23 Aralık 2019 Pazartesi

SUSKUNLUĞUMUN HAYKIRIŞLARI




Sağ elimi sımsıkı kavramıştı. İstemiyormuş gibi elimle elini kavramamamıştım. Aslında burada kalmak istemiyordum ama kalmak ve bu evliliği sonlandırmak istiyormuş gibi davranıyordum. Uzun süredir el ele tutuşmadığımızı fark ettim. Eli sımsıcaktı. Eve gidiyorduk.
Anlamsızca yürüyormuşum gibi geliyordu. Biraz daha yürüyelim istedi herhalde yolumuzu uzattık. Bazen ben istediğim için yürüyüş yapardık. Oradan buradan konuşurduk. En çok o zaman dertleşirdi. Yaşadıklarını anlatırdı. Ben bir sorun olduğunda karşısındaki kişiyle sorunu çözmesini isterdim. ‘Öyle olmuyor işte !’dediğinde, susar sadece onu dinlerdim.
Şimdi ikimizde susuyorduk. Sessizliğimiz hislerimizi besliyordu. Sevgimiz besleniyordu. Onbeş yıllık evliliğimizde yaptıklarını, kızdıklarımı tek tek anlatmak istiyordum. Onu suçlamak kendimi aklamak ve haklı çıkarmak niyetimdi. Kendimi neden aklıyordum ki?
Bunca yıllık emeğimiz karalanmış mıydı? Neydi kötü olan? Benim hayatım, yaşadıklarım, öfkelerim, aceleci tavırlarım. Ben kötüydüm o sessizliğin mahkûmuydu.
Yaşamamımız hiç kolay olmamıştı, kimsenin olmuyordu. İkimizde hayata eksiden eksilerek başlamıştık. O babasız büyümüş hayatına emek vermişti. Ben kalabalık bir ailede, alkol bağımlılığı olan, hayat gayesi olmayan, sürekli zengin olma peşinde olan bir baba ile büyümüştüm. Hangimizinki daha zordu?
Hiç zorlamamıştı kendini, İstanbul’un tam göbeğinde büyümüş ama hiçbir şekilde kendini geliştirmemişti. On yaşında babasını kaybettikten sonra bir tesisatçı yanına çırak olarak verilmişti. Suskunluğu yediği dayaklardan gelmişti. Peki, benim bu konuşkanlığım nereden geliyordu?
 Aslında biz acılarımızı sevmiştik. Ben yere düşsem bir avuç toprak alır öyle kalkardım. O düşse kalkması için annesi vardı. Ama düşkün olmayı tercih ederdi.
Hayata bakış açımız asla aynı olmamıştı. Bazen konuşmalarımız onun saçmaladığı düşünceler üzerine tartışmalarla geçerdi. Saçmaladığını düşündüğüm şeyler aynen başıma gelirdi. Beni affetmesini isterdim.
Hep istediğim buydu… Evimde hobilerime vakit ayırmak, çocuklarımla olmak, kafam estiğinde dışarıya çıkıp hava alabilmek! Onun düşüncelerinin içerisinde boğulup kalıyordum. Kapana kısılmıştım. Özgür kalmak istiyordum.  İstediğimde kaçacak köşe bulmalıydım. Evde beni bağlayan bir çocuk vardı. O benim emeğimin en saf haliydi. Nefret ediyordum. Anne olmaktan. Rahat bir nefes alamamaktan, vaktimi harcamaktan!
Onsuz olsam istediğim gibi yaşayabilirdim. Bunları düşündüğüm için nefret ediyordum kendimden. Anneliğimi sorguluyordum. Evliliğimi ayağıma takılmış bir pranga gibi hissediyordum. İstediğimi yapabilmek için benim daha çok fedakârlık yapmam gerekiyordu.
Eski hayatımı özlüyordum. Ama asla o yoğunluğu kaldırmak istemiyordum. Masamı özlüyordum hastaları özlüyordum. Bir şeye yarama hissiyatını doyurduğum işyerimi özlüyordum.Kendi başıma olsam ne güzel çalışırdım ve dünya umurumda olmazdı.beni bağlayan çocuklardı, eşimdi, onlar olmasa daha özgür olurdum. İsteklerimi yapmak için fedakârlık yapmam gerektiğini hissetmek beni üzüyordu. Hayatımın daha kolay olmasını istiyordum.
Uykularımdan, hobilerimden, zamanımdan daha çok fedakârlık bekleniyordu. İnsanların düşünceleri de prangalıydı. Kimse özgür düşünceye sahip değildi. Cemo da öyleydi…
Ben bunları düşünürken o omzumu sımsıkı tutmuş, başımın sağ tarafından derin bir nefes alarak öpüyordu. Sevgisini hissetmiyordum, demir parmaklı kapıları açarken bu kapıdan neden girdiğimi evde ne yapacağımı düşünüyordum.

Hiç yorum yok: