5 Ocak 2019 Cumartesi

BALO


Bu yazıya nereden başlayacağımı bilemiyorum. Her şey kâbustu. Bir bebeğim olmuştu. Artık istediğim gibi evdeydim ama her şey kabusgibi gidiyordu. Okuldaki sorunlar devam ediyordu. Bir süre okuldan alması için babaannesi gitti.
Sonraları Selimi bırakıp gitmeye başladım. Ama okul önü faiz lobisi gibiydi. Kim kime selam vermiş? Kime ne söylemiş? Kim kaç not almış? Kim kimin kalemini kırmış? Kim öğretmene hediye getirmiş? Kimin annesi kiminle kavga etmiş? Akşama ne yesek, kimde otursak kimde kahve içsek?
Benim kimseyi gözüm görmüyordu. Aklım selim’in bu yaşananlardan nasıl etkileneceği konusundaydı. Acaba nörolojik bir sorun olur muydu? Belki ben bir hata yapıyordum. Zaten ona iyi bakamıyordum. ruhnhalim Hiçbir şeyi kaldıracak durumda değildi. Kimsenin derdine derman olacak, basit, eften püften meselelere kafa yoracak halde değildim.
Herkes okul balosuna hazırlanıyordu. Sürekli ne giyileceği neler yapılacağı konuşuyor, insanların tek derdi çocuklarının kiminle dans edeceği, ne giyeceğiydi.
Ben ise bu olayı saçma buluyordum. Madem çocuklar mezun oluyordu pekâlâ kendi aralarında bir parti düzenleyebilirlerdi ama işte günümüzde annelik ne kadar çocuğunla vakit geçirdiğin, ne giydirdiğin, ne aldığındı!
Kızım sürekli gelinlik giymek istediğinden bahsediyordu. Okulda dans için öğretmen eşleştirme yapmış veliler memnun kalmamıştı. Sanki at ile deve! Benim kız ise özgüveni yerindeydi, hangi arkadaşı ile dans etmek istediğini açıkça söylemiş ve bu yüzden öğretmen; onun istediği arkadaşlarıyla dans etmesine izin vermişti.
Boyu yaşıtlarına göre kısa olduğundan, topuklu ayakkabı derdindeydi. Ona gelinlik almayacağımızı onun bir çocuk olduğunu, istediği kıyafeti alacağımı ama gelinlik almayacağımı söyledim. Ne yaptı etti beni gelinlik almaya ikna etti. Ama mağaza girdiğimizde kararını değiştirip, fuşya lazer kesim mini bir elbisede karar kıldı.
Bu sürece gelene kadar kucağımda henüz kırk günlük bir bebek slinginde uyuyor ben ise mağaza mağaza dolaşıyordum.
Halsiz ve bitkindim. Enerjisine yetişemiyordum. Her yetişemediğimde öfke patlamaları yaşıyor ve onu babaannesine gönderiyordum. Uyuyordum. Tabi o da oraya gidip önüne koyulan yemekleri yiyip televizyon seyrediyordu.
Balo; Selim’in doğması gereken tarihten bir hafta sonraydı. Yani ben yeni doğan bir bebekle oraya gidecektim. Düşüncelerim hiç susmuyordu. Ya yine aynı şeyleri yaşarsak? N’apardım? Süt sağıp bıraksam olmazdı. Ben yokken bir şey olsa ben ne yapardım?
Öyle böyle derken gitmem kesinleşti ben hala orada kronik olarak iki aylık ama henüz yeni doğan bir bebekle ne yapacağımı düşünüyordum.
Beğendiği fuşya elbiseyi aldık. Taşlı sindirella topuklularını hazırladık. Onu kuaföre bıraktım. Hemen eve döndüm. O istediği muhteşem topuzu yaptırmış, saçlarına simler döktürmüş, prenses tacını da tam üstüne koydurmuş beni bekliyordu.
Bence o günün, en güzel anı; kapının önünde, upuzun saçları, yanlara attığı kakülleri, mavi etekli üstü gipürlü elbisesiyle evin merdiveninde fotoğrafını çektiğim andı.
Ama o kadın gibi yani büyük bir kadın gibi olmayı tercih etmişti.
Ben ise önce hazırlamam gereken bir bebeğin telaşıyla acele ediyordum. Selimi ablasının hiç kullanmadığımız pusetinin içine yerleştirdim. Uyuyordu. Yedek eşyalarını aldım. Elimde puset, önümde topuklu ayakkabı ile yürüyen kızımla taksi bulana kadar yürüdüm.
Balo deniz kenarında öğretmen evindeydi. Yolda hala Selime bir şey olursa diye kaygılanıyordum. Geldiğimizde; şıkır şıkır giyinmiş, kuaförlerde zaman geçirdikleri herhalllerinden belli olan hemcinslerim en şık kıyafetlerini giymiş masalara oturmuştu.Çocuklarda masalardan yer kapma heyecanıyla balo gelinliklerinin kırışmalarına aldırmadan oturuyorlardı.
Mavi kotum, siyah tişörtüm ve şiş gözlerim görünmesin diye taktığım gözlüklerim, kolumda zor taşıdığım bebeğimle, ayrılmış olan yerime oturmak için  hızlı adımlar atıyordum.
Yerimiz; cam kenarıydı, masaya puseti koydum. Selim uyuyordu. bir an kızımın hızlıca masaya koştuğunu ve onu kontrol etmediğimi fark ettim.
Kızıma yer ayrılmamıştı. Sınıftan birinin ablası da balo da ve gelinliğiyle  gelip yer kapmış sayısınca hazırlanan sandalyelerden kalmamıştı. Bir sandalye bulunup getirilirken biz göz göze geldik. Gözlerimi kaçırdım.
Kendisi halletti diye düşündüm. Çok sonraları aslında ne kadar dışlanan bir çocuk olduğunu anladım. Ve bunu veliler umursamıyordu. Çünkü birçoğu benden de hoşlanmıyordu.
Bu hislerimiz karşılıklıydı. Ama ben kafamdaki düşüncelerden bir sıyrılsam konuşabilecektim de işte o düşünceler beni bırakmıyordu. Bence matematikten önce çocuklara insan olmayı öğretmek gerekiyordu.
Kızım arkadaşının kalemini kendi kalemi sanıp, arkadaşının kalemini aldığını düşündüğünde ve bu bütün sınıfta bir yanlış anlamayla ortaya çıktığında ona iyice anlatmış arkadaşından özür diletmiş ve o çocuğun bu durumdan etkilenmemesi için elimden geleni yapmıştım.
Bir gece yarısı yazı yazmak için kalemini alan bendim!
Ama işte insanlar, akademik başarının mutluluk getireceğine inanıyorlar. Buna eğitmenleri de dâhil etmek gerekiyor. Çünkü başarılı çocuğun yanlışlarını, haksızlıklarını görmezden gelerek hayata bir acımasız patron, lider vs yetiştiriyorlar.
Kimse bunun farkında değil. Çocuğu TV karşısında oturup Acun programlarını izlerken etkilendiğini düşünmeyen ebeveynler, Aziz Nesin kitaplarından korkuyorlar.
Bunları da gördük. Saftrik kitaplarının çocuğu üzerinde psikolojik ve ahlaki çöküntü yaşadığını düşünen bir ebeveyn sınıfa getirip örnek olunmaması gerektiğini söylerken. Sınıfa getiren kişinin anası olarak en arka sıralarda ben sessizce dinliyordum. 
Tıpkı neredeyse her gün beslenmesine bir tane daha eklettirdiği, çok sevdiği arkadaşının annesi; ‘Bu sınıfta Sıladan başka insan yok mu? Ben onunla arkadaş olmasını istemiyorum.’ dediği gün yaptığım gibi sessizce oturuyordum.
 Alma beğenmiyorsan alma! Okumuyorsan alma!

Yok ! Ne isterdiniz ? Sizin kızınız ne istiyordu? neden bu kadar yakın olmalarından korkuyorsunuz?

İşte bunu o zaman söyleyemiyorsun. Hemcinslerim arasında öyle bir hiyerarşi var ki; bunu anlamak mümkün değil. Birinin empoze ettiği bir düşünceyi,  anlattığı bir olayı; nasıl yorumlamadan sende düşünebilirsin? Bir şeye nasıl körü körüne inanabilirsin. Başka bir mümküniyete inanmak bu kadar zor olabilir mi?
Şıklıklarıyla yarışan, hemcinslerim ortada erik dalı oynarlarken, ben kenarda acıların çocuğu edasıyla emzirecek yer arıyordum.
O anda arkadaşım yanıma gelip bana bir sandalye ayarlayıp kapalı salonda üstümüzü örtmese basıp gitmeyi planlıyordum.
Neyse ki Gonca bunu da hatırlamaz!
Bu okul bitene kadar, zor günler beni bekliyordu.
Deneyimli bir ev hanımı değildim. Dahası, çok fazla sorguluyor ve düşünüyordum.

Hiç yorum yok: