SUSKUNLUĞUMUN HAYKIRIŞLARI
Sağ elimi sımsıkı kavramıştı. İstemiyormuş gibi elimle elini
kavramamamıştım. Aslında burada kalmak istemiyordum ama kalmak ve bu evliliği
sonlandırmak istiyormuş gibi davranıyordum. Uzun süredir el ele tutuşmadığımızı
fark ettim. Eli sımsıcaktı. Eve gidiyorduk.
Anlamsızca yürüyormuşum gibi geliyordu. Biraz daha yürüyelim
istedi herhalde yolumuzu uzattık. Bazen ben istediğim için yürüyüş yapardık. Oradan
buradan konuşurduk. En çok o zaman dertleşirdi. Yaşadıklarını anlatırdı. Ben bir
sorun olduğunda karşısındaki kişiyle sorunu çözmesini isterdim. ‘Öyle olmuyor
işte !’dediğinde, susar sadece onu dinlerdim.
Şimdi ikimizde susuyorduk. Sessizliğimiz hislerimizi
besliyordu. Sevgimiz besleniyordu. Onbeş yıllık evliliğimizde yaptıklarını,
kızdıklarımı tek tek anlatmak istiyordum. Onu suçlamak kendimi aklamak ve haklı
çıkarmak niyetimdi. Kendimi neden aklıyordum ki?
Bunca yıllık emeğimiz karalanmış mıydı? Neydi kötü olan? Benim
hayatım, yaşadıklarım, öfkelerim, aceleci tavırlarım. Ben kötüydüm o
sessizliğin mahkûmuydu.
Yaşamamımız hiç kolay olmamıştı, kimsenin olmuyordu. İkimizde
hayata eksiden eksilerek başlamıştık. O babasız büyümüş hayatına emek vermişti.
Ben kalabalık bir ailede, alkol bağımlılığı olan, hayat gayesi olmayan, sürekli
zengin olma peşinde olan bir baba ile büyümüştüm. Hangimizinki daha zordu?
Hiç zorlamamıştı kendini, İstanbul’un tam göbeğinde büyümüş
ama hiçbir şekilde kendini geliştirmemişti. On yaşında babasını kaybettikten
sonra bir tesisatçı yanına çırak olarak verilmişti. Suskunluğu yediği
dayaklardan gelmişti. Peki, benim bu konuşkanlığım nereden geliyordu?
Aslında biz
acılarımızı sevmiştik. Ben yere düşsem bir avuç toprak alır öyle kalkardım. O düşse
kalkması için annesi vardı. Ama düşkün olmayı tercih ederdi.
Hayata bakış açımız asla aynı olmamıştı. Bazen konuşmalarımız
onun saçmaladığı düşünceler üzerine tartışmalarla geçerdi. Saçmaladığını
düşündüğüm şeyler aynen başıma gelirdi. Beni affetmesini isterdim.
Hep istediğim buydu… Evimde hobilerime vakit ayırmak,
çocuklarımla olmak, kafam estiğinde dışarıya çıkıp hava alabilmek! Onun düşüncelerinin
içerisinde boğulup kalıyordum. Kapana kısılmıştım. Özgür kalmak
istiyordum. İstediğimde kaçacak köşe
bulmalıydım. Evde beni bağlayan bir çocuk vardı. O benim emeğimin en saf
haliydi. Nefret ediyordum. Anne olmaktan. Rahat bir nefes alamamaktan, vaktimi harcamaktan!
Onsuz olsam istediğim gibi yaşayabilirdim. Bunları
düşündüğüm için nefret ediyordum kendimden. Anneliğimi sorguluyordum. Evliliğimi
ayağıma takılmış bir pranga gibi hissediyordum. İstediğimi yapabilmek için
benim daha çok fedakârlık yapmam gerekiyordu.
Eski hayatımı özlüyordum. Ama asla o yoğunluğu kaldırmak istemiyordum.
Masamı özlüyordum hastaları özlüyordum. Bir şeye yarama hissiyatını doyurduğum
işyerimi özlüyordum.Kendi başıma olsam ne güzel çalışırdım ve dünya umurumda
olmazdı.beni bağlayan çocuklardı, eşimdi, onlar olmasa daha özgür olurdum. İsteklerimi
yapmak için fedakârlık yapmam gerektiğini hissetmek beni üzüyordu. Hayatımın daha
kolay olmasını istiyordum.
Uykularımdan, hobilerimden, zamanımdan daha çok fedakârlık bekleniyordu.
İnsanların düşünceleri de prangalıydı. Kimse özgür düşünceye sahip değildi. Cemo
da öyleydi…
Ben bunları düşünürken o omzumu sımsıkı tutmuş, başımın sağ
tarafından derin bir nefes alarak öpüyordu. Sevgisini hissetmiyordum, demir
parmaklı kapıları açarken bu kapıdan neden girdiğimi evde ne yapacağımı
düşünüyordum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder