31 Aralık 2018 Pazartesi

KAYBETMEK


Artık evdeydik. Cemo biz gelmeden eve çeki düzen vermişti. Gardrobu bile düzenlemişti. Bu yorucu süreç ikimizin de hayatını etkilemişti.
Çift çekirdekli ana olmuştum. Herkesin istediği bu değil miydi? Bir kız bir erkek? Abartıyorum bu konuyu, aslında bir kız bir erkek evlat sorunsalı, koca karı dilinde bir edebiyattır.
Peki, benim istediğim bu değil miydi? Evde olmak, çalışmamak, çocuklarımla olmak… 13 yıldır beklediğim bu değil miydi?
Yorgundum. Karnımın altında hissizlik ve sürekli besleyip kilo alması gereken bir bebeğim vardı.
Ufacık elleri, çekik gözleri ile hayata tutunmaya çalışan ve bana ihtiyacı olan.
Eve geldiğimizde bir süre misafir kabul etmeyecektik hem bebek için tehlikeli hem de evdeki eksiklikleri toparlamam gerekiyordu.
Bebeğim; iki kilo iki yüz gram ağırlındaydı ve hastaneden çıkarken önümüzdeki günlerde sarılık problemi için her gün kontrole gitmemizi söylemişlerdi. Kan değerleri; ne fototerapi alacak kadar yüksek ne de almayacak kadar düşüktü. İyi beslemem ve bu süreci kolay atlatabilmesi için zorluklara katlanmam gerekiyordu.
Sabahları uyanamıyordum. Çünkü bütün gece uyuyamıyordum. Cemo; sabahları kalkıp kahvaltıyı hazırlıyor, kızımı uyandırıyor, beslenmesini yanına koyuyor ve onunla birlikte evden çıkıyordu.
Sabahları uyanmak benim için işkenceydi. Kalkmıyordum ama gittiklerini, konuştuklarını duyabiliyordum.
Bu süre zarfında nemde bana yardımcı oluyordu. Annem yardımcı olmuyor aslında bütün ev işlerini yapıyordu… Bilmediği benim düzenim olmasıydı. O işleri yaparken ben yine yatıyor uyuyordum.
Uyuyordum ama içten içe neden onun bunları yaptığına pişman oluyordum. Bu dinlenmek değil kendine işkence etmekti.
Her sabah dokuzda, bebeğim için doktor kontrolüne hastaneye gidiyorduk. Topuğundan kan alınıyor, doktor kilosuna bakıyordu.
Dört günün sonunda sarılığı artmış kilosu düşmüştü. Doktor mama tavsiye etti. Olmaz dedim. iki gün sonra geldiğinizde, eğer kilo almamış olursa, mamaya başlayacağımızı söyleyerek bizi gönderdi.
Kâbus dolu günlere bir yenisi daha eklendi. Ya kilo almazsa ya hastaneye yatarsak? Her saat başında emzirmeye, canım ne istiyorsa yemeye başladım.
Salondaki doğalgaz sobası geceleri yakmak için güvenli değildi. Bu yüzden kızımın odasında kalıyorduk. Ortada bebeğin puseti, yatağında kızım, ben ise çekyatta kıvrılıyordum.
Çoğu zaman akşam Cemo gelse yemek faslı bitse de bir an önce yatsam diye düşünüyordum. Tıpkı her sabah bugün yemeği yapsam da, şu gün bitse, bebeğim emsede hemen uyusam dediğim gibi…
Bir akşamüstü, yine henüz misafir kabul etmediğimiz bir cumartesi günü; perdeleri asması için Cemoyu bekliyorduk. Kapı çaldı. Kızımın okuldan arkadaşının annesi geldi. Elinde kahvesi ve beni görmeye gelmişti. Misafir kabul etmediğimizi ona söylemişlerdi. Ama o ben misafir olmaya değil Püskülü görmeye gidiyorum demişti içinden…
Oturduk kahve içtik. Sohbet ettik. Gittiğinde yüzümde güller açıyordu. Annem’ Madem sana iyi geliyor neden arkadaşlarını çağırmıyorsun?’ dediğinde benim haberli bir arkadaşlığa değil, sıcak bir sohbetle kahveye ihtiyacım var. dedim.
Bebeğim yeterli kiloya ulaşıyordu mamadan vazgeçilmişti. Ben vazgeçmiştim bile… Durmadan emziriyordum, artık hastaneye gitmek üç günde bir olarak değişmişti.
Bu arada beni görmeye gelenleri de yavaş yavaş kabul ediyordum. Bebek odada uyuyor salonda misafir ağırlıyordum. Bir gün oturduğumuz evin eski sahibi geldi.
Aslında bu kişi benim hayatımda çok önemli yere sahip olan Hatice teyzemdi. Yıllarca kayınvalidemle komşuydu. Ve şimdiye kadar hayatımda tanıştığım, en gerçekçi, en motive edici, en becerikli, en anlayışlı insanlardan biriydi.
O geldikten sonra alt kattaki komşumuzda geldi. Annemde yanımdaydı. Bebeğim ağladı odasına gittim emzirdim. Gazını çıkarmadan, odadan çıktım. Uyumuştu ve misafirlere ikramda bulunmak için acele ediyordum. On dakika sonra tekrar ağladı. Kusmaya çalışıyordu. Gazı var diye düşündüm. Biraz sırtını ovdum sanki gaz çıkartmıştı gibi algıladım. Uyumuştu.
On dakika sonra yine bir ağlama sesi ile odaya gittim. Ama hiç böyle ağladığını duymamıştım. Ağzından köpükler geliyordu, morarmıştı.
Bir gariplik vardı. Önce kucağıma aldım, sonra sırtını sıvazladım ama nefes alamıyordu. Ağzından köpükler gelmeye devam ediyordu. Hemen hastaneye gitmeliydik. Ne yapacağımı şaşırdım. Evdekiler yok bir şey diyordu ama ben bir şey olduğunun farkındaydım. Çocuğumun sesi çıkmıyordu. Ağlayamıyordu. Sakin olamıyordum çığlık atıyordum. Ölüyor diyordum. Aklımdan neler geçiyordu. Bebeğim ölüyordu, onu ben öldürmüştüm. Kahretsin bu insanlar neden bu kadar uzun kaldılar, kahretsin ben neden her şey acele ediyorum kahretsin bu berbat dünyada bende yaşamamalıyım.
Bebeğim ölüyor…
Kucağımda bebeğim hastane trafiğindeyken ağlıyor bağırıyordum. Bebeğim öldü açın yolları açın diye çığlık atıyordum. Hastaneye varmadan taksiden attım kendimi, kapıdan girdim acile koştum bebeğim nefes almıyor diye bağırdım, kucağımdan aldılar ve müdahale odasına götürdüklerinde kucağım hep boş kalacak sandım.
Berbat bir anneydim. Telefonum durmadan çalıyordu. Annemin telefonu da öyle… Ellerim ayaklarım tutmuyordu. Annem soğukkanlıydı. Ama ben ağlamaktan başka bir şey yapamıyordum. İçeriden ses gelmiyordu.
Kapı kapalıydı. Durmadan içeriye birileri giriyordu. Kapının önüne oturdum dizlerimi içime çektim ve sadece ağlayarak bekledim. Annem; çökmüş göz kapakları ile bana bakıyordu. Ben ise içeriden bir ses gelmiyor neden bebeğimin sesi gelmiyor diye durmadan ağlıyordum.
İçimden bağırmak geliyordu ama ben sadece dizlerim karnımda kapıda bekleyerek ağlıyordum. on dakika sonra bebeğimin ağlama sesini duydum. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya devam ettim…

29 Aralık 2018 Cumartesi

EV


Bu eve 2012 yılının ağustos ayında taşınmıştık. Kedimize ait, banka ipotekli evimizi büyük erkek kardeşime satmıştık. Buraya geliş sebebimiz benim çalışıyor olmamdı. Cemo ise, yeni işe girmiş ve taşeron firmada çalışıyordu.
İşten ayrılmam konusunda ısrar etmişti. Kızım ilkokula başlayacaktı. Bu yaşına kadar babaannesinde kalmıştı. Aslında bizde babaannesiyle yaşıyorduk ama Cemo’nun abisinin boşanmasıyla birlikte abisi annesinin yanına taşınmıştı. Bizde hafta içi bir gün kayınvalideme geliyor, hafta sonları da yani Cumartesi akşamları kızımı alıp evimize gidiyorduk. Pazar akşamları dönüyor, kayınvalidemde kalıyorduk.
Bu arada büyük erkek kardeşim ve küçük erkek kardeşimde bize geliyor hafta sonlarını beraber geçiriyorduk. Küçük erkek kardeşim artık benim yanımda kalmaya başladığında ise çoğu zaman kızımı alma görevini ona veriyorduk.
Kayınvalidemin evi benim işyerime yakın, evim küçük erkek kardeşimin okuluna yakındı. cemo artık kızım okula başlayacağı için işten ayrılmamın iyi olacağını düşünüyordu. Birçok araştırma yapmıştım. Okulları, anaokullarını kreşleri araştırdım. O dönem özel bir anaokuluna göndermekte, ben çalışmadan okula göndermekte bana cazip gelmiyordu.
Bendeki bu kararsızlığı görünce herhalde, Örtger ve Gacet bir adım atmaya karar verdiler. Maaşıma zam yaptılar. Böylelikle Cemo taşeronda çalıştığı için daha fazla kazanmaya başlamıştım. İşi bırakmaktan zaten korkuyordum.
Cemoya maaşımın arttığını ve işi bırakmak istemediğimi söyledim. Bu arada kayınvalidemin 30 yıllık kapı komşusu evi yan komşusuna satmış aynı semtten başka bir ev almıştı.
Bunun bir fırsat olduğunu ve kiraya gidersek bir süre deneyebileceğimizi ve evi satmanın gerekmediğini söyledim. Ama Cemo bir türlü ikna olmadı, ev satılmazsa hem kredi hem kira karşılamakta sıkıntı çekeceğimizi düşünüyordu.
İlan verdik ama bir türlü evi satamadık. Çünkü Cemo evin satılması için durmadan beni sıkıştırıyor. Diğer evi ancak o zaman kiralayabileceğimizi söylüyordu. Evi kiralamaya çalışan ev sahibi ise acele ediyordu.
Ev alma niyeti olan büyük erkek kardeşim ise evi almak istiyordu. Fakat istediğimiz fiyatın çok aşağısında bir fiyat veriyordu. Biz evi neredeyse aldığımız fiyata satacak, beş yıl boyunca, bankaya ödediğimiz para boşuna gidecekti.
Bir gece uzun pazarlıklar sonucu evi büyük erkek kardeşime satmaya niyetlendik. Büyük erkek kardeşime göre, böylelikle; küçük erkek kardeşimin de düzeni bozulmayacaktı.
Ve kayınvalidemin yan komşusu olmak için ilk adımı attık.
Taşınma firmasını ayarladım. Evi satmak için birini buldum. Ama Cemo bu ev küçük olmaz diyordu. Olurdu. Neden olmasın dı? Kızıma bakan kişi ile kapı komşusu, okulu ile aramızda 100 metre vardı. Bundan daha iyi ne olabilirdi?
Tüm ayarlamaları yaptım ve nihayet bu iki odalı, sergen mutfaklı, doğalgaz sobalı 70 m2 eve taşındık.
Yatak odası hava boşluğuna bakan, mutfağı neredeyse yetmişlerden kalma olan bu eve yerleştik. 120 m2lik dairede birçok eşyayı bırakarak bu eve geldim. Eşyam çok, ev küçük ve nasıl yerleşeceğimi bilmiyordum.
En çok sevdiğim yanı salon köşesinde özel yapım bir kitaplığı olmasıydı. Bir de evler birbirinin içine bakan, mutfak iki kişinin sığabileceği gibi olsaydı!
Benden önce, neredeyse otuz yıl bu evin sahibi olan kişi bu evde üç kız çocuğu büyütmüştü. Ve üçü de hayatta önemli mevkilere gelmiş insanlardı.
Ben neden yapamayacaktım ki, benim neyim eksikti? Evdeki sorunlardan bahsetmek istediğimde hep aklıma bu geliyordu. Yani yıllarca başkası idare edebildiyse bende edebilirdim.
Ama olmuyordu. Hayatımız saçma sapan bir hal alıyordu. Cemo sürekli şikâyet ediyordu. Yeni ev sahibimiz ise bu evi oğlu için almıştı. Yeni bir mutfak yaptırmak eve kombi döşetmek konusunda pek istekli değildi.
Belki sorun çıkarmazdı ama Cemoya göre biz sorun çıkarmamalıydık. Bu yüzden yıllarca bu evde hem şikâyet edip hem yaşadık.
Ve 5 yıl sonra bu kapıdan kucağımda ikinci bebeğim ile giriyordum. Hem şikâyet ettiğim hemde yaşamakta zorlandığım bu eve ikinci bebeğimi dünyaya getirmiştim. Bebeğim prematüre ben ise halsiz ve bitkindim.

28 Aralık 2018 Cuma

BERBAT


Annemin göz kapakları çökmüştü, omzundaki yükün ne kadar ağır olduğu belliydi. Ellerindeki nasır ise mücadelesinin işaretiydi.
Dimdik durmalıydım. Dimdik! Hastane odasında yaşadıklarımız hakkında hiç konuşmadık. O kadar halsizdim bir o kadar bitkin oluyordum ki kendimi toparlayamıyordum doğumun üzerinden üç gün geçmiş bebeğimle uyum odasındaydım. Tedavi için aşağıya indiğimde bir süre yukarıya bebeğimin yanına çıkamıyordum.
Sürekli beslemem ve koynumda yatırmam gerekiyordu. Bir süre yukarıya çıkamayınca bazen annem gelip bana bakıyordu. Hemen toparlanıp yukarıya çıkıyordum.
Yanımızda down sendromlu bebeği ile bir anne daha vardı. İki ayrı açılabilir koltuğumuz vardı. O hiç uyumuyordu neredeyse, ben tedavilerim bitip artık akşam olduğunda koltuğu açıyor çarşafımı seriyor ve uyuyordum. Bebeğimi sık sık emzirmem gerekiyordu.
Her sabah hemşireler gelip bebeğimi tartıyorlar, topuğundan kan alıyorlardı. Bazen koynuma alamıyordum. İçimden  ‘Enfeksiyonum ona geçer mi?’diye düşünüyordum. Bu hastaneden çıkarsak ikimizde henüz güvende olamazdık.
Bu bebeğe daha bakamazdım. Ama yanımda olmalıydı burada değil odamda. İlk gün 200 gram aldı Doktor şaşırdı iyi gidiyor dedi. İkinci gün kilosunda bir değişim yoktu. Saat başı emziriyordum. Çok yorgundum. Üçüncü günün sonunda bebeğimi taburcu edeceklerini söylediler.
Her şey iyiye gidiyordu. Bebeğim yeni doğan yoğun bakımdan taburcu ediliyordu. Üç gün yoğun bakımda, üç gün anne bebek uyum odasında kalmıştık. Kafaları karıştıran şey benim taburcu olmamamdı.
Hala tedavim devam ediyordu. Ellerim ayaklarım şişmiş damar yolu bulunamamış artık hemşireler çok zorlanıyorlardı. Bebeği taburcu ettiklerinde annenin yanına verdiklerini sonra fark ettiler.
Artık odamdaki beşik boş değildi. Bebeğim yanımda ben ise yatağımdaydım. Annemde yanımdaydı. Bazen geceleri uyanamıyordum. Gözlerimi açmadan emziriyor uykuya geçiyordum.
Kocaman bir ailem olmuştu. Dört kişilik çekirdek ailem… Cemo her gün geliyor ihtiyaçlarımızı karşılıyordu. Sürekli evdeki eksiklerden bahsediyordum. Her geldiğinde o ne olacak bu ne olacak diyordum. Hazır değildi. Evdeki hiçbir şey hazır değildi.
Aslında hazır değildim.
Evdeki doğalgaz sobaları ya bebeği zehirlerse, ya uyanamazsam, mutfak çok dağınıktır şimdi?
Bir gün kızımla geldiklerinde kızımın gözündeki tuhaflığı hissetmiştim. Nasıl davranacağımı bilemiyordum. Kucağına kardeşini verdim. Özgüveni yerindeydi onu kucaklamakta hiç sıkıntı yaşamadı.
Hemen ona dokunmadan ellerimizi yıkamamız gerektiği ve henüz çok küçük olduğunu söyledim. Gözleriyle yan yan bana bakıyordu. Babasıyla birazdan yemeğe gideceklerdi ve çok heyecanlıydı. En sevdiği pastadan annesine almasına babası izin vermemişti.
Artık gelen giden yoktu ben sekiz gündür hastanede 403 numaralı odadaydım. Telefonum ise hiç susmuyordu. Bu zamanda konuşmak insanı çok yoruyor.
Berbat bir anne olacaktım. Eğer hastaneden çıkarsam bu işi başaramayacaktım. Çok yorgundum. Uyuyordum fakat dinlenemiyordum. Bu berbat hayatımın ve kişiliğimin içine bebeğimi de sokmuştum.
O masumdu, dünya berbat ve biz bu çocuklara hiçbir şey veremeyecektik. Çalışsam onlarsız kalacak çalışmasam berbat bir hayatım olacaktı. Ailem malumdu ilişkilerim ise berbattı.
Ne kadar kötü bir insandım. Saçma sapan yazılar yazıyordum. Ne gerek vardı bunları yazmaya? Aptalım aptal berbatım berbat, birde üstüne bir bebek daha yaptım.
Yetmezmiş gibi…
Klinikte çalışmak istemiyordum, evde kalmak istemiyordum, okumak istemiyordum, yazmak istemiyordum.
Yazdığım yaptığım her şey saçmaydı. Ama bunları annem bilmemeliydi.
Hayatında görüp görebileceği tüm sıkıntıları yaşamış birine saçma düşüncelerinizden bahsedemezsiniz. Zaten aynı açıdan bakacak durumda değildik.
Babaannem yatalak babam evde değildi ve annem babaanneme halam bakmasına rağmen onun nasıl olduğunu düşünüyordu.
Ne zaman vicdanı evlatlarına yönlendirecekti acaba? Bana ne zaman sarılıp seni seviyorum diyecekti? Kendi evini düşünüyordu. Bende durmadan onu alıkoyduğumu düşünüyordum.
Babam durmadan arıyor ona direktifler veriyor, beni soruyordu. Onunla konuşmaya hiç niyetim yoktu. Yine yanımda değildi. Yine yanımızda değildi yine kendi cezasının kölesi olmuştu.
Yine hayatım berbattı, berbat!
Eve gitmekten korkuyordum. Kesinlikle evde berbattır. Çocuk okula gidecek, bebek bakıma muhtaç ev berbat. Bu berbat hayatım berbat seyredecekti.
 Dokuz gün sonunda; Halsizliğim, berbat düşüncelerim, geçmişle yüzleşemeyen vicdanım, geleceği görmeyen gözlerim, doksana düşmüş olan enfeksiyonum, sarılık olan bebeğim ile taburcu edilmiştim.



27 Aralık 2018 Perşembe

HASTAHANE


403 numaralı oda; içinde banyosu, tuvaleti, dolabı televizyonu ve tek kişilik gri dinlenme koltuğu vardı. Yatağıma uzandığımda koltuk sağımda kalıyordu. Sağımdaki uzun camdan park görülüyordu. Manzaram hiç fena değildi.
Sabah işe gidenler, spor yapmaya gelen kadınlar, hayvanlarıyla yürüyüş yapan insanlar görülüyordu. Henüz yatağımdan kalkamıyordum. Tuvalet ihtiyacım sonda ile karşılıyordum.
Sabah 10 da doğumdan çıkmış ve odaya geçirilmiştim. Hemşire arkadaşım izin almış yanıma gelmişti. Pijamalarımla yataktaydım. Öğleden sonra Cemo eve gitti. Kızım okuldaydı ve evde yapılması gereken işler vardı. Henüz kimse doğum yaptığımı bilmiyordu.
Annem yoldaydı gece İstanbul da olacaktı. Arkadaşım Paki gece yarısına kadar yanımda kalacak, Cemo’nun ablası gece yarısından sonra nöbeti alacaktı. Annem eve gidecek, dinlenip ertesi günü  yanıma gelecekti.
Bebeğim aynı hastanenin 5. Katında yeni doğan yoğun bakımındaydı. Aynı gün akşam üzeri sondayı çıkardılar. Kolumda serum takılıydı. Ağrı kesici uyguladılar. Bazen uyanıyor bazen ise gözlerimi açamıyordum.
Günde dört kez antibiyotik uyguluyorlardı. Vücudumdaki enfeksiyon doğuma neden olmuştu. Ama bu enfeksiyonu yükselten neydi bilmiyordum.
O gece; Cemo’nun ablası gelmiş, arkadaşım gitmişti.Tüm gece cemoyu ne kadar sevdiğimden, geçmiş konulardan bahsetmiştim. Bazen kendimden geçiyordum, uyandığımda; yaşadıklarımızın bittiğinin bundan sonra her şeyin daha iyi olacağından bahsediyordum. Tüm gece sürekli konuştum.
Ertesi sabah annem geldi. Onu gördüğümde rahatlamıştım. Sarılmadık. Gözlerindeki endişe ve korku beni rahatsız etmişti. Bana birkaç eşya getirmişti. Güçlü olmaya çalışıyordum ve sürekli su içmek istiyordum.
Bebeğim için bir an önce süt sağmam gerekiyordu. Akciğer yetmezliği vardı, antibiyotik tedavisi başlanmıştı. Mama içiyordu. Büyük ihtimalle durumuna göre doğum kilosuna yaklaştığında ve rahat nefes alabildiğinde yanımda olacaktı.
İkinci gün süt sağmaya başladım. Lanet olası kolostum sütü sadece 1 cc çıkmıştı. Akşam saat dokuz gibi kendi başıma yukarıya çıkıp görevlilere sütü vermek istedim. Hemen getirmem gerekmiyordu. Dolapta 24 saat kalabilirdi. Olsun siz taze taze verin benim için getirmek sorun değil, yeter ki toparlasın dediğimde, benim için değil orada çalışanlar için sıkıntı olabileceğini öğrendim.
‘1cc sütü ağzına ilaç niyetine verin bir şey olmaz.’ dedim. Bebeğimi yeşil sargılı halinden sonra hiç görmemiştim. Durmadan anne sütümün gelmesi için uğraşıyordum. Bir yandan ise; antibiyotik tedavisi alıyordum. Aldığım tedaviden sonra kendimden geçiyordum.
İki çeşit antibiyotik veriyorlardı 6 saat arayla serum takılıyordu. Damar yolum çok sıkıntılı, uğraşan hemşire çok deneyimsizdi. Her seferinde kolum şişiyor ve yenisi açılmak zorunda kalıyordu.
Anneme göre hep dönüm noktalarına denk gelen bir hayatım vardı. Dört gün dönümünden biri olan yılın en uzun gününün ertesi günü doğmuştum. Kızım yılın en uzun gecesinden bir gün önce doğmuştu. Şimdi ise ikinci bebeğim, gün dönümünün ertesi günü doğmuştu.
Artık damar yolum iyice kötüleşmişti. Durmadan süt sağıyor yukarıya götürüyordum. Zaman gözetmiyordum. Sütün dolapta kalması anlamsızdı. Zaten az olan süt pek tabi bebeğimin ağzına her saat de verilebilirdi. Yalnızdım. Kimseyi beklemiyordum. Telefonlar hiç susmuyordu. Köy ahalisinden ve akrabalarımdan hemen hepsi aramıştı. Konuşacak halim yoktu. Sonra birkaç arkadaşıma haber verdiğimi hatırlıyorum. Kızım eve gelmiş babası kardeşi olduğunu söylemişti. Ama o hiç kimseye söylememişti.
Öğretmeni ve birkaç arkadaşım öğrendiğinde ben üç gündür hastanedeydim. Telefonla konuşmak çok bunaltıcı geliyordu. Yanımda olmasını istediğim arkadaşlarım vardı.
Simone duyar duymaz gelen hemşire bir arkadaş uzun süre yanımda kalmış benimle sohbet etmişti. Bir tedavi öncesi hemşirenin damar yolu bulamayışına nazik bir dille uyararak ben yapabilirim deyip damar yolumu uzunca bir süre kullanabileceğimi düşünerek sağ bileğimin iç kısmından açmıştı.
Deneyimli bir yoğun bakım hemşiresi ayrıca memleketlimdi.’ Püskül canın yanmıyor mu, nasıl izin veriyorsun? Bunun bir yolunu bulsunlar anestezi uzmanı falan getirsinler. ‘dediğinde zaten çıkacağım gerginlik yaratırsam hemsire daha deneyimsiz olmaz mı? Dediğimi hatırlıyorum.
O gittiğinde karşımda vakur duruşuyla Nesli duruyordu. Nesliyi görmek beni inanılmaz mutlu etmişti. Tüm moralim yerine gelmişti. Her zamanki gibi içten ve komik sohbetiyle odamı şenlendirmişti. Annem olamasaydı, omzuna yaslanıp ağlayıp anlatacaktım. yav püskül ulan insan fasulyeyi büyütmeden doğurur mu acelen neydi deyip beni gırgıra aldığında;Her şeyi hissediyorum geçecek merak etme diyordu aslında!
O gittiğinde, kapıda dr. Gacet ve arkadaşı Ann belirdi. Elinde kocaman beyaz bir orkide vardı. Gacet bebeğim Hakkında bilgi almıştı. Süreç hakkında bana da bilgi verdi. Biraz konuştuk. Onun ardından Dr. Örtger , Carlos ve Meki geldiler. Odam kalabalık olmuştu. Onları görmekte moralimin düzelmesine yardımcı olmuştu.
Onlardan sonra kimse gelmedi. Janjanlı oda süslemesi ve doğum hazırlığı bekleyenler gelmemişti. İnsanın en ihtiyacı olduğu zamanlar bu günlerdi.insan en zor zamanında bekliyor aslında sevdiklerini. Bir kere yüzünü görmek yeterdi insana…
Artık bebeğim ve ben aynı hastanede yatıyorduk ve henüz onu görmemiştim.3.  gün bebeğimi göreceğimi söylediler. Kanımdaki enfeksiyon değeri 900 den 250 ye düşmüştü. Tedavim devam ediyordu.
3. Gün öğleden sonra onu göğsüme verdiler. Ufacıktı çekik gözleri vardı uyuyordu. Kapının karşısındaki kuvözde yatıyordu.
Ayaklarını göğüslerimin arasına soktum elleri ve kafası burnundaki hortumla beraber boynumun altında kalmıştı. Ufacık elleri mosmordu. Ayakları da öyle… Bunu yaşamak bir dakika bile sürmedi. Cemo yanımdaydı ve çok heyecanlıydı.
Ertesi gün sabah vizitin de asistan şefine benim enfeksiyon değerimin düşme eğiliminde olduğunun ve taburcu olabileceğimi söylediklerinde; şef ben bunu göze alamam istersen sen tabucu edebilirsin demişti. Cuma günü olduğu için taburcu işlemim pazartesiye kalmıştı. Hafta sonu enfeksiyon değerim tekrar yükselmeseydi ve enfeksiyon hastalıkları uzmanı tekrar değerlendirmeseydi. Pazartesi taburcu olabilirdim.
Ama bebeğimle de bebeğimsiz de evde ne yapacağım hakkında hiçbir fikrim yoktu.
Pazartesi günün bebeğim ile uyum odasında kalacağımı söylediler. Ama almakta olduğum bir tedavi olduğu için nasıl olacağı konusunda kararsız kalındı. Bu arada artık damar yolum birçok kez denenmiş ama her seferinde sorun çıkartır hale gelmişti. Hemşireye ayağımdan damar yolu açmasını teklif ettiğimde şaşırmıştı. Ayağımdaki damar yolu beni üç gün idare etmişti.
Uyum odasında bebeğimle kalacağım, tedavi için odama ineceğim tedavi sırasında annemin bebeğimle kalacağı günler başlamıştı. Eğer uyum odasında bebeğime iyi bakabilirsem , taburcu  olacaktı.




26 Aralık 2018 Çarşamba

BELKİ


Uzun arayışlardan sonra bir eleman bulunmuştu. Aslında bir seçim yapmak zorunda kalınmıştı. Artık doğum iznine ayrılmam bir  hafta kalmıştı. Zorlanıyordum.
Gacet mutsuz, Örtger çaresiz bakıyordu. İstedikleri bu değildi. Korkularım, kaygıları ile yorgunluklarım ise beni bırakmıyordu.
Her şey çok güzel olacak mı? Yıllarca yoğun tempo ile çalışmıştım. Konforu kötü olan evimde neler yapacaktım. Her şey yoluna girecek miydi sahiden? Cemo ya işten ayrılırsa? Bana kapıları açık geri dönerdim. Tekrar eski günlere dönmek beni mutlu eder miydi? Olacak mıydı hakikaten?
Bebeğim olduğunda her şey güzel olacak mıydı?
Yerime işe başlayan, evli, çocuklu, sıska kız bu işi yapabilirdi. En azından gönül rahatlığıyla artık duygu durum bozukluklarımı yaşayabilirdim.
Kız zehir gibiydi. Her anlattığımı dinliyor ve uyguluyordu. İşi almaya hevesli ve çalışmak için can atıyordu. Karıştırdığı tek şey; davranış taklit etmeydi. Benim gibi olup işi almak, patronların gözüne girebilmek istiyordu. Ama ben gibi olması mümkün değildi. Armut pişmeden daldan düşmezdi.
O ben değildim. Mutsuz ve öfkeli... Birçok hastayı, yaşam şekillerini, aile hayatlarını biliyordum. Sorun çıkartacak hastayı, yol gösterilecek hastayı biliyordum. Bu öfkeli halime onlarda bildikleri için katlanıyorlardı. Çünkü hepsi beni tanıyan bir zamanlar hayatlarının kötü anlarında onlarla olmuş bir çalışandım. Başları sıkışınca gelebilecekleri, yol yordam gösterebilen ruh hallerine göre davranabilen, yıllarca o semtin Püskülüydüm. Benim o zaman ki duygusuz ve öfkeli Püskül olmamı idare ediyorlardı.
Hepsi yolda selamlaştığım bir şekilde ev hastaları için destek veyol yordam gösterdiğim insanlardı. Aramızda bir güven inşa edilmişti. Püsküle soralım mantığı insanlarda gelişmiş bazen inanılmaz basit ama beceremedikleri şeyler için bana geliyorlardı.
Yabancı hastalarla iletişim konusunda becerikliydim. Uyruklarına göre yaşanabilecek olayların önüne geçme becerisini yıllarca edinmiştim. Birçok yerli hasta için ise; başı sıkışınca gelebileceği bir insan olmuştum.
Ne kadar o dönemde mutsuz ve depresif olsam da, şimdi başkaları açısından kendime övgü değil, hakikati sunuyorum.
Bu kız bu işi yapardı. Ama bir Püskül olabilme yolunda çok ilerlemesi gerekiyordu ve yanlış yolda ilerliyordu. Bana benzemeye çalışıyordu ama bilmediği şey Püskül o zamanlar bir zamanlar ki Püskül değildi.
Gacet’in bir durum karşısında,insanı dinlerken , gözlüklerinin altından bilgisayarda bir şeyler yapmasını, gözlerini devirerek bıktım bakışını, sorun sorun olmadan gelmemeli oflayışlarını, Örtger’in öfke krizi anında ‘tamam çözeriz.’ deyince rahatladığını, kızgınlıkları geçene kadar, sessizce beklemek gerektiğini, yanlış yaptığınızda özürden haşlandığını, bir şeyi kabul ettirmek için eşref saatine denk gelinmesi gerektiğini bilmiyordu.
Çünkü ben sorun sorun olmadan kimseye gitmiyor, alınacak hastaları seçiyor, bilgisayar sorunu olduğunda önce google dan sonra, bilirkişiden ne yapacağımı öğreniyordum. Sorun çözülsün de aman Örtger , Gacet  duymasın diye uğraşıyordum.Kendimi övmüyorum. Bu bana yakışmazdı. o mavi kapıdan girdiğimde bu insanlara bana iş verin çalışırım dediğimde samimiydim. Aman sorun çıkmasın diye yıllarca haftada altı gün, günde dokuz saat çalışmıştım. Katlanamadıklarıma katlanmıştım. Alışmıştım ama bıkmıştım.
Yaptığım işlerle alakalı küçük bir defter oluşturdum. Gacet istiyordu. Başımıza gelebilecek olaylar karşısında yazılı olarak başvurulacak bir kaynak olmalıydı… Gacet’in bilmediği bu kitap okunursa bir işe yarayabileceği idi. Tabi okunsa bile uygulama kısmındaki kişisel ayrıntı çok daha önemliydi.
Bir hafta olmasına rağmen kız zehir gibi, zehir Püskül’ün huylarından öğrenmişti. Gidecektim ya artık gerisi yalandı.
Doğum izni aldığımda; artık saha da değil kenarda seyir, olayda müdahale aşamasındaydım.
Ne kliniğe gelecek halim ne de insanlara katlanacak ruhum vardı. Günden güne gelecek kaygısı ile boğuşuyordum. Evde belki de bu bebek için bakabilecek birini bulur verirdim. İşe döner hayatımı, pişmanlıklarımla devam ettirirdim.
Biz bu işi yapamazdık. Lanet olsun, boktan bir hayatım vardı. Neden hamileydim ki? İşten ayrılıp gezmek tozmak varken ben neden hamileydim?
Ruh halimdeki gelgitlerle birlikte artık resmen izine ayrılmış evde uyuyacağım günlerin az kaldığını düşünüyordum. belki bebeği evde doğurur kimseye söylemez birine verirdim.
Doğum için kendi doktorumdan özel hastaneden randevuyu almıştım. Beklenen tarih on dokuz mayıstı, operasyon yani doğum iki mayısta gerçekleşecekti. Bir mayıs resmi tatildi. Doktorum beni psikologa yönlendirmişti. Her şey yolunda görüşmek üzere demesinden sadece iki gün sonra doğum yaptım.
 Sadece iki gün sonra…
Bebeğim; kadın doğum devlet hastanesinin yeni doğan yoğun bakımında ben ise vücudumdaki en yüksek değer altı olması gerekli, enfeksiyonun, 900 olan değeri ile hastanedeydim.


25 Aralık 2018 Salı

--YAŞADIKLARIM--


‘Uyandım, balkonda derin nefes aldım, her bir anıma şükrettim. Usul usul yağmur yağıyor. Oğlum uyumadan ‘Beni öp anne’.dedi. Üstünü örttüm. Ev ahalisi derin uykuda…’
Beni ben yapan yaşadıklarım. Minnettarım.


Artık gazeteye ilan verilmiş, resmen kiniğe bir eleman aranıyordu. Birkaç kişi görüşmeye gelmişti. Gelenler ile görüşülüyor. İş tanımı yapılıyor daha sonrasında dönüş yapılıyordu. Bir kişi benimle birkaç gün çalıştıktan sonra çalışamaya karar vermişti.
Bir kişi kalabalık ailesiyle gelmiş ve Gacet ve Örtgerden geçer not alamamıştı. Bende yıllarca başka bir klinikte çalışmış, ara sıra kliniğimizdeki resmi işlerin yürütülmesi için, fikir alışverişinde bulunduğum bir arkadaşı bulmuştum.
Eski işyerinden ayrılmıştı bulmam için epey vakit harcamam gerekti. Fakat bu işi yapabilecek en iyi kişi olmasına rağmen sigorta istemiyordu. Gacet ve Örtger üzülerek kabul edemediler. Kararsız kalınmıştı. İlan sürekli veriliyor ama gelenleri ya bizimkiler ya da bizimkileri başvuru yapanlar beğenmiyordu.
Hadi bu olsun dediğimiz iki gün sonra gelmiyordu.
Hamileliğim ve depresif hallerim devam ediyordu. Mutsuzdum. Doğurmak istemiyordum. Doğursam bile büyütemezdim. Ben bu işin altından kalkamaz perişan olurdum.
Annemle telefon konuşmaları yaparken annemin bir huzursuzluğu olduğunun farkındaydım ama babamın mutsuzlukları diye düşünüyordum. Köyden birinin beni arayıp geçmiş olsun dileklerini sunmasıyla; babamın devletin kanuni misafiri olduğunu öğrendim.
Tıpkı; tam evlenme arifesindeyken, kına gecesi akşamı gittiği gibi,  yeşil üniformalılarla gitmişti.
Yine ihmali bir suçtan, devletle ilişkisini kuvvetlendirmişti. Bayramda yaşadığımız tartışmadan bir bayram önce büyük erkek kardeşimle aynı problemi yaşamıştı. Önce büyük erkek kardeşim sudan sebepten babamın öfke krizine yenik düşmüş, evine dönmüştü. Sonraki bayramda, ben İstanbul ‘ a ağlayarak dönmüştüm.
Bu kez onu öfkelendiren bendim. Yılların hesabını soruyor ve hayatımızı berbat ettiğini söylüyordum. Bunları söylerken, geri dönüşü olmayan bir yola girdiğimizin farkındaydım. Artık işler çığırından çıkmış babam tamamen geleceğimizle oynuyordu. Her zaman yaptığı şeydi ama artık yaşlanmaya başlamış desteklerimizle emekli olmuş toparlanması gerekiyordu.
Büyük erkek kardeşimle de bu olaylardan çok önce aramız bozulmuştu. Artık eskisi gibi internet üzerinden her gün konuşmuyorduk. Sadece zorunlu haller için konuşuyorduk. Ama aramızdaki sorun hakkında hiç konuşmamayı tercih ediyorduk. Kelimelerimiz itici ve soğuktu.aramızdaki sıcak sandığım ilişki gitmiş ve resmi hale gelmişti.
Yıllarca beraber kardeşçe yaşamıştık. İstanbul’a geldiğinde benimle yaşamış uzunca bir süre yanımızda kalmıştı. Ayrıldığında ise tüm hafta sonlarını beraber geçirmiştik. Küçük erkek kardeşim önce onun yanında kalmış her hafta sonu eşyalarını toplayıp, yıkamak için bize geliyorlardı. Hafta sonları evimiz tam şenlik oluyor hep beraber kahvaltılar, akşam yemekleri eşliğinde sohbetler oluyordu.
 Zamanla ilişkimizin büyük bir çıkar ilişkisi olduğunu ve benim hakkımda hiç hoş olmayan şeyler düşündüğünü öğrendiğimde dünya başıma yıkılmıştı.
Duyguları açıkça ifade edebilen bir insan olarak; ona göre fazla karışan ve fazla bilmiştim. Bu olaydan sonra artık bir ailem olduğunu ve bütün önceliğimi onlara vermem gerektiğine karar vermiştim. Benim bir çocuğum ve eşim vardı. Önce onlara karşı sorumluluklarını yerine getirmem sonra yapabildiğimden fazlası için çok düşünmemem gerektiğini öğrendim.
Annemi arayıp her şeyden haberimin olduğunu, üzülmemesi gerektiğini söyledim. Ağlıyordu. Bence; yıllarca çocukları için mücadele etmiş bir kadın olarak çocuklarının artık uzakta ve aileden kopmuş olmasına da üzülüyordu.  Alıştım anne neden korkuyorsun ki dedim. Düşük tehlikesi geçirdiğim için söylemediğini, babamın bunu bildiğini ama kendi isteğiyle bu cezayı çekmek istediğini söyleyip, beni üzmemeye çalıştı.
Arkasında dev gibi borç yığını ile kaldığını bilmiyordum.
Hâlbuki içim kan ağlıyordu. Ama beni üzen; babamla yaşadıklarımız mı yoksa yaşayamadıklarımız mı bir tülü karar veremiyordum. Yetişkin ayakları üzerinde bir kadın olduğumu biliyordum. Buna rağmen arkamda beni anlayan ve beni destekleyen bir aileminolmasını çok isterdim.
Alıştık diyordum dilimle ama alıştıklarımın acısı yüreğimde dağ gibiydi.
Sürekli annemin bu duruma gelmesine üzülüyordum. O çok iyi yürekli bir kadındı. Babamda öyleydi ama yıllar sonra kişilik bozukluğu olduğunu öğrendiğimizde anlayabilmiştik.
Sonra bunun benim için fırsat olduğunu ve Mayısta doğum yaparsam Haziran Temmuz gibi memlekete gidebileceğimi, hem anneme destek olabileceğimi hemde annemin yanında daha iyi toparlayacağımı düşünerek daha iyi düşünmeye çalışıyordum.
Evde mutsuz, işte öfkeliydim. Kızımın okulunda sorunlar devam ediyordu. Ben kahvesini fotoğraf çekip mutluluk paylaşan biri değildim. Mutlu olduklarım paylaşamayacak kadar değerliydi. belkide bir kahvenin yanındaki sohbet, içini dökebildiğin, yargılamayan, beklentisi minimal insanlar beni daha çok mutlu ediyordu.
Hayat bir gösteri merkezi değildi. Yaşamdı, içtenlikti ve hakikati görebilmekti. Birçok olayda sessiz kaldım. Çünkü bence en büyük cevap sessizlikti.
Öyle olmuyordu. Ne kadar uzak kalmaya çalışsam da olmadı…
Okul bitince rahatlayacaktık. Başka bir okul yeni umutlar vaat ediyordu. Doğum sonrası kızımla ilgili sorunların biteceğine emindim.
Bu ruh halim yerini sakinliğe bırakacaktı.
İş çok stresliydi, işsizlikte öyleydi ama çocuklarımla olup hayatı öğrenmelerine yardımcı olacaktım.
Ruh halim bebeğim için bambaşka şeyler söylerken ilk çocuğum için bambaşka şeyler düşünüyordum.





22 Aralık 2018 Cumartesi

Herşey yolunda mı?


Cemo’nun mesai saati sabah on ile akşam altı haline çevrilmişti. Sekiz saatlik mesai yapıyor, dört saat de ayrıca yolda geçiriyordu. Sabah sekizde evden çıkıyor akşam sekizde evde oluyordu.
Beklide bendeki değişikliliklerin farkına varmıştı. Bilmiyorum ama sabahları altıda işe gitmeye ve akşam ben dönmeden evde olmaya başlamıştı.
Eve geldiğimde; yemek hazırlanmış, en sevdiğim sodalı ayran masada yerini almış oluyordu. Sakat at yemeğe bayılıyordum. Canım sürekli et ve kebap çekiyordu.Sınırlama getirmiştim kendime ama ciğere dayanamıyordum.
Yemek sonrası, masayı topluyor, bulaşıkları yıkarken ertesi gün için çorba hazırlıyordum. Cemo eve geldiğinde, salata, yemek ve içecek kısmıyla ilgileniyordu.
Kızımın dersleri için yan komşumun ayrıca ev sahibinin edebiyat okuyan kızına iş teklif etmiştim. Derslerini ben gelene kadar yaptıracak dersi yoksa beraber kitap okuyacaklardı. Kızım birçok dersini yapmayı unutmuş, kitap okumayı değil elindeki kitapları göstermeyi tercih etmişti.
Saatlerini belirlemiş olmamıza rağmen uymuyor. Babaannesi gereksiz olduğu konusunda baskı yapıyordu. Okulunda da işler iyi gitmiyordu. Bir arkadaşı doğum günü kutlamasını kendi doğum günü ile aynı günde yapacağı için kızım o gün benim partim olacak diye diretmiş, öğretmeni ikisinin aynı anda parti yapmayı teklif etmiş arkadaşı ise nefretle istemediğini belirtmiş kızım ağlamıştı.
Arkadaşının annesi ile samimi iki arkadaştık. Bence; çocukların her ikisi de duygularını ifade etmiş. Büyütülecek bir şey yoktu. Nitekim biz zaten parti yapmayı düşünmüyorduk.
Gereksiz ve manasız bulduğum bir durumdu. Zaten halsiz bitkindim. Birde çocuklar için yapılan bu tip büyük organizasyonların ihtiyaç sahiplerine verilmesi taraftarıydım. İki kişi çalışıp çocuğuna doğum günü yapmayan anne, cimri, beceriksiz anne olduğum konusunda baskı yapan insanlarda çevremdeydi.
Kızım davetli olduğumuz, arkadaşının doğum gününe gitmemeyi ve o gün paten yapmayı tercih etti. Çocuklar arasında böyle bir atışma olduğunu o gün öğrenen anne hemen arayıp özür dilemişti. Üstelik özür dilemesi gereken bir durum yoktu. Çocuktu bunlar olabilirdi.
Tek sorun bu da değildi. okulda yapılan yılbaşı hediyeleşmesi sırasında bir arkadaşı al sana sakız diyerek hediyeleşme sırasında kızımla dalga geçmişti. Kızım sınıfta hüngür hüngür ağlamıştı. İki ders sonra gerçek hediyesini kızıma veren arkadaşına hediyeyi geri vermek istemiş ama ben kızarım diye yapmamıştı.
Bu işin en kötü yanı çocuğun annesinin bu şakadan haberi olmasıydı. Yani bu şakayı samimi olmadığı bir arkadaşına yapmayı anne de desteklemiş ve bunu basit bir olay gibi başından savurmuştu. İnsanlardan çok şey beklememek gerektiğini söyleyip kızımı sakinleştirmiştim. Eğer isterse hediyeyi evin köşesindeki çöpe atabilirdi. Rahatlamak istiyorsa bu onu rahatlatırdı. Ama herkes kendi yaptığından utanmalıydı. Tabi bunu çocuğuna öğretmesi gereken anneydi.
İnsanlar kendilerine yapılmasını istemediği şeyleri başkalarına yapmamalılardı. Bunu ben öğretecek değildim. Yaşıtım olan insan bunu zaten biliyor olması gereken bir yaştaydı.
Ruh halimdeki değişikler, kızımı etkilemeye başlamıştı. Okul bitmeden önce ben doğum yapacaktım. Zaten ilkokulu bitiriyordu. Ben evde olunca bu böyle olmazdı her şey olumlu yönde gider en azından sorunlarını çözmek için onun yanında olabilirdim.
Bazen okula kızımı bıraktığımda eve dönüyor uyuyor tam iş saati gelmeden evden çıkmıyordum. Yürüyüşlerim sadece akşam iş çıkışına kalmıştı. Kitap okuyamıyor, yazamıyordum. Yazdıklarım saçma anlamsız ve depresifti.
Bir köyden gelmiş,  atarinin kızı saçma sapan duygusal yazılar yazıyordu. Hiç utanmadan birde hayatını anlatıyordu.
Kimseye bunu anlatamıyordum. Ne vardı ki, derdim neydi? Belki hissettiklerimi anlatabilsem her şey daha iyi olacaktı. Ama kahveyi verip hadi dinliyorum diyecek kimse yoktu. Benimde yazacak halim yoktu. Herkesin kendine göre hayat sorunları vardı. Ben kabullenmek ile reddetmek arasında gidip geldiğim bir hayatım olmuştu.
Yöneticilerim, ilk olarak cumartesi tatili ve maaşıma yüzde elliden biraz fazla zam ile bana bir teklifle geldiler. Kabul etmedim. Madem bu parayı veriyorlardı niye daha önce vermişlerdi? Zaten amacım daha çok para kazanmak değil, daha çok evde vakit geçirebilmekti. Dr Örtger’e güvenemiyordum. Çünkü aynı konuyu yıllar önce yaşamıştık. Kızım okula başlayacağı için işten ayrılmak istemiştim büyük bir zamla beni geri çevirmişti.
Sonrasında daha büyük stres yaşatmış ve ben resmen gına geldiği için tekrar ayrılma noktasına gelmiştim. Üstelik evimi satıp konforu düşük bir evde kiraya taşınmış olmama ve Cemo’nun iş meselelerinin sorunlu olmasına rağmen… Gacet kalp spazmı geçirmeseydi dönmeye niyetim yoktu.
İkinci kez maaş zammı aynı haftada üç gün çalışma koşullarıyla yine bir teklif sundular. Kabul etmedim. Çünkü üç günün düzensiz olacağını, zamanla dört beş altı güne çıkacağını Örtger’in bunu bana fazla görüp, elinden geleni yapacağını düşünüyordum. Kabul etmedim.
Zaten yerime eleman bulamadıkları için beni çalıştırdıklarını, aslında benim beceri ve bilgi birikimime bakmadıklarını. Belkide bunca yıl bana sabretmiş olabileceklerini de düşünüyordum. Aslında yapabileceğim başka bir şey yoktu. Ben beceriksiz hiçbir şeyden anlamayan ve başka bir iş bulamayacak kapasitede bir insandım.
Bir yandan da, bu çocuğuma bakamayacağımı, hayatımın berbat yönde ilerleyeceğini düşünüyordum. Oğlum doğduğunda onu birilerine vermeyi bile aklımdan geçirdiğim oldu. Biz bu işin üstesinden gelemezdik. Çocuğumun hayatı daha iyi olmalıydı. Cemo iyi baba ben iyi bir anne değildim. Cimcime den bunu görmüştük.




21 Aralık 2018 Cuma

İçtenlikle


Hepsini unuttum. Geçmişi sildim ve aramızdaki ilişkinin yeniden çok iyi olması için çaba gösterdim.
Babam…
Hamileliğimi sadece ben biliyorken, bir bayram ziyareti için köye gitmiştik. Yaşadığımız her şeyin müsebbibi o yıllar ve yaşadıkları olmasına bağlamıştım. Bir zamanlar artık geçmiş, ben yetişkin babam ise yaşlılığa adım atıyordu.
Ama olmadı o bayram,  bayram olmadı. Babam ile aramız bozuldu. Bayramı beklemeden apar topar dönüş yaptım. Hamileydim biliyordum ama sadece ben biliyordum.
Şimdi olsa asla o gün davrandığım gibi davranmazdım. Haklıydım ama gerçekçi bir tutum değildi.
Bayram öncesi; Dr. Örtgerden iki gün fazladan izin istemiştim. Bu iznin maaşımdan kesileceğini söylerken gözlerinden yeter artık ifadesini okuyordum. Ama ben sıkılmış, bunalmış bu yoğun iş temposuna dayanamıyordum. Biraz dinlenmeye ihtiyacım vardı. Zaten hamileliğimin daha başlangıç evresindeydim ve devam etmeyeceğinden korkuyordum.
Dr. Örtger’e alınmıştım. Yıllardır çalışıyordum, Hiçbir zaman fazla mesai için talepte bulunmamıştım. İşe erken gelir geç giderdim. Erken çıkmak istediğim de hep kızardı. Ama Örtgerdi ne zaman ne yapacağı belli olmazdı.
O bayram bayram olmadı. Önce Örtgere kızdım, yerime gelen elemanın parasını kendi kazandığım günlük paranın iki katı olarak verdim. Babamla kavga ettim ve İstanbul’a döndüm.
Cemo sessiz kaldı. Ben iki gün boyunca uyudum. Şimdi düşünüyorum da bazı olaylar karşısında gerçekten erdemli bir davranış olarak mı sessiz kaldı yoksa hiçbir şey bilmediğinden, yani nasıl davranacağını bilmediğinden mi sessizliği tercih ediyordu?Acaba?
Hamileydim, iş berbattı, bir daha da köye gitmeyecektim.
Tüm hamileliğim babamla yaşadığımız olayın stresiyle geçiyordu. Düşük tehlikesiyle birlikte artan düşünce bozukluklarım, geçmişin en karanlık hatıralarını önüme her gün sunuyordu.
Bir yandan artık işten ayrılacağım bebeğimle evimde kızımla beraber olacağım için mutlu olamıyordum. Bir daha asla çalışamayacak, eski işime asla dönemeyecek, maddi sıkıntı yaşayacaktık. Kiradaydık, elimizdeki birikimle ev alamayacak, hepsini harcayacak ve çocuklarımızı perperişan edecektik. onlara iyi bir gelecek sunamayacaktım. Ya Cemo işten ayrılırsa?
Tüm özgüvenim bitmişti. Bunları düşünüyordum ama işten ayrılmaktan vazgeçmiyordum. Çünkü artık bunalmıştım. İnatçıydım.
Sabahları erkenden kızımı okula bırakıyor. Yürümüyor, kitap okumuyordum. Otobüse binip işe geliyor. Formalarımı giyip soyunma odasının sedyesinde mesai başlayana kadar uyuyordum.
Berbat bir anne, eş ve çalışandım. Sanki tüm dünya benim üstüme geliyordu.  İşimi zorlaştıran hastalara çabuk öfkeleniyordum.zaten hep zorlaştırıyorlardı fakat ben bunu öfke yoluyla çözmediğimi öğrenmiş olmama rağmen unutmuş gibiydim. Hala parasını bir organı olarak gören, göbek yağlarını kasları sanan, kelliğini bir türlü kabullenmeyen erkekrimsi tiplerin; ağalık tavırlarına taviz vermiyordum. Bu tşipleri hiç unutmadım.
Bunları yazarken; kabullenmediğim ne çok şey olduğunu fark ettim. siz ne kadar kabullenmemenizde; hayat elinizdekilerdi. Elime alabileceklerimi görmeye çalışmaktan ya da elimden düşenleri bulmaya çalışmaktan elimdekileri göremiyordum.
22 haftalık hamileyken işten ayrılacağımı yöneticilerime söyledim. Bence onlarda bunu tahmin ediyorlardı ama işi sürece bırakmayı tercih etmişlerdi. Ya da her zamanki gibi sorun onlara daha büyük sorun haline gelmeden görmezlikten gelmeyi tercih etmişlerdi.
İlk birkaç gün kimse bir şey demedi. Örtger’in hicivli kelimeleri dışında hiçbir şey yoktu.zaman geçiyor kimse bir adım atmıyordu.Eleman aramıyorlardı.Halimden memnundum.Zaten psikolojim yerime eleman yetiştirecek halde değildi.
Bir gün; çalışmaya devam etmemi istediklerini, bu yüzden daha az çalışacağım ama daha çok kazanacağım bir iş teklifi sundular. Hayır dedim. yeni çalışma koşullarıyla birkaç teklifle ve Örtger’in onore edici konuşmalarıyla zaten devam etmekte olan düşünce bozukluklarımı daha kötü hale getirmişlerdi.
Kararımdan her seferinde vazgeçmedim. Çünkü ben inatçıydım ve yıllarca bebeğimi bırakıp çalışmanın acısını yaşamıştım. Bu kez  bebeğimle olacaktım.
Onlara; ‘Kapınız açık olsun her zaman dönebileyim ama artık çalışmak istemiyorum.’ dedim.

20 Aralık 2018 Perşembe

YA HEP YA HİÇ


Cemo’nun kucağında taksiye bindim diyerek olayı dramatize ettim. Ben ayakları üzerinde duran cesur bir kadınım. Tüm soğukkanlılığım ama halsizliğimle nöbetçi kadın doğum uzmanını bekliyordum. Büyük ihtimalle bebeğimin öldüğünü düşünüyordum.
Doktor geldiğinde; 12 haftalık gebe olduğumu ve kanamam olduğunu söyledim. Tek korktuğum eğer bir operasyon yapılacaksa bu hastanede olmayacaktı. Ultrasona girdiğimde bebeğim gayet iyiydi. Hormon iğnesi yapıldı. Düşük olacaksa olurdu. Ya hep ya hiç olabilirdi.12. haftada böyle durumlar riskliydi. İstirahat ve hormon ilacı takviyesiyle, akışına bırakıldı. Bir hafta sonra kontrol edilecekti.
Ya hep ya hiç!
Şimdi düşünüyorum da; neden acaba doğum yaptığım devlet hastanesine gitmemiştim. Kesinlikle yatış verilir ve daha iyi takip edilebilirdi.
Evde istirahat ediyordum. Ama hormon ilaçları resmen dengemi bozmuştu. Düşünemiyordum bile… Ayağa kalktığımda başım dönüyor, kanamam oluyor tekrar yatıyordum. Dr Gacet’ in istirahatimi arttırmasıyla iş hayatım boyunca ilk defa bir hafta işe gitmemiştim.
Toparlanmam çok uzun sürdü. Bu arada kitap için yazılar yazmaya başlamıştım. Devamını bir türlü getiremiyordum. Başka bir yerde bir karakter oluşturmuş, kahramanım Fedai’nin başından geçenleri anlatıyordum.
Her şey hormon ilaçları ve düşük tehlikesi ile boyut değiştirdi. Hamileliğin getirdiği hormonlarımın dengesizliği bütün düzenimi ve ruh halimi değiştirdi. Gebeliğim devam ediyordu ama ruh halim hiç iyi değildi.
Yazdıklarımı saçma buluyordum. Sanki herkes benimle alay ediyor gibi geliyordu. Tüm geçmişim yüzüme tokat gibi vuruluyordu.
Neşeli, meraklı, inatçı Püskül gitmiş yerine hayattan bıkmış, her şeyden nefret eden, tüm hayatını saçma bulan Püskül gelmişti.
Evde de işler iyi gitmiyordu. Babam ile yıllardır aramızdaki ilişki bozulmuş. Tüm sevgim nefrete dönmüştü. Cemo bu olaydan uzak duruyordu. Çok yoğundu. Bende öyle…
Kızım aramızda sıkışıp kalmış, gebeliğim resmen ilan edilmişti. Zaten olacaktı, benim isteğim daha mutlu bir şekilde paylaşmaktı.
Ülke genelinde her şey berbattı. Siyaset bozulmuş, güven temelleri sarsılmış, ölüm haberleri durmadan geliyordu.
Bir yandan Suriye savaşa girmişti. Türkiye’ye binlerce insan sığınmaya devam ediyor. Haberler sınırdan geçmeye çalışan insan dramlarını yayınlıyordu. Ülkede kadın cinayetleri artmıştı.
Dünyanın da ülkemizden farkı yoktu.
Bu kadar olay yaşanırken, gelecek kaygısıyla birlikte, yıllarca ev almak hayaliyle paramızı biriktiriyorduk. Ama Aziz NESİN hikâyesi gibi ev fiyatları durmadan artıyordu. Nerede yaşayacağımıza karar verememiştik.
Bu güvensiz ortam da bende işten ayrılmaya karar vermiştim. Henüz yöneticilerime söylememiştim ama niyetim ikinci çocuğumda çalışmamaktı.

19 Aralık 2018 Çarşamba

Gündem 2015


Hırant Dink öldürüldü, kliniğin semtinde yürüyüşler yapıldı. Papa bizim kliniğin arkasındaki kliseye geldi, sokaklar düzenlendi. Tüm yasadışı iş yapanlar toplatıldı.
Bunlar geçeli yıllar olmuştu. 17- 25 Aralık gibi ülkenin başından büyük bir rüşvet fiyaskosu ortaya çıkmıştı. Ülkeyi yönetenlerin ayakkabı kutusunu para birimi olarak gördüğü, vatandaşa bakara kakara laflarıyla uyutulduğu bir yıl bitmişti.
                    Yıl 2015…

OCAK
           Daha ilk günlerinde Sultanahmet de polise saldırı olmuştu.
Bakara kakara yapan dört bakana yüce divan yolu el birliği ile kapatılmıştı. Her şey yalan yaşananlar gerçekti.
Vatandaş büyük adamların büyük işleri olur kafasındaydı.
 ŞUBAT

Müzeyyen Senar vefat etti.
 Üniversiteli bir genç kız, bindiği minibüs şöforü tarafından tecavüz edilip yakılmıştı. -Özge Can Aslan-
Kartopu oynayan bir gazeteci bir büfe sahibi tarafından öldürüldü.- Serkan Nuh Köklü-
Suriye de devam eden karışıklık nedeniyle şah Fırat operasyonu yapıldı.
İmralı ile Sırrı Süreyya Önder sözcülüğünde görüşmeler yapımlı,  İmralı mutabakatı sağlanmıştı. Ateşkes ilan ediliyor. Resmen Nevruza hazırlanılıyordu.
Ülkenin artık savaşa değil demokrasi yolu ile siyaset aracılığıyla barışa yöneldiği söyleniyordu.
28 Şubat bir devrin insanı, yazılarında kendimi bulduğum, yazma cesaretini bana veren YAŞAR KEMAL vefat etti.
MART 
Cumhurbaşkanı olan Erdoğan, yerine Ahmet Davutoğlunu getirmiş, başkanlık sistemi için meydanlarda konuşuyordu.

Büyük itirazlar ile iç güvenlik paketi meclisten geçirildi. Polisin yetkilerini arttırıyor, bir nevi Gezi olaylarında yaşananpolis şiddetinin yasal dayanağı hazırlanmıştı.

Gezi olayları sırasında vurularak öldürülen Berkin Elvanın savcısı öldürüldü.
NİSAN

Vatan emniyet amirliğine bombalı saldırı düzenlendi.
          Usta sanatçı Kayahan vefat etti.
Sosyal ağlara erişim yasaklandı.
Ve 11 Nisan da, ağrı da askerlerin fidan dikimi sırasında PKK ile çatışma yaşandı. Her iki taraf birbirini suçladı. Kimse ilk ateşi açanın kim olduğunu bilmiyordu. Ama ölenler bu vatanın insanıydı. İmralı ile yapılan çatışmasızlık dönemi bitti.
Avrupa parlamentosu soykırım tasarısını kabul etti.
MAYIS

Taksimde yine 1 Mayıs olayları çıktı 300 kişi gözaltına alındı.
Zeki Alasya vefat etti
Ardından, birçok ananın babanın günahı ile yaşayan Kenan Evren öldü.
Cumhurbaşkanı diyanet işleri başkanına Mercedes hediye etti. Namaza da onunla gitmeliydi. Mercedes ekstra sevaplı namaz…
HAZİRAN

Seçimlere az kaldı.
Hdp Diyarbakır mitinginde saldırı olduktan iki gün sonra seçim yapılmış ve Halkların Demokrasi Partisi barajı aşmıştı. Adalet ve kalkınma partisi çoğunluğu kaybetmişti.
Suriye den binlerce mülteci Türkiye ye geliyor. Ya kaçış yolu olarak kullanıyor ya da yerleşiyordu.
Süleyman Demirel vefat etti
Koalisyon çalışmalarında Bahçeli yanaşmıyor. Erdoğan ben ne yapabilirim diyordu. Yani vatanı milleti düşünen siyasiler, vatan için burunlarından kıl aldırmıyorlardı.
TEMMUZ

Suruç ta; Kobani de yaşayan insanlık dramı için yapılan yürüyüşte bomba patladı. 32 insan öldü.
AĞUSTOS

Ergenekon savcısı Zekeriya öz firar etti.
Koalisyon çalışmaları sonuçsuz kaldı. Erken seçim konuşulmaya başlanmıştı.
Hamile olduğumu öğrenmiştim ama yalancı pozitif diye bir şey olduğu ortaya çıktı. Allahtan kimsenin haberi yoktu.
Yılların milliyetçisi Alparslan Türkeş’in oğlu iktidar partisine geçmişti. Bence günümüzün temeli o zaman atıldı. Bir zamanlar Bahçeli buna ihanet diyordu.
EYLÜL

 Kırmızı kazaklı, mavi pantolonlu, üç yaşındaki aylan kürdinin cansız bedeni sahile vurduğunda; biz klinikte bunun gibi birçok acıyı görmüştük. Ama hiç biri bu görüntü kadar acı verici değildi. Binlerce umut birilerinin elinde idi ama umutları onların içindeydi.
Dağlıca da 12 asker şehir oldu.
Teröre tepki yürüyüşleri yapıldı. Halkların Demokratik Partisi binalarına saldırı düzenlendi.
Şike davasında AZİZ YILDIRIM aklandı.
Tekrar hamile olduğumu öğrendim. Şimdilik kimse bilmeyecek, beklemeye karar verdim.
EKİM

Ankara da tren garında yapılan barış mitinginde, patlama oldu 102 kişi hayatını kaybetti.
Levent kırca vefat etti. 
Seytanın gör dediği köşe yazıları ile tanıdığım ÇETİN ALTAN vefat etti. Dr.Örtger ÇETİN ALTAN’ı çok severdi. Bende takip ederdim.
Gezi davasında cami kirleten suçlular cezalandırıldı. Türk hukukunda bir ceza ismi daha eklendi. Cami kirleten suçlular.
Hamileliğim devam ediyor. Cemo dışında kimse bilmiyor. Bekliyoruz. Dr Gacet takip ediyor ayrıca başka doktorumda var.
KASIM

Erken seçim kararı alınmış ve 1 Kasım tarihi verilmişti. Seçimi Akp % 49.5 zaferiyle kazandı. Hdp meclisteydi. Ana muhalefetin oy oranları düşmüştü.
Rus jeti düşürüldü.
Diyarbakır barosu başkanı TAHİR ELÇİ Diyarbakır meydanında öldürüldü.
Dink cinayetinde kamu görevi ihlalleri kabul edildi.
Güney doğuda 52 kez sokağa çıkma yasağı ilan edildi.
İşten çıktım. O akşam kızımın öğretmeni ve arkadaşının annesi ile bir yerde buluşup bir şeyler içecektik. Yürüyerek buluşacağımız yere gittim. Henüz hamileliğimi Cemo dışında bilen yoktu. Çay içtik çocuklar hakkında sohbet ettik. En sevdiğim kahveli ve çikolatalı kurabiyelerden bol bol yedim. Yürüyerek eve geldim.
Cemo gelmişti yemek hazırlıyordu. Cimcime ders çalışıyordu. odaya girdim üstümü değiştirdim. Tuvalete gittim. Çıktığımda; Cemo’nun kucağında taksiye biniyordum. Hemen özel bir hastanenin kadın doğum bölümüne doğru yola koyulduk.
  

18 Aralık 2018 Salı

BEBEĞİM HASTANEDE



-Neredeyim?
- Biraz burada kalacaksınız. 
      -Üşüyorum. Ayaklarım üşüyor.
-……………….
- Teşekkür ederim. Bebeğimin nerede olduğunu biliyor musunuz?
- Bilmiyorum.
-Ayağa kalkmak istiyorum, üşüyorum, normal mi?
-Biraz daha burada kalacaksınız.
Bomboş oda, duvarları temiz, kısa saçlı gözlüklü bayan masada oturuyor. Az önce sedye ile yeşil örtüler üzerimde, ameliyathaneden çıkarıldım. Sanırım bu oda gözlem odası? Neyi bekliyorum? Kim gelecek? Neden bekliyorum? Kısa saçlı bayan bilgisayarda bir şeyler yapıyor. Gözlüklerinin camından sosyal medya da gezindiğini görüyorum.
Bende klinikte otururken hastalara böylemi yapıyordum? Yanında olmuyor muydum? Acılarına dokunamıyor, sorunlarını çözemiyor muydum?
Bir daha hiç kimseye böyle davranmayacağım.Ya ne istiyorsun kadından? Sakin ol.
Birkaç kişi geldi bir kadın iki erkek. Beni götürüyorlar.
             -Nereye gidiyoruz?
            -…………….
            -Bebeğim nasıl biliyor musunuz?
            -Bilmiyorum.
            -Teşekkür ederim.
-Sizi odanıza götürüyoruz.
Mesai şartları, hastaların ameliyathaneden alınıp odalarına götürürken zorlandıklarından ve sedyeden yatağa geçirirken zorlandıklarından bahsediyor; peltek konuşan başörtülü kadın.
Diğeri taşeron şartları değiştiğinde her şeyin daha iyi olacağını söylüyor. Kadro gelecek, işten çıkarılma korkusu bitecek, maaş ve imkânlar düzelecek…
O dönem yıllardır taşerona kadro verileceği söylentileri her zaman olduğu gibi, 2015 Kasım ülke geneli seçimlerinde vaat edilmişti. Neredeyse tüm partiler aynı vaadi sunmuştu. İktidar partisi; yıllarca muhalefet ettiği parti dışında bambaşka bir muhalefet partisinin yükselen oyları karşısında şaşkındı.
Ülkenin doğusu mor, batı kıyıları ege ve Marmara kırmızı ve kalan her yeri sarıydı. Yüzde kırk dokuz gibi yüksek bir seçim sonu vardı.
Vaatler yerine getirilecek diye medya; topluma haberi sunuyordu.
Bütün heyecanıyla ülke genelinde birçok taşeron işçi bu haberle seviniyordu. Naspındı? Artık her yıl tazminat nedeniyle işten girdi çıktı yapan, her an yerine bilmem kimin akrabasını yerine koyabilen taşeron firma yandaşları artık üzerlerinden ellerini çekecekti.
Yine hak vermek için oy toplamayı bilen siyasiler. Hakların sizin olması için ellerinden geleni yapmaya çalışıyordu ya, daha ne!
Yatağıma geçirdiler.
-          Telefonunuzdan eşimi arayabilir miyim?
-          Maalesef telefon vermemiz yasak.
Yalan !!!
-          Biraz sonra gelir merak etmeyin.
-          Benim giyinmeme yardımcı olabilir misiniz?
-          Tabi
-          Eşimi arasak kıyafetlerimi getirse?
-          Biraz dinlenin, eşiniz geldiğinde hallederiz.
-          Tamam, teşekkür ederim.
Cemal geldi. Yüzü sapsarı, elinde montum ayakkabılarım, perişan. Galiba buraya çıkarken de görmüştüm, bir şeyler söylemişti.
-          Nasılsın
-          Çok iyiyim, ne oldu, bebeğimiz nerede?
-          Yukarda, gösterdiler. Kıpkırmızı.
-          Off çok şükür burada, kalacak. Beni giydirir misin?
-          Yoğun bakımda şuan, nasıl olacak bilmiyorum. Bir şeyler istediler aldım. Eve gittim bütün eski raporları getirdim. Sana pijama getirdim.
 Cemo iyi değil tansiyonu düştü beni görmeye dayanamadı. Sabahtan beri yaşadığımız stresle yorulmuştu. Annemi aramıştı ilk otobüsle geliyordu. Ablasını da aramıştı. Beni giydiremeyecekti çünkü bayılmak üzereydi.
  Göğüs hastalıkları hastanesi yakındı ve öğle saati yaklaşıyordu. Peltek konuşan kadın bir daha uğramadı. Hemşire arkadaşı aramak aklıma geldi. Aradım durumu anlattım öğle yemeği saatinde yanıma gelip beni giydirip giydiremeyeceğini sordum. Gelirim dediğinde içim rahatlamıştı.
 Ayağa kalkmakta zorlanıyordum. Cemo ne vardı biraz daha cesur olsaydı? Neyse ki erken doğum olup olmayacağını bilmeden bu arkadaşa hem bu hastane hem de doğumda yaşayacaklarım hakkında konuşmuştuk. O da oraya gelirsen beni mutlaka ara demişti. Doğum için kendi elleriyle loğusa tacı yapmıştı, hediye etmişti.
 Kader … Hayat; siz planlar yaparken başınıza gelenlerdi.
Paki geldi. İhtiyaçlarımı halletti, üstümü giydirdi, Bana içecek bir şeyler getirmişti. Gece on ikiye kadar yanımda kaldı. Annem gelmişti ama eve gönderdim idare edecektim. On ikiden sonra Cemo’nun ablası yanımda kalacaktı.
 Bebeğim yeni doğan yoğun bakımda, aynı hastanedeydi.

15 Aralık 2018 Cumartesi

Cemo neredesin ya?


Her şey çok güzel olacaktı. Belki bu doğumu A sınıfı bir hastane de bile yapabilirdim. Son dönemlerde bunun araştırmasını yapıyor, özel sigorta anlaşmalarının nasıl olduğu ile ilgili yazılar takip ediyordum.
Bu doğumda odam süslenecek, misafirlere ikramlarda bulunulacak, her türlü eşyası hazır olacaktı. İlk doğumumdaki gibi birden doğuma girmiş, kucağıma bebeğimi almış, ne yapacağını bilmeyen bir anne olmayacaktım.
Doğum sonrası evimiz şenlenecek, herkes mutlu mesut olacak, Çanakkaleden misafirler gelecek, annem benim ikinci doğumuma hazırlanıp gelecekti.
Eminönü turlarında gördüğüm o mavi ayakkabıları alacak, ona uygun bir yelek bile örmeye fırsatım olabilirdi.
Ben ameliyata hazırlanıyordum, 32 haftalık hamile idim ve bunların hiçbiri olmamıştı. Hemşire damar yolumu açtığında, jinekoloji masasına yönlendirilmiştim. Asistanları bekliyordum.
Çalıştığım klinikteki kadın doğum masasının iyi bir doğum hastanesi masasından daha konforlu ve kullanışlı olabileceği hiç aklıma gelmemişti. Keşke klinikte olsaydım ve bu doğum bildiğim doktorların yanında olsaydı.
Utanmak ne kelime güven duymak. Neden utanacağım ki? Bana dünyanın verebileceği en güzel eylemi gerçekleştiriyordum. Kesinlikle Dr Gacet klinikte sezaryen yapabilirdi!
Hemşire iğne yaptı ve bu iğnenin bebeğin akciğer gelişimi için gerekli olduğunu söyledi. Artık ameliyathaneye gidiyordum. Vardığımda; müzik ve bir ekip beni karşıladı.
Geniş koridorun her bir tarafında odalar yeşil perdelerle örtülmüş, her ekip ayrı odalardaydı. Az önce hazırlanma odasında gördüğüm gebe de karşımdaki diğer odadaydı.
Sedyeye oturduğumda spinal anestezi için belimden iğne vurulacaktı. Biri ‘Sana prenses doğum yapacağız.’ dediğinde ben hüngür hüngür ağlıyordum.
Bir erkek geldi ve neden ağladığımı sordu. Bebeğimi kaybedersem diye korktuğumu söyledim. Halbuki belimden ilk iğne vurulmuş olmamış ikincisi deneniyordu. Ben kliniğe kaçsam mı Dr Gacet ne yapıyordur diye düşünüyordum. Cemo neredeydi ya?
 Sırt üstü uzandım, ellerimi bağladılar. Hala ağlıyordum...  Korkuyordum. Tepemde duran ışığın metal parlak kısmından olanları görebiliyordum. Ağlıyordum…
Ayaklarım uyuştu, önüme kocaman yeşil bir örtü serdiler. Ama ben o metalden her şeyi görebiliyordum. Ağlıyordum.
Karnımı bastırıyorlardı.
Hala prenses doğum diyordu biri, fonda Tarkan şarkı söylüyordu. Ağlıyordum…
Bir hareketlilik oldu ve bak oğlun doğdu dediler. Yeşil bir örtünün içerisinde, kıpkırmızı, çekik gözlü, uzun parmaklı, küçük bir bebek gösterdiler. Yanağıma dokunsun dedim, biraz daha kalsın, götürdüler…

Cemo neredesin ya?

14 Aralık 2018 Cuma

Gerçekler




İşe başladığım da; İnatçı, dediğim dedik kafasına koyduğunu yapan bir Püskül idim.

Şu an’a kadar yaşadığım hayatın üçte ikisi memlekette geçtiyse, üçte biri de İstanbul’un göbeğinde, kozmopolit bir semtte geçmiştir. Sanırım gelişme kısmı budur.  Bol virgüllü az noktalı, bazen ünlemli yazılar için, yazacaklarımı saklamak istiyorum.

Dr. Örtger ve Dr. Gacet henüz yerime çalışacak elemanın hazır olmadığı ve bir süre daha birlikte çalışmamız gerektiğini düşünüyorlardı. Dr. Gacet için gitmem daha büyük bir kayıptı. Çünkü Dr.örtger için yaptığım iş çok basitti, herkes yapabilirdi.
Ben ise bundan sonra hayatımın nasıl şekilleneceği konusunda hayaller kuruyor, geleceğin korkusunu veren paranoyak düşüncelerimden sıyrılmaya çalışıyordum.
Kolay değildi, olmayacaktı ama hep istediğim hayat buydu. Bir gün bu kadar yoğun çalışmaktan kurtulacak, çocuklarımla her yere gidebilecek, zaman mekân kısıtlaması yapmayacaktım.
En önemlisi, boş vakit denen şeyin ne olduğunu öğrenecektim. Kızımın toplantılarına gidebilecek, tiyatro, sinema ve etkinlikler için bol bol fırsat bulacaktım.
Doğum raporumu almaya gittiğim devlet hastanesinde, hamileliğimin normal olduğunu söylediler. Halsizdim ama bunu yoğun çalışmaya ve o dönem eşimin uzak olan işyeri için mesai saatine yakın yol gitmek zorunda kalması nedeniyle sıkıştırılmış bir şekilde yaşadığımız hayata bağlıyordum.
Rapordan iki gün önce kendi doktoruma gitmiş ve bu hamileliğimin ilk hamileliğim gibi olmadığını kendimi halsiz ve mutsuz hissettiğimi söylemiştim. Doktorum bunun psikolojik olduğunu söylemiş ve beni psikologa yönlendirmişti.
Raporumu alıp işe gittiğimde çok iyi değildim. Halsiz bitkin ve uyumak için bir yerler arıyordum. Bunu ev hastane ve iş arasında yaptığım yürüyüşe başlamıştım. Laboratuar koltuğunda otururken gelen bir hasta doğum yapacak gibisin yanakların kızarmış dediğinde gülecek halim yoktu.
Çalışma arkadaşım bu böyle olmaz, Dr. Gacet’a söyleyelim sana bir müdahale etsinler dediğinde yarın aynı olursam söylerim, yorgunum deyip uyuduğumu hatırlıyorum.
O akşam eve giderken yine yürümeyi tercih etmiştim. Ama yarı yolda halim kalmamıştı. Otobüse bindim, bunaldım yarı yolda inip yürümeye karar verdim.
Kızımın dersi için gerekli fotokopiyi alacak, birazda temiz hava alacaktım. Yolda işimi hallettim ekmeği alıp eve gittim. Merdivenleri çıkamıyordum. Biraz dinlendim ve ikinci kata yavaş yavaş çıktım. Kızımı kayınvalidemin evinden (kapı komşum)alıp eve geçtim.
Eşim o akşam arkadaşlarıyla plan yapmıştı. Ve gitmeden önce nasıl olduğumu sormuş ‘’İyi değilim ama yorgunum dinlenmeliyim.’’deyip. Eve gelmesinin gerekmediğini söylemiştim.
Kızım ise heyecanla ödevini yapmak için beni bekliyordu. Ödevi yaparken uykum geldi. Uyandığımda eşim gelmiş ne olduğunu sormuştu. Yorulduğumu ve uyumak istediğimi söylemiştim. Belim ve bacaklarım ağrıyordu. Bir ağrı kesici içip uyudum.
Tüm gece kabuslarla geçti. Sabah uyandığımda ise kendimi nasıl hissettiğimi hatırlamıyorum ama bir gariplik olduğunun farkındaydım. Kızıma hasta olduğumu ve doktora gitmemiz gerektiğini, babasının onu okula bırakacağını beni merak etmemesi gerektiğini söylemiştim. Onlar okula gittiğinde duş almış hazırlanmıştım. Dr Gacet ‘a haber vermeliydim hem işe gidemeyeceğimi hem de anormal bir durum olduğunu. Haber verdim o da doğum olmaz, müdahale ederler diye söylemişti. Bizde öyle düşünüyorduk.
Neden kendi doktorumu aramadığımı, hastanesine gitmediğimi – iyi ki öyle yapmışım- hatırlamıyorum.
Hastaneye vardığımızda doğumun başladığının ve çok erken olduğunu, doğum sonrası bebeğimin başka bir hastaneye nakledilmesi gerekebileceğini öğrenmiştik.
Biz doğuma gelmemiştik ki, hazır değildik. Kimseye haber vermemiştik.Cemo ne yapacağını şaşırmış durumdaydı.Özel bir hastaneye gidip doğumu orada yapmamızı düşünüyordu.Dr.Gacet’ i arayıp durumu anlattım. Dr.Sonic ile görüşmüş ve bana başka bir hastane ayarlamışlardı. Bu arada devlet sisteminin ve vardiya değişimin arasında kalmıştık.
Neyse ki; aklı başında bir doktor oraya kadar gitmemin bebeğe ve bana zarar vereceğini söylemişti. Bende gitmek istemiyordum.
Cemo ile birbirimize baktık. O perişan haldeydi. Yalnız başına, eşyalarım elinde kalmış, kafası karışmış, ne yapacağını şaşırmış durumdaydı.
Annem 400 km uzaktaydı. Sonuç ne olacaktı?
Ben ise camı açık ve sırtıma rüzgârı vuran beş gebeli, sancı odasında bir perdenin arkasında, vardiya değişimini, doktor ebe devir teslimini bekliyordum. Ağlıyordum…

Büyük Hayaller Acı Gerçekler


İnsan kaç kere doğar? Ölmeden doğmaktan bahsediyorum. Kaç kere ölmeden doğar, yeniden başlar?
 Birçok kez doğdum. Önce evlendim, sonra işe başladım, sonra kızım dünyaya geldi. Şimdi ise ikinci bebeğim çocukluğunda ve her zaman, hayatımın her sonunu başlangıç olarak gördüm. Yılmadım, mücadele ettim ve yeniden doğduğuma inandım.
Yeni başlangıç ise on üç yıllık işimden ayrılmaya karar verdiğimde başladı. Birçok sonun başlangıcı gibi zor bir karar verme sürecinin arkasından, yeniden başka bir yaşam biçimde yaşamaya karar vermiştim.
Ve bu zor süreci de tıpkı hayatımdaki tüm sonlar gibi aniden gelişti.
32 haftalık gebeydim ve doğum iznine ayrılmıştım. Tıpkı ilk gebeliğim gibi yerime çalışacak kişiye bir süre mesleki deneyim kazandırmalıydım.
Zaten zor olan işten ayrılma süreci, yerime daimi olarak çalışacak birini bulamama sıkıntısı ile daha karmaşık hale gelmişti. İlk hamileliğimde yerime gelecek geçici elemanı kendi çevremden bulmuştum. Hem tanıdık hem de yerimde daimi olarak çalışmaya niyetli değildi.
Nereden bilirdim yerimde kimsenin gözünün olmayacağını. Ben işimi bulunmaz bir nimet gibi görüyordum, görüyorum.
Ben izne ayrılıp işten  tamamen ayrılacağımın hayallerini kurarken; Dr Gacet ve Dr Örtger benim işten ayrılmamam konusunda ısrarcılardı. Birçok teklifle geldiler. Ama ben ikinci bebeğimi kendim büyütmeyi kafama koymuştum. – Sütten ağzı yanan yiğidin yoğurt yemesi.-
Önüme gelen teklifleri, bunca yıl çalışıp parasını kazanıp harcamayan pinti Püskül olarak, tüm gelecek kaygılarıma rağmen bırakmaya karar verdim.
Her şey yolunda gidiyordu. Aslında yöneticilerimin beni seviyor ve işime devam etmemi istiyor olması hoşuma gidiyordu. Bir yandan da içime kurt düşürüyordu.
Kafaya koymuştum bu çocuğum benimle büyüyecekti. Hem ne olabilirdi ki?
Resmen izine ayrılacak sabahları birkaç saat çalışıp öğlede sonra biricik oğluma alacağım bebek eşyaları için Eminönü’nde turlayacaktım. Bebek doğduktan sonra kızımı okuldan bekleyecek ve kurabiye süt hazırlayacaktım. Eşim geldiğinde sofra kurulacak ve biz mutlu mesut yaşayacaktık.
Hayaller büyük, gerçekler acıydı.
Resmi izine ayrıldıktan iki gün sonra bir sabah; yanlış giden şeyler için hastaneye yatacağımı zannederek, kendi doktoruma bile gitmeyi düşünmeden, bir kadın doğum hastanesinde olacağım aklımın ucundan bile geçmemişti.
O gün doğumu durduracaklarını düşünerek hastaneye gittik.

5 Aralık 2018 Çarşamba

BAŞTAN


Nereden başlasam bilemiyorum. Sanki cümleyi yazarak tüm kelimeleri kaçırmış ve yazıyı sonlandırmışım gibi hissediyorum.

Yolun yarısından seslenip, bırakmışım. O yolu erkenden tamamlayıp üstüne çift yol yaptım. Üçüncü yola giriyorum.

 Bebeğim 20 haftalık iken yolu yarıladığımı düşünüyordum. Meğer yolun yarısını daha önceden geçmişim.

En iyisi; her şeyi yeniden başlamak, anlatmak…

Selim 32 haftalık prematüre bebek olarak dünyaya geldi. Sebebini bilmediğimiz bir enfeksiyon dolayısı ile, ben 9 gün hastanede, Selim ise 3 gün (bizim için büyük şans) yeni doğan yoğun bakımda kaldı.

Prematüre( erken doğan) bebek annesi olmanın zorluğunu öğrendim böylece…

Kendimi toplamak, dinlenebilmek için zaman ihtiyacım olduğu dönemlerde selim kusmuğunu nefes borusuna kaçırdığında daha 15 günlük bir bebekti.

Neyse ki; bir günlük hastane süreci ile bu durumu atlattık.

Ne zaman kendime gelip yazmak istesem de bir türlü olmadı. Kalem kâğıda sarıldım da bir türlü klavyeye gelemedi parmaklarım.

Bir ara; çift çekirdekli ana sloganıyla;yaşlı teyzelere, bilmiş iyi bebek bakan annelere, bir kahveyi çok gören arkadaşlara, evini temiz tutmaktan beynine çamaşır suyu kaçmış hemcinslerime sesleneyim dedim.

Yine olmadı…

Bugün;

Hey dur! Sen üretmeyi sevensin, sorun değil çözüm, zehir değil sevgi, ölüm değil yaşam…dedim kendime, ne beklediğimi sordum.

Şimdi buradayım, yazacağım.

En baştan sona…


3 Nisan 2018 Salı

Bir fincan kahve olsam


Besleyin ilişkilerinizi. ‘Bir çay koy, geliyorum.’ , ‘Kahven var mı?’ ile başlasın sohbetleriniz. Tıpkı çiçeği sulamak gibi ilişkileri de öyle beslemek gerekir. Günün yorgunluğu gitmediğinde demleyin çayı, koyun bardakları ve hayatı demlendirin hayat yoldaşınızla… Sevdiklerinizle kahve içecek zamanlar yaratın kendinize…

Bir daha geri gelmiyor o günler…

Bir zamanlar hadi çay içelim, kahve yapalım ile başlayan hiçbir sohbetlerim yok şimdi. Ne o , çayların deminde bıraktığımız hüzünler  ve kahkahalar nede kahve telvelerinde kalmış sırlar…
Bu yüzden kılı kırk yarmayın bir kahve içmek için!