15 Haziran 2015 Pazartesi

OKUL YAZI DİZİSİ -7 ''NADAN HOCA''

Yaşam yolunda yürüyoruz. Yürürken kaybettiğimiz yol arkadaşlarımızda var. Düğüm düğüm işlediğimiz anılarımızın alabildiğimiz işlemelerini taşıyoruz. Yepyeni keşiflere, eski deneyimlerimizi katıyoruz.
Büyüyor, öğreniyor, görüyor, imceliyor beklide unutuyoruz ama her şey bellekte kalıyor merak etmeyin. Bir dokunuş bir kıpırdayış yetiyor geçmişin kıvılcımlarını alevlendirmeye…
Kaybettiklerinizi unutmuyorsunuz ama bir şekilde devam etmek için gücünüz olmalı….
Bu gücü bana geçmişim ve anılarım veriyor. Bu yazdıklarımın hepsini tek tek günlüklerime işlemişim zamanında!!! Şimdi ise zihnimde canlı kalmış, hiç tozlanmamış raflarından bir bir çıkartıp yazıyorum.
İşte o hiç tozlanmayacak anılarda yaşayan bir kişi var.
-NADAN HOCA-
Fen bilgisi öğretmenimizdi. Ben ona mitokondri olarak belleğimde bırakmışım. Hücrelerdeki enerjinin %95 ini sağlarlar. Nadan hoca da bizim enerjimizi sağlardı.
Sınıfımız gayet başarılıydı. Bizim sınıfta okulun en çalışkanları vardı. Rüstem mesela; cevap kâğıdını verirdi resmen öğretmenlere ama resim yapmazdı, el işi derslerini önemsemezdi. Hiç unutmuyorum resim öğretmeni onu bırakacağını falan söylemişti. Adam dönemi 55 puanla bitirirdi.11 dersli 5 li sistemi düşünün.
Bu başarılı sınıfın başarılı öğrencileri arasında tabii ki ben yoktum. Ben hayaller ve yazılanlar kısmında kaldım.
Nadan Hoca orta birinci sınıfta sınıf öğretmenimiz olduğunda; kapıdan girip, bize artık sınıf öğretmenimiz olduğunu söylediğinde; kırmızı ruju, kırmızı eteği, siyah ayakkabıları ve desenli gömleği vardı üstünde. O zaman içimden şunu geçirip yazmışım. “Galiba sınıfımızın canı olacak ve canıma dokunacak bir öğretmenimiz var.”
Birçok arkadaşa takma isim takmıştı biz ona Cennet kuşu demiştik. Kapıdan topuklu ayakkabılarını sesiyle girer saçlarını arkaya doğru savurur ve bizi selamlardı. o geldiğinde ve ders anlattığında sınıftan çıt çıkmazdı. ben ağzım açık onu dinlerdim. Ne dediğini bilincimde yoğuramasam bile dudağından dökülen her bir kelime bir yerlere bir şekilde işlenirdi.
Enerjisi, sevgi dolu bakışları, hediye ettiğim çiçeklere dokunuşları hep sevgi dolu yüreğinden kopar ve beni cezbederdi.
Gerçekten başarılı ve iyi öğrenciler vardı sınıfta. Bilgiye, eğlenmeye ve öğrenmeye açtık. Nadan Hoca ise; bu merakımızı sonuna kadar enerjisiyle doldururdu.
Okulun her adımında Nadan hoca vardı. Çünkü hem işini severek yapıyordu hem bizleri çok seviyordu…
Orta ikinci sınıfta sınıf öğretmenimiz olmayınca biz sınıfça ayaklanmıştık. Sınıfımıza fen bilgisi dersine bile girmiyordu. Hadi sınıf öğretmenimiz değil, bari derslere verin yani…
İkna oldular mı zorunda mı kaldılar bilmiyorum ama bizim cennete kuşu öğretmenimizi, İngilizce –yanlış hatırlıyor olabilirim-dersimize verdiler.
Ortaokul 1. Sınıfta okul bilgi yarışmasında 1. Olduk, 2. Sınıfta sırf Nadan Hocayı sınıf öğretmenimiz yapmadılar diye yine birinci olduk. Ortaokul 3. Sınıfta Nadan Hoca tekrar sınıf öğretmenimiz oldu.
8-G sınıfının sınıf öğretmeni Kemal Hocaydı. Bizim sınıfın en çalışkanları; Rüstem Gürel, Murat Kulabaş ve sanırım 3 . Kişi Hasan Karakuz bizim sınıfı temsil ettiler.
8-D sınıfı çok az bir farkla yine bilgi yarışması birincisi oldu. G sınıfı kaybetti. Kaybettiler ama bizim başarımızı bize bir eğlence düzenleyerek kutladılar.
Atatük parkında çamların altında bir sınıf toplantısı yapıldı. Nadan Hoca ve neredeyse bütün sınıf vardı. Bundan sonra her yıl bu tarihte -21 Haziran diye hatırlıyorum- bu ağacın altında Nadan Hoca ile buluşulacak diye söz verdik birbirimize…
Hiç buluşmadık.
Yıllar sonra ben Nadan Hocayı buldum. Ankara da bir yayın evine ulaştım. Nadan hoca’ nın bir ders kitabına katkısı olmuş oradan ulaşamadım. Çeşitli yollar denedim ve Facebook yoluyla en sonunda ulaştım.
Kızı sezin büyümüştü, Timuçin kocaman olmuş ve evlenecekti. Nadan hoca hiç değişmemişti. Gözleri, bakışları, hareketli, sevimli yüzü, hayata bakışı, konuşmaları… Ben büyümüştüm. Karşılıklı kahve içtik. Onu seyrettim tekrar, sadece kırmızı ruju ve eteği üzerinde değildi.
Ruhu hiç yaşlanmayan Nadan hoca karşımdaydı. Kızımla sohbet ettiler, beraber yaptığımız pastaya mum koyup üflediler. ilker bey eşi ve ailesiyle bıraktığım ve bıraktıkları gibiydiler.
Dünden bugünden konuştuk. İstanbul da ve bizim evde onu eski öğrencileri ile buluşturacaktım. Ben arkadaşlarıma keşkek ve düğün çorbası yapacaktım. Minicik evimde, mis gibi misafir kokusunu alacaktım.
Bir türlü olmadı. Çalışma şartları iş güç diyelim. Kısmet değilmiş değil, bir gün oda olacak inşallah. Rüstemle yıllar sonra karşılaştık. İkimizde aynı semt de oturuyoruz. Eski günleri yâd edecek fırsatımız olmadı. Ama çocukluğumuzu hatırladık. Bir de Nadan hocayı yâd ettik.
Nadan hoca Facebook hesabını kapattı ulaşamazsınız. Hiç Nadan Hocaya göre değil buralar…
Kötü olduğundan değil, samimiyetten. Nadan hocaya hayatı yaşamayı seven, sohbeti muhabbeti seven biri ve anlık mutluluklarını hayatına katmadan yaşayamaz. Buradaki geçici anlık mutlulukları görmek ona bir şey katmaz diye düşünüyorum.
Şimdi, acaba Nadan Hoca benim hakkımda ne düşünüyordu, şu an düşünüyor diye merak ediyorum. Hayatımda bu kadar yer etmiş birine bu kadar uzakken içimde yaşıyor olması ona ne hissettirir acaba? Ne hissederdi bu yazıları okuyunca?
Hep bir merak dürtüsü değil mi bu yazıları bana yazdıran?

 Nadan Hocayı anlatan yazıya nokta konulmaz. Nadan Hoca virgülleri sever, ünlemleri ekler, soru işaretlerini ister .Hakkınızı helal edin.

Not: Bir şey rica ediyorum. Uzun yazılar okunmuyormuş. Öyle dediler. Yazı dizisini takip eden, sonuna kadar okuyup, içine işleyen, nadan hocayı özleyenler ve yazıların devamını bekleyenler; kendilerini belli etsinler. Belki bir yerlerde bir kıvılcım yanar yazının ortasında bulursunuz kendinizi…

Sevgilerimle siz okuyun ben yazarım, siz yazın ben okurum…


Hiç yorum yok: