23 Aralık 2014 Salı

ESKİ EV

Virane bir ev gibiyim. Sanki içimden kavgalı, gürültülü, çekişmeli, kırmalı, ağılamalı, bağırmalı bir sürü insan topluluğu yaşamış. Kırılan çocuklar, hayattan beklediğini bulamayan anneler, eşlerini ve çocuklarını anlamayan babalar yaşamış.
Artık beni her biri terk etmiş. Ne onlarla olan kalabalığım kalmış geriye, nede onlarsız eski halim…
Hepsi benim içimde, odalarımda, mutfağımın tezgâhında, tencerelerin dolaplarında, koltuklarımın üstünde camlarımın buğusunda yaşanmış.
Geriye kalan tek şey yaşanmış kötü anılarım. Eskimiş koltuklar bile terk etmiş beni…İçimde ne varsa , ne yaşanmışsa kalmış içimde….
O çığlıklar, o mutsuzluklar kalmış içimde, üstümdeki boyam yıpranmış. Çatıdan güneş ışığını görüyorum, ak düşmüş benim saçlarıma, saçlarım gümüşlenmiş…
Yaşanmışlıklarım, yıpranışlarım olmuş.
Viraneyim, biçareyim…
Çok uzaklarda divaneyim…
Beni böyle hissettiren, yine kendimim, bilmiyorum ki kendime nasıl yardım edeceğim.
Beni yıkıp yeniden yapacaklar…
Sahiden başkaları mı yıkacak?
Ben yıkılmış mıyım zaten?
Yıkmışım, onca coşkumu, arzumu, sevgimi, heyecanımı…

Kalmış içimde korkular, yalnızlıklar, karamsarlıklar

21 Kasım 2014 Cuma

Ne Şans ama...

Şans; rastlantıları düzenlediğine ve insanlara iyi ya da kötü durumlar hazırladığına inanılan doğaüstü güç. Diyor sözlükte…
Hayatımızın belirli dönemlerinde şansımızın bize güldüğünü düşünürüz. Şans sözcüğü daha çok pozitif anlamında kullanılıyor. Şansım yok , ben şanslı değilim, o şans bize gelmedi gibi cümleler bize şans ‘ın iyi bir şey olduğunu vurguluyor.
Bir dönemde sizin için şans olduğunu düşündüğünüz şeyin aslında şanssızlık olduğunu fark edebiliyorsunuz. Tabi bu şans tüm hayatınızı iyi yönde değiştirse bile, bir süre sonra bu şansın içerisinde sizi götürdüğü şansızlıkları görebilir hale gelebiliyorsunuz.
Bir süre sonra şansın şanssızlıkları oluyor yani
Bir gözle ;
İyi bir iş, eş ve maaş sahibiyim. Birçok   daha az maaşla, daha çok çalışan insanlar var. ben bunların içerisinde çok şanslıyım. Ne güzel tıkırında, iki yazı bir çizi ile ayda iyi miktar (peh) kazandığım bir işim var.
İş bulamayan, çalışmak için can atan bir çok hemcinsim var. Ben onlardan daha şanslıyım.
Benim gözümle ;
Çok güzel olan bu işim için yıllarca mobinge maruz kaldım. Örtger bugün ne bulurda bana kızar diye korkarak işe geldim. Bırakamaz mıydım? Tabi ki bırakırdım  ama ihtiyacım vardı . Çevremdeki herkes iş yerlerinin hepsinde böyle şefler, patronlar, müdürler olduğundan bahsediyordu. Hiç yoktan iyiydi işte …En azından ev kirasını ödeyebileceğim bir iş şimdi ev kirası ve birikim yapma azıcık dişten sıktın mı hemde iyi bir birikim yapma şansını verdi.
Daha ne ister insan? İş gibi iş  işte…
Ben ise artık kendime , hiçbir şey katamadığım ve Örtger’in hava durumuna göre yaşadığım, yarın ne olur acaba?  diye gittiğim bu işi sevemiyorum.
3 aylık bebeğimi bırakıp işe gittiğim günlerden nefret ediyorum.
9 yaşındaki kızıma vakit ayıramadığım için her gün vicdan azabı çekiyorum. Hem kendime hem ona acı çektiriyorum.
Cumartesi çalışmaktan nefret ediyorum. 
İzin alamamaktan nefret ediyorum.
Hastayken işe gelmekten nefret ediyorum. 
Çocuğum hastayken işe gelmekten daha çok nefret ediyorum.
Atalarımız "İşleyen demir pas tutmaz "demişler. 10 yılda boyun fıtığım oluştu. Bir çok kez sinir krizi geçirdim. Depresyonun dip kısmını kaç kez görüp çıktım. Halt etmişler ...
Bu iş kısmı birde evde mücadeleci ruha sahip olmayan, calışmayı  sevmeyen bir eş var ki o tarafta  durup izlemek , izlenimlerini yazmak kısmında hiçte güçlü değilim. 
Kendimi günden güne daha az anne, daha az işçi, daha az insan hissediyorum.
 Şans mı dediniz ? Bunun içinde bana göre şanssızlık çok fazla ya da ben sizin gördüğünüz şansları göremiyorum.



SEN BİLİRSİN

Vicdanımın söylediklerini dudaklarım söylemiyor. En çok da bu ikisi arasında farklılıklar olduğunda kendimi çaresiz ve kimsesiz hissediyorum. Canı gönülden hayır diye haykırdığımı ; dudaklarım sen bilirsine çeviriyor.
"Sen bilirsin." cümlesinin içinde aslında ; "Yeter artık." , "Ne yaparsan yap." ," Ömrümü yedin." ,"Canıma okudun." var.
Ne  yaptığını bilmeyen , sorumsuz insanlar karşısında ise , "Sen bilirsin." kurulacak en iyi cümle olarak yer alıyor.
ARTIK ONUNDA BENİMLE AYNI DÜŞÜNCEYİ PAYLAŞMAMASINDAN ÇOK SIKILDIM.

5 Kasım 2014 Çarşamba

Duraklama Dönemi

İnsan hayatını tıpkı bir metni özetler gibi parçalara ayırsak yine giriş gelişme ve sonuçtan oluşur. Zaten hayatımızdaki her olay giriş gelişme ve sonuçtan oluşur, değil mi?
Doğumumuz bir sonuç iken bizim için bir başlangıç, anne ve babamız içinde bir başlangıç sayılır. Her şeyin bir başı birde sonu vardır.
Yaşadığımız hayatında gerçekten başlangıç kısmında güzel şeyler olmuş olabilir, bebeklik hoş olabilir. Tabi durmadan ağlayan, ne istediğini bilmeyen yada çevresindekiler tarafından bilinemeyen bir bebek değilsek.
İşte bu hayat birde duraklama devrine giriyor. Öyle duruyorsun. geriye gitsen gidilmiyor, ileri gitmek ise canın istemiyor.
Düşüncelerin gerisinde kalmış oluyorsun, gerilerde derinlerde bir yerlerde yaşıyorsun. Üzülüyorsun ve üzüleceğin bir şeyler yokmuş da en boşuna üzülüyormuşsun damgası yiyorsun.
Bende böyle bir yerdeyim.  Sanki hayatımın duraklama zamanındayım 30’lu  yaşlarda melankolinin insanı terk ettiğini düşünmüştüm. Keyfim yerindeydi canım bir şey yapmak istemese boş veriyor sonrasında eşek gibi o işi yapıyordum.
Mesele şu ki evi toplama, yemek yapma, ıvır zıvırla uğraşma keyfim yok. Bunları mecburi olarak bile yapmaktan hoşlanmıyor, yapmıyorum.
Ev inanılmaz dağınık, pis ve düzensiz. Hafta sonları yapılan süpürme işleminden başka bir işlem görmüyor.
Aslında ev işlerinden daha önemli bir şey daha var. Bir yavrum var. Tek sadece bir tek yavrum ve onunla eskisi gibi vakit geçiremiyorum. bunun sebebi ise eskiden hem evdeki işleri yetiştirmeye hemde en azından Pazar günleri bir etkinliğe gitmeye vaktim ve enerjim varken şimdi hiç biri yok.
Akşam eve gittiğimde yemek yapma, yeme süreciyle vakit geç oluyor. Cimcimem yapamadığı ödevleri yapmak için yardıma çağırdığında mutlaka katlanacak çamaşırlar var oluyor. Biraz ona destek olayım derken bize köstek olan evin karşı cinsiyle çatışmalarımız başlıyor.
Bu karşı cins ile birçok karşı olduğumuz konu olduğu ise bir gerçek. Zaten akşamları kısıtlı olan vaktimizi o dinlenerek geçiriyor ben ise yavrumuzla vakit geçirmek, beraber bir şeyler yapmak istiyorum. Tabiki aynı fikirde değiliz.
Kızım büyüyor ve seneye ilköğretimi bitirecek. Çözümlenmemiş bir okuma problemi var. Yazmada sıkıntı yok.- tabi canı yazmak isterse- okuma kısmı ise okuduğunu anlayamayacak kadar kötü! Bu sıkıntı nasıl geçecek bilmiyorum. Öğretmenine göre düzelecek, bence okumadan düzelmez ama okuma fikrini aklına dahi getirmiyor kızım. Ben ona okursam iş değişiyor. Ben okuyorum durmadan ona okuyorum.
Belki geçecek bu durağanlık, belki hiçbir şey benim tahmin ettiğim gibi kötü olmayacak. Belki bu günlerimi böyle geçirdiğim için üzüleceğim, belki daha kötüsü olacak, yapmadıklarıma pişman olacağım beklide bu yaptıklarıma…
Geçecek işte ömür böyle geçecek…
Sonuç mu? Hayatın sonu malum… Bir son ve ilahi başlangıç…
Bu yazı için sonucu çıkaracak kadar toparlayamıyorum.

Her son yeni bir başlangıcı doğurur. Başlangıç için bir son gerekir. Birinin sonu diğerinin başlangıcı olabilir. En kötüsü bu duraklama dönemi, ne sonu var ne de başlangıcı…

1 Kasım 2014 Cumartesi

Dünden Bugüne Kalanlar

Bu klinikte birçok hikâyemiz vardır. Ama iyi, ama kötü az çok anılar biriktirdik. Biriktirdiğimiz anıların içinde bol kahkaha da vardı, bol gözyaşı, bol acı da… İster istemez insanoğlunun olduğu her yerde tuhaf yaşamlar ve hikâyeler çıkabiliyor.
Vaginal ovulu yutmaya çalışan, dikkatli bir şekilde kullanması gerektiği ilacı bitmediği için bitirmeye çalışan, kocası doktora götürsün diye domatesin üzerine oturup kanaması varmış numarası yapan, bebeğinin cinsiyetinin kendine bağlı olduğunu iddia eden ama eşinin y kromozomunu anlattığımda öcüymüşüm gibi suratıma bakan hemcinslerim ve karşı cinslerimin ürettiği birçok anılarım var.
Dün bu anıların yanına biri daha eklendi.
Burada dil konusunda sıkıntılarımız var. Hastalar genellikle benim gibi çat pat İngilizce biliyor ve bir şekilde translate aracılığıyla ya da vücut diliyle anlaşıyoruz. 5 gün önce gelen bir hastaya reçete yazılmış. Reçetesinde flakon ve tablet ilaçları yazılıymış. Hasta eczaneden ilaçları almış. Dün geldiğinde reçeteyi bana gösterip biz bunu aldık ama içerek zor oluyor diye geldi. Birde baktım ki flakon ilacı kırıp tozunu sulandırıp içiyor, yanındaki enjeksiyonluk suyu da öyle içiyormuş. Aslında enjeksiyon olarak kullanılması gereken ilacı, bildiğin oral yoldan kullanmaya çalışmış ve başarmış.
Yani bu yazdıklarım yapılması o kadar zor ki! Biz bile ampulleri kırmakta zorluk çeker ayrıca içerisindeki flakonun başındaki metal şeridi çıkartmak çok zor. Evet, hastada dil problemi vardı ama çevirmeni de dilimizi algılamada zorluk çekiyormuş demek ki…
Dün geldiğinde enjeksiyonunu uygulayıp, bilgi verdik. Daha önce flakonu içmeye teşebbüs etmiş hasta görmemiştik ama şimdi içmiş olanını gördük.
Bu gülünecek bir durum değil aslında. Hastaya ilaç kullanımı hakkında bilgi verilmesinin ne kadar gerekli olduğunu gösteren bir ders daha oldu.
Hayat ne garip, neler öğretiyor, neler görmemizi sağlıyor. Akıp giderken bir kez daha hayret ediyor, bir kez daha düşündürüyor, bir kez daha güldürüyor , bir kez daha ağlatıyor.Akıp gidiyor işte !!!

 Her dünden bu güne bir ders, bir hikâye, bir anı bırakıyor.

28 Ekim 2014 Salı

Resmi Yazı

On yıldır Baş çavuşun eşeği olarak çalışıyorum. İki baş çavuşum var .İki başlılık ile ilgili yaşanabilecek tüm ikilemleri yaşayıp , kıdemli bir baş çavuş eşeği oldum.
 Her ne kadar böyle süt kedisi gibi kendimi masum ithaf etsem de.- Burada masum işçi rolündeyim –Allah razı olsun iki baş çavuşum da beni severler. Bazen Dr. Gacet bana katlandığını itiraf etse de, 10 yıldır ilişkimiz, katlanarak devam ediyor.
 Bu katlanma durumları, katlanarak iyi yönde devam eder mi ? Bilmiyorum. Katlanamamak pahasına başka boyutlara varabilir. Zaman gösterecek.
İşte bu 10 yıllık baş çavuşun eşekliği pozisyonunda hiçbir resmi tatilimiz olmadı.Dini bayram tatilleri hariç !
 Sanki biri Örtger ve Gacet'a resmi yazı ile resmi tatilleri kesinlikle tatil yapmayın diye bildirmiş.Ya da bu başçavuşlar aramızdaki resmiyete zarar gelmesin diye resmiyeti bozmuyorlar.Yahu bu çavuşlar ciddiyetten şu zavallı çalışan ana , Püskül için feragat etseler ya ! Yeminle bu çalışma işinden böyle günlerde nefret ediyorum. 
Evet, yarın 29 Ekim 2014 ve bir resmi tatilde daha, evde yatamamanın,” Yarın bize de resmi tatil buluşalım yahu!” diyememenin, “Biz resmi kurum değiliz ki tatil yapalım.”cümlesini 10. kez duyacak olmanın,” Anne sen neden bize okul tatilken bile çalışıyorsun?” “Bu nasıl bir iş?” diye duyacak olmanın ve şimdi hatırlayamayacağım, resmi tatil klişe laflarını hepsini duyacak olmanın ezikliğini yaşıyorum.
 Bu ezikliği bir nebze azaltmak, içimdeki tatil yapma arzusunu biraz olsun azaltmak için bu yazıyı yazıyorum.
Aferin bana, ne mutlu bana, bir resmi tatil daha tatil değil. Bir kez daha resmi tatil olduğu için trafiksiz yoldan işe geleceğim, bir kez daha resmi tatil olduğu halde sabah uykusunu bölüp yavruyu babaannesine bırakacağım.

Hani hepimiz eşit olmak için Cumhuriyeti seçmiştik? Hani demokratik işçi hakları  nerede ?Bildiğin eşek gibi çalışmak zorundayım. Keza her günümü tatil haline getirirsem açlık sınırının altında yaşama ihtimalim çok yüksek.

Ben en iyisi resmi yetimi bozmadan paşa paşa işime geleyim . Yarında çalışayım n'pcan baĞzı şeyler mecbuuurr. 

26 Ekim 2014 Pazar

Mutluluklar Dilerim

Mutluluklar dilerim
Benim olmayan mutluluğu
Sana dilerim.
Benimle olmayan mutluluğu
Sana dilerim
Benim olmayan sevinçleri
 Sana dilerim
 Benimle olmayan gülüşleri
Sana dilerim
Benimle olmayan sevişleri
Sana dilerim
Benimle olmayan yaşamı
Sana dilerim
Aslında benimle olabileceğin mutluluğu, seninle olabileceğim mutluluğu sana dilerim.



25 Ekim 2014 Cumartesi

PARAYI VEREN


Kızım,ikili eğitim veren bir ilkokulda 3. Sınıf öğrencisi , 2. Sınıfı bitirene kadar öğlenci olarak okula gitti. Öğlen 12.30 da okula gidiyor akşam 17.30 da okuldan çıkıyordu.
Bu yıl 1. Kademede okula gidiyor. Sabah  7.00 da okulda olmamız gerekiyor , okul çıkış saati ise 12.00 oluyor.6 saat ders 40 dk lık ve 5 dk teneffüs süreleri var.o beş dk da ne yapıyorlar çok merak ediyorum.
Her ne kadar sabah okula bırakma kısmını  canı gönülden istesem de okul giriş saatleri konusunda çok rahatsız oluyorum. Sabahın körü denilen, sabah karanlığında yola çıkıyoruz. Aslında evimiz yakın ben o kadar kasmıyorum acele etmiyorum ama bizden daha uzakta yaşayanlar, bir 10 dk önce çıkıyorlarsa karanlık oluyor.
Acaba okul saatlerinde değişiklik yapılabilir mi diye bir araştırma yaptım. Okul saatlerini, okul yönetimi karar veriyormuş. Tabi öğrenci sayısı çok olunca ikili eğitim verilmek zorundaymış. Milli Eğitim bundan sonra okul saatleri tek eğitim ve etütlü olacak diye bir genelge yayımlasa olabilir ama bunun içinde fiziki şartları iyi olan, nicelik ve nitelik bakımından iyi okullar açılmalı. Bu yazdıklarım çok hayalî oluyor.
Bence cemaati olmayan camiler yapmaları yerine okul yapsalar bu kesinlikle olur. Zor işler yani. Her şekilde değiştirip, durmadan yeni eğitim sistemi getirmeye çalışırken bunu yapmayı düşünmüyorlar bile…
 Zaten koca şehirde küçük evlerde yaşayan dünyaları büyümeyen insanlarız. hal böyle olunca bir Bakırköy deki okulla, Fatih teki okul aynı değil yada Bakırköy de tam gün eğitim verende var ve çoğunlukta ama Fatih te böyle bir şey yok. değiştiremiyoruz okullar kalabalık olduğu için 1.- 2. Sınıflar öğlenci okula yeni başladıkları için, 3. – 4. Sınıflar ise sabahçı oluyor.
Yanı aslında sınıf ayrımı dediğiniz şey, semt semt de ayrılmış. İyi semt de yaşarsan iyi okul saatleri ile iyi okula gidebilirsin. Ya da o semt deki okula para ödeyerek, sabah erken saatte yine servisle gidebilirler.
Gelir dağılımında ki eşitsizlik, semtlerde yaşamda yiyecek, giyecek meselesinde yaşamın her alanında devam ediyor, edecek.
Fatih civarında yine orta seviye üstü ailelelerin oturduğu Çapa ,Fındıkzade civarında birde Beyazıt da etüt lü okul var. Benim bildiklerim bunlar ve bunlardan birisine gönderebilmek için benim yemek, etüt ve servis parası vermem gerekiyor. Birde bu okulların kura ile girilmesi gerekliliği ayrıca kayıt ücretleri var ki uğraşın durun.
Bu işler büyük şehirlere gelince böyle peki ya küçük şehirlerde nasıl? Aynı değişen bir şey yok ama tek okul olduğu için eğitim kalitesi farkı semt semt değişmiyor. tek okul bunun için köyden bir şekilde okula gitmen gerekli. Köy minibüsüne servis parası ödüyorsun.
Evet, biz metropolde, hatta metropolün göbek deliğinde yaşıyoruz. Ama yaşadığımız semte göre, oturduğumuz evde, ödediğimiz kirada, aidatda ve aldığımız eğitimde kalite farklılıkları yaşıyoruz.
Kimse bana eğitim herkese eşit demesin !!! Eşit değiliz kardeşim eşit değiliz. Bu işler öyle çocukta biterde bitmiyor.

Parayı veren gerçekten düdüğü çalıyor. 

22 Ekim 2014 Çarşamba

Saat Ayarlama Enstitüsü Şimdiye Ayarlıydı

     Çok okuyan çok yazar mı? Çok okuduğumu düşünüyorum ama çok yazamıyorum. Yazma kısmında sanırım sıkıntılarım var. Sanırım değil bildiğin, noktalama işaretleri ile ilgili sıkıntılarım var.
     Saatleri Ayarlama Enstitüsünü okuyalı 4 ay olmuş. Yazma kısmı ise 4 ay gecikmiş bir yazı şuan parmaklarım ve tuşlarla oluşuyor.
    Aslında bu kitabın buradaki kapağı daha etkileyici,  buradaki kapak tasarımlısını, arkadaşım Simone sayesinde okudum. Kapak konusunda bana sorsalardı eğer ikinci kapaktaki renklerin itici olduğunu ve içerikle uyumlu olmadığını söylerdim.
    TRT nin bir programında denk gelmiştim kitaba ve birkaç kitap sorusu ile hediye veriliyordu. Bu kitap şans, yorum ve hediye olaylarından hoşlanıyorum. Hangi blog ta  kitap çekilişi varsa katılıyorum. Şimdiye kadar kazanmış değilim. Kitap alabilecek gücüm olmasına rağmen “Bedava mal baldan tatlıdır. “ Ata yadisözünü mü uyguluyorum, yoksa kitap dostluğumdan mı kaynaklanır bilmem ama hiç birini kaçırmıyorum.
    Birçok yoruma göre, kitabın teması; Hayri İrdal ile Halit Ayarcının farklı kişiler ve onların etrafında dönen olaylar şeklinde ama ben Hayri İrdal ile Halit Ayarcının aynı kişiler olduğunu düşündüm. Hayri İrdal  gibi yetişmiş birinin, Halit Ayarcı gibi olup, içindeki Hayri İrdal  ile çatışması olamaz mı? Olabilir. Bu kitap benim okuyuşuma göre de yorumlanabilir. Okuyucu yorumunun açıklaması da budur.
    Sosyal medyada hep karşınıza çıkan ve çıkabilecek olan “Ayar saniyenin peşinden koşmaktır.”sözünün asıl sahibi bu kitaptır. Ahmet Hamdi Tanpınar 1962 yılında Saatleri Ayarlama Enstitüsü kitabında yazmıştır. Ve o yazdığından bu yana ayar saniyenin peşinde kosmakdır.
     Bir şeyleri ayarlamaya çalışırken zamanın akıp gittiğinin açıkça ifadesidir. Ahmet Hamdi bu kitapta günümüzün de içinde barındırdığı zaman koşuşturmacasının nelere, nerelere bizi sürükleyebileceğini anlatmak istemiştir. Bunu çok iyi bir kurguyla bize hediye etmiştir.
    Bence soyut bir kavram olan zamanı somutlaştırmak için yaşayan bizler, somut değişimlerin peşinde zamanla yarışıyoruz.
    Uzattım uzadıkça çıkamıyorum işin içinden. Şimdi kitabın sonunda ne olduğunu unuttuğumu söylesem inanmazsınız. İnanın bu yazınında sonunu getiremeyeceğimi işin içinden çıkamayacağımı düşünüyorum. Siz bu kitabı okuyun ve bana yorum yapın, yorum yapmasanız bile selam verin.
    Kitabın son bölümü “ Her mevsimin bir sonu vardır.” bölümü ile bitmektedir. Bu yazı ise birkaç etkileyen satırla burada sona ermektedir.
ZEVK
Siz de bilirsiniz ki zevk denen yüksek şeyin bizim içimizde içgüdüden kolaylığa giden bir yığın karşılığı vardır. Zevkten ümit kesildi mi onlara kolayca teslim oluruz. İşler karışınca sevkten ümit kesilir.
 HAYAT
Hayatımızın bir devrinden sonra başımıza gelen şeylere o kadar hazırlanmış oluyoruz ki, kederimizi kendi içimizde taşır gibi yaşıyoruz.
BOŞLUK
Herkes kendi boşluğunu bir parça duygu ile doldurmak, kendini süslemek istiyor, fakat musikiden o kadar anlamıyorlar ki şarkıları güfteleri için seviyorlar.

 Diğer blog yorumcularınını yorumlarını ve etkileyen satırlarına buradan ve buradan ulaşabilirsiniz.

 Belkide Saatleri Ayarlama Enstitüsünün , saat ayarı şimdi yapılmıştır.

20 Ekim 2014 Pazartesi

YOK

Bazı acıların, harfleri ve kelimeleri yok.
Gözyaşlarında boğulması gerekiyor.
İçime akan gözyaşlarımda!
Bazı özlemlerin harfleri kelimeleri yok.
Yüreğimde kalması gerekiyor,
Acılarımla boğulmuş gözyaşlarının altında!
Bazı pişmanlıkların harfleri ve kelimeleri yok.
Beynimde durması gerekiyor.
Neresinde nerede?
Unutulamayanların hemen yanında.
Bu aralar acılarımın, özlemlerimi, pişmanlıklarımı anlatacak, harflerim ve kelimelerim yok. Bu balçıktan çıkmak istiyorum. Yoruldum batmaktan. Kıpırdamıyorum bile aslında ama  çok yorgunum. İçim yorgun, harflerim yorgun, kelimelerim yorgun…
Canım ne yazmak, ne yaşamak istiyor…

18 Ekim 2014 Cumartesi

Ey evren

Dün bir kez daha, her akşam yürüdüğüm o yolda , bu şehrin bana, yorgunluk, hissizlik ve kimsesizlikten başka hiçbir şey vermediğini, vermeyeceğini düşündüm.
İstanbul, onu yaşayan, yaşayabilen, yaşama fırsatı olanlar için güzel şehir. Boğazına gidip çay içebiliyorsan, vapuruna binip martılarına simit atabiliyorsan, düzenlenen birçok etkinliklerde yer alabiliyorsan, tiyatroya gidebilecek fırsat yaratabiliyorsan, sahiline oturup kitap okuyabiliyorsan, çat kapı gelecek dostların varsa güzel…
Yoksa sabah gidip akşam eve geliyor. Yeme içme ve yatma derdinden başka bir şey düşünemiyorsan, amacın sadece az daha rahat edeyim, der t etmeyeyim diye başını sokacak ev alıp, bunu ödeyebilmek için asker gibi çalışmaksa, eş dost muhabbetinin yerine akşamları ayaklarını uzatıp dinlenebileceğin saatleri bekliyorsan, İstanbul yarı açık bir hapishane…
Sevdiklerim zaten bu şehirde değil. Arkadaşlarım, tanıdıklarımın hepsi ya çalışıyor ya bu keşmekeş şehrin içerisinde kendi hayatlarının peşindeler.
Ben bir kez daha gitmek istedim bu şehirden.
Uzun soluklu çalışma saatlerinden, aldığın parayı harcayacak vaktimin olmamasından, üç beş dost görmek için, bin takla atmaktan… Sıkıldım !!!
Ben İstanbul da İstanbul ‘u yaşamıyorum. İstanbul da yalnız yaşlanıyorum. Bir kez daha yüreğim sıkıştı, boğazıma yalnızlık yapıştı. Gitmek istiyorum bu şehirden.

Evrene nasıl mesaj gönderirsen o olurmuş.
 Ey evren gönder beni bu şehirden. Daha sakin bir yer olsun, kapıma komşularım gelsin, arkadaş sohbetlerine vaktim olsun, akşam sıcak kurabiyelerimle kızımı bekleyebileceğim bir evim olsun. Olsun be evren hadi bir güzellik yap bana!

15 Ekim 2014 Çarşamba

GEÇMİŞTEN GELECEĞE

A.ile E. Her kitap okuma saatinde (dersinde) sınıfa kitap dağıtıp, topluyorlarmış.A. dağıtıyor, E. Topluyormuş.bir kitap okuma saatinde S. Yanlarına gidip bir seferliğine dağıtmak istediğini söylemiş, E. Reddetmiş , A. düzenlerini bozamayacağını söylemiş, S. ise reddedildiği isteğine üzülüp sırasına dönmüş.

S . Akşam olduğunda ağlayarak bu olayı annesine anlatmış. Annesi ona görevlerini yerine düzgün getirmek için böyle yapmış olabileceğini anlatmış. S. ısrarla sınıfta A.’ nın baskın karakter, zeki öğrenci, dolaylı yoldan iş çevirebilen iş bilici olduğunu anlatmaya çalışarak ağlamış… S. nin annesi kendi hikayelerinden, biraz yaşadıklarından, birazda uydurduklarından ona hikayeler anlatmış. S. biraz sakinleşmiş ve uyumuş.

S. ‘nin annesi;

O uyuduktan sonra, uyumadım. Ne uyuması her şey gözümün önünden geçti.İlkokul , ortaokul, lise yıllarım, arkadaşsızlıklarım ve çok arkadaşlı dönemlerim hepsi , bir film şeridi gibi...İçimden A.’ nın gidip saçını başını yolmak geldi. “Ne var yani iki kitap için derdin ne kızım senin diyesim” geldi. Bunun ilk kez olmadığını ve hep bu şekilde aşağılayıcı, otoriter davrandığını biliyorum, duyuyorum bir şekilde ve sadece benim çocuğuma değil!
Tabiî ki bunları yapacak değilim. Ne kadar kızarsam kızayım  kızımın özgüvenini oluşturmam gerektiğini, ona yapabileceğim yardımın sadece onunla sohbet etmek ve telkinlerde bulunmak olduğunu biliyorum. Hayat böyle…
Kendini herkesten üstün zanneden, aklı idaresi olgunlaşmamış ama pratik zekâsı iyi, yetişkinlerin gözünde zekâsıyla parıldayan insanların dayatıcı tutumları yaşamın her alanında yok mu? Var!
Bir gün bunları anlayacak, böyle insanları, görerek , yaşayarak öğrenecek.
Biliyorum şu anda bunları yaşıyor olmak çok acı. Bu acını ve hissettiklerini hafifletmek için elimden geleni yapacağım.
Kendimi suçlu hissediyorum. Seni bensiz bırakmak zorunda kalıp, çalıştığım için. İşte hayat böyle zorundalıklarımız ile istediklerimiz asla aynı olmuyor. O zamanda hayat olmuyor sanırım.Hayat istediğimiz gibi olmuyor kızım .


A . – okulda, zeki , çevre yapan öğrenci.
E. – hakkında pek fikrim yok. Zekâsının güç getireceğini öğrenmiş öğrenci
S.- haklı yanları olduğu kadar haksız yanları da olan öğrenci.

S. ‘nin annesi – ben bu çocuğu nasıl büyüteceğim diyen  anne.

11 Ekim 2014 Cumartesi

Özleyecek

Bir arkadaşım vardı. Annesi hayat karşı çok öfkeli idi. Sadece hayat karşı da değil evdeki herkese karşı!Babası çalışkan ama güçsüz bir adamdı ve maddi durumları hep standartların altında oldu. Standartların altında yaşamlarına rağmen en güzel, en moda şeyleri alırlardı. aslında annesi de çalışkandı ama bir türlü üzerlerinden mutsuzluğun ve umutsuzluğun kokusu gitmedi. Hep babasının güçsüzlüğünü ve annesinin hayat ve insanlara karşı kızgınlığının bu aileyi mutsuz ettiğini düşündüm.
Yıllar sonra, bir sohbetimiz sırasında, çocukluğunu özlediğini söyledi.
Daha yazamadığım, bence çok acı çektiği çocukluğunu özlediğini duyunca şaşırdım. İnsan öyle bir çocukluğu neden özlerdi ki? Bu yazdıklarımı sadece ben düşünmüyorum, benimle aynı düşünen birçok insan var.
Bazen Cemo ya hönkürdüğümde, yeter diye kızdığımda anlamadığı için, saçını başını yolmak istediğimde yada yatıp hiçbir şey yokmuş gibi Tv seyrederken yüzüne yastık kapatıp boğmak istediğimde o arkadaşım aklıma geliyor. Cinayet kısmı değil de diğer kısımlar gerçekleştiğinde  annesinin mutsuzluğu ve öfkesi geliyor aklıma, babasının o güçsüzlüğü de tabi, arkadaşımın yerine de kızımı koyuyorum. Sakinleşmeye çalışıyorum.
Bu günleri bir şekilde hatırlayacak kızım. En kötüsü diye düşündüğüm bile özlüyorsa… Aman sağlıklı beslensin, eskisi gibi değil hiçbir şey desek bile, bugüne ait özlemleri olacak. Benim özlediğim yoğurtlu, şekerli ekmek gibi, iki bisküvi arasında sade lokum gibi, annemin saçlarımı taradığı günler gibi özlediği şeyler / günler olacak.
Ne desek boş ne kadar kötü, ne kadar iyi geçerse geçsin, çocukluk hep özlenecek, geri gelmesi için beklenecek, hayal kurulacak cazip günler olarak kalacak. Bir doku, bir tat, iyiyi hatırlatacak. Biz aman çocuklar çocukluğunu yaşayamıyor, dört duvar arasında yaşıyor diye dert yandıkça, şeker sağlığa zararlı yemesin deyip bayramlarda çantamıza doldurduğumuz şekerleri yediğimiz günleri unuttukça onlar birer anı bırakıyor ve hatırlayacakları günler yaşıyorlar.


3 Ekim 2014 Cuma

İYİ BAYRAMLAR

        Şimdi evde olmak vardı .İşteyim , çalışmaktan en çok böyle zamanlarda nefret ediyorum.Ne var ? Günün tadını çıkartsana ! Akşam yaptığım baklavayı şerbetleyeceğim , dolmada yapsam güzel olacak.Gelen olmayacak ama ben kendimi rahatlatıyorum , bayram hazırlığı işte.
      Köye gitmiyorum ve içimdeki gitme arzusunu söndüremiyorum.Bir yanım deli gibi can atsada  hem yol yorgunluğunu hem gönül yorgunluğunu kaldırabilecek halim yok.Gel git dedikleri bu olsa gerek .Cemo gelmezse bende gitmem inadı . Gelmezse gelmesin , gitmezsem gitmeyeyim. Bir gün elbet bir gün temelli orada olacağım .Ölü yada diri.

     Babamı da annemi de , hafif sakallı , sivilceli az ermiş kardeşimi de, mavi gözlü hoş sohbetli ninemi de , tombul yanaklı halamı da , bana eskileri anlatan ninemi de, utangaç , diktatör, becerikli , insaniyetli teyzelerimi de çok özledim.Onlar benim ne yazdığımı bilmiyorlar . Eminimki yokluğumu hissedecekler.bir gün bu hasret öyle bitecek ,yeni hasretler başlayacak ...

    Herkese iyi bayramlar . bol sohbetli , bol kahkahalı, baklavalı , dolmalı, el öpmeli , özlediğine doymalı bayramlarınız olsun.

2 Ekim 2014 Perşembe

Hey Taksi

İlkokul 4. Sınıfa giderken annem ilçeden beyaz masır almam için para vermişti. Beyaz masırı ilçedeki pamuk tuhafiyeden almış, beyaz, içi süngerli, siyah fermuarlı kalemliğimin içine koymuştum.
Bahar aylarıydı. Okul çıkışında otobüsü kaçırdığımızda, bizim köyün sapağından geçen, diğer köyün, küçük beyaz minibüsüyle sapağa kadar geliyorduk. Ordanda hafif serin, yarı karanlık bahar akşamlarında köye yürüyorduk. Akşam eve gittiğimde siyah fermuarlı beyaz kalemliğimi minibüste  unuttuğumu zannettim. Çünkü annem masırı istediğinde kalemliği bulamadım.
Ertesi akşam okul çıkışı minibüs şoförüne sordum. Oturduğum koltukta unutmadığımı söyledi. Olsaydı mutlaka söylerdi. Çeşitli senaryolar yazdım. Köy yolunda düşmüş bir kamyonun tekerine yapışarak nereye gittiğini bilemeden, parçalanıp gitmiş olabilirdi. Belki de yabani hayvan ya da kedi köpek tarafından bir şey zannedilip parçalanmış olabilirdi.
Ertesi gün anneme beyaz masır aldım. Sanırım yeni kalemlikte almıştık. Aradan aylar geçti. Ben artık o kalemliği de unuttuğum o az serin bahar akşamını da unuttum. Bir akşam eve geldiğimde annem kalemliği bana verdi. Şaşırdım. Nerede bulunduğunu sorduğumda, annem; diğer köyün minibüsünde koltukların arasında bulunduğu ve bizim köyün otobüs şoförüne verildiğini söyledi. Yani bir şekilde aylar sonrada olsa eve gelmişti.
Dün, rutin bir şekilde Cimcimeyi okula bırakıp işe gittiğim, akşam işten eve döndüğüm bir gün değildi. Öğleden sonra saat 1 de okul veli toplantısında, 2.30 ise Çapa Tıp Fakültesi Fizik tedavi merkezinde bir rapor imzası için bulunmam gerekiyordu. Hepsinin aynı güne denk gelmesi tamamen tesadüftü.
Örtger pardon izin verince ; ( Yazar burada sevincini anlatacak kelime bulamadı.) öğleden sonra taksiyle önce Cimcimenin okuluna gittim. Taksi bulamadım bulmak için 2 km yürüdüm Taksiyi buldum okula yakın bir yerde trafik yüzünden indim. İnip okula vardığımda ise, cep telefonumu takside unuttuğumu fark ettim. Hemen bir yerden aradım ama şoför neredeyse 15 km uzağa gittiğini söyledi, Dön ödeyeceğim parasını dedim dönemeyeceğim dedi. Sonra neredeysen gel kliniğe bırak dedim. Yine dönemedi.
Uzun süren telefon görüşmelerinin ardından telefonumu kapatıp, kendi telefon numarasını verdi. Akşam oturduğu semtten Cemo gidip alacak diye sözleştik. Bende gidebilirdim ama Cemo’nun gitmesi benim açımdan daha iyi olacaktı.
Tabii okul toplantısı uzun sürünce, 3.00 gibi hastanede olabildim. Hastaneye geç kalmış doktoru kaçırmıştım. Asistanlar haftaya gelin dedi. Örtgerden tekrar izin almak = yazar ifade bulamadı. Neyse ki güvenlik görevlileri, yukarıda hocanın odasına gitmemi söyledi de rahatladım. Gittim imzayı aldım. Sağ olsun Asistanlardan daha iyi Proflar yani bence. Belki de sadece asistanlara kızıyorlar. İşe döndüm ve akşam eve gidip Cemonun telefonumu getirmesini sabırla bekledim. Cemo geldiğinde saat 9 :00du .
Taksi şoförünün tarif ettiği yere kadar giden Cemo Telefonu almış adam taksiyle geldiğini ve 20 tl ödemesi gerektiğini söylemiş. Ulen evinin yanına geliyoruz ya da neresi ise söyle ayıp değil mi? Şimdi bu insan iyilik mi yapmış oluyor?
Bunlar içimden geçenlerdi de, asıl beni üzen bu değildi. Bir kez daha köyden ayrılmamın ne kadar yanlış bir şey olduğunu anladım. Bizim köyde, ilçede, ilde nerede olursan ol kaybettiğin şeyi mutlaka bulan insan getirir, ulaştırır. Ayrıca getirdiği için para istemez ama o kişiye görüldüğü yerde selam verilir, dua edilir. Bir kez daha bizzat yaşadım ki buralarının insanlığı bana göre değil. Üç beş kuruşun menfaatine düşen insanlarla yaşam bana göre değil.
 İşte buraya yazıyorum .Bundan sonra hey taksi deyip bindiğim takside sırf kendi akıl , ruh sağlığım için , telefonumu unutmayacağım.
Ah memleketim ah… Kendisi güzel, insanı güzel…


30 Eylül 2014 Salı

ENİ AŞK


Yanında oturan ben değilim 
Zamanla dirilen anılar 

Sorular soran ben değilim 
Pişman eden merak 

Geçmişi kabartan ben değilim 
Yeni biten maceralar 

Seninle yaşayan ben değilim 
Yere düşen yaprak 

Duygularını şaşırtan ben değilim 
Gelip geçen acımalar 

Kolunda uyuyan ben değilim 
Uzaktan gülen aşk 

Karşında ağlayan ben değilim 
Yürekte esen rüzgâr 

Süreyya BER
FE

25 Eylül 2014 Perşembe

Aynı Değiliz

İçimden geçenleri yazmak istiyorum ama yazdıklarımın birileri tarafından yanlış anlaşılmasını istemiyorum. Hoş kim okuyor ya? Kendi kendime yazıyorum okuyorum gibi geliyor. Medi ‘ye link göndermesem oda bakmaz.
Konuyu dağıtmadan kafamdaki düşünceleri yazıya döksem iyi olacak.
Yaklaşık 8 yıldır internet kullanıcısıyım. 2010 yılından beri ise bloğuma yazmaya çalışıyorum.
Birçok blog yazarını yeni yeni yazmaya başladığı dönemlerde bende onları yeni yeni okumaya başladım. Kimi bloglar kendini geliştirdi, değişime ayak uydurdu. Kimileri ise ya zamanla yazmayı bıraktı ya da bloglarını kapattılar. Buralarda eskilerden birkaç tane, yazma işini bilerek, severek yapan ve iyi olan kaldı.
İlk başlarda el işlerine bakardım. Zamanla çocuk gelişimi, anaokulu, okula başlama yaşı sorunsalı üzerine yoğunlaşan yerli ve Google çevirisiyle anlayabildiğim yabancı blogları okumaya başladım. Belli bir listem var.
Genelde gördüğüm annelik ve yaşanan sorunlar üzerine yazan anneler var. Bu yazıların birçoğunda “O da benim gibi hissediyor.” “ Tam düşündüğümü dile getirmiş” “Ne kadarda haklı, hiç öyle düşünmemiştim.” Cümlelerini beyin kıvrımlarında dolaştıran yazılar çıkıyor. Seninle aynı duyguları paylaşan, isyan ettiklerine isyan eden yazılar okumak ve böyle insanların olduğunu bilmek rahatlatıyor.
Yalnız bu yazıları yazanlarla aynı hayatı paylaşmıyoruz. Aramızda bildiğin yaşam farklılıkları var. Bu farkları göz ardı ederek okuyamıyorum bazı yazıları ve kendimi okumaktan da alamıyorum.
1.       Ben haftanın 6 günü günde 9 saat çalışan bir anneyim. Birçoğunun hafta sonu tatili var, gerçekten hafta sonu. Benimki ise hafta sonu adı altında bir gün.
2.       Çalışan bir anne olmama rağmen, çocuğumu ne kreşe nede anaokuluna gönderecek 500 tl ve üstü para verecek durumda değilim.
3.       İlkokula başlamış kızımı hem etüt, hem beslenmeli ayrıca servisli bir okula yazdıramıyorum.
4.       Yaz tatillerimiz üç beş günlük deniz ziyareti oluyor. Birçok anne yurt dışına çıkabiliyor. Yazlıkları var. Tatilleri uzun soluklu ve bol gezmeli yemeli içmeli oluyor. Hele yurt dışına çıkmak için gelecek iki yılı taksitleriyle geçirmeliyim. Yani hayal.
5.       Eve geldiğimde çocuğumla maksimum 2 saat vakit geçiremiyorken, çocuğumu erken yatırmam için derslerini yaptırmam, yapamadıklarına yardımcı olmam gerekiyor. Sabahçı olan kızımın, en geç 6.30 da uyanmış kahvaltı etmiş olması gerekiyor. Erken yatırayım, odasına yatsın, kitap okuyayım yok. Yatma saati en erken 11.00 oluyor.
6.       Evde olan çalışmayan anneler çocuklarını anaokuluna, kreşe, oyun grubuna gönderebiliyor. Ben çalışmasam da çalışsam da bunları yapabilecek maddiyata sahip değilim.
7.       Maalesef benim çocuğumun son derece muntazam çalışma odası, masası, rengârenk sağlığa zararsız boya kalemleri yok. Bunları yapabilmek için yaban hayatı yaşadığımız evde, fırsat yok.
8.       Şimdi bunlar için birçok şey söylenecek. Aman ne önemi var önemli olan mutluluk ve sağlık diyebilirsin. Ben de bunun farkındayım ama demek istediğim bu değil.

Ne kadar evet aynıyız, aynı şeyleri yaşıyoruz, düşünüyoruz, hissediyoruz desek de; aynı hayatı yaşamıyoruz. Biz 1-0 geriden geliyoruz. Bunun birde -1 – 0 olma ihtimalinden korkan çalışmakta zorunda olan anneleriz. Bizden daha iyi olan yaşamlarını, hayat standartlarını yaşamak için tabiî ki bir enerji sarf etmişler ya da çok büyük çabalar göstermişlerdir. Bir gerçek daha var ki bizden yine ve her zaman 1-0 önde başlamışlar.
Toplumun sadece % 5 lik kısmı, tahminimce, meslek, kariyer, yaşayış biçimi anlamında, zorlayarak, zorlanarak, kazanmıştır. Aileden olmayınca zorla olmuyor bazı şeyler. Maalesef doğuştan şanslı olanlarda çoğunluk!
Hayırlısı deyip kendimizi teselli etmeye, sağlık olsun her şey olur diyerek de geçiştirmeye çalışıyoruz.



Gönül Dağı - Neşet ERTAŞ



Pişmanlıklarımdan birisidir, hayattayken bir konserine bile gidememiş olmamdır.Tarif edilebilir mi? Hayır.Zülüf dökülmüş yüzüne  der ne güzel der ardından Neredesin Sen der ve ekler Yalan Dünya!!!

19 Eylül 2014 Cuma

Anlık Durum

Günler aylar sonra bir kez daha Medi… her gün konuştuğum , sohbet ettiğim bazen eleştirdiğim , tek blog yorumcum ,bazen de pohpohladığım veee bazen kıskandığım Medi ile her zamanki , her gün ki gibi konuşuyorduk.
Az önce günlük rutin konuşmanın içerisinde “sen güzel kadınsın ama yanlış hayattsın sanırım :)destek lazım sana”  dedi aynen yazdığı gibi kopyalayıp yapıştırdım.Bunu, böylece kalbinde kötülük olmadan yazdı.Yok olduğunu biliyorum çünkü net olarak konuşan insandan korkulmaz. Medi nettir. Kötü bakışlı, içten konuşmalı değildir mesela ayrıca çok güzel güler. Güldüğünde gözleri de güler karşısındakinin dudaklarını kulaklarına çeker.
 Ah Medii
Evet güzelim ama senin yüreğin güzel..
Yanlış hayat; ne demek istediğini anladım ;)
Destek; sen öyle bir desteksin ki, varlığınla olan sözlerin yeter.


Heyt be kim tutar beni, misafir ol gel bana , börekler açayım sana …

18 Eylül 2014 Perşembe

Paha Biçilmez

Proje aşamasındaki uğur böceği



Annemin bana beslenme çantası hazırladığını hatırlamıyorum. Plastik kutu biçiminde bir çantam vardı birkaç kez bir şeyler götürdüm içinde ama net hatırladığım, sürekli kullandığım beslenme çantası kullanmadım.
3. sınıfa kadar gittiğim köy okulunda böyle bir ihtiyaç olmamıştı. ilçe ilkokuluna başladığımda ise birkaç kez sanırım, üstünde çizgi film karakterli etiketlerin olduğu beslenme çantamla gitmiştim. Neden sıkıldım neden götürmedim hatırlamıyorum ama aldığımız 5000 lira harçlıkla 3000 liraya simit alıp yediğimiz küçük okul kantini bu konudaki ihtiyaçlarımı giderdiğini hatırlıyorum. Ortaokulda ise sadece bir iki kez götürdüğüm salçalı köy ekmekleri hafızamın bir kenarında.
Değerli örtümüz.
3. sınıfa başlayan Cimcime bu yıl sabahçı, bu işe benim kadar seviniyor mu bilmem ama sabah erken kalkıp kahvaltı hazırlamak, beslenme hazırlamak zorunda ben olduğuma göre sevinmesi lazım. Kahvaltı hazırlama hele hele beslenme çantası hazırlama kısmını ben çok seviyorum. İstediklerimi hazırlayıp koyuyorum ve sağlıklı yiyecekler oluyor. Kuruyemişi, meyvesi ve beslenmesini koyup yanına ufak bir not ekliyorum. Beslenme çantasının hem sağlıklı yiyeceklerle dolduğunu hem de boş gelmediğini görmek bana huzur ve mutluluk veriyor.
Dün yine gözlemesini hazırlayıp, yanına notunu ekledim baktım ki servis örtüsü lekeli ve eski, düne kadar fark etmemiştim. Gün içerisinde evde yeni bir tane olup olmadığını düşündüm. Aklıma evdeki şunu yaparım deyip de aldığım kumaş yığının içindeki piti piti kare pembe kumaşla yapabileceğim bir örtü geldi.
Aşama 2 dikim sonrası uğur böceği operasyonu
Akşam Cimcime uyuduktan sonra sürprizi hazırlamaya karar verdim. Kumaş aslında pamuklu değil şimdilik idare etsin yeni bir proje daha üretirim diye düşündüm.
Kumaşı eski örtü ölçülerine göre kesip, kenarlarını ütüyle içine kıvırdım. Ütüyle sabitleştirmek, dikim esnasında çok işe yarıyor. Kenarlarını makine ile diktim. Gündüzden tasarladığım uğur böceğini keçe ile yaptım ve kenarlarından elde dikerek kumaşın kenarına tutturdum.
Cemo; al bir tane ne uğraşıyorsun der gibi baktı. Alırım tabi ama benim yaptığım gibi olur mu? Olmaz işte!!! Bu anne eli değmiş gibi değil anne eli değmiş gerçek servis örtüsü…
Bunun fiyatı değil değeri var. Bu değerli örtüyü Cimcimenin çantasına yerleştirdim güzel bir not yazdım. Az önce de anne çok beğendim nidalarıyla telefonunu alınca bende mutlu oldum. Kalpli ve kelebeklisinin siparişini verdi .Çocuklar işte, onları mutlu etmek için ufacık ayrıntılar yetiyor.

17 Eylül 2014 Çarşamba

Zaruri Açıklama

Bu açıklamayı sadece kendim için yazıyorum. Ben, içimdeki benin, içindeki ateşi artık söndürmeliyim. Bu ateşin sönmesi, içimdeki ben sesinin susması için oluşturduğum satırlarım, beni kesinlikle rahatlatmalı. Cümleler bizzat içimdeki Püskül’ün susması için; bağırışları, çağırışları ve susuşları diyebiliriz. Ayrıca içimde dönüp duran kelime bulantılarının kusmaları olsunlar.
Cemo
Hemcinslerimin hemen hemen yüzde 90 gibi hiç azımsanmayacak kısmı, bir şekilde babası, abisi, dedesi, kocası, annesi ve hatta kendi içinde yetiştirdiği, kadın baskısı tarafından hayallerinden vazgeçmiştir. büyük bir yüzdelik içinde olduğumu düşündüğümde şanslı olduğumu varsayabiliriz. Şanssızlık yüzdesinin içinde yüzen şans diyelim.
“Eğer erkek olsaydın, her şey farklı olurdu.” Dedi. Benim istediğimi yapmak, bir nevi hayallerimi gerçekleştirmek için cinsiyetimi değiştirmem lazım. Onun için zor olacak bir şey, nasıl eve gelecek, yemek yapacak? Kendini zavallı hissederken bende hayallerimin peşinde, iş, okul ve ev arasında koşuyor olacağım. Zor bensiz sofraya oturmayan adam bensiz eve mi gelecek?
İşin en başında hiçbir şey yokken yapacağı itirazları sonrasına saklayan beyefendiyi düşünerek birçok şeyden vazgeçtim. Hani onunda vazgeçmesi gereken bir hayali olsaydı da ben içine etseydim hiç fena olmazdı.
Oturup düşünüp kazandığımız paranın yarısının sadece kira, kredi ve zorunlu birikim adı altındaki taksitlerimize kalan kısmının yarısından fazlasını eğitime ayırdığımda elimize geçen paranın kazancımızın yarısının yarısının yarısı olması gözünü korkuttu. Elimizde olan birikimi verip, 2 yıl sonra sıfırdan başlamak onun için çok korkutucu benim içinde heyecan vericiydi. Değişmek, değişmeyi istemek ise heyecan vericidir. O değişimden korkuyor. Korkan kişinin 12 yıllık evliliğimizde 2 iş değiştiren taraf olması ise bu işin cabası!
Ben
Hayalimin gerçekleşmesi için gereken adımı atmama, kollarımdan tutup izin vermeyen, düşüncelerim olmasaydı, daha rahat adım atabilirdim. Biliyorum ki çok büyük zorluklar beni bekliyordu. İş yerinden erken çıkma heyecanı ile Örtger dırdır edecek, ben işimi kaybetme korkusuyla strese girecektim. evde derslerini yapmak için bekleyen bir yavru ve karnı aç babası beni bekleyeceklerdi. Bu saatten sonra evde oturmam, ikinci bebeyi büyütmem gerektiğini düşünen bir ana dırdırı çekiyor olacaktım.
Bu işin sonu Cemo’nun dediği gibi ; “Ya evlilik ya hayallerin” sözüne bir şekilde gelecekti. bu yazdıklarım, olası ihtimalleri çok yüksek varsayımlar.
Pişman olmayacak mıyım? Elbette olacağım. Pişmanlığın şiddeti önemli ! ara sıra aklıma gelirde geçer ise amenna ama geçmezse depresyonun yolları görünür.

Yazmak gerekirse ile başlayıp, Fol &Yumurta & Ben ile devam eden süreçte, Günün Püskülü ile ilerlemiş olan Püskül, yumurtanın folu gelmesine rağmen ben kısmındaki dış mihraklar tarafından çıkarılamamıştır.Diyeceğim içimden…


15 Eylül 2014 Pazartesi

Geçip Giden

Mutluluğun geçici, hüzünlerin ise kalıcı olacağını düşündüğüm günlerdeyim. Böyle düşünmeye mutsuzluk diyebilir miyiz? Ya da karamsarlık diyelim. Karalı grili bulutların, başımda dolaştığı, hatıralarıma yağmurların yağdığı günler…
Geçip giden günlerin…
Herkes gibi, herkes kadar anne olduğunu bilmek yeter artar ama bu içimdeki yetersiz annelik duygusu canıma tak diyor bazen. Ve ne oluyorsa oluyor, rüzgarlar esiyor, fırtınalar kopuyor yüreğimde, beynimde, kelimelerim de ve ben tepe taklak oluyorum.
Bunun psikiyatride bir adı vardır. Depreşemeyen depresyonlumu oluyorum yoksa her kadarım bende ama herkes gibi dış sessizliğim ve iç sessizliğim yok. Derdim kendimle aslında kimseye yok hacetim.
Sabah kızımı okula bırakırken her anne kadar bende heyecanlıydım. Bu “her” kısmını bu aralar abarttığım doğrudur. Bu abartıyı yapmamın sebebi konuştuğum ve paylaşımlarda bulunabildiğim hemcinsleriminde, yaşadığımız aynı olayda benim gibi hissettikleri halde benim kadar dile getirmedikleri fark etmem.
Ne kadar çabuk büyüdüğünü, bu günlerin asla geri gelmeyeceğini bildiğim halde kırgınlık ve kızgınlık yarattığım için gün be gün pişmanlıklarımın arttığını, istediğin çekçekli çantanın aslında çok kullanışsız olduğunu ama almış olmayı çok istediğimi yazacaktım. Beğendiğin arkadaşlarının aslında senden hiçbir farkı olmadığını biliyor olman için neler vermezdim. İçindeki kararsızlığı, aceleciliği de ben doğurdum aslında ve sana yetemediğim, duygusu içimde hiçbir zaman bitmeyecek!

Günler geçip gidecek, her gün , bir çok şey değişecek …Değişenler isteklerin , taleplerin , iç çekişlerin ve bir çok sayamadığım şey olacak .Benim içimdeki yetmeyen anne duygusu hiç bitmeyecek .

12 Eylül 2014 Cuma

Tavan Arasındakilerden

Sahafları severim. Tıpkı geçmişi dün gibi hatırlayabilme özelliğimi sevdiğim gibi… Her yeni günde bir önceki günü nasıl eritiyorsak, eriyenlerden, bugünlere kalanları barındırır bütün sahaflar. En azından benim için öyle. Her gün yürüdüğüm yolda gördüğüm sahaf artık yok yerini bambaşka bir işletmeci aldı.

Hiçbir zaman benim bilerek onun önünden sırf sahafı hatırlamak için geçtiğimi bilmeyecek.
Bir gün alelade bir caddeden yürürken, eski kâğıtların toplandığı bir kütüphane ile karşılaştım. Kütüphane dediysem ikinci el kitap alış satış yeri yani sahaf. Kitapların kokusunun baş döndürücülüğü ile alacağım kitapları seçmeye başladım. Başkasının okuduğu kitabı okumaktan çizdiği satırları tekrar tekrar okumaktan zevk duyarım. Çizilmiş satırların olup olmadığını incelemesem de, başkasının dokunduğu, hissederek okuduğu kitabı okumak bana büyük bir okuma zevki veriyor.
Bu kitabı da böyle bir sahaf buluşmasında aldım. Kitabı okumaya başlamadan önce internetten okuyucu yorumları okumak âdetimdir. Birçok kitaba yorum bulamadığım gibi bu kitaba da yorum bulamadım.
Adet midir nedir? Bu kitap için, kitap blogları bile kitap içerisinde ki ön sözde yazanları yazmışlardı. Herkesin aynı görüşleri taşıyacağını, bir kitabı aynı fikir ve düşünceler ile yorumlayacağını düşünmüyorum. Hiç değilse birinde ufak bir fikir bulsaydım, sevinebilirdim.
Bu kitabı okuyan biri olarak naçizane düşüncelerimi size aktarmayı planlıyorum.
Galata Köprüsü yapıldıktan sonra, uçan kuş ve sadece köpeklere ücretsiz olduğunu bu kitaptan öğrendim ben, birde dokunan satırları vardı. Hayatımdaki duraklara, yaşanmışlıklara dokunan satırlar.
Kitap; bir yaşamın parçalarının, hikâyelerini anlatan bir isme sahip olsa da aslında Osmanlıdan günümüze ilginç adetleri, gelenekleri, efsane diye duyduklarımızın, dilden dile aktarılan hikâyelerin İskender Pala tarafından, Topkapı Sarayının arşivinden dilimize çevirisiyle yazılmış.

Birçok hikâyeyi duymuştum tabi Galata köprüsü açıldığında sadece köpeklerden geçiş ücreti alınmadığını ve köpeklerin karşı yakayı (taksim tarafı) sevmeyip zaten geçmediklerini bilmiyordum.

Galiba beni en çok etkileyen ve aklımda kalan kısmı bu Galata Köprüsü meselesi olmuş.Tavan arasındaki İnstagramdan paylaşılmış birkaç fotoğraf ile en derun sevgilerimi sunarım sabırlı okuyucum.
Ya işte ömür defterinin yapraklarından bir kaç satırlık yaşanmış ve okunmuşluklar
Kim istemez ki böyle bir kuş ?
Yani çok da zarif miş aslında 

5 Eylül 2014 Cuma

Un ufak

Önce çok kırıldım babama ve o kırıklarımla birlikte kaçtım. yıllar sürdü bu kırgınlık ama kırıklarımı ona batırmadım hiçbir zaman. Olacağı varmış diyerek kaçtım içimdeki benden ve babamdan. başkalarına göre daha ne olsundu hiç okuyamayan insanlar vardı, ben daha ne istiyordum ki?
Evli, çocuklu bir iş kadını oluverdim. Yıllar sürdü o kırgınlıklar içimde! un ufak oldular bazen ve bazen de kocaman olup battılar yüreğime. içimde acaba öyle olsaydı nasıl olurdu sorusu çalkalandı. Bu en çok ta çalkantılı iş hayatımın ve evlilik hayatımın olduğu dönemlerde oldu.
Pişman oldum kaçmadığıma… Sonra şükrettim elimdekilerin varlığına…
Ne vardı ki elimde. bildiklerimi koyabileceğim ne bir diplomam elimde, neden bilmediklerimi öğreneceğim üniversite sıraları. İsterdim olsun üniversite arkadaşlarım ve isterdim olsun unvanlı bir mesleğim. ya ben olduğunla yetinmeyen yada yetmeyen vardı hep. kaçış cümleleri kurdum kafamda, kendimden kaçamayacağımı bile bile, ihtimallerini seve seve…
Geçti gitti onlar yada ben hep geçtiğini sandım bu geçmişin…
Belki de içimde kalanlar yetmemişti ne kalmaya ne de gitmeye…
Koca kafamın içine edeyim ben! ne vardı şimdi ayaklanacak? olduğun yerden kalkıp ta, parmaklarınla içinde yine şüphe bırakacak bu eylemi hazırlamaya ne vardı Püsküllü beyin?
Bakılacak bir çocuk, temizlenecek bir ev, yemek pişecek bir mutfak A,B,C bilmeyen bir anne var yanımda. Bir de ne olursa olsun sen kendin için yap diyen öz anne…
Hep öyle dedi annem. Bir babam gitme dediğinde bir şey diyemedi. Diyebilecek bir şeyi yoktu. bende anneyim anlıyorum onu ama onun beni anlaması zaman alacak. Asla aynı olanı , var olanı, yok olmayanı  aynı durumda  düşünmeyeceğiz.
Şimdi yine kırgınım. bu kez hayatımdaki ikinci erkeğe. Benden varlığımdan gelecekten korktuğu için, güven temelini kendine bile yakıştıramadığı için, kadın olmamın ne kadar büyük bir eziklik olduğunu basa basa söylediği için, çok kırgınım. Kırıklarımı ona batırmadan nasıl yaşayacağım bilmiyorum. Zaten bildiklerimde güvendiklerimde hiçbir zaman doğru çıkmadı.

Varsın doğrular, eğrilsin, eğriler doğrulsun. Olsunda olduğu gibi kalsın. ben yine kırıklarım ile yaşayayım un ufak edeyim içimde, un ufak olsunda büyüsün bu yüreğim. 

3 Eylül 2014 Çarşamba

Eylül

Eylüle selam verelim.
Eylülde kim?
Herkesin bildiği gibi bir yaprak dökümüne az kala, güneşin akşam serinliklerinde yerini bıraktığı, ince hırkaların sevildiği, giyildiği aylardan Eylül…
Ben bu günleri daha önce de yaşamıştım. O son günde “keşke” ile başlayan nice cümleler etmiştim. Keşkeleri hep sevdim ben, o keşkelerle yaşadım. Keşkelerini anlatanları ise hep dinledim. dinlemeyi severim, keşkelerim ile yaşamayı da öğrendim.
Benim asıl sorun. ne yapacağını bilen ama yapmaya cesareti olmayan ben. Nice yıllar sonra yine sadece kendi korkularımla değil başkalarının korkularıyla korkuyorum. İçimdeki nedensiz karamsarlık, kararsızlık, acımasızlık, beceriksizlik, edepsizlik, aidiyetsizlik, doyumsuzluk ve bir çok sebepsizlik bunları doğuran büyüten ve erdiremeyen benim!
Hepsi benim hayatım.
Cemo korkuyor, Cimcime istemiyor, ben istiyorum ama kahrolsun Atatürk resimli kağıt parçaları. Birde bir türlü olacağına inanmayıp sana güvenmeyen maaş mimarları.
5 eylüle az kaldı. benim kazandığım okulun kayıt gününe kalan sadece 2 gün . burada dediğim gibi günün püskül’ü çok cesaretli ve azimli değil. kendimi her şekilde kabul ettiğim günler devam ediyor. Ne olursa olsun beni üzen, değer vermeyen insanlardan uzak durmayı başardım. kendimi olduğum gibi yanlışlarım ve keşkelerimle kabul ettim. Beni benden nefret ettiren bütün saygısızlardan ise uzaklaştım. keşif zamanı onlar olmadan daha eğlenceli idi. Başkalarını sırtına yük olmayı kendine hedef seçip, insan kullanabilme yetisine sahip insanların karaktersiz sözleri ve davranışlarını istemiyorum hayatımda. bu tipleri için ne sevgini nede zamanını harcamamalısın. Keşkelerin Püskülünden daimi tavsiye.
Yine konu değişti. beni rahatlatan aslında satırlar. işte ben bu cümlelerin noktalarını, virgüllerini ve ünlemsiz ciddiyetlerini seviyorum.
Kalan neyse içimde kalıversin. Olmayacak bu okul işi de. Nedeni ise bildiğin Atatürklü kağıt parçaları, evde olan bir bebe, olmayan bir baba. Olsun be Püskül zamanında ilacı bu keşkeler. Varsın aksın ömür bir avuç toprak için yalan olsun bu dünya! Var sen sağlıkla sıhhatle yaşa …



23 Ağustos 2014 Cumartesi

İtirazım Var

Dayımın oğlu Ahmet ile amcamın oğlu Mehmet, okul hayatları boyunca, okulun en güzel, en gözde, en bakımlı, en güzel vücutlu, en popüler kızlarıyla arkadaşlık ettiler. Geçici değil, aşk yaşadıklarını iddia ettiler. Ortaokulda, lisede ne aşk yaşanırsa? Ermeye çalışan erememiş , bu okul popülatiresi yüksek gençlerin , cilveleşmeleri de her nedense , popülatirelerini arttırırdı.
Yıllar yıllar geçti ve dayımın oğlu Ahmet, ailesinin uygun gördüğü, gayet sade tam ev hanımı olabilecek, çocuk bakıp, güzel yemekler pişirebilecek bir ev kızı ile, amcamın oğlu Mehmet ise, okul hayatında hiç popülaritesi olmamış, kendi halinde, aklı başında tabir edilen, annesinin babasının sözünden çıkmayı hiç düşünmemiş bir kızla evlendiler. Evlenmeden öncede evliliğin kutsallığından, bizim ailemize böyle kız uyarlığından gem vurdular.
Bir de bunun aman oğlum, erkek olsun, erkek gibi davransın diye milli olmak gibi saçma iki kelime ile para veren anneler. Oğlunun erkek olmamasından, elini kirletmemesinden korkan, kendi hemcinslerini sadece eğlence malzemesi olarak gören, kadınlar kısmı var.
Oğullarını ev geçindirecek, meslek sahibi olmalı, para kazanmalı, büyük adam olmalı, en büyüğü, en iyisi olmalı, arada yaptıkları gizli kaçamakları elini kiri olarak gören yine kendi hemcinslerim, kızlarına mevzu gelince hep bir namus bekçisi, rahat kızının tavırlarını bir terbiyesizlik olarak görürler. Onlar için kız evlatları; asla ve asla kirlenmemesi gereken bir beyaz sayfadır.
Her iki evlat içinde geçerli olması gereken hayat şartları, maalesef asla mümkün olmaz ve bu eşitsizlik içerisinde büyüyen evlatlarının artık başını bağlamaları gerektiğine karar verdiklerinden durumu eşitsizleştirmeye devam ederler ve adam edemedikleri oğullarını düşünmeden “ Adam olmuş, karısına baksın, yapsın.”  Diyerek kız evlatlarını başından atmanın, erkek evlatlarını ise işin içine girdikçe girmek isterler. Bir yerde namusları temizlenmiş olurken diğer yanda gösteriş peşindedirler.
Kısır döngü böyle oluşur işte.
Önce eşitsizlikle büyütürsün, birini içinden çıkaramazsın diğerinin bir an önce gitmesini istersin. En gözde yaptığın, taptığın için kendine yakışacak, olanı ararsın. Bulduğun da ise hep beklentilerin yüksektir. Kendini dağ tepesinde zanneden hizmet edilmek için dünyaya geldiğini zanneden birini bulursan kolay gelsin. Sende her şeyi ben bilirim, ben olmazsam olmaz, ben karar veririm dersen biricik hemcinsime kolay gelsin.
Benim bu karşı cins üzerinden , hemcinslerine zarar veren , kaprisli hemcinslerimin , çocuk yetiştirmelerine , gelin ezmelerine , kaynana sömürmelerine tek bir erkek yüzünden bir birlerine düşmelerine İTİRAZIM VAR!!!!!!!!!



20 Ağustos 2014 Çarşamba

Yanlızız



Yalnızız...İkimizin de sıcağı öksüz artık! Hayatı yaşanır kılmak adına,yalancı süslerle bezemeye çalışıyoruz zamanı...Yarınlara ikinci el mutluluklar ısmarlıyor,her yarını dün ettiğimizde koca bir hiçle uyanıyoruz...Olmadık insanlarla üç kuruşluk muhabbetlere oturuyor,tebessüm bile etmeyeceğimiz şeylere kahkaha atıyoruz...
Ama merhemimizin adı zaman... Tutkal kıvamında susuşları, yalnızlığın keskin tineriyle inceltip, kendi kendimize mırıldanmalara çevirdiğimizde,dudaklarımızdan dökülen yalnızca "Ne yaptım?"...
Ne yaptık biliyor musun? Belirsiz bir zamire sürüldük... Aşkın hiçbir eylemi, çekilmez bu zamirle...


1951 yılında demiş Peyami Safa , ne güzel demiş .Bugün 2014 , satırlarını anlayan , hisseden birileri var. Her zamanın anlatıcısı (yazıcısı) , dinleyicisi (okuyucusu) var. Neler geliyorsa geçmişten , gelecekte aynısı hep bir çöküş ve kaybediş hissiyatıyla nakşediliyor satırlara...Bir şeyleri kaybettiğimizi düşündükçe , yaşlanıyoruz.

19 Ağustos 2014 Salı

Signal White Now Gold Deneme Raporu


  
Sayın okuyucu ; az sonra okuyacağınız satırlar , az anı, bol yad , bol reklam ve korku dolu resimler barındırabilir.
Çocukluğumda, bizim evde diş fırçalamak sadece bir iş miş gibi yapılan bir durumdu. Babamın da dişlerini fırçaladığını hatırlarım. Ve rahmetli dedemin iki ön düşüyle  “En azından benim dişim. “ diyerek yıllarca diş yaptırmadığını, fırçaladığını da hatırlıyorum.
Evin salonundaki büyük aynanın karşısında dişlerimizi fırçalar hiç üşenmeden, lavaboda ağzımızı çalkalar ve temizlerdik. Aslında kendimi de katıyorum meseleye ama ben bu kadar titiz ve öz bakım becerisi gelişmiş bir çocuk ve ergen değildim. büyük erkek kardeşim bu konuda çok hassas ve düzenli olarak el yıkayan, aynanın karşısında saatlerce diş fırçalayan bir çocuk, ergen ve yetişkin oldu.
Bu bilinçaltıma işlemiş olduğundan mıdır bilmiyorum ama lavabo ve ayna karşısında, diş fırçalama eylemi hep sıkıcı, hep buhranlı olmuştur benim için. Ve kendi kendime sorduğum bir soru vardır.
Neden dişlerimizi lavaboda ayna karşısında fırçalamak zorundayız?
Kitap okurken, TV seyrederken ya da mekân olarak balkonda neden diş fırçalanmaz? Mecbur muyuz, ayna karşısında diş fırçalamaya? En son çalkalama ve tükürme işlemi için lavaboya gitsek olmaz mı? Balkon da sigara içilebiliyor, çekirdek çitleyebiliyor, yemek yiyebiliyor ve yatabiliyorsak dişte fırçalayabiliriz değil mi?
Aslında, bu fikrimden, iyi bir reklam filmi çıkabilir. Fikrimi kullanan diş macunu ve diş fırçası üreticileri; orta ikinci sınıfta nekroze olmuş dişimi tedavisini ve ters kapanan çenemin ortodonti masraflarını karşılamaları bu fikrimi almaları için yeterli.
Diş bakımı konusunda yeterince geride olan güzide ülkem eğer macun ve fırçadan hoşlanmıyorsa misvakta kullanabilir ama veriler ne yazik ki böyle olmadığını gösteriyor. http://www.tdb.org.tr/tdb/v2/solmenu_goster.php?yer_id=7&id=343 linkte ayrıntıları ile görebilirsiniz.
Asıl meselemiz kullandığımız ürünlerin anlatımı ve bu asıl meseleye dönmeliyim. Ürün kullanma ve deneme konusunda tercihi biz yapıyoruz. Yani niyet aman bedava diş macunu alayım, fırça alayım falan değil. Ne yalan söyleyeyim kutunun içinden çıkan 1 Adet Signal Ultra Reach Diş Fırçası  süper!  Kullandığım fırça farklı bir marka idi. bu fırça orta sert ve  acayip diş aralarını temizliyor. Ayrıca kutunun içerisinden çıkan gratis indirim kuponlarını iş arkadaşlarıma dağıttım. Aslında bu tip şeyleri ihtiyacı olanlara vermek, alabilmelerini kolaylaştırabilmek daha önemli. Birde numunelik olan diş macunları vardı onları ise çocuklara hediye ettim. Bu da “Ağaç yaşken eğilir.” olayıdır.
Daha önce kullandığımız Signal White Now isimli diş macununun, üst modeli olarak değerlendirdiğim bir macundu. Alt modelini sürekli değil de ara sıra acil ihtiyaçlarda kullanıyordum. Kahrolsun çok beyaz görünme isteği  ve hiçbir zaman mümkün olmayacak bu istek ben nine olup takma diş kullanana kadar devam edecek.

Sayın araştırmacı inceleyicisi; az sonra göreceğiniz deneme aşamasından ve kullanıcı anomalilileri için özür dilerim. nekroze olmuş diş ve ters kapanan çene ile çekilebilmiş Signal white gold deneme çekimleri göz zevkinizi bozabilir.

14 Ağustos 2014 Perşembe

DEPRESYON

Depresyonu anlatacağım.
Bir kutunun içine kapatılmış ruhu nasıl anlatacağım bilmiyorum. Beni ve yaşadığım ağır karanlığı elimden geldiğince başlangıcından itibaren anlatmaya çalışacağım.
Aslında varlığını kabullenmek zor olsa da hayatıma girdiğinde çok gençtim.
Sahilin taşlarında oturmuş bu hayatın yaşamamın bir anlamı olmayacağını düşünüyordum. hiçbir şey yolunda gitmiyor, gitmeyecek diye düşünüyordum. işyerinde mobing , evde uyumsuzluk ve erkek kardeşimin benden daha ağır geçirdiği bir depresyonu vardı.ne ona ne kendime hiçbir yararım olamıyordu ve yokluk , yetemezlik hissi kaplamıştı her yeri .
Bu hissettiklerimin hiçte normal olmadığını düşündüm. Aslında artık dayanamayacağımı düşündüğüm o yerde. Eve gittim kimseye gittiğimi söylemedim zaten soranda yoktu. Kendi içimde yaşamıştım varlığımın ve yokluğumun ne anlama geldiğini…
Doktor tedavisi, düşük dozda seratonin ile başladı.
Birçok yokluk ve varlık yaşandı. İş yerinde daha iyi çalışmaya, en azından mobinglerin daha az olduğunu hissetmeye başladım. Kendimi daha iyi hissediyordum. Dünya, dünyaydı işte nasıl olsa bir ömür öyle ya da böyle geçecekti.
Tedavi bittikten sonra, hamile kaldım. o dönemlerde depresyonu hatırlamıyorum. Hamileliğim bol uykulu, bol temizlikli, sigarasız, alkolsüz, işten eve evden işe bir modda geçti.
Doğumdan sonra hiç anlamadığım bir şekilde karanlık bulutlar yine üzerimde gezmeye başladı. Her kafadan bir ses çıkıyor, göğüslerim ağrıyor ve masum bir bakıma muhtacın bakıcısı olmuştum. Patlama noktası 3 gün sonra annem ve babamı görüp hüngür hüngür ağladığım gündü.
Taşımakta inanılmaz zorlandığım, kollarımın ağrısından uyuyamadığım geceler. Mutfağa gittiğimde arkamdan bebeğin gelip beni öldüreceği korkusu. ne yapacağını bilememe, beceriksizlik ve yetememe duygusunun beynime bu günlerde işlendiğini düşünüyordum. Bunun adına doğum sonrası depresyon diyorlarmış. Çok sonraları çocuğum 3 -4 yaşına geldiğinde hala çıkamamağımı öğrendim ve çok daha yüksek bir dozla tedaviye başladım.
Sanki her gün üstünüzde gri bulutlar var. en ufak hatanızda bile kendinizi beceriksiz ve salak ilan ediyorsunuz ama içinizde. Kronolojik olarak her düşünceniz geçmişe ve geçmişteki kötü anılara gidiyor. Siz farklı bir şeyler düşünmeye çalışsanız da, zihniniz aslında hiç hatırlayamacağınızı zannettiğiniz, bir günün aslında ne kadar kötü bir gün olduğunu hatırlatıyor. Size geçmişte söylenmiş bir sözün, kötü niyetle söylenmiş olabileceğini düşünüyorsunuz. İnsanların sizin hakkında ne dediği çok önemli hale geliyor. İnsanlarda gerçekten böyle dönemlerde inanılmaz yorumlar yapabiliyor. Beceriksizlik, yetersizlik, aidiyetsizlik… Her gün oturup yemek yediğiniz masa, yattığınız yatak anlamsız geliyor. Aslında size ait olan her şeyin size yabancılaştığını düşünüyorsunuz. Uyuyor uyudukça da uykusuz kalıyor ve uykunun işkencesini, normal hayatınızdan daha hafifi buluyorsunuz.
Aslında bütün yaşadıklarının sadece senin başına gelmediğini bilmek, insanların, olayları yaşayış biçimlerinin farklı olduğunu görmek, ne olursa olsun dimdik ayakta olmanın kendine daha çok güç vereceğine inanmak gerekiyor. İşte bunların hepsini o küçük mutluluk haplarını almadan yapamıyorsun.
Aslında bu yazı istediğim gibi olmadı. Yani anlatmak istediklerimi tam olarak anlatamadım. Depresyonda değilim ama karamsarlığın üstüme çöktüğü günlerde yaşıyorum.