DELİ GERÇEK
Hayatımızdaki belirsizlikleri düşünüyor, endişelerimle boğuşuyordum.
Kafam doluydu. Sürekli bu evde ne kadar oturacağımızı, ev alıp alamayacağımızı,
Selim’in gelişiminde bir sorun olup olmayacağını düşünüyordum.
Bir zamanlar ortaokulda okuyan, Hasan Ustanın tanıdığı kocam
artık bir şirkette teknik eleman olmuş ve üniversite okuyordu. Her hafta çıraklık
eğitim merkezine; gri pantolonu beyaz gömleği ve mavi ceketini giydikten sonra
bir türlü doğru düzgün bağlayamadığımız kravatını cebine koyuyor okula gidiyordu.
Artık; ustalık kalfalık ve mesleğiyle ilgili tüm eğitimleri almış ve kurumsal
bir şirkette çalışıyordu.
Ama ben bir türlü okumayı becerememiştim. Mesleğimle ilgili
olmayan muhasebeyi bitirmiş, üstüne sağlık kurumları işletmeciliğini okumuş ve
lisans tamamlama yapıyordum. Ama örgün ve özel bir üniversitede kazandığım
röntgen teknisyenliğine gitmemiştim. Tıpkı şimdi gibi gelecek kaygısı ile okula
son anda kaydımı yaptırmaktan vazgeçmiştim.
Evimde olmayı, çocuk doğurmayı, yemek yapmayı, örgü örmeyi,
dikiş dikmeyi, kitap okumayı seçmiştim.
Seçmiştim ama bunların hiçbirini yapmıyordum. Halsizliğim ve
düşüncelerim beni durmadan bir boşlukta bırakıyordu. Yazmaktan nefret ediyor. İki
satır yazınca saçmaladığımı düşünüyordum.
Motive olmak için Cemo’nun hediye ettiği kalem ile turuncu
çizgisiz defterime sürekli saçmalıklarımı dolduruyordum.
Gelen gidenler oluyor. Ve sürekli kendi mükemmel
anneliklerinde bahsediyorlardı. Bir gün bir hemcinsim süper anneliğinden
bahsederken, ‘ Görmeden inanmam’ dedim. Ortam buz gibi soğudu. Herkes birbirine
bakıyordu. Yine aynı bahisler açıldığında ‘Hülyanın gözleri de ne güzel mavi değilmi?’
demiştim.(Hülya kimdi yav ? Bakışmalar) Artık insanların saçmaladıklarını
düşünmelerini istiyordum. Onlar benim delirdiğimi düşündüler.
Mesele bu değildi. Madem siz bebek ziyaretine gidiyordunuz
ve karşınızda zor bir dönemden geçmiş anne vardı daha süper bir anne olduğunuz
iddia etmeyecektiniz.
Bu ne ya?
Doğumun zorluğu yoktur. Tüm anneler aynı acıyı çekmiştir.
Tüm annelerin endişeleri kaygıları aynıdır. Yalnızca bunları dile getirmezler. En
güçlüsü onlar olmak zorundaymış gibi sanki bu normalmiş gibi anlatırlar.
Öyle değil işte!
Teorikte her şey görünür, onlarca kişisel gelişim kitabı
okursun da annelik pratiğine geldiğinde o iş öyle olmuyor. Çok kesin konuşmuş
olmayayım. Benimki öyle değildi.
Siz burada her şeyin en mutlu en güzel dakikalarını beklide saniyelerini
görüyorsunuz ama işin gerçeği o an olmuyor.
Mutlu bir aile fotoğrafının arkasında mutfaktaki dağınıklığı
düşünen, bu gece bebeğim uyusa da bende uyusam diyen, bir anne, tv karşısında
göbeğini kaşıyarak yatan bir baba,derslerini yapmamak için bin dereden su
getiren , tv ve tablet başından kalkmayan çocuklar olabiliyor. Yani benim
oluyordu.
Evde televizyon yoktu. Memlekete annemlere götürmüştük. Amacım
beraber daha çok vakit geçirebilmekti. Tabi kayınvalidem eski tüplü
televizyonunu bizim evin kapısına koyup bir televizyonsuz evin olmayacağını
dikta edene kadar.
Bizimkilerde bayram ettiler. Evde tüplü televizyon sevinci
yaşayıp anten bağlayan kocam, damlayan musluğu değiştirmiyordu.
İtiraf edeyim o antenin kablosunu aralardan kırmaya
çalıştım. En sonunda Cemo kabloyu camdan çıkarttı. O dolabın üstüne nasıl geldiğine
ve bu denli kestiğine inanamıyordu. Çözüm vardı arkasındaki giriş soketini
bozuyordum. Taaa ki sabitleyene kadar.
Bunlar evliliğimizde yaptığım en masum entrikalardı. Ama tabi
o tüplü televizyondan eve dev ekran bir plazma alana kadar vazgeçmediler. Uğraşsam
onu da hallederimde, uğraşmadım. Çünkü televizyon olayına eskisi kadar sert
bakmıyorum. Eğer televizyon izlemeyen bir eşim olursa ben bu yazıları nasıl
yazacağım? Seyret kocacım ama lütfen A haber ve A2 den uzak dur. Bence A’ların tümünden
uzak dur!
Televizyon seyretmesinler çocuğa telefon tablet
yaklaştırmasınlar. Mümkünse uzak dursunlar diyordum kendime… Ellerinizi yıkayın,
duşa girin, mutfağı toplayın, bulaşık makinesini iki oda öteden boşaltın,
yastıkları dağıtmayın, kitapları kurcalamayın, bacak bacak üstüne atıp
göbeğiniz kaşımayın. Ses çıkartmayın, bağırmayın, müzik aleti yasak, şarkı
söylemek yasak!
Tam bir Püskül diktatörlüğü!
Bazen Cemo ‘ Biliyor musun?
iki yaşına geldiğinde çok farklı düşünecekmişsin.’ diyordu. Bu davranışlarım ve
ruh halim hakkında demek ki araştırma yapmıştı.
Ya da bana; en fazla iki yıl daha bu yeni Püskül’e
katlanabilirim demek istiyordu. Bu daha büyük ihtimal çünkü bir şeyi söylemek
istediğim zaman asla ima yoluna başvurmazdım. Hayatım boyunca net olmayı
seçmiştim. İma ve kinaye benim için saçma sapan bir şeydi. Net insanlar her
zaman kazanırlar. O an kaybetmiş olduklarını zannetseler bile günün birinde
kazanırlar. Aklıma geldi artık imayı da kaldırayım bu evden. Kapının üstüne; ‘Ne
söylemek istiyorsan söyle, uzatma!’ Yazmalı.
Evdeki bu durum okula da, işe de yansıyordu. Evliliğimizde çok
daha zor günler geçirmiş olmamıza rağmen, Selim doğduktan sonra resmen ikimizde
saçları beyazlamıştı. Kızımda ilkokulu
bitirmek üzereydi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder