2 Ocak 2019 Çarşamba

ÖFKE


Evdeydik. Büyük bir olay daha atlatmıştık. Annem yanımdaydı. Bebeğim benimleydi. Artık kontroller daha uzun aralıklarla yapılıyordu. Prematüre takibine girmiştik. Her takibe gittiğimizde tüm başımızdan geçenleri detaylıca ve hızlıca anlatma gereği duyuyordum.
Öfke nöbetlerim ise durmadan çoğalıyordu. Evdekilere sürekli bağırıyordum. İçimdeki yetersiz anne duygusunu bağırarak kapatmaya çalışıyordum. Sabahları kıvrıldığım çekyattan kalkmıyordum.
Cemo kızımla ilgileniyordu. Sabahları evden beraber çıkıyorlardı. Onlar gittikten sonra derin pişmanlık hissimle birlikte uyuyor görünüyordum. Annem yanımdaydı ama olması beni rahatlatmıyordu.
Bebeğe bir isim vermemiz gerekiyordu. Ben doğmadan hazırlamıştım. İki dedemin adı olacaktı Mehmet Selim. Kızım Çanakkaleye olan özlemimin adıydı. Sıla… Gurbet ve Hasretten sonra, Cemo’ nun Nazlı ismini olmasını isteği kızım ben ikisi de olabilir dememe rağmen Sıla ismini koymuştuk. Pekâlâ, Nazlı Sıla olabilirdi. Ama Cemo iki ismin saçmalığına inanıyordu. İnatçıydı, tıpkı benim gibi…
Bu bebeğimde ismi,iki isim olmalıydı Mehmet ve Selim.mehmet dedem gibi çalışkan, selim dedm gibi sakin ve sevecen bir erkek olmalıydı.Cemo daha on yaşında kaybettiği babasının ismini isteseydi hiçbir şey söylemeyecektim. Ama evde gelsin Barbaroslar, gitsin Yiğithanlar olunca bende her şekilde olmaz diyordum. Bir gün ; ‘ Allah aşkına Cemo, şu çocuğa baksana hiç Barbaros’a, Barlas’a, Kağan’a, Yiğithan’a, Kayra’ya benziyor mu?’ dedim. Kızdı. Yine alt dudağını içine çekerek ısırdı, sustu.
Benzemiyordu gerçekten bu çocuk daha tulumuna bile sığmıyordu. Elleri ayakları morluk içerisindeydi. Yıkamamaya bile kıyamıyorduk.
Benim dediğim oldu.
 Biricik Hatice teyzemin eşi rahmetli Edip amcayı çağırıp kulağına Mehmet Selim dedirttim. Ertesi gün; Cemo nüfusa gidip sadece Selim yazdırdığı nüfus cüzdanının fotoğrafını bana gönderdi. Sakin kalmaya çalıştım. Gerçi sakin olmasam ne olacaktı olan olmuştu bir kere…
Artık evliyaların dolu olduğu bu semtte biz evliyaların üstüne mi mıçıyorduk bilmediğimiz, şendullar apartmanının son katındaki, bir odası Sibirya iken diğer odası güney kutbu olan evimizde ismi olan bebeğimizle yaşamaya başlamıştık.
Henüz toparlanmamıştım ama Selim iyiye gidiyordu. bir gün bir arkadaş geldi. O gün içimden bir şey yapmak geçmiyordu. Zaten son zamanlarda mutfağa bir görevmiş gibi giriyor. Yemeği hazırladıktan sonra güney kutbunda olan odamda çekyat dibinde bebeğimi emzirip kafamı yastığa koyuyordum.
Oturduk, çay ve birkaç bir şey getirdim. Oğluyla gelmişti. Benim oğlum bir şey yemez diyerek oturmuştu zaten. Çay için bir türlü süzgeç bulamadım. Çayı öylece üstünde yüzer çaylarıyla önüne koydum.
İçmedi, tabağına elini sürmedi. Oturdu ve kendini anlatmaya başladı, mükemmel anneliği, mükemmel hayatı ve sorunlarından bahsetti. Kimse benim nasıl olduğumu sormuyordu. Kimse beni dinlemiyordu. Herkesin kendince sorunu vardı. Zehir miydi o çay beğenmediyse tekrar koyardım ya da ilişkimiz bir çay demi kadar mıydı? Kahve de içebilirdi.
Gittikten sonra; şok olmuştum. Bu dünya ne dünyasıydı. İnsanlar benden ne bekliyorlardı? Bu muydu yani, iyi çay demleyen, muhteşem tabaklar sunan arkadaşlıklar mı beni bekliyordu. Pijamaları çıkarmalı, üstüme güzel gecelikler giymeli kucağımda mutluluk pozlarıyla evimde misafir mi beklemeliydim.
Bu muydu?
İnsanlar sadece kendilerini tatmin etmek istiyorlardı. Püskül doğurdu, gittik yedik içtik bitti. Aaa bebeğine bak ne giydirmiş? Üstündekini gördün mü şahane, nereden aldı kim bilir?
Kadına bak ya takmış takıştırmış. Offf gördün mü o tabağı ben de görmüştüm, çok pahalıydı. Bu muydu yani? Benim çevrem bu muydu?
Gelmiştik, kadın cumhuriyetine…
Ellerimdeki morluklar geçmemişti, kafamdaki karmaşıklık gitmemişti, evdeki öfkelerim yeni başlamıştı. Ama ben bunlarımı düşünecektim. Çocuğuma hangi tulumu giysin ben ne giyeyim, ay bir toplansak da okusak üflesek ardından şükür yerine, yediğimizi içtiğimiz konuşsak!
 Öfke nöbetleri bunları düşündükçe artmıştı. Benim istediğim bu değildi. Zaten bunları yapacak gücümde, halimde yoktu.
Bir gün kızım okuldan gelmiş annemle dışarı çıkmıştı. Geldiklerinde annem Selime mavi puantiyeli battaniye ve bir zıbın almıştı. Kızım seçmişti bunları… İçimden anneannesine masraf yaptı diye kızıyordum. Anne ne gerek var her şeyi var çocuğun masraf edip durma dedim. Kızım kardeşine yaşışacağını söylüyor denemek istiyordu. Çemkirdim.
Kızıma ayakkabı almamız için dışarı çıkmamız gerekiyordu.annem gidin bebek uyuyor dedi. Benim ise hem dışarı çıkmaya ihtiyacım vardı hemde halsizdim. İstemeyerek gittim. Gittik baktık. Kızım durmadan oradan oraya gitmek istiyor durmadan bir şeyler almak istiyordu. Gittik ama hiçbir şey almadan döndük.
O gün tüm öfkemi kızıma boşalttım. Babaannesine gönderdim. Bağırdım çağırdım ortada hiçbir şey yokken ortalığı yıktım. Tek derdim senin ayakkabın mı? Görmüyor musun, nelerle uğraşıyorum?Biraz daha anlayışlı ol yeter artık diye bağırıyordum.
Günlerdir içimde kopan fırtınalar, hiç dinmemişti. Neden işten ayrıldım neden doğurdum, Cemo neden yemek seçiyor, bu ev neden böyle, bebeğime neden bakamıyorum, bu kız neden sürekli bir şeyler istiyor, neden benim ebeveynim gibi davranıyor, neden annem güçsüz neden Cemo sürekli yorgun, neden ben beceriksizim, neden bunlara sebep oldum neden neden neden?
Annem gitti. Artık toparladığımı düşünüyordu. Öfke nöbetleri geçirdiğime göre kendime gelmiştim. Aslında köyde çok iş, yatalak babaannem ve babamın yine milyarder olma umuduyla ekip gittiği bir tarla barbunya vardı.
Sabahları zar zor kalkmaya devam ediyordum. Kızım 4. Sınıfa gidiyordu. Ve yıl sonu balosuna çok az bir zaman kalmıştı.

Hiç yorum yok: