17 Aralık 2019 Salı

SANCILI UYANIŞ


Bazen mutfakta bir iş yaparken, ellerimi tezgâha dayayıp ağlıyordum. Ardından ise toparlamam gerektiğini kendine söylüyordum. Dua ediyordum. Sanki sihirli bir değnek bana dokunsun diye bekliyordum.
Kimsenin benim için yapabileceği bir şey yoktu. Bana sadece beni dinleyen bir insan lazımdı. Tek gayem buydu. Düşüncelerimi anlatırken, rahatlıyordum. Saçma sapan dönüp duran düşüncelerimi, ön yargısız dinleyecek birine ihtiyacım vardı. Önce Gacet’a anlatmayı düşündüm. Ona anlatırsam kendimi daha aptal hissedeceğimi düşündüğüm için vazgeçtim. Annem olamazdı, bunca derdinin arasında anlattıklarımdan saçma sonuçlara varabilirdi.
Kime anlatabilirdim ki?
Yazmaya elim gitmiyordu. Birkaç kez kötü hissettiğimde yazarak hislerimi anlamaya çalıştım ama elim kaleme gitmiyordu. Sabahları işkence ile uykudan uyanıyordum. Bazen uyansam bile yorganı kafama çekip, karanlıkta kalmak istiyordum.
İlaçlarımı almaya devam ediyordum. Ne yaptığım yemekten ne de oturduğum kalktığım yerden memnundum. Evin bir odasından diğerine gitmeye üşeniyordum. Her şey gözüme batıyordu. Kendimden ve halimden utanıyordum. Sabah bulantıları ve kusmalar devam ediyor ilacı aldıkça hafifliyordu. Bulantı ilacı almaya devam edemezdim çünkü bağımlılık yapıyordu.
Kussam ah içimdeki zehiri bir kussam rahatlayacaktım. Bildiğim duaları okuyor, kuran okuyordum. Okurken bile huzursuzdum.
Bir iki hafta sonra bulantılarım azalmaya başladı. ufak tefek bişeyler okumaya, örgü örmeye başladım. Evde olmaktan mutluydum ama çalışmak istiyordum. Nasıl yaparım diye düşünüyordum. Bu evimi sevmeme rağmen buradaki hayatı sevmemiştim. İnsanların günlük rutini boş muhabbetler üzerine dönüyordu. Merakımı doyuran aklı başında insanlar yoktu. En önemlisi kapalı bir toplumdu.
İnsanlar birbirine hayattan bir şey öğrenme gayesi ile bakmıyorlardı. Benim derdim yediğim içtiğim değil ruhumu doyuran arkadaşlıklardı.
Dürüst insanlardan hoşlanılmıyor. Bir olay karşısında aklıma gelen şeyi söyleyen bir insandım ve bu insanlar tarafından yanlış anlaşılıyordu. Suçladıkları taraf benim için her zaman suçsuzdu. Baktıkları ama göremedikleri şeyleri dile getirince rahatsız oluyorlardı. Ben dürüstlüğümden kaybetmek istemiyordum. Bu saçma sapan düzenden nefret ediyordum.
Oturup konuşacak, iki çift laf edecek, kahve içip kitaplardan bahsedecek hiç kimse yoktu. Aslında zaten böyle bir hayat yok!
Ben istediğim hayatı yaşayabilmek için bir şeylerden fedakârlık etmem gerektiğini öğrenmeye başlamıştım. Bir zamanlar param var ama zamanım yoktu. Şimdi ise zamanım var ama param yoktu. Benim kazandığım ve hükmettiğim bir mali düzenim yoktu.
Daha çok acınacak halde olduğumu hissetmeye başladım. Hem param yok, hem zamanım, hem aklı başında bir insan yoktu yanımda. Zaten ailem uzakta, kapımı çalıp hadi kalk kahve içelim seni dinleyeyim diyebilecek bir insana hasrettim. Ya da yaşadıklarımı unutturabilecek bir yoğunluğa sahip değildim.
Hayatımdaki her varlığı üstüme bir yük olarak görüyordum. Bir akşam Cemo; ‘Biraz yürüyelim istersen.’ dedi. Son zamanlarda hiç yapmadığım bir şeydi. ‘İşim var, çocuklar ne olacak?’ Dedim. ‘Onlarda gelsinler ne olacak ki?’ Dedi. Çocuklar gelmek istemedi. Benimde hiç dışarıya çıkma isteğim yoktu. Biraz uzanmak istiyor, mutfağı toparlamam gerektiğini düşünüyordum.
‘Ben toplarım sen git uzan kendini dinle iyi hissettiğinde çıkarız.’ dedi. Ben hemen her akşam Cemo’nun gelip aksam yemeğinin ve işlerinin bitmesi için acele ettiğim gibi aceleyle yatağa attım kendimi…
O gece dinlendikten sonra hazırlanıp yürüyüşe çıktık. Biraz yürüdükten sonra; ölmek için oturduğum o bankın üzerine oturduk.

Hiç yorum yok: