkasında sessizce kaldığı o günleri, telefonunu kurcaladığımı sandığı yeni işe başladığım dönemleri, dedemin yatakta yemek yiyemediği kilo verdiği sessizliğe gömüldüğü günleri, anneannemin evindeki zambakları, yazarlık kursu hocamın kel olan halini saçlı görüyordum.
Bazen bittiğini zannedip, tekrar uyuyor ve kaldığım yerden bu işkencenin devam ettiğini görüyordum gözlerimi açamıyordum. Uyanamıyordum.
Ruhum, bedenime resmen işkence ediyordu…
Bir gece kalbimde aslen vicdanımda çok derin bir acıyla uyandım. Nenem zihnimdeydi… Eski halleri, şu anki yatalak haliyle zihnimde canlanıyordu. Yüreğime bir taş vurulmuş gibi acıyordu. uyanmıştım ama acım devam ediyordu. Ev sanki köyde yağmur yağmuş gibi toprak kokuyordu.
Gecenin üçüydü. Ninem öldü dedim. Kesinlikle öldü ve ruhum sıkılıyor diye düşünüyordum. Odaları gezdim, su içtim acım hala devam ediyordu. Bacaklarımı karnıma çekip bir köşede ağlamaya başladım. İçimden acımı atamıyordum.. Öldü diye de bağırıyordum.
Duşa girdim en sıcak ayara getirip suyun altında ağlamaya başladım. Gözyaşlarım suyla birlikte akıp gidiyor gibi hissediyordum. Kendimden utanıyor ve nefret ediyordum. bu dünya yalan ninem öldü diye ağlıyordum.
Zihnim en kötü haliyle benim acılarımı yüzüme vuruyordu. İşte gitti. Şimdi acı çekiyor diye ağlamaya devam ettim. Duştan çıktığımda gözyaşlarım bitmişti. Cemo o halimi görünce ne olduğunu soruyordu. Nenem öldü Cemo bunu hissediyorum diyordum. ‘Saçmalama yat .’diyordu. ‘Uyuyamıyorum gözlerimi kapatamıyorum.’ dedim. Gitti yattı
Kuran okumaya başladım öldüyse ve kimsenin haberi yoksa şu an ikimizin de rahatlaması için buna ihtiyacımız olduğunu düşünüyordum. Bazen ağlıyor, ağladığım içinde kendimi suçlu hissediyordum.
Sabahın olması ve annemi arayabilmek için sabırsızlanıyordum. Bir kere sesini duysam yeterdi. Uyuya kalmışım. Sabah uyandığımda evde sadece ben ve oğlum vardık.
Gözlerimi açamıyordum ağlamaktan o kadar şişmişti ki ne yapacağımı bilemiyordum. Balkona çıkıp nefes aldım. Boğuluyordum. Sanki biri boğazımı iki eliyle sıkıyor ve var gücüyle bastırıyordu.
Yalandı her şey, hayat, insanlar, bu berbat ev, çocuklarım, eşim, bir gün ölmem gerekiyordu ve bu o andı.
 Annemi aradım açmamıştı. Kim bilir nerelerdeydi? Durmadan çıldırmış gibi onu arıyordum. kötü bir şey olsa, ölüm haberi bana gelirdi. Mutlaka arardı. Bu bile içimi rahatlatmıştı. Sonra belkide biraz daha zaman geçmesini bekliyor diye düşünmeye başladım. Bu gece yaşadığım her neyse gerçekten büyük bir acıydı.
Bana geri dönüş yaptığında öğleden sonraydı. Koltuğun kenarında kıvrılmış gözlerimi açamadığım depresif hallerimden birini yaşıyordum.
Hiç birşey olmamıştı. Ninem gayet iyiydi. Rüyalarımı anlatırken ağlıyordum.

23 Aralık 2019 Pazartesi

SUSKUNLUĞUMUN HAYKIRIŞLARI




Sağ elimi sımsıkı kavramıştı. İstemiyormuş gibi elimle elini kavramamamıştım. Aslında burada kalmak istemiyordum ama kalmak ve bu evliliği sonlandırmak istiyormuş gibi davranıyordum. Uzun süredir el ele tutuşmadığımızı fark ettim. Eli sımsıcaktı. Eve gidiyorduk.
Anlamsızca yürüyormuşum gibi geliyordu. Biraz daha yürüyelim istedi herhalde yolumuzu uzattık. Bazen ben istediğim için yürüyüş yapardık. Oradan buradan konuşurduk. En çok o zaman dertleşirdi. Yaşadıklarını anlatırdı. Ben bir sorun olduğunda karşısındaki kişiyle sorunu çözmesini isterdim. ‘Öyle olmuyor işte !’dediğinde, susar sadece onu dinlerdim.
Şimdi ikimizde susuyorduk. Sessizliğimiz hislerimizi besliyordu. Sevgimiz besleniyordu. Onbeş yıllık evliliğimizde yaptıklarını, kızdıklarımı tek tek anlatmak istiyordum. Onu suçlamak kendimi aklamak ve haklı çıkarmak niyetimdi. Kendimi neden aklıyordum ki?
Bunca yıllık emeğimiz karalanmış mıydı? Neydi kötü olan? Benim hayatım, yaşadıklarım, öfkelerim, aceleci tavırlarım. Ben kötüydüm o sessizliğin mahkûmuydu.
Yaşamamımız hiç kolay olmamıştı, kimsenin olmuyordu. İkimizde hayata eksiden eksilerek başlamıştık. O babasız büyümüş hayatına emek vermişti. Ben kalabalık bir ailede, alkol bağımlılığı olan, hayat gayesi olmayan, sürekli zengin olma peşinde olan bir baba ile büyümüştüm. Hangimizinki daha zordu?
Hiç zorlamamıştı kendini, İstanbul’un tam göbeğinde büyümüş ama hiçbir şekilde kendini geliştirmemişti. On yaşında babasını kaybettikten sonra bir tesisatçı yanına çırak olarak verilmişti. Suskunluğu yediği dayaklardan gelmişti. Peki, benim bu konuşkanlığım nereden geliyordu?
 Aslında biz acılarımızı sevmiştik. Ben yere düşsem bir avuç toprak alır öyle kalkardım. O düşse kalkması için annesi vardı. Ama düşkün olmayı tercih ederdi.
Hayata bakış açımız asla aynı olmamıştı. Bazen konuşmalarımız onun saçmaladığı düşünceler üzerine tartışmalarla geçerdi. Saçmaladığını düşündüğüm şeyler aynen başıma gelirdi. Beni affetmesini isterdim.
Hep istediğim buydu… Evimde hobilerime vakit ayırmak, çocuklarımla olmak, kafam estiğinde dışarıya çıkıp hava alabilmek! Onun düşüncelerinin içerisinde boğulup kalıyordum. Kapana kısılmıştım. Özgür kalmak istiyordum.  İstediğimde kaçacak köşe bulmalıydım. Evde beni bağlayan bir çocuk vardı. O benim emeğimin en saf haliydi. Nefret ediyordum. Anne olmaktan. Rahat bir nefes alamamaktan, vaktimi harcamaktan!
Onsuz olsam istediğim gibi yaşayabilirdim. Bunları düşündüğüm için nefret ediyordum kendimden. Anneliğimi sorguluyordum. Evliliğimi ayağıma takılmış bir pranga gibi hissediyordum. İstediğimi yapabilmek için benim daha çok fedakârlık yapmam gerekiyordu.
Eski hayatımı özlüyordum. Ama asla o yoğunluğu kaldırmak istemiyordum. Masamı özlüyordum hastaları özlüyordum. Bir şeye yarama hissiyatını doyurduğum işyerimi özlüyordum.Kendi başıma olsam ne güzel çalışırdım ve dünya umurumda olmazdı.beni bağlayan çocuklardı, eşimdi, onlar olmasa daha özgür olurdum. İsteklerimi yapmak için fedakârlık yapmam gerektiğini hissetmek beni üzüyordu. Hayatımın daha kolay olmasını istiyordum.
Uykularımdan, hobilerimden, zamanımdan daha çok fedakârlık bekleniyordu. İnsanların düşünceleri de prangalıydı. Kimse özgür düşünceye sahip değildi. Cemo da öyleydi…
Ben bunları düşünürken o omzumu sımsıkı tutmuş, başımın sağ tarafından derin bir nefes alarak öpüyordu. Sevgisini hissetmiyordum, demir parmaklı kapıları açarken bu kapıdan neden girdiğimi evde ne yapacağımı düşünüyordum.

19 Aralık 2019 Perşembe

DÜŞÜNCELERİN SUSKUNLUĞU


O gece bu bankta ölmüş olsaydım şimdi ne yapıyor olurlardı diye düşünüyordum. İkimizde karanlığın sessizliğine bırakmıştık kendimizi… Düşüncelerim susmuyordu. Cemo sessizce beklediğimizi düşünüyordu. Belki de onunda düşünceleri susmuyordu.
Ben ölmüş olsaydım şimdi ne yaparlardı? Yeni bir hayatın başlangıcı olması için ne yaparlardı? Ne kadar ağlarlardı? Kızım ne yapardı? Şu aralar beni görmekten nefret eden ergenus n’apardı? Oğlum sabah uyandığında anne diye seslenir miydi?
Yataktan kalktığında onunla kim oynayacaktı? Yanaklarını öpüp ellerini kim koklayacaktı. Ergenus okuluna devam eder miydi? Yıllarca annesiz yaşamanın acısını yüreğinde taşıyıp, sert ve duygusuz bir birey olur muydu? Annesinin neden intihar ettiğini ve bırakıp gittiğini sorgulayıp arkamdan lanet okur muydu?nasıl bir hayatları olurdu diye düşünmeden edemiyordum kendimi.
Hala suskunduk. Cemo’nun hayatını mahvetmiştim. Yıllardır her şeyi mahveden bendim. Beden gücüyle çalıştığı bir işi varken yollar bulup eğitim alması için diretmiştim. Sonuç beyin gücüyle çalışıp oturduğu yerden kalkmayan bir işi olmuştu. Ama ben onu sevdiği ve istediği hayattan koparıp bambaşka bir düzenin içine girmesini sağlamıştım.
Herkesin hayatını mahvediyordum. Yıllar önce; rutubetten mahvolmuş, kapısını açtığında tuvaletiyle karşılaştığımız bodrum katına taşınmak için niyetlendiğimizde, bu hayatın boktan ve Cemo’nun güçsüz bir insan olduğunu düşünmüştüm. Ayrılır mıydık? Ayrılsaydık çocuklarımız olmadan daha iyi mi olurdu?
Lanet olsun bir türlü istediğim gibi olmamıştı. Bu hayat beni mahvetmişti. Ve ben şu an acılarıyla ağlayan bir kadın olmuştum. Üzüntüyle yoğuruyordum bedenimi. Sürekli ağlak bir halim vardı. Kimsenin başına bir şey gelmiyor muydu? Elbette insanların hayatları zordu.
Benimkide hiç kolay olmamıştı. Bana hayatımı kolaylaştıran bir annem ve babam olmamıştı. Ben aksine onların hayatları daha iyi olsun diye yıllarca çırpınmıştım.
Neden insanların hayatlarıyla uğraşıyordum ki? Neden her şey dokunma ve değiştirme ihtiyacı hissediyordum. Kendi hayatıma baksaydım ve hiçbir şey umurumda olmadan devam etseydim.
Bunu neden yapamıyordum, bunu kendime neden yapıyordum?
Ağlamaya başladım. Başımı Cemo’nun omzuna koyup ağlıyordum. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Hiçbir şey söylemiyordu. Beni teselli etmesine gerek yoktu. Beni teselli edecek kelimeler Cemo da yoktu.
Hayatımın en zor ilk anında yanımda o vardı. Babamın gittiği o düğün günü benim alıp karşısına nasıl istersen öyle olsun dediği ilk gündü. O günden sonra sürekli olarak yaşamımızda badireler atlatmıştık ve birçoğu benim eylemlerim Cemo ‘nun suskunlarıyla geçmişti.
Neden susuyordu. Neden? Şimdi bana söyleyebileceği hiçbir şey yok muydu? Ne demeliydi? Ne derse bu gece buradan mutlu ayrılırdım.
Hiç bir şey…
Ben hep acelem ve öfkemle hareket ediyordum o sessizliğe bırakıyordu kendini…
Ağlamaya devam ediyordum. Bir süre ağladım. Hepinizin hayatını mahvettim. Şu halimize bak ne kadar mutsuz bir haldeyiz hepsi benim yüzümden dedim. Sustu. Ağlamaya devam ettim.
Düşüncelerim darmadağındı! ‘Mutsuzum.’ dedim.’ Bu evlilik daha fazla yürümesini istemiyorum. Hepinizi mutsuz ediyorum.’ Dedim. ‘Sana yaptıklarım için çok üzgünüm özür dilerim ama bunun bir çaresine bakmalıyız ve iki yetişkin insan gibi bunu halletmeliyiz.’ diyordum.
Sustu.
‘Sevmiyorum artık hiçbirinizi, nefret ediyorum yaşamaktan, nefret ediyorum insanlardan, saçma sapan davranışlarından, senin sessizliğinden nefret ediyorum.’ dedim.
Sustu.
Madem sessizlik her şeyi çözüyordu. Bende sustum. ‘Ben gidiyorum gelecek misin’? dedi. Sustum. Biraz daha bekledi. Oturduğu yerden binaların arasından görebildiği boşluğa bakıyordu. Ne varsa o boşlukta, neden susuyorsa?
‘Hadi gidelim.’ dedi, gitmek de kalmakta istemiyordum. Ne yapacağımı bilemiyordum. ‘Bu gece bu olayı netleştirelim. Lütfen, daha fazla bu şekilde yaşamak istemiyorum.’ dedim.
‘Hadi üşüdüm eve gidelim.’ dedi. Neden beni duymamış hiçbir şey yokmuş gibi davranıyordu ki? ‘Hayır, gelmeyeceğim burada bu akşam anlaşacağız ve iki sağlıklı yetişkin gibi bu işi çözeceğiz.’ dedim. ‘Hadi eve gidelim sen onu iki çocuğumuz olmadan düşünecektin, bu saatten sonra ayrılık mayrılık yok!’dedi. Elini uzattı ısrarını belli etmek için uzatarak ‘hadi’ diyordu.
Sanki tüm dünyayı o başıma yıkmış gibi kızgınlık ve kırgınlıkla bekliyordum. Eli hala başımın önünde beni bekliyordu. ‘Hadi bak gideceğim sende ne yaparsan yap !’dedi. Korktum gerçekten bırakıp gitmesinden korktum ama elinden tutmaya da gururum elvermiyordu. ‘Seni bırakacak olsaydım, İstanbul ‘dan gelip Çanakkale ye seninle evlenir miydim?’ dedi. Sen beni bırakacak olsaydın Çanakkale’den İstanbul’a gelir miydin diye ekledi?
Hadi evimize gidelim çocuklarımıza bakalım. Biraz dinlen sonra konuşuruz dedi.

17 Aralık 2019 Salı

SANCILI UYANIŞ


Bazen mutfakta bir iş yaparken, ellerimi tezgâha dayayıp ağlıyordum. Ardından ise toparlamam gerektiğini kendine söylüyordum. Dua ediyordum. Sanki sihirli bir değnek bana dokunsun diye bekliyordum.
Kimsenin benim için yapabileceği bir şey yoktu. Bana sadece beni dinleyen bir insan lazımdı. Tek gayem buydu. Düşüncelerimi anlatırken, rahatlıyordum. Saçma sapan dönüp duran düşüncelerimi, ön yargısız dinleyecek birine ihtiyacım vardı. Önce Gacet’a anlatmayı düşündüm. Ona anlatırsam kendimi daha aptal hissedeceğimi düşündüğüm için vazgeçtim. Annem olamazdı, bunca derdinin arasında anlattıklarımdan saçma sonuçlara varabilirdi.
Kime anlatabilirdim ki?
Yazmaya elim gitmiyordu. Birkaç kez kötü hissettiğimde yazarak hislerimi anlamaya çalıştım ama elim kaleme gitmiyordu. Sabahları işkence ile uykudan uyanıyordum. Bazen uyansam bile yorganı kafama çekip, karanlıkta kalmak istiyordum.
İlaçlarımı almaya devam ediyordum. Ne yaptığım yemekten ne de oturduğum kalktığım yerden memnundum. Evin bir odasından diğerine gitmeye üşeniyordum. Her şey gözüme batıyordu. Kendimden ve halimden utanıyordum. Sabah bulantıları ve kusmalar devam ediyor ilacı aldıkça hafifliyordu. Bulantı ilacı almaya devam edemezdim çünkü bağımlılık yapıyordu.
Kussam ah içimdeki zehiri bir kussam rahatlayacaktım. Bildiğim duaları okuyor, kuran okuyordum. Okurken bile huzursuzdum.
Bir iki hafta sonra bulantılarım azalmaya başladı. ufak tefek bişeyler okumaya, örgü örmeye başladım. Evde olmaktan mutluydum ama çalışmak istiyordum. Nasıl yaparım diye düşünüyordum. Bu evimi sevmeme rağmen buradaki hayatı sevmemiştim. İnsanların günlük rutini boş muhabbetler üzerine dönüyordu. Merakımı doyuran aklı başında insanlar yoktu. En önemlisi kapalı bir toplumdu.
İnsanlar birbirine hayattan bir şey öğrenme gayesi ile bakmıyorlardı. Benim derdim yediğim içtiğim değil ruhumu doyuran arkadaşlıklardı.
Dürüst insanlardan hoşlanılmıyor. Bir olay karşısında aklıma gelen şeyi söyleyen bir insandım ve bu insanlar tarafından yanlış anlaşılıyordu. Suçladıkları taraf benim için her zaman suçsuzdu. Baktıkları ama göremedikleri şeyleri dile getirince rahatsız oluyorlardı. Ben dürüstlüğümden kaybetmek istemiyordum. Bu saçma sapan düzenden nefret ediyordum.
Oturup konuşacak, iki çift laf edecek, kahve içip kitaplardan bahsedecek hiç kimse yoktu. Aslında zaten böyle bir hayat yok!
Ben istediğim hayatı yaşayabilmek için bir şeylerden fedakârlık etmem gerektiğini öğrenmeye başlamıştım. Bir zamanlar param var ama zamanım yoktu. Şimdi ise zamanım var ama param yoktu. Benim kazandığım ve hükmettiğim bir mali düzenim yoktu.
Daha çok acınacak halde olduğumu hissetmeye başladım. Hem param yok, hem zamanım, hem aklı başında bir insan yoktu yanımda. Zaten ailem uzakta, kapımı çalıp hadi kalk kahve içelim seni dinleyeyim diyebilecek bir insana hasrettim. Ya da yaşadıklarımı unutturabilecek bir yoğunluğa sahip değildim.
Hayatımdaki her varlığı üstüme bir yük olarak görüyordum. Bir akşam Cemo; ‘Biraz yürüyelim istersen.’ dedi. Son zamanlarda hiç yapmadığım bir şeydi. ‘İşim var, çocuklar ne olacak?’ Dedim. ‘Onlarda gelsinler ne olacak ki?’ Dedi. Çocuklar gelmek istemedi. Benimde hiç dışarıya çıkma isteğim yoktu. Biraz uzanmak istiyor, mutfağı toparlamam gerektiğini düşünüyordum.
‘Ben toplarım sen git uzan kendini dinle iyi hissettiğinde çıkarız.’ dedi. Ben hemen her akşam Cemo’nun gelip aksam yemeğinin ve işlerinin bitmesi için acele ettiğim gibi aceleyle yatağa attım kendimi…
O gece dinlendikten sonra hazırlanıp yürüyüşe çıktık. Biraz yürüdükten sonra; ölmek için oturduğum o bankın üzerine oturduk.

16 Aralık 2019 Pazartesi

YAŞARKEN ÖLMEK


Herkes çok mutluydu. Bende olmayan her şey herkeste vardı. En önemlisi mutluluk! Mutlu değildim, ne istediğimi bilmiyordum. İnsanların beklentilerini karşılayan psikolojiye sahip değildim.
Saçmaydı işte, saçma sapan şeyler kafalarına takıyorlar benimle saçma sapan şeyler için konuşuyorlardı. Hayat bu muydu? İnsanlar böylemiydi? İnsanların ne düşündüğü bu kadar önemlimiydi?
Düşünceler kafamda dönüp duruyordu. Tüm olanları yazmamın sebebi bunları bilin diye değil! Herkesin hayatında belli dönemeçler olduğu ve bu olumsuz duyguları yaşadığını düşünüyorum. Tek sorunumuz insanların gerçekten hissettiklerini söyleyememeleri. Aslında gerçek hislerini paylaşacağın, ortak noktaların olmasa da olur, insanlar olmalı hayatında.
Bunları yaşaman normal ama yaşadıkların günlük hayatını etkiliyor ve rutin günlerinin etkileyen sosyal hayatını zora sokan bir düşüncelerin ile yoruluyorsan burada bir sıkıntı var demektir.
Herkes yaşıyor ama atlatması sorun sanki?
Günlük rutinimi bozmuştum bende artık bu hayatta olmak istemediğim anları sıklıkla yaşıyordum. O gece; balkona çıktım dışarıyı seyrettim, bir ara balkondan atlarsam nasıl ölebileceğimi düşündüm. Rüzgârı hissedecektim, önce hangi organım toprağa sertçe çarpardı acaba? Bacaklarım ve kaburgalarım kırılır ağzımın kenarından ufak bir kan sızıntısıyla hafifçe öksürür ve yaşamın yeni haline kendimi bırakırdım diye düşünüyorum.
İlaçlarım hala elimdeydi. Yara bandı göğsümde yapışmıştı. İçeriye girdim. İlaçtan bir tane aldım. Koridorda gezinmeye başladım. Bir tane daha içmeliydim. Yatağa gittim ağladım ağladım.
Yaşadıklarıma ağladım, yaşayacaklarımdan korktuğum için ağladım, kendim için ağladım, çocuklarım için ağladım, perperişan geçmiş bir türlü düzelmeyen hayatım için ağladım.
Devamını içmedim, ölmek için daha iyi bir zemin hazırlamalıydım. Yorganı başıma çekip unutmaya çalıştım. Zihnimde çarpışıp duran düşüncelere bir susun ya! Dedim.
Sabah yine kalkmadım. Herkes evden gittiğinde bende birçok işi hallederim diye kendimi sessizliğe bıraktım. Doktorumdan randevu aldım. İlacımı içmediğimi ve şu halimi anlatmak için sabırsızlanıyordum. Belki bir hastaneye yatmam gerekti. Off çevremdeki insanların yüzüne nasıl bakardım. Deli gözüyle bakacaklardı bana…
Nefret ettim bir daha kendimden… Hiçbir işe elim gitmiyordu. Bir odadan diğerine gitmek bana dünyanın en zor işi gibi geliyordu. Oğlumun anne deyişinden nefret ediyordum. Rahat bırakın beni nefes alayım diyordum. Bir yandan da düzelmek istiyor, soluklanıyor ve işlere devam ediyordum.
Doktor randevuma gittiğimde hislerimi anlattım. Sanki o da deli gibi bakıyordu. Uzun süredir kullandığım bulantı ilaçlarını iştahım geldiğinde ve bulantılarım kesildiğinde bırakmamı söyledi. Kendi kafama göre kullandığım için eleştirdi. Antidepresanımı sürekli kullanmam gerektiğini ve hoşlandığım şeyleri yapmamı söyledi.
Benim elim ne örgüye, ne kitaba ne de kişisel bakımıma gidiyordu. Dünya umurumda bile değildi. ben bedbaht ve berbat bir insandım.hiçbir zaman iyi bir anne olamayacaktım, eş de evlatta.
İntihar edecek kadar bile cesaretim yoktu. Bu dönemler bir iki hafta kadar sürdü. Bulantılarım bir süre daha devam etti. Bazen mutfak da bir şeyler yaparken soluklanıp kendimi toplamam gerektiğini söyleyip ağlama nöbetlerine girdiğim oldu. Uyku halim devam etti.
Kalemler, kitaplar örgüler bir kenarda beni bekliyordu. Ben ise kendimi bulabilmeyi, yaşadıklarımı sindirmeyi, olduğum gibi kabullenmeyi bekliyordum.
Aslında ben yaşarken ölmüştüm.

15 Aralık 2019 Pazar

İNTİHAR


Bu gece ölmeliydim diye düşünüyordum. Bankın üstüne oturmuş ne hissettiğimi anlamaya çalışıyordum. Ben neydim, ne yapıyordum? Hayatım eninde sonunda bitecekti. kimseye bunları yaşatmamam gerekiyordu.
Beni seven eşim, son zamanlarda çatışmalarımızın sınırsızlığını oluşturan bir ergenus ve bana ihtiyacı olan bir çekirdeğim vardı. Onların hayatlarını da mutsuzluğa sürüklemememin bir anlamı yoktu!
Bu hayatın bir anlamı yoktu!
Kendimi bu hale getiren bendim. İşe yaramaz bir halde olduğumu düşünüyordum. Ben neydim? varlığımın bir anlamı yoktu. Var olmam gereklilikti. Bu dünyadan kopmuştum.
Berbat bir evlattım, eştim, anneydim ve bunun düzelmesinin mümkün olmayacağını düşünüyordum. ilaçları çıkardım, güçsüzdüm, eğer güçlü olsaydım bunları kullanmak zorunda kalmazdım. İçimdeki mükemmeliyetçi hiç susmuyordu.
Bu bankta her şey yeni bir sonla başlayacaktı. Gözlerimden yaşlar damlıyordu. gecenin ayazı yüzüme vuruyordu. bu gece bu işkence bitecekti. Yeni başlangıç olacaktı. kahretsin yanıma su almamıştım. Bunu bile beceremiyordum. Bu halime de ağlamaya başladım. Eve döndüm.
Kapıyı açan çocuklarım nerede olduğumu sorguluyor ve boynuma sarılıyorlardı. Cemo; yürümek isteyip istemediğimi sordu. Beni rahat bırakmalarını söyledim ve yatağa attım kendimi. bu gece bu işi tamamlayacaktım.
Kapıyı kilitledim önce uyumaya çalıştım. Uyuyamadım. Cemo durmadan kapımı çalıyor nasıl olduğumu merak ediyordu. gitmesini söyledim. çocuklar uyumuştu. Cemo sessizdi. Yataktan çıktım duş aldım. bu günü onlar iyi hatırlasınlar diye küçük notlar yazdım.
Cemo uyandı nasıl olduğumu merak ediyordu. Sustum, mutsuzum dedim. Nasıl istersen öyle olsun diyordu. Kafamdan geçenleri bir bir sıraladım. sadece bu zamana kadar çok zorlandığımızı ve yolumuza devam etmemiz gerektiğini söyledi. Uyuması gerekiyordu işe gidecekti. Bir anda onu da üzdüğümü ve daha iyisini hak ettiğini düşündüm.
Bu gece bu iş bitmeliydi…
Hepsinin hayatında daha iyi biri olabilirdi. ilaçları ve suyu aldım. Yatağımı düzelttim güzel ölmeliydim. Uyuduğumu düşünmeliydiler…
İlaç paketini açtım. İçinde oğlumun yara bandı vardı. Hepsini birer birer öptüm. Kızımın yanakları ne kadar güzel kokuyordu. Oğlum en derin uyku haline geçmişti. ahh o elleri yumuşacıktı. Yıllarca hayatını değiştirmek yönünde mahvettiğim kocam gecenin yorgunluğuna kendini bırakmıştı.
Gözlerimi kapadım en güzel en mutlu günlerimizi düşünmeye çalıştım. Olmadı. Çaresizliğim aklıma geldikçe ağlıyordum. ilacı göğsüme koydum. Oğlumun yara bandını göğsümün üstüne yapıştırdım. Beni yıkamasınlar onunla çürümek istedim.
Köyüme götürsünler istedim her şeyi düşünüyordum. Annemi, babamı, kardeşlerimi, çocuklarımı benden sonraki hayatlarını, her şeyi düşünüyordum.
Vazgeçmemeliydim. Bir yandan da ne kadar içersem ölürüm diye düşünüyordum. Başka yöntemler de aklımdan geçiyordu.

DEPRESYON-2


Yaşadığım hayattan, köyden, insanlardan ve ailemden nefret ediyordum. Kendimi ezik hissediyordum. Üç günlük ağlama nöbetleri sonrası yasım devam ediyordu. Kimseyi görmek istemiyordum. Başımın üstüne pisliğini atan üst kat komşuya, gürültü oldu diye duvara vuran alt kat komşuya lanet okuyordum.
Allah’ım keşke yaşlı kulakları duymayan bir teyze ile altlı üstlü otursaydım. Bu saçma sapan iç içe geçmiş birbirine selam vermeyen insanlar arasında benim ne işim vardı?
Köyde ne yapabilirdim artık beden gücüm kalmamıştı. Beyin gücüm ise beni sürekli olumsuzluklara sürüklüyordu. Çocuklarıma eşime bu hayatı neden yaşatıyordum. Onlar için hiçbir şey yapamıyordum yapamayacaktım.
Kimse beni anlamıyordu. Kimse benim ne hissettiğimi anlamıyordu. Kardeşlerimi çok özlüyordum. Hepimizin bir sofrada olduğu günleri özlüyordum. Dedemi özlüyordum. Eğer ona bakabilseydim belki ölmezdi.
Artık hiçbir şey yapamaz duruma gelmiştim. İnsanların konuşmaları bir kulağımdan giriyor ve beynimin ortasında kendime bomba atmışım gibi kalıyordu.
Eninde sonunda ölecektim. Çocuklarım, kocamda ölecekti. Bu yüzden ne zaman olduğunun önemi olmadığını düşünüyordum.
Yaşadığım hiçbir andan zevk almıyordum. Çalışmalı mıydım? Hayır! O yoğunluğu kaldıramazdım. Şansımı denedim Gacet ile konuştum. Belki yoğun oldukları Cumartesi günleri onlara yardımcı olabilirdim. Çok çalışmayacaktım sadece haftada bir gün! Bu beni kendime getirebilirdi. Bilgisayarımın başında kendi hikâyemi yazabilirdim.
Hastaları dinleyip onlara yol gösterirdim. En önemlisi o yaşadığım dönemdeki hislerimi uyandırabilirdim. Ama olmadı. Sürekli ve devamlı gelmem taraftarıydılar. Böyle bir bağımlılığı kaldıramazdım.
Buna cesaret edemiyordum. Eğer bir şeye söz vermişsem sonunu getirmeliydim. Eğer sonunu getiremezsem yıllarca emeğimin karşılığında aldığım ekmeğe nankörlük edeceğimi düşünüyordum.
Evde olmak çocuklarla olmak yetmiyordu, işe tamamen başlamayı ise gözüm kesmiyordu. Artık iş yerimde rahat olmak ve bağlı kalmamak istiyordum. Bir süre internet üzerinden işler aradım. Birkaç yere makale yazdım. Bu da beni tatmin etmiyordu.
Mutsuzdum ama ne yapacağım konusunda bir karara varamıyordum. Ölmek istiyordum. Mutsuzum diye dile getiriyordum ama bana benden başka yardım edecek kimse yoktu.
Bir gece doktorumun verdiği ama kullanmamakta direttiğim ilaçları alıp evden çıktım parktaki bir banka oturdum. Düşünmeye başladım, hayatımı mahvetmiştim. İyi kötü bir işim vardı. İnsanlar böyle bir işte çalışmak için can atıyorlardı. Ben ise şimdilerde her şeyini dert gördüğüm çocuğum için işi bırakmıştım.
Herkesi bunalımıma dâhil etmiştim. Durmadan telefonum çalıyordu. Kapattım. Her şeyi ben mahvediyordum. Şimdide eşimi ve çocuklarımı mutsuz etmiştim. Yazdıklarım saçma sapandı. İnsanlar saçma sapan hayat yaşıyorlardı… Bende herkesin hayatını mahveden saçma sapan bir insandım.

12 Aralık 2019 Perşembe

DEPRESİF


İki satırla başlayıp bir sayfa yazıya nasıl dönüşeceksin merak ediyorum?
Her şey yolunda gidiyordu her zaman ki gibi meraklarım devam ediyor, dikiş makinesi evin başköşesinde, kış gelmiş ipler ve şişler koltuğun üzerinde duruyordu. Gece gelen ilham ile eskileri hatırlıyor ve zihnimdeki odalarına yerleştirmek için yazılar yazıyordum.
Bir anda yoğunluk ve yorgunluk başladı. Artık bilgisayarımın başına oturmak bile istemiyordum. Kendime oluşturduğum yazı köşem mutfak masasının köşesiydi ve o alan artık boş kalan bir köşeydi.
Hissedip, hatırlayıp yazdıklarımın ne kadar saçma olduğunu bu kadar özelimin özel olarak kalması gerektiğini düşünüyordum. Artık olumsuzlukları bir türlü kafamda oturtamıyordum. Beceriksiz ve fazla abartan bir kişi olarak hissediyordum.
Uyanmak ve yeni güne başlamak tam bir işkenceydi. Çok sevdiğim köyüme gitmek istemiyor, evden çıkıp markete uğramak tam bir işkence geliyordu. Bitmek bilmeyen çocuk istekleri, evdeki ahalinin sorumlulukları gözüme batıyordu.
Kendimden, yaşadıklarımdan, ailemden, her şeyden nefret ediyordum. Uyku benim en iyi kurtarıcımdı. Önce halsizlik başlamıştı. Doktora gitmiş ve fizyolojik bir sorun olduğunu düşünmüştüm.Fizyolojik bir problem yoktu. Ama benim kendimi sevecek takatim kalmamıştı.
Önce evdeki çiçekler bir bir kurudu. Standart işleri rastgele yapmaya, kapı çalınca açmamaya, çocuğum eline telefonu verip uyumaya başladım.
Yaz geldiğinde köye gitmek istemiyordum. Evde olmak istiyordum. Oranın ruhu beni sıkıyor ve geriyordu. İnsanların başka insanların hayatları hakkındaki düşünceleri kendime yoğurmaya, saçmalama alanlarını kafamda büyütmeye başladım.
Biz neydik ki? Ben ne idim? Hiçbir şey yazamayan ben ne idim?
Enerjik olduğum dönemlerde kayıt olduğum yazarlık kursuna devam ettim. Eşim izinlerini ayarlamış ben ise bir tam günü en azından kitap okuyan ve kendini geliştirmiş insanların içerisinde geçiriyordum.
Bu da yetmiyordu. Sürüklenerek neredeyse kursa gidiyordum. Köye gitmemek için kursu bahane etmiştim. Seçim olacak kurs devam edecek diye umuyordum. Seçim sonrası kurs yönetim değişikliği sebebiyle bitirildi.
Yazma becerisi geliştirme deneyimime yeni şeyler eklerim ve yanlışlarımı görme yetisine sahip olurum diye kayıt olmuştum.
İlk fark ettiğim şey ben geçmişte yaşıyordum. Geleceğe dair bir kurgu ve hayal gücümün olmadığıydı. Bu beni daha olumsuz düşüncelere itti. Mesela bir adam uyandığında güneşin artık olduğu gezegende doğmadığını görüyordu. Ben olayı geçmişe götürüyor ve kurgu üzerine hayal kuramıyordum.
Geçmişte yazıyordum. Güneş benim için doğmuyordu. Bu halimle kursunda bitmesiyle köye gittim. herşey gözüme batıyor, yaptıklarımı istemeyerek yapıyordum. Bazen mutlu olsam da, kimsenin olmasını istemiyordum.
Mide bulantılarım başladı, yemek yiyemiyor, kimseyi görmek istemiyordum. Bir ara bu yaşamın benim için olmadığına bana kaderin yaptıklarının acımasız olduğunu ve bu hayatımı kendi ellerimle berbat ettiğimi ve temizlemem gerektiğini bile düşündüm.
Gezdiğim her yerde aklıma bir şeyler takılıyordu. Dedem ölmüştü, ninem yatalaktı, annem yorgun babam varlığıyla yokluğu hissettiriyordu. Cemo her şeyi üzerime yığmıştı, sanki ne halin varsa gör der gibiydi. Ergenusun probleri ise beni daha çok yoruyordu. Bu halimle mutsuz bir tatil geçirip eve döndüm. Bir akşam şimdilerde abartmamam gerektiğini düşündüğüm bir ergen vakası ile ağlamaya başladım ve üç gün boyunca avazım çıkana kadar bağırıp ağladım. mutfağa girmedim, salona girmedim, kapıyı kapatıp sadece ağladım…

11 Aralık 2019 Çarşamba

SON ZAMANLARDA


Her yıl Aralık ayında,  bende bir hareketlilik başlar. Yaz çocuğu olmama rağmen kış aylarını severim. Belki psikolojik de olabilir. Klinikte yoğunluk Aralıkta başlar Mart ayında biterdi.20 18 yılsonunda yazmaya başlayıp, 2019 Ocak sonuna kadar devam etmişim…
Bu halimin neden gittiğini, neyin beni nasıl etkilediğini bir türlü anlayamıyorum, bir bakıyorsun geceleri kalkıp yazı yazıyorum, bir bakıyorsun top atsan uyanamıyorum.
İşte o uyanamadığım dönemlerde her şeyin saçma olduğunu insanların aslında benim bu yazdıklarımı- saçmaladıklarımı- başka değerlendirdiğini düşünüyorum.
Düşünüyorum o halde varım! İşte o varlık kısmında omuzlarınız çok ağrıyor. Her yük sırtınızda, koca dünya üstünüze yığılmış gibi hissediyorsun! Varsın ama varlığını kendine yük ediyor, geleceğin endişesini taşıyorsun.
Ufacık dünyada ufacık mutluluk çıkartabilen ben ise, ufacık şeylerle midemi bulandırmaya, her şeyi saçma bulmaya başlayalı çok oluyor.
Aslında yazdıklarımda, yorumlarımla, haksızlık ettiğimi düşünmeye başlamam ile depreşmem aynı dönemde idi… Sadece ihtiyaçtan beni uzun süre çalıştırmışlar, pekte güzel idare ediyorlardı. Bundan sonra ne yapabilirdim ki? Hiçbir şey…
Kırılan yumurta kabuğu gibi hissediyordum… İçim boşalmış bir kenara atılmış… Örtger’ e haksızlık etmiştim, madem kızıyordum neden dile getirmemiştim? Bu kadar şikâyetçiysem niye çalışmıştım? Aslında benim yetersizliklerimin içerisinde kaybolan basit değersiz bir iş insanı olmuştum.
Peki, tekrar çalışmak ister miydim?
Aynı yerde aynı insanlar ve sorunlar ile? Çok yorulmuştum. Yıllarca evde olabilmenin, keyfini çıkartmanın özlemiyle çalışmıştım. Peki ya şimdi, bana zor gelen neydi? Ev işlerimi, çocuklar mı, mükemmel kadınlık bekleyen hemcinslerim mi, kendini sevmeyen ben mi?
İşte bunu bulma yolculuğunda bana bir sihirli değnek dokunmadı. Bildiğiniz sitalopram içtim. Şimdilerde manik depresif gibi hissetsem de bu yolculuğu yazmak istiyorum. Bu yüzden bir ara daha buralardayım. Okuyucularıma selam ederim…