SÜREÇ
Kimse kusursuz değildir. Mutlaka benimde hatalarım vardı. Yöneticilerimizin en büyük hatası; bizi adam gibi toparlayıp, sorunlar ve sebepleri hakkında konuşmuyor olmalarıydı.
Kliniğin hizmet içi eğitimi, Gacet’in akıl oyunları, Örtger’in ise şamar oğlanına çeviren anlık öfkeleriydi.
Bunların üstüne birde her şeyi bir başkasına öğretme zorunluluğunu kendine geliştirmiş ama gelen her yeni elemanın beğenmediği iş yükünü bırakma hevesine artık dayanamayan bir Püskül ekleyin.
Sürekli hemşire değişir ve gelen her hemşire ya sistemden şikâyet eder ya da yaptığı işi bilmiyormuş gibi davranarak, öğrenme gayreti göstermeyen ve acaba nasıl bu iş yükünü de sırtımdan atabilirim gayretiyle çalışan insanlardı.
Artık kararım kesindi. İkinci çocuğumu doğurmak istiyordum. Önce Cemo ikna olmalıydı. Saçma sapan bir düzende yaşadığımızı ve asla düzelmeyeceğini durmadan söyleyen ama düzelmesi için adım atma becerisi göstermeyen Cemo; bu dünyamızda yeni bir bebeğinde hayatının mahvolacağını söylüyordu.
Tıpkı yıllar önce babama; madem okutmayacaksın benim burada durmamın anlamı yok evlenmek istiyorum dediğim gibi, Cemo ya; madem okumayacağım çalışmayacağımda evde oturup ikinci bebeğimi büyütmek istiyorum. Eğer istemiyorsan benimde seninle yaşamamın anlamı yok dedim.
Bu bir tehtidin, bir anlamı vardı. Çünkü eylem aşamasında Cemo hep çekinir her zaman beni olaylar karşısında olumsuz motive ederdi. Sen yapamazsın, biz yapamayız, biz bilmeyiz, biz olmaz. Onun yıllarca bu şekilde yetişmiş olması ama kendini bir türlü yetiştirememiş olması bunun en büyük etkeniydi.
Onu seviyordum ve aile bütünlüğüne inanıyordum. Artık eskisi kadar sorunlu bir ilişkimiz de yoktu. Yıllarca birbirimize zıt olarak yaşamış ve katlanmayı öğrenmiştik. O bana katlanıyormuş gibi görünse de benim şatlarım daha ağırdı.
Erkeklerin dinlenmesi, yemek yemesi, Tv seyretmesi normal karşılanan bir dünyada, kadın o koca adamın çoraplarını yere atmasına karşı çıktığında birçok sorun meydana geliyordu. Birde o çorapları yere atanın değil de toplamayanın yargılanması durumu var ki; gittiği yerde kusur arayan ve ev sahibine bunu dile getirmek için içi içini yiyen mükemmeliyetçi hemcinslerime tam bayram şekeri sunumu gibiydi.
Gideceğimin sinyallerini vermesem de, Örtgeri olduğu gibi kabul etmeye başlamıştım. Ben bazen ne yapacağını kestiremesem de, az çok kızıp kızmayacağı şeylere dikkat etmeye çalışıyordum.
Patroncu olmak, hakkını savunmamaktan hoşlanıyordu. Sohbetten, saatlerce yemek yemekten hoşlanmıyordu.
Bazen yemek bile yemesen sorun olmuyordu. Sen oraya çalışmaya geliyordun. Ama hiç iş olmayınca; oturup nette yazı okuyorsan, kitap okuyorsan çıldırıyordu.
Bunları öğrenmiştim. Mutlu olmasam da onu görünce gülümsüyor, bazen de ekranı kapatıp çalışıyormuş gibi yapıyordum.
Çalışıyormuş gibi yapıyordum çünkü o gelmeden bütün işlerimi bitirmiş olduğumu ve düzene koyduğumu bilmiyordu.
Kendimi olmadığım gibi yaşamaya zorladığım bu yıllarda ilkokul üçüncü sınıfa giden de bir kızım vardı. Tüm hissettiklerim değersizliğimi ona da yansıtıyordum. Buna birde her işe burnunu sokma becerisini geliştirmiş beni aptal sanan bir kayınvalide de eklerseniz tam tadından yenmeyen bir hayat elde etmiş oluyorsunuz.
Annem benim hazırladığım bütün beslenmeleri atıp yerine poğaça börek alarak zaten benim sözümün geçmediği bir dünya olduğunu göstermişti. Kızıma derslerini yaptırması için tuttuğum, üniversite öğrencisini, davranışlarıyla bıktırarak vazgeçirmeyi başarmıştı.
Okulda ise kızım sürekli sorunla geliyordu. Ben henüz insanların fikirlerini danışıp senden aldıkları cevapları kendi hayat becerileri gibi göstermelerine ya da o fikirleri kısırlı gün toplantılarında bak öyle söyledi diyerek dedikodu evrimine çevireceklerine akıl erdiremiyordum.
Arkadaşlık edinme kabul görme ile ilgili sıkıntıları vardı. Aslında bunu yaratan bendim. Aceleci ve dediğim dedik bir çocuktu. Tıpkı annesi gibi… Ona her şeyden önce sabretmeyi öğretmem gerekiyordu. Bir türlü bunu beceremiyordum. Anlık duygularımla hareket ediyor. Bazen bütün problemi sadece kendi çocuğumda olduğunu düşünüyordum.
Bu iyi bir şey olsa da, kendinizi düzeltmek, hatayı sadece kendine biçmek; başkaları için cesaretlendirici eylemler haline gelebiliyor.
Ve bu eylemler sınırsız bir biçimde ilerliyordu. Anneler için sınıfta çocuklarının yanında olmak, onlara güç verici bir eylem gibi geliyordu. Ben ise; daha hayatın başında olan, hayatı öğrenmek için adım atan bu fidanlarla olduğumda inanılmaz etkileniyor ve yeni şeyler öğrendiğime inanıyordum.
Onların davranışlarından ve bakışlarından birçok anlam çıkartıyor, birey olduklarını hayal ediyordum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder