ZİHİN
Bazı durumlarda aklınıza her şey sonradan geliyor. Aslında söylemek
istediği başka bir durum muydu diye düşünmeden edemiyor insan. Bu takıntı
durumu yeteri kadar olduğunda duygusal zekânız gelişmiş oluyor.
Sağlık düşünmemeye başladığınız da zihniniz bunu size bir
oyun gibi sunuyor. Bilinçaltınız tüm olayları meydana çıkarıyor. Bu sizin ruhen
sağlıksız olduğunuzun işaret!
Bir uzman olarak değil bunları yaşamış biri olarak yazıyorum.
Karışık ayrıntılar içerisinde boğuluyorsunuz. Bu ayrıntıları düşünmenin de bir
yaşı var bence. Aslında yaş ve eğitim ile belki de kendini tanıma ile doğru
orantılı.
Yirmi beş ine kadar çok olmayan bu davranışlar yirmi beş ile
otuz yaş arasında sorun olarak karşınıza çıkıyor. Bu yazdıklarım; bilimsel bir
veriye dayanmıyor ama hayat tecrübesi diyelim.
Otuzunda bir rahatlama ve hayatı kabullenme süreci başlıyor.
Kırklarda kim bilir nasıl oluyordur? O dönemlere geldiğimde yazıyor olursam,
hislerimi aktarmak kesinlikle harika olacağına inanıyorum.
Oldum olası; lanet bir dürüst olabilme çabasında olmuşumdur.
Hayatım her zaman net olmalı diye düşünüyor ve insanların davranışlarını
sorguluyordum.duygularınızı rahatlıkla ifade edebilmek için karşınızdakinin
bilişsel başarısı ve duygusal zekâsı olmalı gerektiğini ise fark etmem epey
zaman aldı.
Kliniğe başladığımda ben tam insan değildim. Örtger hep
derki ‘Otuzundan önce insan olunmuyor.’ Gerçi onun duygularını ve
davranışlarını anlayabilmem ve kabullenmem için bir on yıl emek vermiş olsam da,
şimdi söylemiş olduğu bazı sözleri acayip filozofça buluyorum.
Gacet ise kaç yaşında bu olgunluğa erişmiş bilmiyorum ama ne
istediğini bilen duygularını, mantığıyla yoğurabilen bir insandı.
Öyle olmasaydı o ilk iş görüşmesinde beni işe almazdı.
Her zaman benim yapabileceğime inandığını hissettirdi. Benim
inatçı ruhumu beceri ve başarı ile donatmam da aktif rol aldı.
Yaşadığım her sıkıntı da ve streste ona danışma ihtiyacı
duyuyordum. Ama saçmalamamam gerektiğini düşünerek gereksiz ayrıntıları
beynimde temizleyip, mantıklı bir soru, sorun ya da çözüm seçeneği ile kapısını
çalıyordum. Ona zayıf görünmek mümkün değildi. Kendimi aptal veya cahil hissetmek
ise benim inatçı ve mükemmeliyetçi ruhuma attığım bir tokat gibi geliyordu.
Bazen onun sessiz kaldığı haksızlıklar karşısında bile çok
derin manalar buluyor. Olayları akışına ve zamana bırakmasının haksızlık
olduğunu düşünen yanım aslında mantıklı davrandığını düşünen yanıma eziliyordu.
Örtger’i olduğu gibi kabullenmek herkes açısından zordu. Çünkü
babam gibi zor ve dediğini yaptırma yetisine sahip neye kızdığını
anlayamadığınız bir insandı.
Benim net ve dürüst cevap verebileceğime inanır ve net cevap
almak istediğinde bana gelirdi.sorular ‘Gömleğim nasıl?’ Diye başlar benden
genç görünmüşsünüz pozitif etki yaratıyordunuz cevabını alınca ‘yaşlımıyım?’ Cevabıyla
bana kalırdı.
Neye kızacağını kestiremediğim zamanlarda hocam benim babam
kadarsınız der. Konuyu kapatırdım. Zekâma güvenirdi ama asla beni
pohpohlamazdı. Çünkü bu kısmı abartarak yapıyordu. Gacet özgüven aşılama
konusunda ne kadar iyiyse, Örtger abartma konusunda o kadardı.
Ama depresyon halindeyken, aslında beceriksiz bir insan
olduğumu ve bu insanların kimse olmadığı için beni çalıştırdığını düşünüyordum.
Bana muhtaçlıkları yoktu.
İstediğim muhtaç olduklarını hissetmek değil benim bir işe
yaradığım dürtümü doyurmaktı. Beceriksiz, yeteneksiz ve kalitesiz bir insan
olduğumu düşünüyor ve yetersizliklerim içerisinde boğuluyordum. Bu kavramlar
aslında kişiye göre değişebilen göreceli nitelikler olsa da ben kendime hayatı
zehir etmeyi öğrenmiş bir insandım.
İlaçla birlikte sabahları sürünerek uyanmaya ve ayaklarımın
ağırlığını hissederek kahvaltı hazırlamaya en azından gergin olmadan ahaliyi
evden göndermeye başlamıştım.
Bazen zihnimde; saçma
sapan klinikte Örtger’e kızdığım günler aklıma gelir ohh iyi oldu ayrıldım
demeye bile başlamıştım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder