SANCILI UYANIŞ
Bazen mutfakta bir iş yaparken, ellerimi tezgâha dayayıp
ağlıyordum. Ardından ise toparlamam gerektiğini kendine söylüyordum. Dua ediyordum.
Sanki sihirli bir değnek bana dokunsun diye bekliyordum.
Kimsenin benim için yapabileceği bir şey yoktu. Bana sadece
beni dinleyen bir insan lazımdı. Tek gayem buydu. Düşüncelerimi anlatırken, rahatlıyordum.
Saçma sapan dönüp duran düşüncelerimi, ön yargısız dinleyecek birine ihtiyacım
vardı. Önce Gacet’a anlatmayı düşündüm. Ona anlatırsam kendimi daha aptal
hissedeceğimi düşündüğüm için vazgeçtim. Annem olamazdı, bunca derdinin
arasında anlattıklarımdan saçma sonuçlara varabilirdi.
Kime anlatabilirdim ki?
Yazmaya elim gitmiyordu. Birkaç kez kötü hissettiğimde
yazarak hislerimi anlamaya çalıştım ama elim kaleme gitmiyordu. Sabahları işkence
ile uykudan uyanıyordum. Bazen uyansam bile yorganı kafama çekip, karanlıkta
kalmak istiyordum.
İlaçlarımı almaya devam ediyordum. Ne yaptığım yemekten ne
de oturduğum kalktığım yerden memnundum. Evin bir odasından diğerine gitmeye
üşeniyordum. Her şey gözüme batıyordu. Kendimden ve halimden utanıyordum. Sabah
bulantıları ve kusmalar devam ediyor ilacı aldıkça hafifliyordu. Bulantı ilacı
almaya devam edemezdim çünkü bağımlılık yapıyordu.
Kussam ah içimdeki zehiri bir kussam rahatlayacaktım. Bildiğim
duaları okuyor, kuran okuyordum. Okurken bile huzursuzdum.
Bir iki hafta sonra bulantılarım azalmaya başladı. ufak
tefek bişeyler okumaya, örgü örmeye başladım. Evde olmaktan mutluydum ama
çalışmak istiyordum. Nasıl yaparım diye düşünüyordum. Bu evimi sevmeme rağmen
buradaki hayatı sevmemiştim. İnsanların günlük rutini boş muhabbetler üzerine
dönüyordu. Merakımı doyuran aklı başında insanlar yoktu. En önemlisi kapalı bir
toplumdu.
İnsanlar birbirine hayattan bir şey öğrenme gayesi ile
bakmıyorlardı. Benim derdim yediğim içtiğim değil ruhumu doyuran arkadaşlıklardı.
Dürüst insanlardan hoşlanılmıyor. Bir olay karşısında aklıma
gelen şeyi söyleyen bir insandım ve bu insanlar tarafından yanlış
anlaşılıyordu. Suçladıkları taraf benim için her zaman suçsuzdu. Baktıkları ama
göremedikleri şeyleri dile getirince rahatsız oluyorlardı. Ben dürüstlüğümden
kaybetmek istemiyordum. Bu saçma sapan düzenden nefret ediyordum.
Oturup konuşacak, iki çift laf edecek, kahve içip
kitaplardan bahsedecek hiç kimse yoktu. Aslında zaten böyle bir hayat yok!
Ben istediğim hayatı yaşayabilmek için bir şeylerden fedakârlık
etmem gerektiğini öğrenmeye başlamıştım. Bir zamanlar param var ama zamanım
yoktu. Şimdi ise zamanım var ama param yoktu. Benim kazandığım ve hükmettiğim
bir mali düzenim yoktu.
Daha çok acınacak halde olduğumu hissetmeye başladım. Hem param
yok, hem zamanım, hem aklı başında bir insan yoktu yanımda. Zaten ailem uzakta,
kapımı çalıp hadi kalk kahve içelim seni dinleyeyim diyebilecek bir insana
hasrettim. Ya da yaşadıklarımı unutturabilecek bir yoğunluğa sahip değildim.
Hayatımdaki her varlığı üstüme bir yük olarak görüyordum. Bir
akşam Cemo; ‘Biraz yürüyelim istersen.’ dedi. Son zamanlarda hiç yapmadığım bir
şeydi. ‘İşim var, çocuklar ne olacak?’ Dedim. ‘Onlarda gelsinler ne olacak ki?’
Dedi. Çocuklar gelmek istemedi. Benimde hiç dışarıya çıkma isteğim yoktu. Biraz
uzanmak istiyor, mutfağı toparlamam gerektiğini düşünüyordum.
‘Ben toplarım sen git uzan kendini dinle iyi hissettiğinde
çıkarız.’ dedi. Ben hemen her akşam Cemo’nun gelip aksam yemeğinin ve işlerinin
bitmesi için acele ettiğim gibi aceleyle yatağa attım kendimi…
O gece dinlendikten sonra hazırlanıp yürüyüşe çıktık. Biraz
yürüdükten sonra; ölmek için oturduğum o bankın üzerine oturduk.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder