İLK OKUL -3
İlkokul 2. Sınıfa geçtiğinde daha aktiftim. Yeni
arkadaşlıklar edinmiştim. iş yerinden ufak tefek izinleri rahatlıkla alabiliyordum.
Kendime de daha çok zaman ayırmaya çalışıyordum. Evin yükü devam ediyordu.
Artık yeni bir hayata başlama hevesindeydim. Okuyacaktım. Bunun
için üniversite giriş sınavına kaydoldum. Hem okuyacak, hem çalışacaktım. Kızımın
naklini tam gün bir okula alırsam, her şey istediğim gibi olacaktı. Haftada üç
gün akşamları okula giderim, işten belki izin alırım diye düşünüyordum.
Yapardım ne olacak ki?
Okul hayatına yeni başlayan kızım çok mutluydu. Enerjisi yerindeydi.
Birinci sınıfın stresini atmıştık. Üstelik anaokulundan arkadaşı, geçici olarak
onların okulunda başka bir sınıfta eğitim alacaktı.
Nesliydi, bunu duyduğuma çok sevinmiştim. Yürüyüş arkadaşı bulmuştum.
Zaten sosyalleşmeye başlamıştım. Ve sabahları işyerine yürümek için bir yoldaş
bulmuştum.
Okuldan da arkadaşlarım vardı. Kızımın arkadaşlarının
annelerini kendime uygun olanları seçmiştim. Seçmemiştim aslında, bu iş olağan
bir şekilde gerçekleşmişti. Sadece sonradan meşhur ezici sınıf anası doğum
yapmış yerine, Mardinli arkadaşım Zoze geçmişti.
Gonca ile ise arkadaşlığımız; bir okul gezisinde pekişmişti.
Birbirimize hikâyelerimizi anlatmış ve bıkmadan dinlemiştik.
Zoze ile ise çocukları tiyatroya götürmüş, ardından
annesinin evinde kahve içip sohbet etmiştik. Annesinin enjeksiyonu yapılması
gerekiyordu, yardımcı olmuştum. Benimle arkadaşlığını o da pekiştirmek
istiyordu.
Sınıfta birçok hemcinsim vardı. Özellikle kız anneleriyle
yakınlık kurmak istiyordum. Bunu açıkça dile getirmiş olmama rağmen kimse
yanaşmıyordu. O zamanlar mimliydim.
Zoze de Gonca da erkek anasıydı ve çocuklarla birlikte vakit
geçirmek zordu. Zoze ye sık sık
ziyarette bulunuyordum. Bazen o beni arıyor bazen de ben gerekli durumlarda ona
veya annesine uğruyordum.
Nesli …
Onun yeri apayrı. Bir yıl boyunca yürüdük. O konuştu ben
dinledim. Ben konuştum o dinledi. Ne konuşmaktan ne de dinlemekten yorulduk. Bazen
kahvaltı etsem bile bir kafede oturur enikonu çay içer kahvaltı ederdik.
İştahla ikinci kez kahvaltı edişimi seyrederdi.
O da benim gibi yoğun çalışıyordu. Etkinliklere katılmaya fırsat
bulamıyordu ama biz her fırsatı değerlendirmeye çalışıyorduk.
En kötü iç döküşlerimiz de bile kahkaha atacak bir neden
buluyorduk. Yetişkin bir kadındı. Yetişmişti ve benim içimdeki coşkuyu,
heyecanı dışa vurmamı sağlıyordu. En önemlisi netti. Bir şeyi lafı
dolandırmadan söylüyordu. Tükenmeyen kelimelerimi anlıyor, dinlemekten
bıkmıyordu.
Sabahları heyecanla okula gidiyor okulun önünde onu
bekliyor. Bugün ne konuşacağız, acaba nerede oturacağız diye merak ediyordum.
Kızıma da arkadaşıyla olmak iyi gelmişti. Aynı sınıfta
değillerdi ama birbirlerini kısacık teneffüslerde bulabiliyorlardı. Sınıfına
yeni bir arkadaşı gelmiş yan yana oturuyorlardı. Annesi hafız, baba
karayollarında ihale işleri yapıyordu. Dört çocuklu bir ailenin ikinci
çocuğuydu.
Kızım o kadar seviyordu ki her akşam ertesi gün arkadaşına
ne hediye götüreceğini düşünüyordu. Her gün beslenmeye bir sandeviç, bir meyve
daha ekletiyordu. Bu benim çok hoşuma gidiyor onun iyi bir kız arkadaşı
olmasını destekliyordum.
Okumayı bir türlü becerememişti. Yazma da yine sıkıntılar
vardı. Benim gibi okumayı seven biri değildi. Geceleri uyumadan önce mutlaka
kitap okurduk artık onun bir sayfa benim bir sayfa okumam şeklinde yol
almıştık.
Kelimeleri, yanlış okuyor,
bazı yazıları tersten yazıyordu. Aslına bakarsanız sıkıştırılmış bir hayat yaşıyorduk.
Akşamları eve gelip, yemek yememiz saat dokuzu buluyordu. Çünkü Cemo sekizde
evde oluyordu. Dokuzdan sonra benim uykum geliyor ve yapmam gereken bir işim
oluyordu.
Kızım ise bir türlü kendiliğinden dersleri yapmıyor ya da
fazlasıyla yapıyor, yaptıklarının hepsi bazen yanlış oluyordu. Çemkiriyordum. Bir
sürü işim olduğunu artık büyüdüğünü sadece zorlandığı yerlerde bana gelmesini
söylüyordum ama mutfaktan bin beş yüz kere başına gidiyordum.
Şimdiki aklım olsa kesinlikle ilk üç yıl yanında oturur,
dersi bittikten sonra işime bakardım. Kafamda işler öyle büyüyordu ve Cemo öyle
yorgun oluyordu ki; her şeye acele ediyordum.
Okulda ise daha aktiftim. Öğretmen bazen beni bir takım
işler için çağırıyor, bazen ise iletişime geçiyordu. Bazı hemcinslerime karşı
ise ön yargılıydım. Mesleki tecrübelerime dayanarak kişisel çıkarlarından başka
bir şey düşünemeyen, oturduğu yerden ahkâm kesip, kendinden başkasını gözü
görmeyen insanlar olduğunu düşünüyor uzak duruyordum.
Bir tanesi bir okul pikniğinde; bağıra bağıra kıyafetlerim
ve gözlüklerimle dalga geçecek kadar kendine güvenen yüreksiz insan tipindeydi.
Diğeri bu sözleri duyup muhteşem kahkahasını atan diğer tip. Saçma geliyor
değil mi? Çocuklar değil anaları çocuk gibi… Çocuklar bile böyle ukala
davranışlar içerisinde bulunmaz!
Sadece bu değil bir veli toplantısında, kızımın en yakın
arkadaşı olma aşamasındaki veli en öndeki sandalyeden, “Bu sınıfta ondan başka
kimse yok mu?“ diye sorguluyordu. Aslında fitili 3. Atom ateşlemişti. Önce ona
çocuğunuza beslenme koyun, daha çok ilgilenin diye serzenişte bulunmuş,
artından ateş bana gelmişti. Hiçbir şey dememiştim. Ne diyebilirdim ki? Desem bu
zihniyet değişir miydi? Değişmezdi. Kuyruğu sıkışan kedi gibi tırmalayan
insandan ne beklenir?
O kadar saçma sapan cümlelerin uçtuğu toplantılar oluyordu
ki; en arkada sessizce beklemek bana iyi geliyordu. Zaten bir şey söyleyecek
söylerdi. Bir anne diğer anneye sizin oğlunuz sürekli dışarıda oynuyor benim
oğlumda istiyor lütfen onu içeride tutun diyordu.
Düşünsenize hangisi daha şanslı sizce? Saçma sapan
konuşmalar devam ediyordu. Sınıfa getirilen kitapların ahlaki değerlerinden
bahseden anne tam takım yemek takımını öğretmenler odasına kurup ziyafet çeken
eski sınıf anasıydı.
Sessizce arkalarda kalmak ve bu saçmalığa şahit olmak beni
yoruyordu.
Okul meselesi olursa kesinlikle tam gün okula başlaması
gerekiyordu. Ve daha çok çalışan anne babaların olduğu bir okul olmalı. Evde oturup kafasında saçma sapan şeyler
kuran, kendiyle mutlu olmayan insanlardan daha uzak olmalıydım.
Bundan sonra değişmeye başladım. Artık kızım okula bir şey götürmesine
arkadaşına hediyeler almasına kızmaya başladım. Öğretmenine sürekli hediye
götürmek istemesine sinir oluyordum. Bunu bir çeşit insanları kendine bağlama
yolu olarak kullandığını düşünüyordum.
Bir akşam iş çıkışı Zoze’nin annesinin evine gitmiştim. Tam çıkışta
Zoze kızımın bugün anneler günü için öğretmenine çiçek getirdiğini söyledi
haberim yoktu. Babaannesiyle ayarlamışlar. Zoze bunun doğru olup olmadığını
sorguluyordu.
Eve hışımla gittim. Kapıyı açtığımda kızım üzerime atladı. Sakin
değildim. Anne öğretmenime çiçek götürdük,
çok sevindi diyordu. Ben hem ona hemde kayınvalideme çok abarttıklarını,
artık yeter bir şeyler vermekten vazgeçmeleri gerektiğini söylüyordum.
Sen neden karışıyorsun ki? Diyerek hışımla döndü annem. Evine
git dedi. Kızım ne olduğunu anlamadı. Eve gidince ona da çemkirdim.
Bu yıl okulu kazanırsam kayınvalidem akşamları kızıma nasıl
bakacaktı. Onu iyice sinirlendirmiştim. Kızıma da çemkirmiştim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder