BALO
Bu yazıya nereden başlayacağımı bilemiyorum. Her şey kâbustu.
Bir bebeğim olmuştu. Artık istediğim gibi evdeydim ama her şey kabusgibi gidiyordu.
Okuldaki sorunlar devam ediyordu. Bir süre okuldan alması için babaannesi
gitti.
Sonraları Selimi bırakıp gitmeye başladım. Ama okul önü faiz
lobisi gibiydi. Kim kime selam vermiş? Kime ne söylemiş? Kim kaç not almış? Kim
kimin kalemini kırmış? Kim öğretmene hediye getirmiş? Kimin annesi kiminle
kavga etmiş? Akşama ne yesek, kimde otursak kimde kahve içsek?
Benim kimseyi gözüm görmüyordu. Aklım selim’in bu yaşananlardan
nasıl etkileneceği konusundaydı. Acaba nörolojik bir sorun olur muydu? Belki ben
bir hata yapıyordum. Zaten ona iyi bakamıyordum. ruhnhalim Hiçbir şeyi
kaldıracak durumda değildi. Kimsenin derdine derman olacak, basit, eften püften
meselelere kafa yoracak halde değildim.
Herkes okul balosuna hazırlanıyordu. Sürekli ne giyileceği
neler yapılacağı konuşuyor, insanların tek derdi çocuklarının kiminle dans edeceği,
ne giyeceğiydi.
Ben ise bu olayı saçma buluyordum. Madem çocuklar mezun
oluyordu pekâlâ kendi aralarında bir parti düzenleyebilirlerdi ama işte
günümüzde annelik ne kadar çocuğunla vakit geçirdiğin, ne giydirdiğin, ne
aldığındı!
Kızım sürekli gelinlik giymek istediğinden bahsediyordu. Okulda
dans için öğretmen eşleştirme yapmış veliler memnun kalmamıştı. Sanki at ile deve!
Benim kız ise özgüveni yerindeydi, hangi arkadaşı ile dans etmek istediğini
açıkça söylemiş ve bu yüzden öğretmen; onun istediği arkadaşlarıyla dans
etmesine izin vermişti.
Boyu yaşıtlarına göre kısa olduğundan, topuklu ayakkabı
derdindeydi. Ona gelinlik almayacağımızı onun bir çocuk olduğunu, istediği
kıyafeti alacağımı ama gelinlik almayacağımı söyledim. Ne yaptı etti beni
gelinlik almaya ikna etti. Ama mağaza girdiğimizde kararını değiştirip, fuşya
lazer kesim mini bir elbisede karar kıldı.
Bu sürece gelene kadar kucağımda henüz kırk günlük bir bebek
slinginde uyuyor ben ise mağaza mağaza dolaşıyordum.
Halsiz ve bitkindim. Enerjisine yetişemiyordum. Her yetişemediğimde
öfke patlamaları yaşıyor ve onu babaannesine gönderiyordum. Uyuyordum. Tabi o
da oraya gidip önüne koyulan yemekleri yiyip televizyon seyrediyordu.
Balo; Selim’in doğması gereken tarihten bir hafta sonraydı.
Yani ben yeni doğan bir bebekle oraya gidecektim. Düşüncelerim hiç susmuyordu. Ya
yine aynı şeyleri yaşarsak? N’apardım? Süt sağıp bıraksam olmazdı. Ben yokken bir
şey olsa ben ne yapardım?
Öyle böyle derken gitmem kesinleşti ben hala orada kronik
olarak iki aylık ama henüz yeni doğan bir bebekle ne yapacağımı düşünüyordum.
Beğendiği fuşya elbiseyi aldık. Taşlı sindirella
topuklularını hazırladık. Onu kuaföre bıraktım. Hemen eve döndüm. O istediği
muhteşem topuzu yaptırmış, saçlarına simler döktürmüş, prenses tacını da tam
üstüne koydurmuş beni bekliyordu.
Bence o günün, en güzel anı; kapının önünde, upuzun saçları,
yanlara attığı kakülleri, mavi etekli üstü gipürlü elbisesiyle evin
merdiveninde fotoğrafını çektiğim andı.
Ama o kadın gibi yani büyük bir kadın gibi olmayı tercih
etmişti.
Ben ise önce hazırlamam gereken bir bebeğin telaşıyla acele ediyordum.
Selimi ablasının hiç kullanmadığımız pusetinin içine yerleştirdim. Uyuyordu. Yedek
eşyalarını aldım. Elimde puset, önümde topuklu ayakkabı ile yürüyen kızımla
taksi bulana kadar yürüdüm.
Balo deniz kenarında öğretmen evindeydi. Yolda hala Selime bir
şey olursa diye kaygılanıyordum. Geldiğimizde; şıkır şıkır giyinmiş,
kuaförlerde zaman geçirdikleri herhalllerinden belli olan hemcinslerim en şık
kıyafetlerini giymiş masalara oturmuştu.Çocuklarda masalardan yer kapma heyecanıyla
balo gelinliklerinin kırışmalarına aldırmadan oturuyorlardı.
Mavi kotum, siyah tişörtüm ve şiş gözlerim görünmesin diye
taktığım gözlüklerim, kolumda zor taşıdığım bebeğimle, ayrılmış olan yerime
oturmak için hızlı adımlar atıyordum.
Yerimiz; cam kenarıydı, masaya puseti koydum. Selim uyuyordu.
bir an kızımın hızlıca masaya koştuğunu ve onu kontrol etmediğimi fark ettim.
Kızıma yer ayrılmamıştı. Sınıftan birinin ablası da balo da
ve gelinliğiyle gelip yer kapmış
sayısınca hazırlanan sandalyelerden kalmamıştı. Bir sandalye bulunup
getirilirken biz göz göze geldik. Gözlerimi kaçırdım.
Kendisi halletti diye düşündüm. Çok sonraları aslında ne
kadar dışlanan bir çocuk olduğunu anladım. Ve bunu veliler umursamıyordu. Çünkü
birçoğu benden de hoşlanmıyordu.
Bu hislerimiz karşılıklıydı. Ama ben kafamdaki düşüncelerden
bir sıyrılsam konuşabilecektim de işte o düşünceler beni bırakmıyordu. Bence matematikten
önce çocuklara insan olmayı öğretmek gerekiyordu.
Kızım arkadaşının kalemini kendi kalemi sanıp, arkadaşının
kalemini aldığını düşündüğünde ve bu bütün sınıfta bir yanlış anlamayla ortaya çıktığında
ona iyice anlatmış arkadaşından özür diletmiş ve o çocuğun bu durumdan
etkilenmemesi için elimden geleni yapmıştım.
Bir gece yarısı yazı yazmak için kalemini alan bendim!
Ama işte insanlar, akademik başarının mutluluk getireceğine
inanıyorlar. Buna eğitmenleri de dâhil etmek gerekiyor. Çünkü başarılı çocuğun yanlışlarını,
haksızlıklarını görmezden gelerek hayata bir acımasız patron, lider vs
yetiştiriyorlar.
Kimse bunun farkında değil. Çocuğu TV karşısında oturup Acun
programlarını izlerken etkilendiğini düşünmeyen ebeveynler, Aziz Nesin
kitaplarından korkuyorlar.
Bunları da gördük. Saftrik kitaplarının çocuğu üzerinde
psikolojik ve ahlaki çöküntü yaşadığını düşünen bir ebeveyn sınıfa getirip
örnek olunmaması gerektiğini söylerken. Sınıfa getiren kişinin anası olarak en
arka sıralarda ben sessizce dinliyordum.
Tıpkı neredeyse her
gün beslenmesine bir tane daha eklettirdiği, çok sevdiği arkadaşının annesi;
‘Bu sınıfta Sıladan başka insan yok mu? Ben onunla arkadaş olmasını
istemiyorum.’ dediği gün yaptığım gibi sessizce oturuyordum.
Alma beğenmiyorsan alma! Okumuyorsan alma!
Yok ! Ne isterdiniz ? Sizin kızınız ne istiyordu? neden bu kadar yakın olmalarından korkuyorsunuz?
İşte bunu o zaman söyleyemiyorsun. Hemcinslerim arasında
öyle bir hiyerarşi var ki; bunu anlamak mümkün değil. Birinin empoze ettiği bir
düşünceyi, anlattığı bir olayı; nasıl
yorumlamadan sende düşünebilirsin? Bir şeye nasıl körü körüne inanabilirsin. Başka
bir mümküniyete inanmak bu kadar zor olabilir mi?
Şıklıklarıyla yarışan, hemcinslerim ortada erik dalı
oynarlarken, ben kenarda acıların çocuğu edasıyla emzirecek yer arıyordum.
O anda arkadaşım yanıma gelip bana bir sandalye ayarlayıp
kapalı salonda üstümüzü örtmese basıp gitmeyi planlıyordum.
Neyse ki Gonca bunu da hatırlamaz!
Bu okul bitene kadar, zor günler beni bekliyordu.
Deneyimli bir ev hanımı değildim. Dahası, çok fazla
sorguluyor ve düşünüyordum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder