30 Haziran 2015 Salı

HAYIRLI RAMAZANLAR

Bence bazı şeyleri netleştirmeli…
Birinci.

Benim bildiğim kadarıyla; vücuda giren orucu çıkan abdesti bozar.Nokta.Bundan sonra ne bozacak bozmayacak lütfen nöronlarınızı çalıştırın.

İkinci.

Güzel arkadaşlarım, kardeşlerim, yurttaşlarım, nihayetinde insanoğulları;

Sen eğer Kürtleri öldürüyorlar diyorsan, Türkleri öldürüyorlar diyorsan , Müslümanları öldürüyorlar diyorsan ,  en afilisinden , hatta kanına iyice işlemiş olabilir ,bir ırkçısın ayrıca faşist de desem yüreğim gam yemez.

Bak şimdi dersen ki insanlar ölüyor, yok yere, boş yere, hiç uğruna, çıkarlar uğruna, istekler uğruna, faşizan düşlünceler uğruna, ferah yaşam uğruna insanlar ölüyor diyorsan, İNSAN sın.


Hayırlı Ramazanlar… 

29 Haziran 2015 Pazartesi

İNSANLARIMIZ

Kendi işine geldiği gibi, çıkarlarının uygunluğu doğrultusunda hareket eden. Bu şekilde davranabilenleri uyanık ilan eden, ama iş başkasının çıkarına uygun kendi çıkarına yaramayan olduğunda karşı tarafı; üç kağıtçı, çıkarcı ve haksız gören insanlar, insanlarımız.

İşine geldiği gibi işleyen sistem  insanları…

Tek başına ordu yönetiyormuş havalarında çalışan , her işi kendi yapıyormuş gibi düşünüp, hareket eden, bir tek kendisiymiş gibi, herkes onu desteklemek zorundaymış gibi, ardına bile bakmadan çalışan , her işi işine geldiği gibi duygu sömürüyle yapan insanlar ,insanlarımız…

İşini kendi işine geldiği gibi sömürenler…

Başladık bakkalım yeni haftaya, ben gidip serotonin bağımlılığımı doyurayım.

24 Haziran 2015 Çarşamba

GÜLÜYORUZ AĞLANACAK HALİMİZE



9 yaşında hasta çocuk,19 Haziran muayene ediliyor. Boğazı şişmiş. Penisilin yazılıyor, Üç dozluk ve yardımcı ilaçlar. Sadece iğneyi alıyor aile. Sonra diğer ilaçları alacaklar. Maddiyat değil iğne iyi gelir mantığı! Geldiği gün yine bir doz iğne ve ateş düşürücü yapılıyor.
20 Haziran tekrar geliyor ateş düşmemiş. Ateş düşürücü yapılıyor, iğnesi yapılıyor gönderiliyor. Ama ne iğne çocuk feryat figan zar zor yapılıyor.
21 Haziran çocuk rahatlamış biraz, iğneye geliyor ateşi düşmedi diyor aile. Kaç diye sorulduğunda cevap yok. Ama ateşi var diyorlar. Kontrol ediliyor ateş 37,5, enjeksiyonu yapılıp gönderiliyor.
22 Haziran aile çocukla geliyor son iğne yapılıyor. Kontrole geliyorlar. Diğer ilaçları tam kullanılmamış. Kontrolde genel durum iyi çocuk cin gibi, anne ishali var diyor. Tahlil yapılıyor. Tahlile göre ilaç veriliyor.
23 haziran ………………..
24 Haziran anne ve çocuk geliyor. İğne yapılacak, sekreter iğne bitmişti yanlış olmasın diyor. Anne sizin tahlillerde bir şey çıkmadı başka hastaneye gittik iğne yazdılar diyor. Kanında iltihap varmış diyor. Ekliyor bir şey anlamadılar ki !!!
İğne zar zor yapılıyor. En yüksek dozda antibiyotik. Dışarıda beklerken anne sekretere şöyle diyor.
Doktorla görüşebilir miyiz?
Ne için görüşeceksiniz?
İğne bir tane yazdılar , süresini uzatmak istiyorum da !!!


23 Haziran 2015 Salı

KAYMAKLI YUKA

Sabahtan hareketlilik başlardı. Ekmek leğeninde, bol yumurtalı, bol süt ve yağlı hamuru yoğrulurdu. Kadınlar yastaç*  ve oklavalarıyla gelirlerdi. Ev sahibinin ise en az iki tane yastaç’ı mutlaka olurdu.
İmece usulü konu-komşu, hısım -akraba toplanılır hep birlikte belki bir belki iki beklide üç aileye kışlık hazırlığı bile çıkartılırdı. Öyle evin içinde falan değil. Evin bahçesine kilimler, sofra bezleri yayılır. Herkes yerini alırdı. Hamurları eşit parçaya bölen, açan, sofra bezlerinin üstüne havalanması için bırakan hep ayrı kişiler olurdu.
Hamurlar tek tek ne kalın ne ince açılır, üç – dört – beş yufka üst üste konulur ve uzun şeritler halinde kesilir. Daha sonra kesebildiğiniz kalınlıkta erişteler elde edilirdi.
Yani yuka aşı; erişteden yapılır. Kesinlikle ev yapımı olmalıdır. Kış hazırlıklarının vazgeçilmezidir.
Erişteler temiz beyaz örtülerin üzerinde kurutulup, temiz bez torbalarda saklanır. Birde bunun yoğurtlu hamurluk kesilen kısmı var ki sıcak ramazan günlerinin vazgeçilmezi yoğurtlu hamurdur. Uzun şeritler halinde kestiğiniz hamurların yerine kare hamurlar kesip yoğurtlu hamırlık yapabilirsiniz.
 Bir zamanlar git bakkala markete makarna yoktu. Annemler ninemler, komşular toplanır kuskusu, erişteyi, yoğurtlu hamurluğu yaparlardı. Kurutmak için öyle fırın falan değil bildiğin güneş ve rüzgâr yeterdi.
Öncelikle yuka aşı yapılacaksa kesinlikle erişte evde yapılmış olmalı. Tabiî ki satılanlardan deneyebilirsiniz ama tam lezzeti yakalamak için erişteniz kendi yapımınız olmalı. Çok az bile günlük yapılabilir. Hiç yaptın mı diye sorsanız; hayır, köyde annemlerle birlikte hariç hiç yapmadım.
Bu demek değil ki yapmayacağım. Tıpkı deneyip süper bir lezzet elde ettiğim tarhanam gibi bu yılda İstanbul da erişte yapmayı deneyeceğim.
İşin önce püf noktalarını vereyim tarif çok basit. Bir kere kaymak öyle krema katılıp yapılmış kaymak olmayacak. Açık pastörize edilmemiş süt alacaksınız. Kaynatacaksınız. Çok fokurdamadan sütü alacaksınız ve ılımaya bırakıp sütün kaymağını az sütle birlikte bir kaseye alacaksınız.
Birde sütten yapılmış yani salçasız tarhananız olmalı. E biraz tereyağı olsa fena olmaz. Bunun doğalı evde yapılır ama ben beceremedim. Yoğurtçu amcanın tereyağı fena değil.
Malzemeler hazırsa artık tarife geçebiliriz.

Erişteyi kaynamış suya aynı makarna yapar gibi atıp karıştırıyoruz. 3-5 dk haşlıyoruz. Hemen oluyor zaten… Kaynadıktan sonra süzüp, biraz üstünde soğuk su gezdirebilirsiniz yapışmasın.
Bir tencereye tereyağını alın eridikten sonra bir avuç sütlü tarhanayı atın hafif pembeleşince içine kaymağı koyun, biraz süt ekleyebilirsiniz daha lezzetli oluyor. Ardından pişirdiğiniz erişteyi bu karışımın içine katın, karıştırın.
En son servis yapacağınız tabağa alın ama kesinlikle tek tabak birkaç kaşık olsun. Üstüne misss gibi benim favorim keçi peyniridir, peynir rendeleyin elinizle uflayın ve kaşıklayın…
Unutmayın erişte, tarhana, peynir ev yapımı olsun. Haa bir deneyeyim derseniz diğeri size kalmış.
Bir erişte yazısı ile birkaç satır daha eklemiş oldum. Birde kafamda acaba ne zaman erişte yaparım sorusu var ki; artık nasip kısmet…
Afiyet olsun…


·        Yastaç: yer sofrası, ayaklı hamur açma tahtası.

Tarif veriyorum ama sanmayın gündemden kopuğum.Adama koskoca bakan tarafından  yılın ihracat ödülü verildi.Tarihe geçmesi gereken bu olayı ben yazmadan olmaz. Ayrıca ödülü alan halinden diğerlerinden daha memnuniyetsiz. Ben bu kadarına da , yine pess diyorum.

22 Haziran 2015 Pazartesi

Doğdum doyamadım

Önce mum yanıyor, karanlığı aydınlatıyor. Karanlıkta görünmeyenlerin görünmesini sağlıyor Mum eriyor eridikçe kendini güçlendiriyor. Aydınlığın verdiği ve kendi ışığıyla hem eriyor hem yanıyor ama damla damla şekilleniyor.
Ve o mum sönene kadar aydınlandığıyla, aydınlattığıyla oluyor.
Mum gibi bu ömrüm. Kaç kez annemden doğduğum günün hikâyesini dinledim. Ramazanda, sabah beşte doğurmuş beni…
Hastanede doğmuşum ilk gebeliği evde imiş, beni şanslı addetmiş. Dedem götürmüş onu doğuma. Gece boyu sancı çekmiş. Babamın maaşıyla mama param ters orantılı imiş. Babam beni çok severmiş. Selvet amca kızına Semra adını koydu diye dedem Semra koymuş adımı, babam Özlem istemiş ama annem doğuma gelmedi diye babamı değil dedemi dinlemiş.
Aksiydim, asiydim söz dinlemezdim. Ahh ne zor çocuktum. Kızım doğduğundan beri annemi daha iyi anlıyorum. Olmayanı isteyen, olanı beğenmeyen aykırı bir ruhla nasıl yaşanır?
İyisiyle ,kötüsüyle, yanlış ve doğrularımla, hatalarımla yaşadım.şimdi ne diyelim nice  32 ‘ler dolsun gitsin inşallah.
Bana sorsanız; ne istersin diye.
Mehmet dedemle, Salim dedemle olmak isterdim. Maviş ninemle daha çok vakit geçiriyor olmak isterdim.
Annemle babamla yer sofrasında daha çok yemek yemek isterdim. Dedemle daha çok tarlaya gitmek, odun kesmek, inek gütmek, yuka aşına kaşık yarıştırmak isterdim.
İşte o mum yanıyor. Damla damla eriyip kaybediyor kendini, yine kendinden parça oluyor her bir parçası…
Doğup ta doyamadıkların gidiyor her damlasında. Doğdum da doyamadıklarım var benim!
Bir ömür böyle geçiyor. Hep dilekler nice yıllar olması yolunda. Evet, nice yıllarım olsun.
Sevdiklerimle, doyamadıklarımla nice yıllarım olsun. O mum sönene kadar nice mumlar üfleyebilmem dileğiyle…


19 Haziran 2015 Cuma

YAZIM

Ne yazarsan yaz kaderini yazamıyorsun. Elinde olmadan yaşadıkların, yaşatılanların esiri oluyorsun. Her şeyin daha iyiye gideceğini umuyor ve umursamaz davranıyorsun.
Geriye dönüp baktıklarınla, hayallerin arasındaki uçurumun ucunda kalıyorsun. Bekliyorsun…
Her şeyin daha iyiye gideceğini umarak, kötülüklerle, düşüncelerle savaşmayı öğreniyorsun.
Unutmuyorsun…
Unutamıyorsun…
Kalanlar ve gidenlerle yaşıyorsun. Geride bıraktıkların acısını içinde hissederek yoluna devam etmenin ağırlığını taşıyorsun.
En önemlisi yaşıyorsun. ne olursa olsun, ne yaşarsan yaşa, onların varlığıyla yaşamaya alışıyorsun. Geçmişin gittiği geleceğin gelmediği şu anın içinde; yine gidecek ve gelmişleri yaşıyorsun.
Bugün günlerden Cuma ve tarih on dokuz haziran iki bin on beş. Yarının bugünü, bugünün dünü yine yaşandı. Eksikleri, fazlaları, yaşananları yarına geçip dünde kaldı.

Ya tarihe yazılacaksın ya da tarihi yazacaksın oda olmadı kendini yazacaksın. Kendini bıraktığında kelimelere kaderini yazmış olacaksın.

18 Haziran 2015 Perşembe

NİYET

Doksanlı yıllarda bir ramazan günüyü. Sabahçıydım. Öğlen çıkıp köy sapağından geçen Biga otobüsüne bindim. Köyün sapağında indim. Oruçluydum. Annem yine kaymaklı yuka aşı, yanına hoşaf yapmıştı.
Yuka aşını dedem severdi. Üstüne mutlaka peynir rendelenir içine kaymak ve tarhana konulurdu. Hepimiz severdik. tıpkı kuskusu sevdiğimiz , annemin yaptığı kıymalı biberi  sıcak pidenin içine koyduğumuz gibi…
Her Ramazanda olduğu gibi davul çalmış dedem salona gelip sofraya bağdaşını kurmuştu. Ninem geldi annem beni abimi kaldırdı. Annem yine güzel şeyler yapmıştı. Belki yemeyiz diye kahvaltılıkta hazırdı.
Ne kadar oruç tutmak bana zor gelse de, iftar ve sahur yemeklerini çok severdim. O gece sahura kalkıp oruca niyetlenmeden yatmıştım. Hiç niyetlenemiyordum. Çünkü ya bozarsam düşüncesi, 60 güne tekabül ediyor ve 60 günü gözüm kesmiyordu.
Sapakta indim. Köyün yolunda yürümeye başladım. Güneşte vardı. Sanırım Mart ayıydı. Terzi Mehmet amcanın evini geçip yokuşa doğru tırmanmaya başladığımda, orucumda zorlanmaya başlamıştı.
Yokuşu çıktım. Zekeriya dayının- herkes Zekeriya dayı derdi- çeşmesinde, biraz durakladım. Yüzümü yıkadım. Orucumu bozmak istemiyordum. Çeşme ne güzel akıyordu, güneş ne güzel yakıyordu.
Demir borudan akan suya yanaştım. Yüzümü yıkadım. Biraz dudaklarımı ıslatmalıydım. Okul çantam çok ağırdı. Sırtımdan otların üzerine bıraktım. Dudaklarımı ıslattım. Ağzımı çalkalasam ne olacaktı ki? Ağzımı çalkaladım.
Nedense çeşmede geçirdiğim zaman sonrasında, oruç daha zor gelmeye başladı. Yokuşu çok zor çıktım. Eve gittiğimde ya abim dilimi oruç tutup tutmadığım için kontrol ederse diye koşarak kuruttum. Nedense benim oruç tutmam için çok baskı vardı. Ama ben istemeden tutmak istemiyordum.
Annem, komşular vardı evde. Akşam, bizim evde tüm köye iftar verilecekti. Bahçede kazan kaynıyordu. Kadınlar bir yandan pilavlık ayıklıyor bir yandan akşam hazırlıkları için anneme destek oluyorlardı.
Eve girdim. Kapıdan girişteki küçük odaya çantamı attım. Divanlı odaya –misafir odası- girdim. Neden bilmiyorum ama orası serin olması beni çekmişti.
Biraz uzandım. Kadınlar durmadan eve gidip geliyorlardı. Kabak tatlısı üzerine ceviz dökülüp tabaklara pay edilmiş mutfak tezgâhında ezan saatini bekliyordu. Yaprak sarmaları daha sirkeli sarımsağı dökülmemişti. Bir kaç gün önce konu komşu toplanıp sarılmıştı. Akşamdan pişirilmişti. Oda tezgâhta soğuklar bölümündeydi.
Canım sıkıldı yapacak hiçbir şey yok gibi geliyordu. Karnım acıkmış ve susamıştım. Bir anda duvarın içindeki dolabı açtım. Şeffaf şeker poşetinin mable çikolatalar vardı. İçleri beyaz, dışları çikolatalı olanlardan.
Annem akşam Kuran okunduktan sonra teravihe gitmeden konuklara gül suyu ile dağıtmak için almıştı. Çok güzel görünüyordu. Poşeti açtım. İçinden akşam için bir tane ayırdım. Poşeti dolaba koydum. Dayanamadım. İçini açıp kokladım. Off çok güzel kokuyordu. Dayanamadım. Dilimde tadımı alırsam, abim dilimi kontrol ettiğinde kendimi ele verebilirdim. Bir parça koparıp, boğazımdan içeriye attım. Canım çok çekmişti. Yeter bir tane dedim, orucumda bozulmamıştı, kimsede anlamayacaktı. Bir parça, bir parça daha derken bir tane boğazımdan geçti.
Akşam vakti ev hareketlendi. Fırının yanında ekmekler kesiliyor, salata hazırlanıyor, tabaklara dağıtıp, siniler ve sofra bezleri odalara seriliyordu. Köy kahvesinde ve camisinde verilecek iftar sofrası için erkekler gelmeye başlamıştı.
Gençler geldi, sofralar tek tek taşındı. Annemin serdiği kırmızı kilimler naftalin kokuyordu. Bu bildiğimiz misafir kokusuydu. Sofra bezlerinin üstüne teker teker siniler ve insanlar yerleşmeye başladı.
Sütlü çorba, salata, nohut yemeği, bulgur pilavı erik hoşafı, kabak tatlısı ve yaprak sarması , Ramazan ayının iftar sofralarının  daimi menüsüydü.
Herkes sofralara yerleştikten sonra, ben ninemlerin evinde yer buldum. Arkadaşlarla oturduk. Akşam ezanı olmasını bekledik. Ezan okunmaya başladığında, salatanın üzerindeki zeytinlerle orucumu açtım.
Yemekler bitti herkes sofradan kalkmaya namaza durmaya başladı. Dışarıda kadınlar sinileri topluyor imece usulu bulaşıkları yıkıyorlardı. Yaşlılar namazı kılıp Kuran okumaya hazırlanıyorlardı.
Annemin sehpasının üzerine örtü serilip Kuran koydular. Herkes eline okuma kitabı alıp okumaya başladı. Tütsü gezdirildi. Salavat getirildi. Mable çikolatalar dağıtıldı. Bitti. Gidecekler teravihe gitti.
Bulaşıkları yıkayan kadınlar yatsı namazını kıldı. Onlarda teker teker gittiler. Misafirlerin kokusu kaldı sadece…
Uyandığımda sahurdu. Annem yuka ve ayran yapmıştı. Yuka’nın kaymağı ve peyniri boldu. Çok zor kalktım. Kaşık kaşık yedim dedem kuskus istedi ertesi güne. Annem olur dedi. Gorcu’nun yemeğini götürdü dedem . bekleyemedim yedim. Hemen yattım.

Yine niyetlenmedim…

17 Haziran 2015 Çarşamba

ARADA

Bütün  gün Facebok , Twitter, gibi sosyal medya başında oturuyorum. İşte arada bir; nicelik olarak yirmi, otuz, kırk ve elli olan, nitelik olarak “bir iğne, bir serum , bir kan tahlili ve bir şey sorucamcıları katmıyorum”hasta kaydı açıp, doktora yönlendiriyorum.(En iyi yazım olduğun düşündüğüm yazıyı 52 hasta kaydı açtığım gün yazdım.) Arada laboratuara alıyor, röntgeni gösteriyorum. arada, takip ettiğim blogları ve birkaç makale okuyorum. Arada üç ayrı deftere protokol kaydı yapıyorum. Arada, defterlerin kaydını sisteme işliyorum. Arada oraya işlediklerimi gerekli olan diğer sistemlere işliyorum. Arada Genç Yazıya yazı giriyorum. Arada yazı yazıyorum. Arada blogu düzenliyorum. Arada gelen resmi yazışmaları yapıyorum. Arada kasayı kontrol ediyorum. Arada hastalarla selamlaşıyorum. Arada hal hatır soruyorum. Arada gelir gider hesaplarını kontrol ediyorum. Arada faturaları Örtger istediği için deftere, Gacet istemediği halde bilgisayara işliyorum. Arada gelen giden evrak kontrolü yapıyorum. Arada bir kahve sigara molası veriyorum. Arada yemek yiyorum. Arada buradakilere laf yetiştiriyorum. Arada Facebok beğenisi patlatıyorum. Arada yorum yapıyorum. Arada bloga yazı giriyorum. Arada bilgisayarı düzenliyorum. Ama bütün gün sosyal medya başında oturuyor, hiçbir iş yapmıyorum. Şimdi yazarken iki kadın doğum, iki dâhiliye hastası kaydı açtım bir hastanın işlemini yapıp laboratuara aldım. Röntgende bir hasta var.
Bu patronlar bana boşuna maaş ve sigorta veriyorlar. Ben aslında bütün gün yan gelip yatıp, sosyal medyada geziyorum.

 

16 Haziran 2015 Salı

SEN

 Doğan güneşsin,
Haziranda ıhlamur kokusu,
Nisanda yağmur…
Doğduğum toprak,
Yağdığım yağmur…
Gözlerim ıslak
Yaşadığım nehir
Topladığım kiraz
Kokladığım yaprak

Sen hayatsın ….

15 Haziran 2015 Pazartesi

OKUL YAZI DİZİSİ -7 ''NADAN HOCA''

Yaşam yolunda yürüyoruz. Yürürken kaybettiğimiz yol arkadaşlarımızda var. Düğüm düğüm işlediğimiz anılarımızın alabildiğimiz işlemelerini taşıyoruz. Yepyeni keşiflere, eski deneyimlerimizi katıyoruz.
Büyüyor, öğreniyor, görüyor, imceliyor beklide unutuyoruz ama her şey bellekte kalıyor merak etmeyin. Bir dokunuş bir kıpırdayış yetiyor geçmişin kıvılcımlarını alevlendirmeye…
Kaybettiklerinizi unutmuyorsunuz ama bir şekilde devam etmek için gücünüz olmalı….
Bu gücü bana geçmişim ve anılarım veriyor. Bu yazdıklarımın hepsini tek tek günlüklerime işlemişim zamanında!!! Şimdi ise zihnimde canlı kalmış, hiç tozlanmamış raflarından bir bir çıkartıp yazıyorum.
İşte o hiç tozlanmayacak anılarda yaşayan bir kişi var.
-NADAN HOCA-
Fen bilgisi öğretmenimizdi. Ben ona mitokondri olarak belleğimde bırakmışım. Hücrelerdeki enerjinin %95 ini sağlarlar. Nadan hoca da bizim enerjimizi sağlardı.
Sınıfımız gayet başarılıydı. Bizim sınıfta okulun en çalışkanları vardı. Rüstem mesela; cevap kâğıdını verirdi resmen öğretmenlere ama resim yapmazdı, el işi derslerini önemsemezdi. Hiç unutmuyorum resim öğretmeni onu bırakacağını falan söylemişti. Adam dönemi 55 puanla bitirirdi.11 dersli 5 li sistemi düşünün.
Bu başarılı sınıfın başarılı öğrencileri arasında tabii ki ben yoktum. Ben hayaller ve yazılanlar kısmında kaldım.
Nadan Hoca orta birinci sınıfta sınıf öğretmenimiz olduğunda; kapıdan girip, bize artık sınıf öğretmenimiz olduğunu söylediğinde; kırmızı ruju, kırmızı eteği, siyah ayakkabıları ve desenli gömleği vardı üstünde. O zaman içimden şunu geçirip yazmışım. “Galiba sınıfımızın canı olacak ve canıma dokunacak bir öğretmenimiz var.”
Birçok arkadaşa takma isim takmıştı biz ona Cennet kuşu demiştik. Kapıdan topuklu ayakkabılarını sesiyle girer saçlarını arkaya doğru savurur ve bizi selamlardı. o geldiğinde ve ders anlattığında sınıftan çıt çıkmazdı. ben ağzım açık onu dinlerdim. Ne dediğini bilincimde yoğuramasam bile dudağından dökülen her bir kelime bir yerlere bir şekilde işlenirdi.
Enerjisi, sevgi dolu bakışları, hediye ettiğim çiçeklere dokunuşları hep sevgi dolu yüreğinden kopar ve beni cezbederdi.
Gerçekten başarılı ve iyi öğrenciler vardı sınıfta. Bilgiye, eğlenmeye ve öğrenmeye açtık. Nadan Hoca ise; bu merakımızı sonuna kadar enerjisiyle doldururdu.
Okulun her adımında Nadan hoca vardı. Çünkü hem işini severek yapıyordu hem bizleri çok seviyordu…
Orta ikinci sınıfta sınıf öğretmenimiz olmayınca biz sınıfça ayaklanmıştık. Sınıfımıza fen bilgisi dersine bile girmiyordu. Hadi sınıf öğretmenimiz değil, bari derslere verin yani…
İkna oldular mı zorunda mı kaldılar bilmiyorum ama bizim cennete kuşu öğretmenimizi, İngilizce –yanlış hatırlıyor olabilirim-dersimize verdiler.
Ortaokul 1. Sınıfta okul bilgi yarışmasında 1. Olduk, 2. Sınıfta sırf Nadan Hocayı sınıf öğretmenimiz yapmadılar diye yine birinci olduk. Ortaokul 3. Sınıfta Nadan Hoca tekrar sınıf öğretmenimiz oldu.
8-G sınıfının sınıf öğretmeni Kemal Hocaydı. Bizim sınıfın en çalışkanları; Rüstem Gürel, Murat Kulabaş ve sanırım 3 . Kişi Hasan Karakuz bizim sınıfı temsil ettiler.
8-D sınıfı çok az bir farkla yine bilgi yarışması birincisi oldu. G sınıfı kaybetti. Kaybettiler ama bizim başarımızı bize bir eğlence düzenleyerek kutladılar.
Atatük parkında çamların altında bir sınıf toplantısı yapıldı. Nadan Hoca ve neredeyse bütün sınıf vardı. Bundan sonra her yıl bu tarihte -21 Haziran diye hatırlıyorum- bu ağacın altında Nadan Hoca ile buluşulacak diye söz verdik birbirimize…
Hiç buluşmadık.
Yıllar sonra ben Nadan Hocayı buldum. Ankara da bir yayın evine ulaştım. Nadan hoca’ nın bir ders kitabına katkısı olmuş oradan ulaşamadım. Çeşitli yollar denedim ve Facebook yoluyla en sonunda ulaştım.
Kızı sezin büyümüştü, Timuçin kocaman olmuş ve evlenecekti. Nadan hoca hiç değişmemişti. Gözleri, bakışları, hareketli, sevimli yüzü, hayata bakışı, konuşmaları… Ben büyümüştüm. Karşılıklı kahve içtik. Onu seyrettim tekrar, sadece kırmızı ruju ve eteği üzerinde değildi.
Ruhu hiç yaşlanmayan Nadan hoca karşımdaydı. Kızımla sohbet ettiler, beraber yaptığımız pastaya mum koyup üflediler. ilker bey eşi ve ailesiyle bıraktığım ve bıraktıkları gibiydiler.
Dünden bugünden konuştuk. İstanbul da ve bizim evde onu eski öğrencileri ile buluşturacaktım. Ben arkadaşlarıma keşkek ve düğün çorbası yapacaktım. Minicik evimde, mis gibi misafir kokusunu alacaktım.
Bir türlü olmadı. Çalışma şartları iş güç diyelim. Kısmet değilmiş değil, bir gün oda olacak inşallah. Rüstemle yıllar sonra karşılaştık. İkimizde aynı semt de oturuyoruz. Eski günleri yâd edecek fırsatımız olmadı. Ama çocukluğumuzu hatırladık. Bir de Nadan hocayı yâd ettik.
Nadan hoca Facebook hesabını kapattı ulaşamazsınız. Hiç Nadan Hocaya göre değil buralar…
Kötü olduğundan değil, samimiyetten. Nadan hocaya hayatı yaşamayı seven, sohbeti muhabbeti seven biri ve anlık mutluluklarını hayatına katmadan yaşayamaz. Buradaki geçici anlık mutlulukları görmek ona bir şey katmaz diye düşünüyorum.
Şimdi, acaba Nadan Hoca benim hakkımda ne düşünüyordu, şu an düşünüyor diye merak ediyorum. Hayatımda bu kadar yer etmiş birine bu kadar uzakken içimde yaşıyor olması ona ne hissettirir acaba? Ne hissederdi bu yazıları okuyunca?
Hep bir merak dürtüsü değil mi bu yazıları bana yazdıran?

 Nadan Hocayı anlatan yazıya nokta konulmaz. Nadan Hoca virgülleri sever, ünlemleri ekler, soru işaretlerini ister .Hakkınızı helal edin.

Not: Bir şey rica ediyorum. Uzun yazılar okunmuyormuş. Öyle dediler. Yazı dizisini takip eden, sonuna kadar okuyup, içine işleyen, nadan hocayı özleyenler ve yazıların devamını bekleyenler; kendilerini belli etsinler. Belki bir yerlerde bir kıvılcım yanar yazının ortasında bulursunuz kendinizi…

Sevgilerimle siz okuyun ben yazarım, siz yazın ben okurum…


12 Haziran 2015 Cuma

ACI YAZI

Okulların kapanmasına bir hafta kalmıştı ya da okulun son günüydü. Her gün ki gibi sabah köyün meydanından Alman amcanın otobüsüyle yola çıktık, aşağı mahalleden diğer öğrencileri de aldık.
Olağan okul günlerinden, okulun son günlerinin verdiği gevşeklik dışında hiçbir fark yoktu. Öğleden sonra İsmet İnönü parkına gitmiştik. Arkadaşlardan biri yanıma gelip “ Sizin köyden bir çocuk okulun tuvaletinde düşmüş, lisede okuyormuş kafasını lavabo çarpmış, hastaneye kaldırmışlar.” dedi.
Aklıma hemen abim geldi oda lisede okuyordu. Koşa koşa okula gittim. Bilenlerden kim olduğunu öğrenmeye çalıştım. Abim değildi.
Ama satır aralarında nakış nakış işlediğim okul anılarım olan biricik arkadaşımın abisiydi. Babalarımızın isimleri, annelerimizin kaderleri aynıydı. Ağabeylerimiz aynı yaşta ve arkadaştılar. Anlaşamasak da birbirinden kopamayan iki iyi arkadaştık.
Köy meydanındaki ağıtları mı anlatayım yitip giden evladı için içi yanan aileyi mi?  Ya da sadece içi yanan aile miydi? Yoksa bütün köy mü?
Mezarlığın yokuşundan tabutu giderken; arkasından baktım. o hiç unutulmayacak kemik yüzlü suratı, sevgi dolu kahverengi gözleri, yuvarlak gözlükleri, muzip gülüşleri, akıllı konuşmaları, geçti aklımdan…
Arkadaşımın abisi olmadan ne yapacağı, ben abim olmadan ne yapardım da geçiverdi içimden…
Bütün köyün için için ağladığı ve asla unutamayacağı bir can gitmişti. Toprak aldı mı bir canı o zaman aklımıza gelir giden. Bilseydim daha çok vakit geçirirdim. bilseydim daha çok takılırdım İsmail abime …
Biliyorum, Aslı ‘nın birkaç gündür hiç keyfi yok. Benim hatırladığımı bilmiyor ama ben onun hep bugünler yaklaştığında yüzündeki o donuk ifadeyi biliyorum.
Bu acının üstüne söylenecek bir şey olmadığı için hiçbir şey söylemeden hüznünü yaşamasına izin veriyorum.
Allah en sevdiğini yanına alırmış. Bizimde en sevdiğimizi aldı. Ne kadar zor olsa da her ölüm erken gibi gelir. Onun ölümü insan varlığı ile yokluğunun bir çırpıda olduğunu hatırlatıyor.
Bugün onun 18. Ölüm yıl dönümü ve biliyorum Şerife yenge neredeyse her gün her ay yaptığı gibi onu ziyaret edecek. Doğurduğu gün ile öldüğü gün arasındaki zamanı gözünün önünden geçirecek. Yaşasaydı neler olurdu hayal edecek.
Başınız sağ olsun derler ya; başımız sağ, gönlümüz yaralı…

Biraz ara…

11 Haziran 2015 Perşembe

OKUL YAZI DİZİSİ - 6

Eğer yaptığınız hatayı, söylediğiniz yalanı ve yanlışlarınızı yapmaya devam etmiyorsanız vicdanınız rahat olabilir. Vicdan denilen şeyin ise yüreğimizin ortasına oturan bir yumru olmadığını hakkaniyet olduğunu da unutmayın.
Ergen olmak, ergenliğe adım atmakta böyle bir şey. Zamanla davranışlarınızın ne kadar saçma olduğunu, olmayacak büyütülmeyecek şeyleri çok abarttığını fark ediyorsunuz. Tüm kaprislerim, bitmeyen isteklerim, yan gelip yattıklarım, annemin istediği gibi sakin bir kız evlat olamadığım için annemden özür diliyorum. Şimdi telefi etmek için bazen :) elimden geleni yapıyorum.
Bize sırf kitap okuma alışkanlığı kazandırabilmek için oturup, bizimle birlikte sayfa sayfa okuduğu için, o kadar işinin arasında bize güzel kat pastalar yaptığı için , benim tüm asiliklerime bir gün geçecek düşüncesiyle yaklaştığı için , gündüz kuşağında çıkan psikiyatristleri dinleyip üzerimizde  uyguladığı için, abimle ders defterlerinden kalan eksiklerini tamamladığı için, saçlarımı daha düz olsun diye ütüyle düzelttiği için , okul eteğimin pilileri düzgün olsun diye ütülemediği bana öğrettiği için , saçlarımı sabahları bahçede güllerin önünde taradığı için çok teşekkür ederim.
Gri üzerine kırmızı yeşil ekoseli okul eteklerimiz, beyaz gömleğimiz, mavi ceketimiz ve mavi kravatlarımız vardı. Annem ben okula başladığımda evin girişindeki holde abimle ikimizin fotoğrafını çekmişti. Oda bizim gibi heyecanlıydı. Şimdi bunları hatırlıyorum, yüreğim cız ediyor.
Ben büyüyordum. Bir türlü ermeyi başaramadığım ergenliğin ilk yıllarında bunu sakinlikle atlatabilen arkadaşlarım gibi olamadım.
Artık gönül işleri de başlamıştı. Diğer sınıflardan kızlar gelip bizim sınıfta beni gözlediklerinde, okulun en yakışıklı kara oğlanının gönlünde idim. ama ne konuşmaya, ne buluşmaya cesaretim vardı.
Zaten konuşabilen buluşabilen kızlarla okul sonunda arkadaşlığı olmuştu. Benim böyle durumlara alışık değil ve heyecanlı ayrıca kaprisli bir yapıya sahiptim.
Şişmanlıyor ve kendimi çok çirkin hissediyordum. Ergenliğin verdiği bu kötü hisler keşke kendini Elmonde’ nin Çocuk Kalbinde ve  Jose ‘nin Güneşi Uyandıralımın da kendini yok etseydi ama olmadı.
Sadece yazım çok iyiydi. Arkadaşlarıma ve öğretmenlerime akrostiş şiirler yazardım.
Kuddisi Bulut, Selim Karaköse ve Turgut  ….. Türkçe öğretmenlerimdi. Kuddisi hoca bu yönümü keşfetmiş ve benim edebi yönümün iyi olduğunu söylemişti. sanırım oda ; yanaklarımın şişkoluğundan , boyumun mikrofona yetişemediği törende ,kimsenin ilgisini çekmeyen şiir dinletimden sonra vazgeçti. Ya da bendeki erememiş azimsizliği görmüştü.
Nihat Emir, Şevket Emir; hatırladığım matematik öğretmenlerim. Şevket hoca çok şeker bir adamdı. Bizi liste sıramızla il kodlarıyla tahtaya kaldırırdı. Ben Gümüşhane olarak tahtaya çıkardım.
Âdem Can; resim öğretmenimiz, çok entelektüel ve çok yetenekli bir adamdı. sertbir yapısı vardı.
Kemal Selçuk; canım benim. Erzincanlı, kürt şivesiyle bize İngilizce yanında hayatı öğreten iyi yürekli bir adamdı.
Ercelal Zeybel; müzik öğretmenimizdi. Bir gün annem ağlayarak yüksek tepelere şarkısını söylemişti. O kadar etkilenmişim ki koro seçmelerine o şarkıyla katılıp girme hakkı elde etmiştim. İstiklal marşını tüm okula notalarıyla, vuruşlarıyla öğretip, törenlerde, müthiş bir ahenk sağlamıştı. Ayrıca okulda yöremize ait türküler kitabını bütün öğrencilerin katkılarıyla çıkarmayı sağlamıştı. Çok kibar bir adamdı.
Muazzez Zeybel; Ercelal beyin eşiydi. O da çok naif bir bayandı, sağlık dersimize girerdi. Tırnaklarımızı nasıl keseceğimizi, ondan öğrendik. Vallahi bak ayak başparmağı, batma olmasın diye kesinlikle yuvarlak kesilmiyor.
Gonca Gül hanımın güzelliğini hatırlamayan var mı?
Mustafa Bal; bu adam bize gerçekten dinimizin gerektiği 5 şartı öğretti. Tüm duaları ve 5 vakit namazı dersinde öğrendik. Dersten önce abdest alır, derste namaz kılardık.
Kamil Yalaz; tarım işi dersi öğretmeniydi. Biz onun dersinde her şeyi öğrendik. Kalorifer dairesinin odunlarını taşıtırdı. Ya geldiğinde dışarıda börtü böcekle olurduk. Yaptıklarımızı gocunduğum için yazmadım.
Şenay Çınargül; Beden eğitimi öğretmenim. İlk köy sütünü pazarladığım öğretmendi ayrıca. Uzun boylu sportmen ve çok güzel bir bayandı. Ayrıca mesleğini severek yaptığı her halinden belliydi.
Nadan Yıldıran; eğer bu okulun bir assolisti varsa oda Nadan hocadır. Bir yazıyı sadece ona ayırmam gerekli olduğunu ama yeterli olmayacağını düşünüyorum. Yarın Nadan Hocadan devam edelim.
Başka öğretmenlerimizi veya Nadan hocayı hatırlayanlar yorum yapabilirler. Belki bir ilham olur.





10 Haziran 2015 Çarşamba

OKUL YAZI DİZİSİ -5


Ortaokula başladığımda şehir hayatının ve çeşit çeşit insanlar olduğunun daha bir farkına varmıştım..
Okulumuz ilçenin pilot okuluydu. Kocaman bahçesi, futbol, voleybol sahası, bilgisayar laboratuarı, müzik laboratuarı, büyük bir kantini, yatılı öğrencilerin kaldığı yurdu, öğretmenlerin lojmanları ve resim öğretmenimizin yaptığı vitraylar, resimlerle süslü kocaman bir girişi vardı.
Hatice teyzenin  erkek kardeşiyle birlikte işlettiği kantinin simit arasına salça sürülerek yapılan enfes simit tostları vardı.
Beden derslerinde kızların soyunma odası vardı. Erkekler ise bu işi sınıflarda hallederlerdi.
İlçenin en taşkın, en keskin kokulu Kocabaş Çayının kenarında kurulmuştu. Birçok köyden benim gibi gelen öğrenciler vardı. Ayrıca yatılı olarak gelip okuyanlarda vardı.
Şimdilerde düşünüyorum da babam kesinlikle bu okulda okumamız için emek sarfetmişti. Ama bir şeyi unutmuştu. Kaçıncı sınıfa gittiğimizi bilmiyordu. Montumuz ya da ayakkabımız olduğunu da…( Bu kısım bir anıdan ibarettir ve iki kişi bilir.)
Köyden geldiğimiz için tam gün eğitim aldığımız okulda yol sıkıntısının yanında  öğle arası yemeği  de sıkıntıydı. Bir ara yatakhanenin yemekhanesinden yemek yedik. Bazen arkadaşların davetlerinin kabul ederdim.
En çok arkadaşım Hüsniye’nin evine gittiğimde yediğim karnabahar yemeğini ve Simge arkadaşımın annesinin titizliğini, düzenini hatırlıyorum. Hanife, Birsen, Esra, birçok kişinin evine yemeğe gitmişliğim ve gözlemlemişliğim vardır.
Tam gün eğitim alıyorduk. Saat 9 da dersler başlıyor, doya doya oynadığımız tenefüsler ve beden eğitimi derslerimiz oluyordu. Öğle yemeği aralıksız 1 saatten fazla bile sürüyordu.
Yaz aylarında ismet İnönü parkında ya da yanındaki düğün salonunun olduğu Atatürk parkının çam ağaçlarının altında otururduk.
Park marketin salçalı tostlarını, gemici bakkalın poşete doldurulup, ağzının mumla yapıştırıldığı çerez paketlerini yırtarak açar, tost sonrası katık yapardık.
Cezaevinin oradan, ismet İnönü parkının yokuşundan aşağıya koşarak inerdik. Parkta oturmakta yasaktı. İyi kızlar okulda yemeğini okulda yerdi. Ben hiçbir zaman iyilikle bağdaştıramadım.
Önceleri servis okuldan almıyordu. Ya da bizim kursumuz oluyor geç kalıyor, 5 teki otobüse biniyorduk. Ya Kocabaş çayına bir hayırsever tarafından yapılmış asma tahta köprüden ya da ismet İnönü parkından geçerek – yolu uzatarak- koca köprüden garaja giderdik.
Okulumuzda en temiz sınıf yarışması yapılırdı. Kızlar ve erkekler sınıfları temizlerdik. Ben en çok kitaplığı ve kendi dolabımı temizlemeyi severdim. Hiç bir zaman temiz sınıf seçilmedik ama çok eğlendik.
Sabah 7 otobüsüyle geldiğimiz için okula erken gelenlerdendik. Ben genellikle kalorifer peteklerinin üstünde uyuklardım. Yada kaçak sınıfa çıkar , nöbetçi öğretmenden tuvalete gizlenip törene inmezdim.Her zaman değil!!
Beden eğitimi öğretmenine ve fen bilgisi öğretmenine annemin sabah sağımından ayırdığı, pet kola şişlerine doldurduğu sütü getirirdim.
O kadar erken gelirdik ki, beni kapıda uykulu gözlerle karşılarlardı. Demek ki  ergenlik atarlarının yanında sütçülük  de ortaokuldan başlamış…

Arkası yarın…

8 Haziran 2015 Pazartesi

Seçimlerimiz

Eğer desteklediğiniz siyasi düşünceden, vatandaşlık haklarınız dışında beklediğiniz bir menfaatiniz varsa ona; siyasi düşünce değil siyasi menfaat denir.
Şimdiye kadar ne istediğini bilmeden zorunlu olarak vatanını korumak amacıyla şehit olmuş insanların haklarını savunduğunu düşünen arkadaşlara tek bir sorum olacak…
Acaba hangimiz askerlikten yırtmamak için, üniversite okumadınız ya da gerçekten bu bizim görevimizdir deyip bilinçli bir şekilde seve seve askere gittiniz?
Hangi ana evladını  seve isteye askere gönderir…Neyin kavgası olduğunu bilmeyen hangi ana gönderir ? Göndermez !!! Neden?
Çünkü biz kurtarılması gereken bir ülke değiliz. 21 yy. artık sadece bilgi güç, bunu asla aklınızdan çıkarmayın.
Emin olunki seçtiklerimizin bizim gibi dertleri yok. Daha büyük kişisel çıkarlar peşindeler.
32 yaşındayım Milliyetçi bir toplumdan geldim. Evet, kültürlerimiz aynı değil, düşüncelerimiz aynı olmak zorunda değil ama biz bu ülkede yıllarca yan yana yaşadık.
Senin yaşadığın sıkıntıyı bende yaşadım benim gördüğüm acıyı sende yaşadın. Eğer böyle düşünmediysen, hissetmediysen bile aynı topraklarda özgürce yaşamaya, düşünemeye hakkımız yok mu?
Eğer yok diyorsan zaten konuşacak bir şey yok. Ne karışıklar ne karanlıklar gördü, insanlarımız.
Bırakın insanlık biraz nefes alsın. Her tarafı güzelliklerle dolu ülkemizin güzelliklerini yaşayalım.
Olması gereken insanlık dersi bu olsun…
Siyasi sistem fillerin tepişip, karıncaların ezilmesinden başka bir şey değildir. Kendinizi yormayın bundan 12 yıl öncede ana muhalefet partiyi şimdiki cumhurbaşkanımızın başbakan olmasını sağladı.
Şimdi filler bir şekilde kendi çıkarlarına göre hareket edecekler. Rantlar dönecek, istekler bitmeyecek. Ama olan, biz karıncalara olacak!
En azından fillerin savaşında kendinizi ezdirmeyin…
Umarım bu güzel ülkem bu zengin ahengini kullanarak, insanların daha özgür olduğu, topraklarını emperyalist sistemde çürütmeden yürür.

Hepimiz için, çocuklarımız için daha aydınlık bir gelecek olsun. Tek dileğim bu !!!

7 Haziran 2015 Pazar

Tazelik

Sabah 7.00 balkon bahçemden topladığım marul ve dere otum...
Anne teşekkür ederim.
Seçimleriniz taze olsun ...

5 Haziran 2015 Cuma

OKUL YAZ(I) DİZİSİ - 4

Bizim yaz tatillerimiz yaz okulunda, deniz kenarında ya da kamplarda geçmezdi. Yaz tatillerinde yaz okulu inek gütmeler, kuran kursuna gitmeler, okul bahçesinde avazın çıktığı kadar bağırıp, terini birkaç kez üstünde kurutarak oynanan oyunlarla geçerdi.
Dağ bayır dolaşıp toplanan karamıkları* eski gazoz şişelerine doldurur , bir ağaçtan kopardığımız dalla ezer içine biraz su katıp miss gibi karamık suyu içerdik.
Bahçesinden gelen teyzelerin verdiği karpuzu ortadan kırıp ellerimizi kaşık yapardık. Dirseğimizde karpuz suyu aka aka yemek ne leziz olurdu.
Arkadaşların annelerinin bize hazırladığı salçalı köy ekmeleri sarımsakla katık edilirdi. Haftada bir annelerin pazardan getirdiği çerezler yenir, çekirdek çitlenirdi. Bahçeden kaçak koparılan kavrulmamış günebakan çekirdeklerin tadına doyulmazdı.
Anneler tarlaya bağa bahçeye giderdi. Tarlada işçilere götürülen bulgur pilavı yanında ayran ve tencerenin içinden kaşık kaşık yenilirdi.
Yaz aylarında köy meydanında, mahalle aralarında ve okul bahçesinde; düğünler yapılırdı. En yeni kıyafetlerle düğüne gidilir, gece geç saatlere kadar eğlenilirdi. Konvoylarda kamyon kasalarında piknik alanlarına giderdik.
Kamyon kasasının en tepesine binip, ılık ılık esen rüzgârın yüzüme vurmasıydı hayat… En güzeli kamyonun önünden aşağıya inmekti.

Kısa bir ara ,yazı dizisi seçim tatilinden sonra devam edecek.
Oyuna gelmeyin oy verin
Sevgilerimle  

 * Böğürtlen

4 Haziran 2015 Perşembe

OKUL YOLU DÜZ GİDER -3

İnsan, dönüp geriye baktığında, geçmişi hatırladığında, yaşadığı şeylerin anlamını bugünde daha iyi görebiliyor. O zaman hissettiği, kendini tuhaf hissettiren duygunun bugün ne anlama geldiğini bilmek ve haklı olduğunu görmek sanırım büyümek!
İlçedeki öğretmenim ile ilgili hep tuhaf hislerim vardı. Bir gün bir arkadaşım hakkında ‘Ben ders anlatıyorum o sıranın altında kitap okuyor. İşte görün çalışmak ne demek .’ demişti. Bende ‘Onun yaptığının doğru olmadığını, aslında onu dinlemesi, kitabı teneffüste okuması gerektiğini söylemiştim.
Şimdiden baktığımda; sınıfımızda okuma yazmayı bilmeyen bir arkadaşımız ve sosyo ekonomik seviyesi iyi olmayan birçok arkadaşımız vardı. Bence o dönemlerde ne kadar imkânlar şimdiki kadar yeterli olmasa da bir bireyi toplumsal düzene kazandırmak topluma çok büyük bir katkı olurdu.
Öğretmen ders anlatırken, sıra altında kitap okuyan, arkadaşım şu an matematik öğretmeni oldu. Öğretmenin sınıftan seçip özel ders verdiği Anadolu lisesini kazanan arkadaşlarımda şimdi öğretmen oldular.
Artık birçok şeyi öğrenmeye başlamıştım. En önemli farklar; arkadaşlarımın annelerinin okula gelip gitmeleri ve okul yaşantısındaki farklılıklardı.
Etekleri pilili, yanında fiyongu olan mavi önlüğüm ve annemin ördüğü birkaç yaka dantelim vardı. Eskiden ne giydiğimin önemi yoktu. Ama şimdi ayakkabılar, önlükler, çantalar, kalemlikler ve yakalar öğrenciler arasındaki sosyoekonomik farkı fark ettiriyordu.
Benim için bunun bir önemi olmaya başlamıştı. Aileler çocuklarıyla çok ilgiliydi. Şöyle düşününki öğretmenler günü hediyesi olarak çaydanlık bile getiren vardı. Hala saçma buluyorum bunları. Ben öğretmenime; bahçeden kopardığım zambağı yada alabildiğim en iyi kalemi götürürdüm.
Şimdi velilerin öğretmenlere yapmaya çalıştıkları öğretmenler günü hediyesi olayına o zamandan karşıydım. Bu çocuğun içinden geçen, çocuk için önemli bir şey olmalı ve yıllarca saklanabilecek bir şeyde olmasına gerek yok!
Tarkan’ın yeni meşhur olduğu, gazetelerin kasetçalar dağıttığı ama bunun için büyük kuyrukların aşılması gerektiği yıllardan bahsediyorum.
Bahçenin dışında arabasında tost satan amcanın en lezzetli, salçalı tostları yaptığı ve öğrencilerin sıra ile nöbetleşe sınıflardan seçilerek kantini işlettiği okul yıllarından bahsediyorum.
O zamanlar jelibonların zararlı olduğunu düşünmezdik çünkü almak için para biriktirmek gerekiyordu.
Küçük şeyler yapmak için birikimlerin gerektiği yıllar.
Eskiden dağ bayır dolaşıp, kuzukulağı toplayıp salata yapıp arkadaşların bahçesinde yediğimiz günlerin yerini artık ilçede oturan arkadaşların annelerinin hazırladığı mükemmel doğum günü partileri ve bu partilere katılabilme şansı elde etme çabaları almıştı.
23 Nisan törenleri daha kalabalık ve tüm ilçeyi sıralar halinde dolaşma ile başlar ardından ilçenin top sahasında gösteri ve konuşmalarla bitirilirdi. bir 23 nisanda yeşil elbisemle İtalyan olmuştum. En çok aklımda kalan İspanyol arkadaşların kıyafetiydi. Neon renkli çantası olan, mavi gözlü Fatma Girik benzeri arkadaşımın annesi ona parmak zilleri bile almıştı.
İşte o neon renkli çantası olan kız arkadaşım bir kez annesiyle bize gelmişti. Kardeşi de vardı. Evin arka bahçesinde erik toplamış ve çok eğlendiğimiz bir gün geçirmiştik. İtiraf etmeliyim ki bu arkadaşım gerçekten iyi yürekli ve anaç bir insandı. Hala Samimi yetisini kaybetmeyen, iyi ilkokul arkadaşlarımdan biridir.
Bu dönemlerin bana en iyi öğretisi insanlar arasında çok büyük farklılıklar olduğuydu. Her bakımdan çok büyük şart farklılığı olduğunu öğrendim.
Ve ilçenin en iyi okullarından birinde yılsonu eğlencesi yaptık.Köşem pastanesinde bütün sınıf pasta yiyerek ortaokula geçmiştik.
Büyüyorduk, öğreniyorduk daha büyüyecek ve yepyeni şeyler öğrenecektik.
 Kardeşim okulların kapanmasına yakın, bir 4 Haziran günü doğup bana ablalığı armağan etmişti.
Arkası yarın…



3 Haziran 2015 Çarşamba

OKUL YAZI DİZİSİ -2

İlkokul 3. Sınıfa geçtiğimde, babam artık ilçede okula gitmemizi istiyordu. Abim 5. Sınıfa ben 3. Sınıfa 18 Eylül İlkokulunda gidecektim. Sabah, erkenden işçi otobüsü ile ilçeye gittik. Babam beni okul kapısından içeriye bıraktı. Abim yanımdaydı. Öğrenciler and sırasına girmişti. Abim ‘ Bunlar 3. Sınıflar istediğin sıraya geç .‘ deyip iki öğrenci sırası gösterdi.
Bir sıraya geçtim. Sınıfa çıktığımızda herkes yerini, arkadaşını biliyordu. Bulabildiğim boş sıraya oturdum. En arkada yalnız kalmıştım.
Öğretmenimiz emekliliği gelmiş ve bence öğrencilerden bıkmış -buna artık kimin ne olabileceği kadar yeteri deneyime sahip olmuş da diyebiliriz –alnı açık beyaz saçlı, iri yapılı, koca göbekli biriydi.
Okuma yazma yarışları yapardık. Satırbaşını ben 3 . Sınıfta öğrendim. Ya geçti ya da tam zamanıydı.
Köyden okula gelip gitmek sıkıntıydı. İkili sitemde okuyorduk. birinci dönem sabahçı isekikinci dönemde öğlenci oluyorduk. Sabahçı olduğumuzda sabah işçi servisiyle gidip dönüşü köy sapağından geçen otobüslerle yapıyorduk.öğlenci olduğumuzda ise en büyük sıkıntı başlıyordu. Öğlen ilçeye giden otobüs yoktu.
Kış günlerinde sabahtan ilçeye gidip ya babamın kömür satış bürosunda ya da berber arkadaşının dükkanında öğlen olmasını beklerdim. Berber dükkânında, durmadan traş yapan Nadir amcayla bulmaca çözerdik. ben soruyu okur cevabı bulmaya çalışırdım. Bulamazsam Nadir amca cevabı söyler bende kara kutularda yukarıdan aşağıyı ve sağdan solu çözmeye çalışırdım.
 Duvarda, büyük aynaların üstünde  ‘Babası oğluna bir bağ vermiş, oğlu babasına bir salkım üzüm vermemiş’ yazan bir tablo asılıydı. Nadir amca her gün onun ne anlama geldiğini sorardı. Yıllar sonra anladım neden sorduğunu…
Bazen arkadaşımın akrabasının evine giderdik. Birbirimizi yediğimiz, akşam eve giderken otobüse yetişmek için koşarken Lama gibi birbirimize tükürdüğümüz o arkadaşım ile ne nesguikler ne çikolatalı ekmekler yedim. Haklarını helal etsinler güzel günler geçirdik.
Akşam köy otobüsü beşte giderdi. Biz beş buçukta okuldan çıkardık. Bunun için erken çıkmak, otobüse yetişmek zorundaydık. Havanın erken karardığı, kış akşamlarında köy sapağından yürümek çok tehlikeliydi.
İşte öyle bir akşam birbirimize tükürüp popolarımıza tekme atmaktan yani kavga etmekten otobüsü kaçırdık. Saygıdeğer Lama arkadaşım ile birlikte köye doğru yürümeye başladık.ben altıma nasıl etmedim bilmiyorum ama çok ağladığım için diğer Lama dan bir bağırış ve tükürük daha yedim.
Köye yolda başka bir otobüsün bizi alıp köyün sapağa getirmesiyle ulaştım. Eve de Lamanın annesinin organizasyonu sayesinde. Annem eve gittiğimde inekleri sağıyordu ve ‘Semra geldin mi?’ dedi.

Nasıl olsa geleceğimi biliyordu. Ben onun her keçeden su çıkartabilen kızıydım.

2 Haziran 2015 Salı

OKUL YAZI DİZİSİ

İlkokul 3. Sınıfa kadar köy ilkokulunda okudum. 1. sınıf 4 kişiydik 2. Sınıflar 5 belki 6 3. Sınıflarda öyle 4 ve 5. Sınıflar ise yan sınıfta ders alıyorlardı. Bizim sınıfımızda kara tahtamız, fişlerimiz, arkamızda 4 mevsim tablosu ve yıllık takvim vardı.
Diğer sınıfın bildiğin insan figürlü maketleri, kimya dersleri için ekipmanları, ilk yardım dolapları vardı. Hüsamettin hoca bizim öğretmenimizdi. İsmail Hoca nurlar içinde yatsın büyüklerin öğretmeniydi.
Sobamız nasıl yanardı hatırlamıyorum ama biz nöbetçiler yani öğrenciler 2 şerli olarak temizlik ve sobadan sorumlu olurduk. Kış aylarının en güzel yanı bahçede öğretmenimizle birlikte oynadığımız kartopu idi.
Üçtaşlar, yakar toplar, mendil kapmacalar, saklambaçlar, ip atlamalar, kazan çömlek patlatmalar hep okulun bahçesinde oynanır. Muşmula ağaçlarının yanında oturur, dalından koparır yerdik. Öğretmen lojmanının bahçesindeki mor zambaklar, çiğdemler bahar aylarının renkleriydi.
Bizde 23 Nisan kutlardık. Bahar aylarındaki gezimiz şelaleye ve başka köy okullarına yürüyerek olurdu. Her öğrenci bir öğrencinin evine, öğle yemeğine konuk olurdu. Biz gittiğimizde biz konuk olur, onlar geldiğinde bizim konuğumuz olurdu. Diğer okulun öğretmenlerine yoldan topladığımız çiçekleri götürürdük. Yanına birde mis gibi kokan kekikler eklerdik. miss misss mis gibi…
23 nisan şenlikleri okul bahçesinde yapılır. Köylü gelir seyrederdi. Folklor grubumuz Bayramiç’in Dağları ve Silifke’nin Yoğurdu oynardı. Tahta kaşıklar konu komşudan bulunur, hacdan gelmiş kadife kumaşlardan kıyafet dikilirdi. Abim Nasrettin hoca olmuştu. Bende renk olmuştum bir kere . 2. Sınıfta folklörde beni de oynatmıştı öğretmen.
Yoğurt’un içinde demir para bulmaya çalıştığımız, kaşık üstünde yumurta yürüttüğümüz ve çuval yarışı yaptığımız 23 Nisan törenleri vardı köy okulumuzda…

Hüsamettin hocadan korkardım. Ama paşa paşa okula gitmeden daha ; ‘abimi okula al ona çanta aldık .’diye diklenebilmişim. Bir daha nerde görsem korkup kaçmaya başladım zaten. İsmail hoca nur içinde yatsın dedeme abimin matematik zekâsı olduğunu benimse sözelde başarılı olabileceğimi söylemişti.
Okumayı zor söken benden nasıl bir sözel zekâ bekliyordu bilmiyorum. Bence söylemek istediği benden bir şey olmayacağı olursa da bu bilmişlikle zor olacağı idi…
Annem hiçbir zaman okula hazırlamadı beni. Gerekte yoktu köy okulunda. Siyah önlüklerimiz, lastik pabuçlarımız vardı. Ev ile okul arası zaten 5 dk lık yol herkes birbirini tanırdı. Herkes birbirinin aynısı zaten ve ast üst diye bir şey yoktu. Kıyafetlerimizi yadırgayanda olmazdı.
ARKASI YARIN