Artık evdeydik. Cemo biz gelmeden eve çeki düzen vermişti. Gardrobu bile düzenlemişti. Bu yorucu süreç ikimizin de hayatını etkilemişti.
Çift çekirdekli ana olmuştum. Herkesin istediği bu değil miydi? Bir kız bir erkek? Abartıyorum bu konuyu, aslında bir kız bir erkek evlat sorunsalı, koca karı dilinde bir edebiyattır.
Peki, benim istediğim bu değil miydi? Evde olmak, çalışmamak, çocuklarımla olmak… 13 yıldır beklediğim bu değil miydi?
Yorgundum. Karnımın altında hissizlik ve sürekli besleyip kilo alması gereken bir bebeğim vardı.
Ufacık elleri, çekik gözleri ile hayata tutunmaya çalışan ve bana ihtiyacı olan.
Eve geldiğimizde bir süre misafir kabul etmeyecektik hem bebek için tehlikeli hem de evdeki eksiklikleri toparlamam gerekiyordu.
Bebeğim; iki kilo iki yüz gram ağırlındaydı ve hastaneden çıkarken önümüzdeki günlerde sarılık problemi için her gün kontrole gitmemizi söylemişlerdi. Kan değerleri; ne fototerapi alacak kadar yüksek ne de almayacak kadar düşüktü. İyi beslemem ve bu süreci kolay atlatabilmesi için zorluklara katlanmam gerekiyordu.
Sabahları uyanamıyordum. Çünkü bütün gece uyuyamıyordum. Cemo; sabahları kalkıp kahvaltıyı hazırlıyor, kızımı uyandırıyor, beslenmesini yanına koyuyor ve onunla birlikte evden çıkıyordu.
Sabahları uyanmak benim için işkenceydi. Kalkmıyordum ama gittiklerini, konuştuklarını duyabiliyordum.
Bu süre zarfında nemde bana yardımcı oluyordu. Annem yardımcı olmuyor aslında bütün ev işlerini yapıyordu… Bilmediği benim düzenim olmasıydı. O işleri yaparken ben yine yatıyor uyuyordum.
Uyuyordum ama içten içe neden onun bunları yaptığına pişman oluyordum. Bu dinlenmek değil kendine işkence etmekti.
Her sabah dokuzda, bebeğim için doktor kontrolüne hastaneye gidiyorduk. Topuğundan kan alınıyor, doktor kilosuna bakıyordu.
Dört günün sonunda sarılığı artmış kilosu düşmüştü. Doktor mama tavsiye etti. Olmaz dedim. iki gün sonra geldiğinizde, eğer kilo almamış olursa, mamaya başlayacağımızı söyleyerek bizi gönderdi.
Kâbus dolu günlere bir yenisi daha eklendi. Ya kilo almazsa ya hastaneye yatarsak? Her saat başında emzirmeye, canım ne istiyorsa yemeye başladım.
Salondaki doğalgaz sobası geceleri yakmak için güvenli değildi. Bu yüzden kızımın odasında kalıyorduk. Ortada bebeğin puseti, yatağında kızım, ben ise çekyatta kıvrılıyordum.
Çoğu zaman akşam Cemo gelse yemek faslı bitse de bir an önce yatsam diye düşünüyordum. Tıpkı her sabah bugün yemeği yapsam da, şu gün bitse, bebeğim emsede hemen uyusam dediğim gibi…
Bir akşamüstü, yine henüz misafir kabul etmediğimiz bir cumartesi günü; perdeleri asması için Cemoyu bekliyorduk. Kapı çaldı. Kızımın okuldan arkadaşının annesi geldi. Elinde kahvesi ve beni görmeye gelmişti. Misafir kabul etmediğimizi ona söylemişlerdi. Ama o ben misafir olmaya değil Püskülü görmeye gidiyorum demişti içinden…
Oturduk kahve içtik. Sohbet ettik. Gittiğinde yüzümde güller açıyordu. Annem’ Madem sana iyi geliyor neden arkadaşlarını çağırmıyorsun?’ dediğinde benim haberli bir arkadaşlığa değil, sıcak bir sohbetle kahveye ihtiyacım var. dedim.
Bebeğim yeterli kiloya ulaşıyordu mamadan vazgeçilmişti. Ben vazgeçmiştim bile… Durmadan emziriyordum, artık hastaneye gitmek üç günde bir olarak değişmişti.
Bu arada beni görmeye gelenleri de yavaş yavaş kabul ediyordum. Bebek odada uyuyor salonda misafir ağırlıyordum. Bir gün oturduğumuz evin eski sahibi geldi.
Aslında bu kişi benim hayatımda çok önemli yere sahip olan Hatice teyzemdi. Yıllarca kayınvalidemle komşuydu. Ve şimdiye kadar hayatımda tanıştığım, en gerçekçi, en motive edici, en becerikli, en anlayışlı insanlardan biriydi.
O geldikten sonra alt kattaki komşumuzda geldi. Annemde yanımdaydı. Bebeğim ağladı odasına gittim emzirdim. Gazını çıkarmadan, odadan çıktım. Uyumuştu ve misafirlere ikramda bulunmak için acele ediyordum. On dakika sonra tekrar ağladı. Kusmaya çalışıyordu. Gazı var diye düşündüm. Biraz sırtını ovdum sanki gaz çıkartmıştı gibi algıladım. Uyumuştu.
On dakika sonra yine bir ağlama sesi ile odaya gittim. Ama hiç böyle ağladığını duymamıştım. Ağzından köpükler geliyordu, morarmıştı.
Bir gariplik vardı. Önce kucağıma aldım, sonra sırtını sıvazladım ama nefes alamıyordu. Ağzından köpükler gelmeye devam ediyordu. Hemen hastaneye gitmeliydik. Ne yapacağımı şaşırdım. Evdekiler yok bir şey diyordu ama ben bir şey olduğunun farkındaydım. Çocuğumun sesi çıkmıyordu. Ağlayamıyordu. Sakin olamıyordum çığlık atıyordum. Ölüyor diyordum. Aklımdan neler geçiyordu. Bebeğim ölüyordu, onu ben öldürmüştüm. Kahretsin bu insanlar neden bu kadar uzun kaldılar, kahretsin ben neden her şey acele ediyorum kahretsin bu berbat dünyada bende yaşamamalıyım.
Bebeğim ölüyor…
Kucağımda bebeğim hastane trafiğindeyken ağlıyor bağırıyordum. Bebeğim öldü açın yolları açın diye çığlık atıyordum. Hastaneye varmadan taksiden attım kendimi, kapıdan girdim acile koştum bebeğim nefes almıyor diye bağırdım, kucağımdan aldılar ve müdahale odasına götürdüklerinde kucağım hep boş kalacak sandım.
Berbat bir anneydim. Telefonum durmadan çalıyordu. Annemin telefonu da öyle… Ellerim ayaklarım tutmuyordu. Annem soğukkanlıydı. Ama ben ağlamaktan başka bir şey yapamıyordum. İçeriden ses gelmiyordu.
Kapı kapalıydı. Durmadan içeriye birileri giriyordu. Kapının önüne oturdum dizlerimi içime çektim ve sadece ağlayarak bekledim. Annem; çökmüş göz kapakları ile bana bakıyordu. Ben ise içeriden bir ses gelmiyor neden bebeğimin sesi gelmiyor diye durmadan ağlıyordum.
İçimden bağırmak geliyordu ama ben sadece dizlerim karnımda kapıda bekleyerek ağlıyordum. on dakika sonra bebeğimin ağlama sesini duydum. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya devam ettim…