ÖFKE
Evdeydik. Büyük bir olay daha atlatmıştık. Annem yanımdaydı.
Bebeğim benimleydi. Artık kontroller daha uzun aralıklarla yapılıyordu. Prematüre
takibine girmiştik. Her takibe gittiğimizde tüm başımızdan geçenleri detaylıca
ve hızlıca anlatma gereği duyuyordum.
Öfke nöbetlerim ise durmadan çoğalıyordu. Evdekilere sürekli
bağırıyordum. İçimdeki yetersiz anne duygusunu bağırarak kapatmaya
çalışıyordum. Sabahları kıvrıldığım çekyattan kalkmıyordum.
Cemo kızımla ilgileniyordu. Sabahları evden beraber
çıkıyorlardı. Onlar gittikten sonra derin pişmanlık hissimle birlikte uyuyor
görünüyordum. Annem yanımdaydı ama olması beni rahatlatmıyordu.
Bebeğe bir isim vermemiz gerekiyordu. Ben doğmadan hazırlamıştım.
İki dedemin adı olacaktı Mehmet Selim. Kızım Çanakkaleye olan özlemimin adıydı.
Sıla… Gurbet ve Hasretten sonra, Cemo’ nun Nazlı ismini olmasını isteği kızım
ben ikisi de olabilir dememe rağmen Sıla ismini koymuştuk. Pekâlâ, Nazlı Sıla
olabilirdi. Ama Cemo iki ismin saçmalığına inanıyordu. İnatçıydı, tıpkı benim
gibi…
Bu bebeğimde ismi,iki isim olmalıydı Mehmet ve Selim.mehmet
dedem gibi çalışkan, selim dedm gibi sakin ve sevecen bir erkek olmalıydı.Cemo
daha on yaşında kaybettiği babasının ismini isteseydi hiçbir şey
söylemeyecektim. Ama evde gelsin Barbaroslar, gitsin Yiğithanlar olunca bende
her şekilde olmaz diyordum. Bir gün ; ‘ Allah aşkına Cemo, şu çocuğa baksana
hiç Barbaros’a, Barlas’a, Kağan’a, Yiğithan’a, Kayra’ya benziyor mu?’ dedim. Kızdı.
Yine alt dudağını içine çekerek ısırdı, sustu.
Benzemiyordu gerçekten bu çocuk daha tulumuna bile
sığmıyordu. Elleri ayakları morluk içerisindeydi. Yıkamamaya bile kıyamıyorduk.
Benim dediğim oldu.
Biricik Hatice teyzemin
eşi rahmetli Edip amcayı çağırıp kulağına Mehmet Selim dedirttim. Ertesi gün; Cemo
nüfusa gidip sadece Selim yazdırdığı nüfus cüzdanının fotoğrafını bana
gönderdi. Sakin kalmaya çalıştım. Gerçi sakin olmasam ne olacaktı olan olmuştu bir
kere…
Artık evliyaların dolu olduğu bu semtte biz evliyaların üstüne
mi mıçıyorduk bilmediğimiz, şendullar apartmanının son katındaki, bir odası Sibirya
iken diğer odası güney kutbu olan evimizde ismi olan bebeğimizle yaşamaya
başlamıştık.
Henüz toparlanmamıştım ama Selim iyiye gidiyordu. bir gün
bir arkadaş geldi. O gün içimden bir şey yapmak geçmiyordu. Zaten son
zamanlarda mutfağa bir görevmiş gibi giriyor. Yemeği hazırladıktan sonra güney
kutbunda olan odamda çekyat dibinde bebeğimi emzirip kafamı yastığa koyuyordum.
Oturduk, çay ve birkaç bir şey getirdim. Oğluyla gelmişti. Benim
oğlum bir şey yemez diyerek oturmuştu zaten. Çay için bir türlü süzgeç
bulamadım. Çayı öylece üstünde yüzer çaylarıyla önüne koydum.
İçmedi, tabağına elini sürmedi. Oturdu ve kendini anlatmaya
başladı, mükemmel anneliği, mükemmel hayatı ve sorunlarından bahsetti. Kimse benim
nasıl olduğumu sormuyordu. Kimse beni dinlemiyordu. Herkesin kendince sorunu
vardı. Zehir miydi o çay beğenmediyse tekrar koyardım ya da ilişkimiz bir çay
demi kadar mıydı? Kahve de içebilirdi.
Gittikten sonra; şok olmuştum. Bu dünya ne dünyasıydı. İnsanlar
benden ne bekliyorlardı? Bu muydu yani, iyi çay demleyen, muhteşem tabaklar
sunan arkadaşlıklar mı beni bekliyordu. Pijamaları çıkarmalı, üstüme güzel
gecelikler giymeli kucağımda mutluluk pozlarıyla evimde misafir mi
beklemeliydim.
Bu muydu?
İnsanlar sadece kendilerini tatmin etmek istiyorlardı. Püskül
doğurdu, gittik yedik içtik bitti. Aaa bebeğine bak ne giydirmiş? Üstündekini gördün
mü şahane, nereden aldı kim bilir?
Kadına bak ya takmış takıştırmış. Offf gördün mü o tabağı
ben de görmüştüm, çok pahalıydı. Bu muydu yani? Benim çevrem bu muydu?
Gelmiştik, kadın cumhuriyetine…
Ellerimdeki morluklar geçmemişti, kafamdaki karmaşıklık gitmemişti,
evdeki öfkelerim yeni başlamıştı. Ama ben bunlarımı düşünecektim. Çocuğuma hangi
tulumu giysin ben ne giyeyim, ay bir toplansak da okusak üflesek ardından şükür
yerine, yediğimizi içtiğimiz konuşsak!
Öfke nöbetleri
bunları düşündükçe artmıştı. Benim istediğim bu değildi. Zaten bunları yapacak
gücümde, halimde yoktu.
Bir gün kızım okuldan gelmiş annemle dışarı çıkmıştı. Geldiklerinde
annem Selime mavi puantiyeli battaniye ve bir zıbın almıştı. Kızım seçmişti
bunları… İçimden anneannesine masraf yaptı diye kızıyordum. Anne ne gerek var her
şeyi var çocuğun masraf edip durma dedim. Kızım kardeşine yaşışacağını söylüyor
denemek istiyordu. Çemkirdim.
Kızıma ayakkabı almamız için dışarı çıkmamız gerekiyordu.annem
gidin bebek uyuyor dedi. Benim ise hem dışarı çıkmaya ihtiyacım vardı hemde
halsizdim. İstemeyerek gittim. Gittik baktık. Kızım durmadan oradan oraya
gitmek istiyor durmadan bir şeyler almak istiyordu. Gittik ama hiçbir şey
almadan döndük.
O gün tüm öfkemi kızıma boşalttım. Babaannesine gönderdim. Bağırdım
çağırdım ortada hiçbir şey yokken ortalığı yıktım. Tek derdim senin ayakkabın mı?
Görmüyor musun, nelerle uğraşıyorum?Biraz daha anlayışlı ol yeter artık diye
bağırıyordum.
Günlerdir içimde kopan fırtınalar, hiç dinmemişti. Neden işten
ayrıldım neden doğurdum, Cemo neden yemek seçiyor, bu ev neden böyle, bebeğime
neden bakamıyorum, bu kız neden sürekli bir şeyler istiyor, neden benim
ebeveynim gibi davranıyor, neden annem güçsüz neden Cemo sürekli yorgun, neden
ben beceriksizim, neden bunlara sebep oldum neden neden neden?
Annem gitti. Artık toparladığımı düşünüyordu. Öfke nöbetleri
geçirdiğime göre kendime gelmiştim. Aslında köyde çok iş, yatalak babaannem ve
babamın yine milyarder olma umuduyla ekip gittiği bir tarla barbunya vardı.
Sabahları zar zor kalkmaya devam ediyordum. Kızım 4. Sınıfa gidiyordu.
Ve yıl sonu balosuna çok az bir zaman kalmıştı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder