17 Ocak 2019 Perşembe

İLK OKUL -3


İlkokul 2. Sınıfa geçtiğinde daha aktiftim. Yeni arkadaşlıklar edinmiştim. iş yerinden ufak tefek izinleri rahatlıkla alabiliyordum. Kendime de daha çok zaman ayırmaya çalışıyordum. Evin yükü devam ediyordu.
Artık yeni bir hayata başlama hevesindeydim. Okuyacaktım. Bunun için üniversite giriş sınavına kaydoldum. Hem okuyacak, hem çalışacaktım. Kızımın naklini tam gün bir okula alırsam, her şey istediğim gibi olacaktı. Haftada üç gün akşamları okula giderim, işten belki izin alırım diye düşünüyordum.
Yapardım ne olacak ki?
Okul hayatına yeni başlayan kızım çok mutluydu. Enerjisi yerindeydi. Birinci sınıfın stresini atmıştık. Üstelik anaokulundan arkadaşı, geçici olarak onların okulunda başka bir sınıfta eğitim alacaktı.
Nesliydi, bunu duyduğuma çok sevinmiştim. Yürüyüş arkadaşı bulmuştum. Zaten sosyalleşmeye başlamıştım. Ve sabahları işyerine yürümek için bir yoldaş bulmuştum.
Okuldan da arkadaşlarım vardı. Kızımın arkadaşlarının annelerini kendime uygun olanları seçmiştim. Seçmemiştim aslında, bu iş olağan bir şekilde gerçekleşmişti. Sadece sonradan meşhur ezici sınıf anası doğum yapmış yerine, Mardinli arkadaşım Zoze geçmişti.
Gonca ile ise arkadaşlığımız; bir okul gezisinde pekişmişti. Birbirimize hikâyelerimizi anlatmış ve bıkmadan dinlemiştik.
Zoze ile ise çocukları tiyatroya götürmüş, ardından annesinin evinde kahve içip sohbet etmiştik. Annesinin enjeksiyonu yapılması gerekiyordu, yardımcı olmuştum. Benimle arkadaşlığını o da pekiştirmek istiyordu.
Sınıfta birçok hemcinsim vardı. Özellikle kız anneleriyle yakınlık kurmak istiyordum. Bunu açıkça dile getirmiş olmama rağmen kimse yanaşmıyordu. O zamanlar mimliydim.
Zoze de Gonca da erkek anasıydı ve çocuklarla birlikte vakit geçirmek zordu.  Zoze ye sık sık ziyarette bulunuyordum. Bazen o beni arıyor bazen de ben gerekli durumlarda ona veya annesine uğruyordum.
Nesli …
Onun yeri apayrı. Bir yıl boyunca yürüdük. O konuştu ben dinledim. Ben konuştum o dinledi. Ne konuşmaktan ne de dinlemekten yorulduk. Bazen kahvaltı etsem bile bir kafede oturur enikonu çay içer kahvaltı ederdik. İştahla ikinci kez kahvaltı edişimi seyrederdi.  O da benim gibi yoğun çalışıyordu. Etkinliklere katılmaya fırsat bulamıyordu ama biz her fırsatı değerlendirmeye çalışıyorduk.
En kötü iç döküşlerimiz de bile kahkaha atacak bir neden buluyorduk. Yetişkin bir kadındı. Yetişmişti ve benim içimdeki coşkuyu, heyecanı dışa vurmamı sağlıyordu. En önemlisi netti. Bir şeyi lafı dolandırmadan söylüyordu. Tükenmeyen kelimelerimi anlıyor, dinlemekten bıkmıyordu.
Sabahları heyecanla okula gidiyor okulun önünde onu bekliyor. Bugün ne konuşacağız, acaba nerede oturacağız diye merak ediyordum.
Kızıma da arkadaşıyla olmak iyi gelmişti. Aynı sınıfta değillerdi ama birbirlerini kısacık teneffüslerde bulabiliyorlardı. Sınıfına yeni bir arkadaşı gelmiş yan yana oturuyorlardı. Annesi hafız, baba karayollarında ihale işleri yapıyordu. Dört çocuklu bir ailenin ikinci çocuğuydu.
Kızım o kadar seviyordu ki her akşam ertesi gün arkadaşına ne hediye götüreceğini düşünüyordu. Her gün beslenmeye bir sandeviç, bir meyve daha ekletiyordu. Bu benim çok hoşuma gidiyor onun iyi bir kız arkadaşı olmasını destekliyordum.
Okumayı bir türlü becerememişti. Yazma da yine sıkıntılar vardı. Benim gibi okumayı seven biri değildi. Geceleri uyumadan önce mutlaka kitap okurduk artık onun bir sayfa benim bir sayfa okumam şeklinde yol almıştık.
Kelimeleri,  yanlış okuyor, bazı yazıları tersten yazıyordu. Aslına bakarsanız sıkıştırılmış bir hayat yaşıyorduk. Akşamları eve gelip, yemek yememiz saat dokuzu buluyordu. Çünkü Cemo sekizde evde oluyordu. Dokuzdan sonra benim uykum geliyor ve yapmam gereken bir işim oluyordu.
Kızım ise bir türlü kendiliğinden dersleri yapmıyor ya da fazlasıyla yapıyor, yaptıklarının hepsi bazen yanlış oluyordu. Çemkiriyordum. Bir sürü işim olduğunu artık büyüdüğünü sadece zorlandığı yerlerde bana gelmesini söylüyordum ama mutfaktan bin beş yüz kere başına gidiyordum.
Şimdiki aklım olsa kesinlikle ilk üç yıl yanında oturur, dersi bittikten sonra işime bakardım. Kafamda işler öyle büyüyordu ve Cemo öyle yorgun oluyordu ki; her şeye acele ediyordum.
Okulda ise daha aktiftim. Öğretmen bazen beni bir takım işler için çağırıyor, bazen ise iletişime geçiyordu. Bazı hemcinslerime karşı ise ön yargılıydım. Mesleki tecrübelerime dayanarak kişisel çıkarlarından başka bir şey düşünemeyen, oturduğu yerden ahkâm kesip, kendinden başkasını gözü görmeyen insanlar olduğunu düşünüyor uzak duruyordum.
Bir tanesi bir okul pikniğinde; bağıra bağıra kıyafetlerim ve gözlüklerimle dalga geçecek kadar kendine güvenen yüreksiz insan tipindeydi. Diğeri bu sözleri duyup muhteşem kahkahasını atan diğer tip. Saçma geliyor değil mi? Çocuklar değil anaları çocuk gibi… Çocuklar bile böyle ukala davranışlar içerisinde bulunmaz!
Sadece bu değil bir veli toplantısında, kızımın en yakın arkadaşı olma aşamasındaki veli en öndeki sandalyeden, “Bu sınıfta ondan başka kimse yok mu?“ diye sorguluyordu. Aslında fitili 3. Atom ateşlemişti. Önce ona çocuğunuza beslenme koyun, daha çok ilgilenin diye serzenişte bulunmuş, artından ateş bana gelmişti. Hiçbir şey dememiştim. Ne diyebilirdim ki? Desem bu zihniyet değişir miydi? Değişmezdi. Kuyruğu sıkışan kedi gibi tırmalayan insandan ne beklenir?
O kadar saçma sapan cümlelerin uçtuğu toplantılar oluyordu ki; en arkada sessizce beklemek bana iyi geliyordu. Zaten bir şey söyleyecek söylerdi. Bir anne diğer anneye sizin oğlunuz sürekli dışarıda oynuyor benim oğlumda istiyor lütfen onu içeride tutun diyordu.
Düşünsenize hangisi daha şanslı sizce? Saçma sapan konuşmalar devam ediyordu. Sınıfa getirilen kitapların ahlaki değerlerinden bahseden anne tam takım yemek takımını öğretmenler odasına kurup ziyafet çeken eski sınıf anasıydı.
Sessizce arkalarda kalmak ve bu saçmalığa şahit olmak beni yoruyordu.
Okul meselesi olursa kesinlikle tam gün okula başlaması gerekiyordu. Ve daha çok çalışan anne babaların olduğu bir okul olmalı.  Evde oturup kafasında saçma sapan şeyler kuran, kendiyle mutlu olmayan insanlardan daha uzak olmalıydım.
Bundan sonra değişmeye başladım. Artık kızım okula bir şey götürmesine arkadaşına hediyeler almasına kızmaya başladım. Öğretmenine sürekli hediye götürmek istemesine sinir oluyordum. Bunu bir çeşit insanları kendine bağlama yolu olarak kullandığını düşünüyordum.
Bir akşam iş çıkışı Zoze’nin annesinin evine gitmiştim. Tam çıkışta Zoze kızımın bugün anneler günü için öğretmenine çiçek getirdiğini söyledi haberim yoktu. Babaannesiyle ayarlamışlar. Zoze bunun doğru olup olmadığını sorguluyordu.
Eve hışımla gittim. Kapıyı açtığımda kızım üzerime atladı. Sakin değildim. Anne öğretmenime çiçek götürdük,  çok sevindi diyordu. Ben hem ona hemde kayınvalideme çok abarttıklarını, artık yeter bir şeyler vermekten vazgeçmeleri gerektiğini söylüyordum.
Sen neden karışıyorsun ki? Diyerek hışımla döndü annem. Evine git dedi. Kızım ne olduğunu anlamadı. Eve gidince ona da çemkirdim.
Bu yıl okulu kazanırsam kayınvalidem akşamları kızıma nasıl bakacaktı. Onu iyice sinirlendirmiştim. Kızıma da çemkirmiştim.

Hiç yorum yok: