24 Aralık 2015 Perşembe

20. HAFTA YOLUN YARISI


Yirmi haftayı,21. Haftaya devrettiğim bu günlerde her şeyi düşünüyorum. Hamile kalmasaydım ne apardım acaba? Sabah erkenden kızımı bırakıp kahvaltı ve okuma keyiflerine devam ederdim.
Şimdi babası okula bırakıyor. Ben, her yeri toplayıp keyif uykusu çekiyorum. Yinede uyku yetmiyor…
Okuyamıyor ve yazamıyorum. Aslında neredeyse her kış bu akıl tutulmasını yaşarım ama bu kez canım ne okumayı ne yazmayı istiyor.
Bazen defterlere döküyorum içimi o da ancak birkaç satırla… Olsun güzel günler bizi bekliyor. İnşallah ilhamların, okumaların yazmaların olduğu o günleri mutlu mesut yaşarız…
Yolun yarısı gitti yarısı kaldı. Ablası gibi 40. Haftayı beklemezse yarıdan fazlasını bitirmiş sayılırız. Yolculuğumuzun hayırlı geçmesi temennisiyle…
Tekmelerin sayısızlığı devam ediyor. Meraklar gelen hediyeler heyecan verici…

Güle güle 20. Hafta….

21 Aralık 2015 Pazartesi

EN UZUN GÜN

Çabuk ağlarım ben… Hemen damlar yaşlarım, tutamam kendimi… Çok ağlamam çabuk ağlarım. İçim hep ağladığından hemen damlar gözyaşlarım. Hemen burkulur yüreğim tutamam ellerimle yaşlarımı… Çabuk ağlarım ben, tutamam kendimi…
Aklıma değil kalbime işler gördüklerim, duyduklarım. Hislerimde, kalbimde yoğrulur, akıtıverir gözyaşlarımı… ‘’Koskoca kadınsın sus! ‘’Anneler güçlü olur.'' diyen seslere inat ağlarım ben… Onlar gibi güçlü bir kadın, anne, eş olamam, hissettiğim gibi yaşarım… İçimdeki seslerin gerçekleri ağlatır beni, sonra geçer gider yaşlarım…
 Vazgeçilmez değilim ama vazgeçmeyi iyi bilirim…

18 Aralık 2015 Cuma

19. Hafta

Hareketlerini iyice hissetmeye başladım. Artık muayene sırasında attığı tekmeleri hem görüyor hem hissediyorum. Bu aralar en sık yaşadığımız şey sabah hareketleri…
Sabah hareketleniyor, öğlen uykusunu alıyor ve tekrar hareketlere devam ediyor.geceleri hiç hareketli değil. Mesaneme yaptığı baskı nedeniyle uyanmasam hiç uyanmayacağım.
Doğduktan sonra uyku saatini şaşırma evladım.
En çok merak ettiğimiz konu evde annesi gibi sarışın olmayan bir abla olması sebebiyle , kime benzeyeceğini  merak ediyoruz.asıl merak eden ablası, asla bana benzemeyeceğini genlerimizin esmer olduğunu iddia ediyor.
Bana benzediğinde bir sorun olup olmayacağını merak ediyorum. Tek gündemimiz bu değil.isminin ne olacağı konusu da var. Ben şimdiden hazırladım ve ona sesleniyorum. Bildiğin tekmeliyor bence beğendi ama babası kendisinin koyacağını söylüyor. Mantıklı ve güzel bir isim ondan bekliyorum Yoksa benim dediğimi beğenirse hiçte fena olmayacak.

Bir portakal büyüklüğüne erişmiş olan yavrumun, pusetini ve beşiğini çıkardık bile ufak tefek hediyeleri geldi. Doğum konusunda evime yakın bir özel hastane ve Acıbadem hastanesi arasında kararsızım. Bir an önce seçim yapmam lazım. Kucağıma alacağım günü iple çekiyorum.

12 Aralık 2015 Cumartesi

18.Hafta

Bir zamanlar zamanın akıp gitmesi için acele ederdim. Her gün yarın erkenden olsun diye uyurdum. Çocuktum, gençtim... Şimdilerde ise; zamanın daha yavaş, hayatımın daha sakin olmasını istiyorum. Ama bir türlü mümkün olmuyor…

İşte 18. Haftada tamda hissettiğim bu! Gebeliğin yavaş yavaş ilerlemesini istiyorum. Sürecin çok hızlı gittiğini, kızımın çok çabuk büyüdüğünü, sinirlerimin alt üst olduğunu ve bebeğimin doğmamasını hiç değilse biraz daha geç doğmasını istiyorum.

Dün akşam kızım ‘Evde olursan kardeşimle her şey çok güzel olacak .’Öyle olacak mı, gerçekten? Diye düşünmeden edemiyorum.

Her şey güzel olacak, olmasını diliyorum ama olmayacağı korkusuyla yaşıyorum. Beklide bulunduğu durumdan memnun olmak; gelecek kaygısı taşımaktan daha kolay, olabilir mi?

Çeşitli kaygılar taşıyorum. Çocuğuma bakamayacağımı, hayatımı idame ettiremeyeceğimi, düzenimin alt üst olacağını… 

Yarattığım stresin içinde bebeğimi büyütüyorum. Biliyorum ki hiçbir şey elide değil ve olmayacak.18 haftayı gönderiyoruz böylelikle…

Heyecan , korku ve kararsızlıklar bitsin gitsin inşallah

10 Aralık 2015 Perşembe

Bomonti’de yepyeni bir yaşama çok az kaldı… Bu çok özel yatırım fırsatını kaçırmayın!


Teklif Yayınlama Rehberi!
Teklif Detayları
Bomonti’de yepyeni bir yaşama çok az kaldı… Bu çok özel yatırım fırsatını kaçırmayın!Boomads
Bomonti’de yepyeni bir yaşama çok az kaldı… Bu çok özel yatırım fırsatını kaçırmayın!
Katılımcı Sayısı :0
Kazançlar :6 TL
Yayıncı :Yenigün İnşaat
Kalan Süre :2g 23s 47d
Katılım BekleniyorOnay BekleniyorYayın Aşaması
Teklif Yayınlama Adımları
1 Başlığı Kopyalayın
Önemli Not

Bomonti’de yepyeni bir yaşama çok az kaldı… Bu çok özel yatırım fırsatını kaçırmayın!

2 Teklif İçeriğini ve Takip Kodunu Kopyalayın
Önemli Not

155 apart daireli The House Residence ve 51 odalı The House Hotel, 2016 yaz döneminde Bomonti’de kapılarını açmaya hazırlanıyor. 



Yenigün İnşaat yatırımı, The House Collection markası ve FYP’nin dizayn, marka ve konsept planlaması ile Bomonti’de hayat bulan The House Residence’da ince işler hızlı bir şekilde devam ediyor. Özel dizayn tasarımları ile hazırlanan örnek daireler, bugünden The House Residence tasarım anlayışını ve Bomonti’deki yaşamı keşfetmeniz için sizi bekliyor…


Modern yaşam, sanat ve dizayn ile zenginleşen The House Residence’ta yaşam stüdyo, 1+1 ve 2+1 dairelerde çok özel ödeme planları ile yatırım fiyatı 230 Bin Dolar’dan başlayan fiyatlarla sunuluyor. Dairelerin yatırım planlama ve uzun/kısa dönem kiralama hizmetlerini ise daha ilk günden FYP sizin için yapıyor… 



Dinamik, sosyalleşmeye açık ve konforlu bir yaşamın kodlarıyla şekillenen The House Residence Bomonti’de, 1+0’dan 2+1 ve penthouse’lara kadar 44 m2 ile 199 m2 arasında değişen, özel tasarıma sahip 155 adet apart daire seçenekleri sunuluyor. Yaşama renk katan detaylar ise projenin lounge, dining room, spor kulübü, club ofisi, kafeleri, peyzaj alanları ve teras gibi alanlarında odaklanmış durumda. Yaşamı ortak alanlara taşıyan The House Residence, servis zenginliğini ve kalitesini aynı binada bulunan 51 odalı The House Hotel’den alacak. 


The House Residence’da dairenin yatırım planlaması daha ilk günden senin adına yapılıyor, detaylar seni yormuyor. Bütün dairelerin kısa, uzun dönem kiralama hizmetleri The House Residence yönetimi ve FYP tarafından, uluslararası zincirlerin işbirliğiyle gerçekleştiriliyor. The House Residence, her detayı özenle planlamaya dayanan modern tasarım anlayışını evinize de taşıyor. Dilerseniz tüm yaşam alanlarınızı sizin seçimlerinizle güzelleştiriyor. Taşınmaya hazır, zevkle döşenmiş, titizlikle hazırlanmış bir otele gelir gibi bavulunuzu alın, gelin ve yaşamaya başlayın.


Bomonti’ye tasarım dokununca


Piramit Mimarlık Turgut Toydemir tarafından projelendirilen The House Residence’ın yaşam konsepti ve iç mimari planlaması FYP Proje Geliştirme’den Tony Phillipson’ın İngiliz Conran  + Partners ile gerçekleştirdiği özel işbirliğiyle hayat buldu. Peyzaj ve cevre düzenlemesinde ise Hyland Edgar Driver imzası var. Geleneksel ve modern endüstriyel alanların yansımaları, modern mimari ve yaşam tarzı kodlarını harmanlayan tasarım New York Soho, Londra Covent Garden ve Paris L’es Halles gibi örneklerle de organik bağa sahip. Ortaya çıkan sonuç ise, ana yaklaşım olarak modern mimari, life style konsept ile geleneksel ve modern endüstriyel tasarımı birleştiren yepyeni bir konsept. 



7/24 hayat, hizmet, mutluluk


The House Residence Bomonti, The House Hotel, The Residence Lounge, The Dining Room, The Cafe, The Club Fitness, The Club Office, The Garden Terrace ve The Services gibi mekan ve hizmetleri aynı binada, aynı çatı altında bir araya getiriyor. The House Residence’da kişiye özel servisler, Bomonti’nin ilk dizayn oteli The House Hotel işletmesi ile sunuluyor. The Services olarak tanımlanan sınırsız hizmetler ile, iki farklı noktada 2 farklı resepsiyon ve özel asistan, housekeeeping, vale, teknik servis, güvenlik ve ev sahibi kullanımına hazır laundry alanı, apart daire sahiplerine ev ortamında da otel konforu sunmayı hedefliyor. 


Evler sakin, ortak alanlar yaşamla dolu


Konut, hotel, sosyal yaşam alanları, spor kulübü ve service ofis alanı ile bir yaşam merkezi olarak hayata geçen The House Residence, eğlence, yaşam, iş ve spor keyfini birlikte sunuyor. 2016 yazında tüm sosyal alanları ile hayata geçecek olan The House Residence sakinleri The Dining Room’da dilerlerse hazırladıkları yemeklerle dilerlerse özel asistanın yardımıyla davetlerini verebilecekler. Sabah 7:00 – gece 24:00 saatleri arasında kişiye özel hizmet veren The Residence Lounge, size özel bir mekan olarak tasarlandı. The Club Fitness sağlıklı bir yaşam sunarken, giriş terasında yer alan The Cafe’ler de ise Nişantaşı, Galata ve Karaköy’ün gözde mekanlarını sizlerle buluşturacak. 



Daha ayrıntılı bilgi almak için tıklayınız.


 

Bir boomads advertorial içeriğidir.


3 Aralık 2015 Perşembe

17.Hafta

Yazmak bana iyi geliyor….
Bu bilgiyi buraya not edeyim. Yazının devamının bu konuyla uzaktan veya yakından hiç alakası yok. 17. Hafta gebesi, şahsen gebeliğin devam edip heyecan verici boyutlara ulaşmasının bizzat şahidiyim. :)
Süreç hızla ilerlerken halen doğum yapacağım hastaneyi ve doktoru seçmedim.Gebelik takibim ve testlerimi aksatmadan yaptırdım.
Sağlık alanından çalışmanın bir iyi yanı varsa o da budur.Kötü yanı ise; hala hastane ve doktor olayına karar verememiş olmamdır.
İlk doğumumu 38. haftada devlet hastanesinde ve erken doğum sebebiyle sezaryen yapmıştım. Güle oynaya gittiğim doktor muayenesinden kucağımda bebeğimle dönmüştüm.
O zamanlar daha toydum.Akışına bırakmıştım. Başka alternatifimde yoktu. Kontrolleri klinikte yaptırıp, doğum için İstanbul eğitim araştırma hastanesini seçmiştim.
 Şimdi komplikasyonlardan korkuyorum.daha bilinçliyim, buna bilgiç de diyebiliriz. Bir de hangi kadın doğumdan korkmaz ki yi eklersek alsana bir anksiyete hali daha…
Hayırlısıyla geçsin gitsin...
Aslında beni en çok rahatsız eden şeyin bu doğumu zamanını planlamam gerektiği… Doğum eyleminin yani bebeğimin doğma  zamanına benim karar verebilecek olmam beni rahatsız ediyor.
Tıpkı ilk gebeliğimdeki gibi bu bebeğin de istediği zaman doğmasını istiyorum. Doğma hakkına müdehale etmek istemiyorum.
Sonuç umarım istediğim gibi olur. Genel olarak gece uyanmalarım azaldı.Sabahları bu aralar daha dinç uyanıyorum. Tek sıkıntım gaz... Yürüyorum, sulu gıda tüketiyorum yine de sıkıntılıyım.
Yemekten yarım saat sonra yaşadığım şişkinlik tarif edilemez.Anti asit ve ben bitişik yaşıyoruz.ilk gebeliğimde yaşamadığım sıkıntıları bu gebelikte yaşıyorum. İlk gebeliğimde 9 ay boyunca kusmuştum. Bu gebelikte kusmadan eser yok.Ne kadar çok karşılaştırdım.

Her biri farklı olacak haliyle …

27 Kasım 2015 Cuma

16. Hafta

16. Haftanın içerisinde olup gaz, şişkinlik ve hareket etme zorluğu çekilen günlerden yazıyorum. Doğduğunda o da bu kadar gazlı olursa mahvoldum demektir. İyi düşünelim iyi olsun. Di mi yaa …
Çaktırmayın bu işin ciddiyetinden korkmaya başladım. Bendeki ciddiyetsizliğe de bir baksana doğuracağım ben ya içimde kalmayacak yani…
Her şey bir yana henüz doktor bulabilmiş değilim. İlk doğumum devlet hastanesinde yapmıştım. Erken doğum sebebiyle sezeryan olmuştum. O zamanlar ‘En kötü devlet hastanesi özel hastaneden iyidir.’ diye düşünüyordum şimdilerde ise bir kaç ziyaretten sonra fikrim değişti.
Doktor ve hastane bulmalıyım. Bakalım, sonuç ne olacak?
Down hastalık tablosu testi normal sınırlarda çıktı. Demir ilacını değiştirdim. Sindirim problemlerim bitmedi ama daha rahatım. Yemek yeme isteğim azaldı. Uykuya çok meyilliyim.
Baby nest diye bir şey duydum bebek yatağı imiş. Sadece ilk üç ay kullanabileceği bir bebek yatağıymış. Evdeki kumaşlardan denemek istiyorum ama henüz fikir aşamasında...
Henüz zaten büyük olan ama gebeliğin çok belli olmadığı bir karnım var. Midem bebekten daha büyük çünkü sindirim sıkıntısını hala atamadım.

Bir 16. Haftayı bitirip 17.haftanın başlangıcı yazısının sonundasınız.

17 Kasım 2015 Salı

15.Hafta

Cümlenin başını nasıl başlayacağını bilemiyor insan… tatataamm 14. Haftanın haberlerini veriyorum.  Büyümeye devam eden fasulye artık fasulyelikten çıkıyor. 2. Trimistere ise merhaba diyoruz.
2’li tarama testimiz normal sınırlarda. Anne adayımız ise daha ne olduğunun farkında değil. Farkına vardığımda iş işten geçmiş olmaz umarım. Dikkatsiz hareket ediyorum. Ani hareketlerde bulunuyorum. Yatakta dönerken bile kendimi yatağa vura vura dönüyorum. Sonra kendime geliyorum.
Genel olarak bulantı ve halsizliğim yok. Yürüyüşlere tekrar başladım. Yemek en büyük zevkim. Canım ne çekerse Allah ne verdiyse oluyor. Akşam menüsü annemin tarhana çorbası ve boolll limonlu lahana salatası oluyor.
Aşeriyorum, annemin tarhanasını, lahana salatasını birde ayva reçelini… Aslında besinsel olarak aşerdiklerim bunlar, biraz tuhaf gelecek ama ben anneannemin evinin kokusunu aşeriyorum. teyzelerimin ve annelerimin evi tadilatla yenilendi kokuları değişti. Bir tek anneannemin evi değişmedi ve onun kokusu bildiğim çocukluğumun kokusu…
Tam kadın doğuma hasta alıyorum, yada Gacet’ı çağırmaya gidiyorum. Kokusu burnumda tütüveriyor. Annem iki ava yollamış bozulana kadar kokladım neredeyse… Çünkü ayva anneannemin ayvası ve anneannem kokuyor.
Literatürde böyle bir şey yoksa geçsin lütfen. ben anneannemin evinin kokusunu aşeriyorum.
Bu yazıyı yazmaya başladığımda 14. Haftanın başıydı. Bak birkaç gün sonra 15. Haftaya başlayacağız… ben hala aldığım kilolar, kustuğum sabahlar dışında hamileliğimin farkında değilim.

Bu fasulye büyüyor yahu ve bu iş ciddiye gidiyor…

12 Kasım 2015 Perşembe

BİLİR DİŞİ , ACABA


Bir öğretmenimiz vardı. Aslında mevzuyu tam olarak hatırlamıyorum, bu öğretmen lise yıllarında efsane olup, dersimize de girmemiş olabilir. Sınavda kitap açabilmenin serbest olduğu sınav yapar(mış)dı.
Başıma da gelmişti sanırım ‘Alın çocuklar bunlar sorularınız, kitaplarınızı kaldırmanıza gerek yok, istediğiniz sorudan başlayabilirsiniz.’ demişti. Sanki öyleydi de ben soruların cevaplarını bulamamıştım. Hatırlayan bilen eden ve bu yazıyı okuyan arkadaşlar varsa lütfen yazsınlar.
İşte efenim bizim evde de 4. Sınıfa giden ve sistemdeki baltaların en iyi sapı olması gerektiği konusunda babasıyla bir türlü hemfikir olamadığımız, olduğu gibi mi bıraksam yoksa sistem ne istiyorsa onu versek deyip kafa karışıklığı yaşadığımız bir kızımız var.
Meb bu sistemi daha oturtamamışken  ve hala aynı düşünüyorum valla 20 yıl önce benim zamanımda sistem daha iyiydi. Balığın kavak ağacına çıkmasını bekleyen, ucundan azıcık gösterip gerisindeki karmaşıklığı sorgulaması gerektiğini öğretmeden soran bir sistem var.
Bu siteme artık insanlar özel okullarda çocuklarını yetiştiriyor da bizim paramız ona yetmiyor. Yetse n’pardım ? Onu da çok sorguluyorum ya! En azından etütlü okula gönderseydim diye başımın etini yiyorum. Kanım doyduğunda-artık takatim kalmadığında- kendimi rahat bırakıyorum.
İşte bu sitemin balığı mı diyelim yoksa baltanın en iyi sapı olma mücadelesinde ki yavrumuz diyelim bilemedim.3 yıldır layliloylom yaşadığı okul hayatının ciddiyeti ile karşılaştı. Sistem sınava sokuyor, notlar sisteme, sitemde karneye sonraki okul hayatı boyunca yüzleşeceği notlarrr bunlar…
Bu hafta sınavları olduğu için çalışması gerekli. Bende konularına göre sorular hazırlayıp veriyor çözmesini istiyor yanlış çözdüklerini işaretleyip tekrar kontrol etmesini istiyorum.

Bunları yazarken annem aklıma geldi. Bir gün bile sınavım olduğunu bilmeden okudum. Bazen ‘Bana ne ya, ne yaparsa yapsın…’ derim bazen de dedemin iki yarım ekmekle bir bütün ekmeği kıyaslattığı günler geliyor aklıma, işte o zaman bende destek olmalıyım diye düşünüyorum.
Soruları çözemediği eksik olduğu yerlerde evin bilir dişisi ben oluyorum. Mutfaktayım salondan ses ‘Anne o,bu, şu neydi?’ diye geliyor. Bende bilmiyorum ki!!! İşi bırakıp gidiyorum bakmaya, hadi anlat, hadi başa sar…
Sonra işte o öğretmenimiz aklıma geldi. İçimden ‘Uleeeyn ben bu evin bilir dişisi miyim?’ dedim. Bizim balta sapı adayına ‘Bak bu defter, bu kitap, bu bilgisayar, bilmediğin soruyu bak araştır öğren.’dedim.

Bizim zamanımızda kütüphane ilçedeydi araştırmak için kütüphaneye gitmek zordu. Şimdi imkânlar parmakların iki tık ötesinde, karışan görüşen yok daha ne?
Demek ki öğretmenimiz de ‘Zaten bu konuyu araştırıp, nasıl bulacağını bilen, çözmeyi de bilir.’ diye düşünüyordu. Biraz aşağılayıcı bir tutum gibi görülebilir ama bizde gelecek vaat etmiyormuşuz demek ki…
Jacgues Ranciere Cahil Hoca isimli kitabın özetle bunu söylüyormuş aslında…Öğrenmek isteyen karşısında bilgini değil; cahilin oynanması gerektiği yönünde bir mesaj veriyormuş.
İşe yarıyor mu? Derseniz şimdilik evet, tabi öğrenme isteği olmazsa olmaz. Ben bilir dişi olmaktan tamamen kurtulduğumda daha çok sevineceğim. İçimde de acaba sorusu her annede olduğu miktarda hep olacak…

6 Kasım 2015 Cuma

Bu Fasulye - 13. hafta

Aslında insan çoğu zaman ne yazacağını bilemiyor. Bilemiyor ya da aklına ne yazacağı konusunda bir fikir gelmiyor ya da yazılanların devamı gelmiyor.
Kısacası 32 yaşındayım ve 13 haftalık gebeyim. Bu süreci yazıp yazmamakta kararsızdım. Evde yazabilirim diye düşündüm, yazıp yazmamamın gerekliliği hakkında düşündüm, yazmaya karar verdim.
İlk başlarda şaşırıp bu işin nasıl sonlanacağını merak edenler olsa da biz zaten ikinci bebeğin hayatımıza katma kararını çoktan vermiştik. Çoğul konuşmamam gerekli ben karar vermiştim.
Öğrendiğimde önce kimseye söylememeye niyetliydim. 10. Haftaya gelene kadar da öyle yaptım. Sessizce kontrollerimi yaptırdım, testlerimi verdim. Kimsenin ruhu duymadı.
Anne baba olarak bildik. Sonrada bizim Fasulye’nin ablasına, daha sonra fazla gürültü etti. Herkesin bilmesi gerekti.
Fazla kilo almam, sürekli sakat at yeme isteğim dışında bir sıkıntım yok. İleride en büyük sıkıntı da fazla kilolarım olacak…
Evdekilerin aman eğilme, uzanma şunu yapma, bunu yapma demesinden pek bir mutluyum. Tembellik ile gelen kilolar diyelim. Bazen bu Fasulyeyi bu kadar neden beklemişim yahu? Diye sormadan edemiyorum.
Süreci oluruna bıraktım şimdilik. Yarını düşünemeden gebeliğin tadını çıkarmaya bakıyorum. bu arada ikili tarama testini yaptırdım. Sonuç henüz belli değil.

Zaman akıyor, hayat devam ediyor. Bu Fasulye henüz 13 haftalık ve merakla bekleniyor.

4 Kasım 2015 Çarşamba

GÖRÜLMEYEN GERÇEKLER

11 Yılı geçti bu klinikte çalışmaya başlayalı…11 yıldır hep aynı yoldan geçerek eve gidiyorum. Aksaray’ın arka sokaklarından eve yürürüm. Hep aynı yaşlı teyze yıllardır orada dilenir.
İlk geçmeye başladığımda bana hayırlı kısmetler diliyordu. Sonra gebeliğimi gördü sağlıklı evlat diledi, sonra hayırlı evlat, sonra sağlık, sonra para diledi. O diledi ben para vermedim.
Bilmem kaçıncı senede teyze ‘Bir kerede para ver be amma cimrisin!!!’ diyerek sitem etti. Yani ne kadar sitem ederse etsin vermeyecektim zaten…
İşte aşağıda görünen kişi de kliniğimize gebe eşini getirip Suriyeli, mağdur olduğunu söylemiş, sekreterle didişip cebinden bir tomar para arasından 50 lira muayene ücretini vermiş,çok iyi Türkçe konuşan bir dilencidir.
Birkaç kez dışarıda karşılaştık. ‘Abla senden istemiyorum sen geç…’ diye söylendi. Şimdi Aksaray’ın arka sokaklarını mesken edinmiş. Buyur buradan geç diyor. Beddua da dua da etmiyor.
Yani gördüğünüz her şey gerçek değil. Zaten gerçekten ihtiyacı olan utancından söyleyemez. Bu kadar da arsız olmaz. Bu fotoğrafta yüzünü gizlemesinin sebebi de utancı ya da yakalanacağı değil. Iphone 6 olmadığı için… Ciddiyim, çok ciddiyim…

30 Ekim 2015 Cuma

Etkili mi yetkili mi ?


Bir dikiş makinem var. Duyamayan kaldı mı bilmiyorum ama o dikiş makinesi bozuldu. bir zamanlar alabilmek için türlü göbek attığım, Cemo ‘yu ikna edebilmek için gerçekten o bin dereden bin ibrik su getirdiğim bir dikiş makinesi.
Adı Vasviye onun adını ben koydum. Evin en hamaratı! Benden çok çalışır. Güzel modeller çıkarır. Vasviye adını bir gün yeşil Vespa alırsam ona da vereceğim. Lakin bin dereden bin ibrik getirmek Cemo yu ikna etmeme yardım ederse!
İşte o makine bozulduğunda servisi aradım. 50 tl servis bedeli üstüne ek olarak parça parası, getir götür eklediler. Küçük yerlerde bu iş kolay da, büyük yerlerde çalış git gel sıkıntı. Biraz düşündüm taşındım. Pazarda bir dükkânda tamirci tabelası görmüştüm aklıma geldi.
Evin reisi ‘Yıllardır o adam orda.’ deyince,’ Makineyi ona götüreyim.’ dedim. Dükkânı buldum evin iki sokak altında, telefon numarasını aldım. ‘Tatildeyim’ dedi. Geleceği zamanı söyledi. Evin reisi yine ısrar etti. İstersen servise götürürüm diye ‘Olmaz’ dedim. Madem küçük esnaf kazanacak, büyük marketlere gitmiyoruz. Küçük esnafa vereceğiz o parayı. Büyükler zaten büyük bir de burunlarında kıl aldırmıyorlar.
Bir Pazar yine dikmeye çalıştığım ama Vasviye ‘nin sinirimi bozduğu bir Pazar günü dükkâna gittim. ‘Amca yeter artık ne zaman geleceksin.’dedim. ‘Geliyorum yoldayım ne oldu? ‘dedi. Meğer eve dönüyormuş. Ertesi gün koşa koşa götürdüm makineyi.
Kapıdan girdim. Benim dikiş makinem bozuk dedim. Otur soluklan dedi. Anlat bakalım nesi var dedi. Anlattım. Kutusundan çıkartıp makineyi güzelce tamir masasına yerleştirdi. Ben bir bakayım bekle dedi. Bekledim. Adın ne senin dedi. Semra dedim. Semra bu makineyi ben biraz adam edeyim, sen bana numaranı ver. Ben seni ararım dedi. Bende ben ararım amca sen zahmet etme dedim. Ya ver numaranı benim işim bu, iş bitince haber veririm dedi.
Durur muyum? Ertesi gün amcayı aradım makinenin hazır olduğunu öğrendim. Akşam gittim hazır mı amca? Dedim hazır dedi. Kutusuna koyup üstüne, ismimi bedelini yazmış. Tamam, amca sağ ol dedim. Aldım kutuyu verdim parayı gidiyorum. Nereye? dedi. Yapılmadı mı? Diye sordum. Yaptım dedi. Boş boş bakınca; geç otur aç makineyi dik bakalım görelim dedi.
Masaya koydum sakince fişi prize taktı. Vasviye ye benden daha iyi davranıyordu. Kendi dikti iğne geçişlerini gösterdi. Sen bunu çok yormuşsun bunlar nazik alet, eski makineler değil. Plastik bunlar, nazik davran dedi.
Ve ben neredeyse 7 yıldır kullandığım makinenin ip geçirişlerini yanlış yaptığımı öğrendim. Ya amca ben nasıl dikiyordum böyle peki? Diye sordum bak şoför iyi olursa araba kazasız belasız gider dedi. Sen tek tük yapmışsındır dedi. Evet dediği gibi zorlanarak dikiyordum. Vasviye yi kutusuna güzelce yerleştirdi ve elime verdi. Hadi bakalım şimdi gidebilirsin dedi.
40 tl ödedim. Garantisi var mı? Yok . bir daha bozulabilir mi? Bozulur. Ama amca düzgün yaptı ben eminim. Eğer servise verseydim yaptık deyip elime vereceklerdi. Bende olmuş diye alıp gelecektim. Yetkili servis derken bence etkili servis demeliler. İşin ehli tamirci amcalar çok yaşasın. Ve onlara verdiğiniz paraya acımayın.
Cemo mesela babası onbir yaşında ölünce, abisi elektrikçi olacak bu da sucu olsun bari deyip tesisatçı yanına vermişler. Size garanti veremem iyi tesisatçıdır diye. Bizim evdeki musluklar akıyor çünkü. Şimdi Cemo sen musluk kapatamıyorsun diyecek. Hiç okul okumamış. Evlendikten sonra kalfalığı ustalığı aldı. Birde üstüne üniversite ekledi.
Mesleğiyle ilgili değil ama adamlarda onu teknik servis elemanı yaptılar. Sırf üniversite okuduğu için. Meslek becerisi konusunda bir şey söyleyemem, bana kalsa dünyanın en becerikli projecisi ama adamlar onun diplomasıyla aldılar işe, şimdi evet işi iyi biliyor ama oturduğu yerden çalışıyor.
İşte sistem böyle o diploman varsa her yerdesin ama o diploma yoksa aslında sen hiçbir şeysin…
Ben öyle düşünmüyorum. Yetkiye değil etkiye bakarım.
Amcanın adını bilmiyorum. Yalnız orada 96 model 72000 de sıfır bir kartalı olduğunu öğrendim. Cemo benim kadar hayran kaldı mı acaba?




29 Ekim 2015 Perşembe

Isparta, Adana ve Balıkesir de Gelecek Turizmde dedi!


Seyahat ederken hepimiz gittiğimiz yörenin doğasını, kültürünü hissetmek, el emeklerinden satın almak, yerel lezzetlerini tatmak isteriz.


Eko turizm, kırsal turizm, kültür turizmi, gastronomi turizmi gibi farklı sürdürülebilir turizm çeşitleri ile hem biz farklı deneyimler yaşarız hem de yerel halkın ekonomisine katkıda bulunmuş oluruz. 


İşte bu sebeple Anadolu Efes, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı 8 sene önce bir araya gelerek "Gelecek Turizmde" dedi ve sürdürülebilir turizm için çalışmaya başladı.




Doğu Anadolu Bölgesi’nde 5 yıl boyunca başarılı modeller yaratan Gelecek Turizmde projesi kapsamında 2013 yılından bu yana 6 farklı sürdürülebilir turizm fikri desteklendi. Bursa'nın Misi Köyü'nde Misili kadınlar yerel lezzetleri ve geleneksel el sanatlarını turistlere sunmaya başladı. Safranbolu esnafıyla Karabük Üniversitesi el ele verdi, Safranbolu’ya özgü hediyelik eşyalar yaratmak için kolları sıvadı. Mardinli kadınlar tamamen kendi emekleriyle eski bir Mardin evini misafirperverliğin kitabını yazan bir pansiyona çevirdi. Şanlıurfa’da Göbeklitepe halkı, yok olmaya yüz tutmuş taş işçiliği sanatını yeniden canlandırmak için harekete geçti. Seferihisarlı kadınlar yerel lezzetlerini turistik bir deneyime çevirdi. Malatya Battalgazililer ise Arslantepe Höyüğü’nü tanıtmak için çalışmalarını hızlandırdı.



%100 Misia Projesi – İpekevi dokuma atölyesi – Misi Köyü / Bursa



Safranbolu Hatırası Projesi – Hediyelik eşyalar



Seferihisar’ın Geleneksel Mutfağı Projesi – Yöresel ürünler - Seferhisar/İzmir



Mardin’de Kadın Liderliğinde Sürdürülebilir Turizm Girişimlerinin Yaratılması Projesi – İpekyolu Misafir Evi 


Yeni dönemde ise bu altı projeye üç yeni proje daha katıldı. Adana Saimbeyli’de kelebek gözlemi projesiyle, Isparta Keçiborlu’da lavanta ile kırsal turizme sağlanan katkıyla, Balıkesir Edremit’te ise yöreye özgü yemekler ile gelişen gastronomi turizmiyle Gelecek Turizmde yolculuğu devam ediyor.



 


 

Bir boomads advertorial içeriğidir.

27 Ekim 2015 Salı

BENDE BİR ANORMALLİK VAR

Bu sabah olduğundan biraz daha erken kalktım. Daha erken kızımı ve daha da erken eşimi uyandırdım. Son zamanlarda bir yudumda olsa kızımın yediği kahvaltı sofrasını hazırlayamıyorum.

Eşim biraz atıştırıp, 6.30 da evden çıktı. Kızımda hazırlandı. Bende bir elma ile kahvaltıyı yaptım. Saat 7.15 de okulda olması gerekiyor. Bak perdeyi açalım güneşin doğuşunu seyredelim dedim. Dışarısı zifiri karanlık! Saat 7.45, okula gitmek için erken en azından az aydınlık olsa diye düşünüp az kestirmeye karar verdik ve 15 dk koyun koyuna yattık.

7.03, evden çıktık. Hafif aydınlık, kızım çok erken çıktığımızı söylüyor. Herkes yola düşmüş hâlbuki… Pastanelerden sabah beslenmeleri için ellerine poğaça alınan çocuklar, aman hepsini ye diyen anneler, gözlerini açmış ama beyni uyuyan çocuklar. Daha günün aydınlandığını anlamadan okula gidiyorlar.

Geçen yılda böyleydi. İlkokulun 1. Ve 2. Sınıfına öğlenci olarak giden kızım, bana da beslenmesini hazırlayamayan, akşam derslerle boğuşup sabah uykuda yavrusunu bırakan, çalışan- yetersiz anne hissiyatını veriyordu.

3. sınıfa başladığında sabahçı olacağını duyduğumda sevinmiştim. Ne güzel çocuğunu okula bırakan, beslenmesini hazırlayan, kendini muhteşem hisseden anne olacaktım. İyi pok yemişim. Halt etmişim.

Hiç öyle tozpembe değil. Sabahın köründe okula çocuğu bırakmak, uykundan gözünü açamayan çocuğa bir yudum bile yedirememek. Bir süre sonra erken(normal olmayan erken!) kalkmanın eziyet olduğunu gördük.

İşte bunları yaşamışken ve yaşarken, sabah kargalar pokunu yemeden okula giderken düşündüm. Yolda çocuklarının ellerinden tutmuş ebeveynleri görünce, ‘Bu kadar insan anormal de bir normal ben miyim ?’ dedim kendi kendime…

Demek ki insanlar yaşadıklarını kanıksamış ve normal geliyor. Ya da çaresizlik öyle işlemiş ki bizlere ne olursa olsun aman işim yürüsün diyoruz.

Psikolojik olarak kargalar pokunu yemeden okula giden velilerinde çocukların da etkileneceğini bilmek için sanırım psikolog olmaya gerek yok.

İstanbul’un göbeğinde yaşadığımı, Fatih in fethetmek için uğraştığı bu topraklarda, bu şekilde yaşamanın ne kadar zor olduğunu belirtmemde yarar var. Belkide buralardan gidelim diye bu standartlar, olamaz mı?

Ya bakmayın benim yazdıklarıma bende kesin bir anormallik var.

26 Ekim 2015 Pazartesi

Gelecek Turizmde ile sürdürülebilir turizmin geleceğini yazacak üç yeni proje belli oldu!


Seyahat ederken hepimiz gittiğimiz yörenin doğasını, kültürünü hissetmek, el emeklerinden satın almak, yerel lezzetlerini tatmak isteriz.


Eko turizm, kırsal turizm, kültür turizmi, gastronomi turizmi gibi farklı sürdürülebilir turizm çeşitleri ile hem biz farklı deneyimler yaşarız hem de yerel halkın ekonomisine katkıda bulunmuş oluruz. 


İşte bu sebeple Anadolu Efes, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı 8 sene önce bir araya gelerek "Gelecek Turizmde" dedi ve sürdürülebilir turizm için çalışmaya başladı.


Doğu Anadolu Bölgesi’nde 5 yıl boyunca başarılı modeller yaratan Gelecek Turizmde projesi kapsamında 2013 yılından bu yana 6 farklı sürdürülebilir turizm fikri desteklendi. Bursa'nın Misi Köyü'nde Misili kadınlar yerel lezzetleri ve geleneksel el sanatlarını turistlere sunmaya başladı. Safranbolu esnafıyla Karabük Üniversitesi el ele verdi, Safranbolu’ya özgü hediyelik eşyalar yaratmak için kolları sıvadı. Mardinli kadınlar tamamen kendi emekleriyle eski bir Mardin evini misafirperverliğin kitabını yazan bir pansiyona çevirdi. Şanlıurfa’da Göbeklitepe halkı, yok olmaya yüz tutmuş taş işçiliği sanatını yeniden canlandırmak için harekete geçti. Seferihisarlı kadınlar yerel lezzetlerini turistik bir deneyime çevirdi. Malatya Battalgazililer ise Arslantepe Höyüğü’nü tanıtmak için çalışmalarını hızlandırdı.



%100 Misia Projesi – İpekevi dokuma atölyesi – Misi Köyü / Bursa



Safranbolu Hatırası Projesi – Hediyelik eşyalar



Seferihisar’ın Geleneksel Mutfağı Projesi – Yöresel ürünler - Seferhisar/İzmir



Mardin’de Kadın Liderliğinde Sürdürülebilir Turizm Girişimlerinin Yaratılması Projesi – İpekyolu Misafir Evi 


Yeni dönemde ise bu altı projeye üç yeni proje daha katıldı. Adana Saimbeyli’de kelebek gözlemi projesiyle, Isparta Keçiborlu’da lavanta ile kırsal turizme sağlanan katkıyla, Balıkesir Edremit’te ise yöreye özgü yemekler ile gelişen gastronomi turizmiyle Gelecek Turizmde yolculuğu devam ediyor.



 


 

Bir boomads advertorial içeriğidir.




16 Ekim 2015 Cuma

Mutluluk verici bir olay yaşadığında insanlar önce ayrıntılarına girmeye çalışıyorlar. Geleceğin ve anın hakkında sorular sorup senin planlar yapıp yapmadığını merak ediyorlar. Ya da yaptığın işi neden yapıp, yapmadığını sorguluyorlar.

Üzüntülü durumlar içinde aynısı geçerli. Sebepleri nedenleri öğrenmek sonrası düşünmek hep bizim genlerimizde var.

İşin fıtratından eşeği sağlam kazığa bağlamak olsa da, gelecek hakkında kaygı duymak ve başkasının geleceği hakkında sorular sormak anın üzüntü ve mutluluğunu yaşatmıyor.


Yarın ne olacağını kimse bilmiyor. Bu yüzden yarını sorgulamak mantıksız... Gelecek öngörülerinde bulunmak , falcılık yapmak moral bozmaktan başka bir şey değil.

9 Ekim 2015 Cuma

İKİ UCU

Birkaç gündür yazmaya çalıştığım bir konu vardı. Bir türlü yazının sonunu getiremedim. Geçenlerde Brüksel de konuşma yapan Cumhurbaşkanının sahilden mülteci topladığını ifade eden sözündeki ‘topladık ‘kısmına ‘Elma armut mu topluyorsun be adam.’ diyecektim.
Diksiyonun ve hitap şeklinin ne kadar önemli olduğunu vurgulamak niyetindeydim. Bu yazımdan anladığınız üzere beceremedim.
Sonra bir habere denk geldim seçime kadar çatışmasızlıkla ilgiliydi. siz ne düşünüyorsunuz bilmiyorum. Ben bu çatışmaların Kürtlerinde Türklerinde canına okuduğunu, siyasi manevralarla karınlarını doyurmaya çalışanların gül gibi yaşayıp gittiğini düşünüyorum. Bu çok genel geçer bir tavır ama asıl merak ettiğim. Koalisyon kurmayı beceremeyen yüksek oyu alan siyasi parti tek başına hükümet kurunca bunu halledebiliyorsa şimdi neden halletmiyor. Ya da sonuç yine aynı çıkarsa siz birbirinizi yiyecekseniz, neden barış sürecini yaptınız.
13 yıldır kendi başınıza kurduğunuz hükümetle yapamadığınızı bize bir 7- 8 yıl daha vaad ederek mi yapmayı planlıyorsunuz. Derdiniz ne? Herkesin istediği olunca sorun bitirecek mi? Sonuç kendinizin lehine olurken halkın aleyhine veya lehine olacak ne?
30 yıldır bu ülkede halkın çocukları ölüyor. Asker PKK ile işbirlikçi dediniz ardından kandırıldık dediniz. Döndünüz değil dediniz. Biz kardeşiz dediniz, elele şarkı söylediniz. Şimdi ne oldu neyin kavgası bu ? Neden hala kaybediyorum, sen neyi kazanıyorsun?
Ne bileyim ya soru sorarsan iki ucu b…u değnek.

7 Ekim 2015 Çarşamba

SON ZAMANLARDA

Aslında bambaşka şeyler yazmayı planlıyorum. Hayatım planladığım gibi gitmiyor bu yazıda planlanmış bir yazı değil. Ne diyelim biz planlar yaparken başımıza gelenlerin bütünüdür, hayat dediğimiz şey…
Son zamanlarda havaların soğumasıyla evdeki planlarda da değişiklik oluyor. Haliyle daha disiplinize bir hayata başladık. Sabahın köründe kalkan ben, son günlerde bu işin bir sürü işle pekişmesinden pek rahatsızım. Ben keyifle kalkıp çayımı koyup kitabımı okuyup işe gitmeyi planlarken, alelacele çayı koyup masada kahvaltı hazırlanıyor el yüz yıkama, çocuk uyandırma, ekmek kızartma, beslenme hazırlama, yüz yıkama kontrolü yapma ve çen çen çene çalma halindeyim.
Saçını beğenmeyen, ayakkabısını bağlamaya özen göstermediğimi düşünen, kahvaltı etmeyen , beslenmesi için direktifler veren var.
Ne yazik ki konumuz bu değil. Anneliğin, eşliğin yanında birde kendi kimliğim var. Evet o kimlikte iki tane ve başımdan geçmeyen kalmadı neredeyse…

Yazıları yazar, taslaklarda tutarken hayat akıyor. İnanın yaşlılık günlerin nasıl geçtiğini anlamamak başka hiçbir şey değil.
         Yarın kaldığımz yerden bambaşka bir konuyla devam edeceğiz inşallah... 

5 Ekim 2015 Pazartesi

Gibi

Başkalarının yaşamlarını eleştirmeyi iş edinmiş insanlar var. Tek işleri başlarının yaşamlarını eleştirmek, kendi üstünlüklerini güç gibi göstermek, üstün zannetme gibi…
Doğrularıyla yanlışlarıyla herkes eşittir. Herkesin yanlışı doğrusu, varlığı yokluğu kendinedir. Davranışını, yaşam biçimini kendine uyumlu bulmadığın, sana zarar veren kişiyle görüşmezsin olur biter.
Yoksa geri kalanı herkesin kendi işi gücü, evi barkı, karısı kocası, çoluğu çocuğudur. Doğru bildiğini söyle, yorumlama,bir şey olabilirsin ama kendini bir şey sanmak farklı şeydir.Birey olarak saygıya layıksın ama saygısızlığı kendine iş edinme!

2 Ekim 2015 Cuma

RAHAT iŞEYEN MUHALİF

Dün, muayene olmak Samatya Eğitim ve Araştırma Hastanesine gittim. Fındıkzade ye güzel bir poliklinik binası kurulmuş. Eskiden devlet öğrenci yurduydu. Yeni açılmış olduğu için gayet bakımlı. Randevum 8.20de idi, 8.00 da hastanede oldum, sıram 9.00 da geldi. Muayene oldum, doktorum birkaç test istedi.
Bina gayet donanımlı, beş katlı, asansörü var. Birinci katta bulunan laboratuar gayet bulunabilir ve konforlu. laboratuvardan barkod ve tüplerimi aldım. Tam ortopedik kan alma masasında üç tüp kan verdim. Ardından idrar vermek için kan alma bölümünün karşısındaki odaya gittim. İdrar bardağını verdiler.
Elimde idrar bardağı laboratuarın yakınında tuvalet aradım yoktu. Biraz daha meydanda ve bekleme sandalyelerinin karşısında idi. Girdim. Kapı kilitleniyordu kilitledim. Klozet vardı. Benim anlamadığım umumi yerlerde neden klozet var. Sağlık açısından riskli, ayrıca yaşlılar için iyi olabilir ama tamamen mikrop yuvası. Neyse kâğıt sabun vardı ve pis sayılmazdı. İdrarı verdim.
İdrarı verdikten sonra, bir idrar daha vermem gerektiğini ve bunun analizi için Samatya Hastanesi Merkez Binasına gitmem gerektiğini söylediler. Bugüne bıraktım. Aklımda sarı bina ve birinci kat vardı. Sabah kızımı okula bırakır bırakmaz gittim
.
Sarı bina birinci kat polikliniklere aitmiş. Bir sarı bina üst tarafta varmış. Gittim. Memur saat8.00 olmadan görevinin başındaydı müsait olup olmadığını sordum ve müsait olduğunu söyledi. Elime bir bardak ve nasıl tahlili vermem gerektiğini anlatıp tuvaletin patolojide olduğunu, patolojinin de 100 metre ileride olduğunu söyledi.
Gittim kapıda ‘Tuvalet temizleniyor, acilinkini kullanın.’ Yazıyordu. Oradan aşağıya inip, güvenlik görevlisine sordum. İlk gittiğim polikliniklerin bulunduğu yerde bulabileceğimi, acilin uzak olduğunu öğrendiğimde- ki biliyordum-yüzümde güller açtı.
Polikliniklerin olduğu kısma, ikinci kata çıktım. Tuvaleti buldum. Yuppi biri alafranga, biri alaturka olan iki tuvalet vardı. tabiî ki seçimim alaturkadan yanaydı. İdrarın bardağı elimde, görevlinin talimatları kafamdaydı. Peçeteler ve el deterjanı vardı, henüz laboratuar başlamadığından temiz sayılırdı.
Tuvaletin kapısından girdim, kapının arkasındaki askılığa çantamı astım. Kapıyı ittim, kapı kilitlenmiyordu. Diğerine bakmadım. Bardağı görevlinin istediği hale getirdiğim gibi, tekrar en başa döndüm. sağ salim teslim edip haftaya perşembeye randevumu aldım.
Şimdi arkadaşlar, bu yazı nereden çıktı diyebilirsiniz. Muhalifsin dediklerinizin bir de yaşadıkları gördükleri ve kendilerince yorumladıkları var.
İyi gördüklerimizi de, kötü gördüklerimizi de söyleyeceğiz ki bir şeyler değişebilsin. Allah kimseyi düşürmesin ama hizmet almak herkesin hakkı. Bu yaptığım işlemi özürlü, hamile ve yaşlı birinin yaptığını düşünün. Zor değil mi? Hastane içerisinde ring atmak kolay mı?
Ha birde ben bu işlemi kendi çalıştığım yerde beş dakikada halledebilirdim. Ama işte iş böyle değil. Madem sigorta diye bir sistem var ben sistemi sonuna kadar hakkımca ve adilce kullanabilmeliyim.
Eve özel sigortamda var. İdrar parasının 3-5 katını verseniz WC yi altınıza getirirler. İş öyle değil. Ben devletime vergi veriyorsam hizmetimi de tam isterim. Ki vergi vermesem bile hizmet eşit bir şekilde her vatandaşın hakkıdır.
Birde aman canım eskileri bilmiyor musun şükret buna diyenler var. Onlara cevap vereyim. Yavrum ben konuşurken yapılan icraatlara bakarım.Millenyum çağında olduğumuz unutma.
Size iyi haber vereyim. Laboratuar da numuneleri alan beye bunun ne zamandır böyle olduğunu sordum. Yeni olan bir şey olmadığını söyledi ama kesin uyarı(ültimatom dedi) vermişler yakın zamanda alt kata tuvalet yapacaklarmış.
Allah kimseyi düşürmesin ama bir düşersek değiştiğini görürüz inşallah. Rahat işeyebilecek, kilidi olan bir tuvaleti devletimizin hastanesinde bulabilelim de bak gör medeniyet nasıl gelişir o zaman!
Sen gördüklerini ben gördüklerimi yazmazsam her şey iyiye gidiyor demek değildir.sen istediğini ben istediğimi söyleyemiyorsam, her şey iyiye gidiyor demek değildir.
Hayırlı cumalar Müslüman kardeşlerim , işçinin sigortasını yatıran , vergisini kaçırmayan, başkasının torpiliyle devlete işe girmeyen, tüm Müslüman kardeşlerimin Cuma mübarekini diler, kolaylıklar dilerim.

29 Eylül 2015 Salı

Baştan sıfır pazarlayıcı

Mesleki olgunluğa erişmemiş bireyler, mesleki olgunluğa erişmiş bireylerin, işlerinin ya da yaptıklarının anlamsızlığından yakınıyor.
Mesleki olgunluğa erişmiş kişi kat ettiği yolda yaptığı düzgün işler ve verebildiği hesaplar ya da cevaplar sayesinde düzgün yürümüş. Mesleki olgunluğa erişmemiş birey anlamsız bulduğu işi bile yapmayıp, üstüne mesleki olgunluğu hemencecik kazandığını iddia ediyor.
Kısaca…
Yıllarca aynı işte çalışmış olan kişi her gün aynı işini yeni gelen kişi sorguluyor ve anlamsız buluyor. Ben yıllarca aynı işi yapıp sorumluluğumu almışım ve hesap veremeyeceğim yada açıklayamayacağım bir konu yok.
Ama gerçek sıkıntı yeni işe başlayan kişinin yaptığım işi anlamsız bularak yapmak istememesi, basite indirgemesi üstüne ise yapmadığını maharet sayması, bunu maharet sayarken yıllarca emek vermiş biri olarak
anlamsızlaştırılmış mesleğimin her türlü yapılabileceğinin ifade edilmesi.
Siz değersizleşmiyorsunuz. Değeri ile ederi aynı olan sıfır gibi insanlar, kendilerini pazarlıyorlar.Sizin değeriniz kendinize karşı olan dürüstlüğünüz.
Sıfır gibi insanlar için kendinizi eksilere çekmenizin anlamı yok!
Kolay gelsin iyi çalışmalar…

28 Eylül 2015 Pazartesi

Yandım

Yangın çıkar, yanarsın…İçin için yanarsın. Yangından geriye kalanları ayıklarsın. Körükle gelenleri, yangınını söndürenleri, gözyaşlarını dindirenleri her birini bir kenara koyarsın. Yanarsın…

Önce kendini kurtarmalısın, sonrası geriye, istif istif sıraya koyarsın…olanlar , olmayanlar…senle yananlar senden geriye kalanlar…

Mevlana derki ; Yanmak var, yanmak var. Odun yanınca kül olur, adam yanınca kul olur!
Yandık yandık kul olamadık, kül olduk. Kül olanların kulu olduk.

19 Eylül 2015 Cumartesi

GİDİYORUM

Birkaç özlü söz yazsam dedim. Olmadı. Havalar soğumaya başladı. N’palım yapacak bir şey yok. En iyisi çekip gitmek. Bavulum hazır değil ama kitaplarımı biliyorum, gidiyorum. Herkese iyi bayramlar dilerim büyüklerin ellerinden küçüklerin gözlerinden öperim.

İyi dilekler dileyenleri iyi dilekler karşılasın. Hiçbir zaman mükemmel olmak zorunda değilsin unutma! Seni mükemmelliğe zorlayanları hayatından çıkarmak en mantıklısı…


Uykum var, yorgunum ve bitkin…Dinlenebileceğimi hiç zannetmiyorum.Uzun süredir dinlenme ihtiyacı hissediyorum.

16 Eylül 2015 Çarşamba

EX LİBRİS

Ex libris ; özellikle kütüphanelerde kullanılan, kitabın nereye ait olduğunu gösteren etiket yada mühürmüş.
Kitap okur severin en sevmediği şey nedir? Okuması içini kütüphanesinden verdiği kitabın geri iade edilmemesidir. Başkasından iade etmek üzere aldığım ve merak ettiğim kitabı bir an önce okuyup vermek için can atarım. Dış yapısı bozulmasın diye gazete ya da kalıpla kaplarım.
Okuduğum kitabı çok beğendiysem ya yenisi alır veririm ya da aynısından kendim alır bir kez daha okur notlar bırakırım.
İşte Ex libris denilen şey  de kitabı emanet alan kişiyi dürtmek amacıyla kullanılan bir şeymiş. Bende acaba bir kaşe mi yaptırsam bilemedim.
Bu konuda en vukuatlı olan yeğenim kitabımı tam iki sene vermedi. Hem de Momo yu , önce kaybettiğini söyledi, sonra buldum dedi, yine bir türlü iletmedi. Ben bu konuda çok titizim valla gel evden çatalı kaşığı götür ama kitaplarıma dokunma!
Şimdi kitap verdiğim birkaç kişi üstüne alınabilir. Alınmayın ama kitabı getirseniz iyi olur. Ben bu yazıyı hem Exlibris denilen şeyi öğrendiğim için hem de okuyup takip edenlere hangi Ex librisi yaptırayım diye sormak için yazdım.
Sizce hangisi?


Yazdıktan sonra öğrendim. İstanbul da Exlibris derneği varmış. http://www.aed.org.tr/tr/ adresinden ulaşabilirsiniz. Benimki çok basit kalıyor yahu, neyse az yapan candan çok yapan maldan hadi canım yandan…

15 Eylül 2015 Salı

Bardakçılar Dağ Kağlıcası

Yeni evlendiğimizde, Truva biletlerinde Bardakçılar Dağ kaplıcasının fotoğrafları vardı. Cemo fotoğrafları görünce hayran kalmış, ‘Mutlaka buraya gidelim.’ demişti.
Çocukken babam birkaç kez mavi burunlu Bmc kamyonuyla köyden ve teyzelerimin köyünden genci yaşlıyı toplayıp oraya götürürdü. Çocukluğumun en ayrıntılı hatırladığım cümbüşlü geçen anılarından biriydi. Birde ortaokulda hatırladığım kadarıyla okul pikniğinde gitmiştik.
Kaz dağlarının eteğinde, zor kıvrımlı dağ yolundan gidilen bir yerdi. Meydana inilir, tahta köprüden çayın kenarından piknik alanına inilirdi. Ortaokulda gittiğimizde çayın başlangıç yerinde, söğüt ağacının dallarının suya vurduğu yerde piknik yapmıştık.
Daha aşağılarına inildikçe, çamur banyolarının, sıcak su kaynağının başlangıcının yerine giderdik. Kocaman bir kaya ve onun dibinde suyun biriktiği yere atlar serinlerdik. Kadınlar bu akarsuyun dibinde yapağı (yün) yıkarlardı.
Kadınlar kaynağın başındaki yengeçli su birikintilerine bacak ağrıları gitsin diye sokar, çamur banyolarına da girerlerdi.
Sıcak suyun aktığı banyolar ve havuz vardı. Mermerden yapılmış banyo kadınlara ve erkeklere ayrılmıştı. Dedemin annesi koca nine, ninem annem teyzemler ve komşu kadınlar, allah ne verdiyse, evde ne varsa getirirler gülüş cümbüş yemekler yenirdi. Öyle mangal falan yok. Ateş yakılırsa, bahçeden toplanan patlıcan, biber, mısırlar közlenirdi.
Büyük teyzemin getirdiği, keçi peyniri ile balın köy ekmeğine katık ettiğimiz o günü hiç unutmam. Onların köyünden arkadaşlarımda vardı ve biz muhteşem bir gün geçirmiştik. Akarsuyun gittiği, bizim gidebileceğimiz yerlere kadar gitmiş tik. Hem de ayaklarımız soğuk suyun içerisinde serinleye serinleye…
Bundan birkaç yıl önce yine bizim doktorlarla oraya gittik. Yağmurlu bir gündü. Dr.Sonic eşi, Dr. Gacet, Dr Çakmaktaş ve diğerleri ile önce Kaz dağlarına (Ayazma) gittik. Öyle yemek falan düşünmedik. Teyzemin mercimek köfteleri, peynir, ekmek, zeytin ne varsa işte… Manzaranın tadını çıkardık. Dönüşte hep birlikte Bardakçılara uğradık. Hepsi manzaraya hayran kaldı. Asma köprü yapılmış, piknik yeri ve kafeterya yeri birbirinden ayrılmış. Alabalık havuzu kurulmuştu. Kafeteryada oturup çay içtik. Zaten yağmurlu olduğu için gezebilme fırsatımız yoktu. Yine de herkes hayran kalmıştı.
Bu son gidişimizde daha iyi gezme fırsatı buldum. Kazdağı Termal Resort Oteli kurmuşlar. Akarsuyun yönünü değiştirmişler. Yine banyolar ve havuz kısmı duruyor. Otelde havuz ve sauna var. 3 yıldızlı, yarım pansiyon hizmet veriyor. Gayet bakımlı ve şık, önünde 34 plaka araç doluydu. Geceliği iki kişi 250 liraymış.
Kalmayı düşünmediğimiz için, tercihimizi banyolardan yana kullandık. Önce Cemo ve Cimcimeyi alıp çocukluğumun güzel anılarını tazelemek için mesire alanının aşağı taraflarına götürdüm.
Ne yazık ki, o güzelim yerlerin yerini artık insan artıkları kaplıyordu. Sudan aşağılara yürümek mümkün değildi. Pet şişeler, pet tabak artıkları, atılmış alkol şişeleri, kâğıtlar, poşetler ve bilumum çöpler vardı. Daha aşağılara inmek istemediler. Yinede yeşilliğin büyüsüne kapıldılar, suyun içinde gördükleri balıklarla heyecanlandılar. Su azalmıştı, akarsuyu kesen kayanın oluşturduğu su birikintisi, çamur banyoları, kaynağın başı falanda yoktu.
Gelenler oranın ne kadar muhteşem olduğundan bahsediyorlardı. Evet gerçekten muhteşem bir yer ama eskisi gibi değil. Modernleşirken birçok özelliğini kaybetmiş. Modernize olmuş rahat toplumun çöplerinin götürdüğü güzelliği, yapay bir güzelliğe hapsolmuş.
Oradayken yaşadığım hayal kırıklığıyla kalakaldım. Sonra düşündüm. Madem bu kadar işletme kuruluyordu neden işletmeler temizliğinden sorumlu tutulmuyordu? Tutuluyorsa neden denetlenmiyordu? Madem 3 yıldızlı otel yapma izni alındı bu iş sadece parayla mı olmalı? Hadi olmadı benim insanım neden tepkili değil? İnsanlar tepkili olmasa bile hiç mi içi acımıyor işletme sahiplerinin?
Bilemiyorum işte… Doğal güzellikler, bir sürü güzellik ve rahatlık yapılıyor derken bir yandan da tükeniyor. Geleceğimizi kendi ellerimizle tüketiyoruz, tükettiriyoruz…
Boşuna değil Yeşil yola boyun eğmeyenler…

11 Eylül 2015 Cuma

HAYATIMIN DİZİSİ - I


I

Bir yaz günü seherde doğmuşum. Babam Özlem, annem Seher istemiş adımı… Annem; ne babamı ne kendini dinlemiş. Doğuma Dedemle gittiği için dedeme koydurmuş ismimi…
Köydeki hoca Selvet’in kızının adı olmuş adım. Semra, Arapça da esmer kadın anlamına geliyor. Ama ben sarışın yeşil gözlüyüm. Babam Edremit eriği der gözlerime… Ya babam Edremit eriğini sever ya da beni…
Annem akrabamızın, mavi gözlü, beyaz tenli kızını görüyor, çok beğeniyor. Bana hamile ‘böyle güzel , yeşil gözlü , beyaz tenli kızım olsun.’diye geçiriyor içinden …İlk çocuğu erkek, ikinci çocuğunun hangi cinsiyeti olacağını bilmeyen annemin duası kabul olmuş. Anası babası esmer, kardeşi esmer ama sarışın doğan kızıyım.Anamın kabul görmüş duasıyım.
Aralarında 20 ay fark olan iki çocukla annem, ne zor günlerdir kim bilir? Bu günlerden annem hep yardıma ihtiyacı olduğundan bahseder. Hangi doğum yapan kadının yardıma ihtiyacı olmaz ki?
Üçüncü tekil şahıs annemin anılarından, bahislerinden esinlenerek yazıyorum. Birinci tekil şahıs olarak henüz kendimi ifade edemiyorken. Sebepsiz ağlayan, kimseye kendini dokundurmayan bir bebekmişim. Çocukluk arkadaşımın annesinin ‘ Bu bebek aç bizim bebeğin mamalarından biraz yedirelim bakalım.’ demesiyle. Annemin sütü olmadığı anlaşılmış.
Ailenin en masraflı bebeği olarak tarihe yazılmam, babamın aylık şoför maaşının, haftalık mama param kadar olmasıyla başlamış. Huysuz bebeğim çünkü annem diğer yavrusunu bırakıp tarlaya ot biçmeye, saman toplamaya, ekin yerleştirmeye gidebiliyormuş. Bende böyle bir şansı olmadığını, bir gün tarladan geldiğinde, cazgırlığımın bitmediğini gördüğünde anlamış. Nasıl baş etmiş? Bu hep bir soru işareti olarak kalmış.
Şimdilerde söyledikleri demek ki kafan hala aynı, cazgırsın! Bendeki cevap cazgır değil ne istediğimi biliyorum. Annemi istiyordum.
Annem dedemin ona doğumdan sonra getirdiği kelle-paça çorbasının lezzetini hala bulmadığından bahseder. Dedem hayatımızın her alanında var olan kişiydi. Varlığı ile yokluğu belli olmayan kişilerden değil. Var olan bir adamdı. Bebekken bize üzüm yedirirmiş. Kucağına alır sever, dolaştırırmış. Bunları yaptırdığını zihnimde keskinleştirmem için on bir yaşındayken en küçük kardeşimin doğmasını bekledim. Ona da aynı şekilde davrandı.
Diğerleri köy işleri… Büyük baş hayvanlar bağ bahçe işleri ve yaşanmışlıklar. Doğumumdan anı olarak yer eden dedemin kelle paça çorbası, babamın mama parama yetmeyen maaşı… Hikâyemi daha derinleştirip annemden dahasını dinleyebilirim ama anne olduktan sonra hayatın ne denli zor ama geçici olduğunu daha iyi anladım.

Sarışın yeşil gözlü anamın istediği gibi doğdum. Dedemin istediği ismi koydular. Koca bahçeli evimizin ahşap tavanına kancalarla takılı salıncağında tıngır mıngır sallanlarak büyümüşüm…

9 Eylül 2015 Çarşamba

ŞİMDİLİK...

Cumhuriyet sadece din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması değildir. Cumhuriyet demokrasidir. Eminim Atatürk de kesinlikle ve sadece din ve devlet işlerinden ayrılması için Cumhuriyeti kurmamıştır.
Baktığımızda sadece bunu düşünmek yersizdir. Biz demokratik bir Cumhuriyette yaşıyorsak, fikir düşünce bakımından hür olmamız gerekir.
Bunu herkes dilediğini söyleyemez gibi bir bakış açısıyla açıklayan yöneticilerimiz vardır. Bu doğru değildir. Herkes dilediğini söyleyemezse bir birlik ve beraberlik olmaz.
Herkesin dilediğinin olması mümkündür. Mümkün değildir demek sadece kendi doğrularını ve bildiklerini dayatmaktır. Bu da Demokratik Cumhuriyette olmaz.
Tabi kamu çıkarı gözetilebilir. Kamu çıkarı kişisel çıkar gibi kullanılmaz. Vatandaşlık ile ırk farklı şeylerdir. Tek bir ırka ait vatandaşlığın söz konusu olduğu devlet olamaz, olmamıştır
.
Yazdıklarım geniş yorumlara dayalıdır. Tek bir sözle düşünmeyin!
Şimdi arkadaşlar, galeyana gelmemizi isterlerken, ne güzel galeyana geliyoruz.
Sen eğer bilmem kime oy verdiniz bu başımıza geldi dersen, diğeri çıkıp sende bilmem kimsin diye seni sorgulama hakkına sahip olur.
Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür sözü bunun için söylenmiştir. Sistem bunu inşa etmek için vardır.
Sen bunları söylerken dağdakinin oyuyla benimki bir mi? Sorusuna getirirsin sözü, halbuki Cumhuriyetler en azından Demokratik Cumhuriyetlerde insanlar her bakımdan hürdür.
Başkasına da sen kimsin ki oyuma müdahale ediyorsun deme hakkını vermiş olursun. Bu da Cumhuriyetçi birine yakışmaz.
Eminim ki Atatürk de Cumhuriyeti kurarken, fikri aklı hür, kendini geliştirmeye açık bireyler yetiştirilmesi, yetişmesi için kurmuştur.
Her gelen kendine göre bir yerden tutturduğu, kendine göre Cumhuriyet ve Demokrasiyi yorumladığı için başımıza bunlar gelmiştir.
Çok rahatlıkla söylüyorum. Ateş düştüğü yeri yakar, yangın çıkarır. Biz buradan ne ahkam kesersek keselim her şeyi yaşayan bilir.
Klavye kahramanlığına soyunmayın. Okuyun, öğrenin, sorgulayın sonra yorumlayın… Başkasından öğrendiğini veya gördüğünü yorumlamadan konuşmak ve yazmak bilgi değil şovdur.

4 Eylül 2015 Cuma

HAYATIMIN DİZİSİ

ÖNSÖZ
Öncelikli olarak söylemek istediklerimi bu sayfaya yazmam gerekli. Daha sonra karışıklığa neden olmaması için, öncelikli kelimelerin oluşturduğu, öncelikli cümleleri yazıyorum.
Akademik geçmişimden bahsetmeli, nereden geldiğimi, kim olduğumu söylemeliyim. Sistemin istediği balta ve sap ilişkisinin içinde sap olmamış bir insanım. Okuduğum ve öğrendiğim çok şey varken, yaşayıp öğrenenlerdenim.
Geliş tarihim belli ama dönüş biletimi henüz kesmediler. Dönüşe ne kadar zamanım var bilmiyorum. Her gün bir sonraki günü faizi aslında ama ben kredi kullanmış gibi hissediyorum kendimi. Arada kalan, bana kalan. Bunu biliyor, içimden geldiği gibi davranıyorum.
Her insan gibiyim belki de değilim. Başkalarının yaptıklarını yapmak, başkaları da benim yaptıklarımı yapmak zorunda değil.
İşte hikâye burada başlıyor. Beynimde durup duran ve bir türlü kendilerine yer bulamayan hikâyemi kendim yazmaya karar verdim. Kendimce, bildiğimce olacak bu hikâye ve bir gün dönüp baktığımda, vay be de diyebilirim, oh be de ne olursa olsun, cümleler ile rahatlayacağım.

Kimseye bir kastım ve art niyetim yok. Dümdüz yaşadıklarımı ve hissettiklerimi yazacağım. şimdiye kadar kötü olarak yaşattıklarım ve hissettiklerim içi özür dilerim. Kendimi affetmeyi becermek için çok zorlandım ama başardım.
Geriye bırakacağım anılarım, yazılarım, kitaplarım… Çocuklarım için aralarına küçük notlar bıraktım.
Ben babamın hayalleri annemin yere basan ayakları ile büyüdüm. Küçük bir köyde büyük hayaller kurdum. Dokuzuncu köyden kovuldum ve onuncu köyde yazmaya karar verdim…
Bitmeyen hikâye hayatımın hikâyesi… Yaşadığım müddetçe yazabileceğim. Gidersem bitmiştir.
Sonumun sevdiklerimle kendi topraklarımda olması için hep dua ediyorum, edeceğim.

Acıları karşılaştırmayın!

Acıları karşılaştırmayın!

Sen ölen bilmem ne, bilmem ki dersen, dönüp Suriyelilere maaş bağlıyorlar diye sitem ettiğin günleri sererler önüne…

Sen bu gün ölen can diye üzülürsen o zaman insani düşünmüş olursun.

Bu işin sonu ne olacak? Bende bilmiyorum.

Deseler ki, al bu işi çöz, düşünme yetimi kaybettim. Karmakarışık, kimin eli kimin cebinde belli değil. adam oy vermiş yada vermemiş insanlar ölüyor diye bağırmıyor da ölenler bilmem ne olsalar diye başlıyor cümleye…

Ne olursa olsun canlar yok oluyor. Umutlar, hayaller yok oluyor. Birilerinin hayatları yarım kalıyor. Hep bir yerlerde eksiklikleriyle kalacak yaşamlar…


Birileri yaşamın keyfini sürerken, uğruna ölenler olmaya devam edecek!

3 Eylül 2015 Perşembe

TEK KALEM

Hepimiz aynı olaya üzülüyorsak, bunlar neyi paylaşamıyor?
Madem bu kadar milleti düşünüyorsun, neden hala her şeyi tek başına yürütme hevesiyle, ortamı kaosa sürüklüyorsun?

Güneydoğunun karışmasının sebebi, haklı olarak seçimlerde kazandıkları başarının devamını görmek istemeleri, yemişim senin milliyetçiliğini!

Yani ne olursa olsun koalisyon olsun ve söz hakkı olsun. Demokrasilerde olması gereken de budur. Ama adam bas bas bağırıyor. Kasımda her şey başka olacak diye. Yani ne olacak orada halk benden yana kullanacak demek istiyor. Ya zorla, ya korkarak.

Nasıl olursa olsun HDP liler sandığa cidden sahip çıktılar ve kazandılar.Ama bizimkiler uzunlu,KISALI yedirmeyiz diyor.Sadece biiz yeriz.

Milliyetçilik kisvesinden vurup, insanların duygularıyla oynuyorlar.En baba milliyetçi sizseniz bence biz bu vatandan gidelim.

Milliyetçi adamlar milli serveti satıp ardından ben milliyetçiyim deyip insanları kandırıyor.
Ben böyle düşünüyorum.

Çünkü başları sıkıştığında duygu sömürüsü yaptılar ve hiçbir hatayı kabul etmeyip, başarılarını da milletin gözüne soktular.

Muhaliflik değil, olanları yorumlamak.

2 Eylül 2015 Çarşamba

Ne yazayım? Dün, dünya barış günüydü, tüm insan değeri bilenler, barış olsun dileklerini yazdılar. Kimileri zaten savaş’ın barışı getirmeyeceğini bildiği için olanları kabul etmeye, kabul etmiş görünüp hazmedemese bile yaşamaya devam etti.
Bu kötülüklerin sorumlusu ben miyim? hayır değilim. Vicdanım için insan olmaya çalışıyorum, yere düşürdüğüm kâğıt parçasını önemsiyorum.
Bu bir şey mi?
Kıyılarımızda ölmüş canlar varken. En küçük hareketle başlar her şey… Damlaların oluşturduğu göller böyle oluşur.
Düşünün…
Şu halde bile devletimiz karışık diyor ve ne yapacağımızı şaşırıyoruz.
Şavaş halinde ülke, korkan canlar, rahat bir yaşam isteyen canlar, çaresiz canlar, bir umuda yürüyen canlar, hayalleri olan canlar…
Ben ne yazayım ki?
Kendimi, geçmişimi, bildiğimi, gördüğümü, hissettiğimi…
Ne yazayım ben?
Kelimeler olsa ne yazar, cümleler olsa ne yazar?
En güzellinden intikamımı alsam, geçmişimi yazsam,
rahatlasam…
Anneler, babalar, çocuklar, nineler, dedeler, amcalar, teyzeler, dayılar, halalar, kaybolan anılar, gelmeyecek bir gelecek…
İnsana koyuyor be! Hayal kurmak, yazmak, geleceği düşünmek, ufak tefek şeylere takılmak…
Bu dünya yalanlarla dönerken, savaşlarla güçlerini süsleyenlere koca bir dünya olurken, benim yaptıklarım vicdanımı rahatsız ediyor.
Sorumlu olmadığım halde, elimden gelenin ne olduğunu bilmeden yaşamak anlamsız geliyor.

1 Eylül 2015 Salı

KISA KISA



Kafka’nın bir hikâyesi var. Adam yumurtayı kırar. İçinden kuş çıkar. Büyütmeye karar verir. Ardından ben buna bakacağım madem,büyüyünce bana tüm dünyayı dolaştırsın der. Gagasıyla, mürekkebe dokunarak, bir sözleşme hazırlar. Balık, solucan, kurbağa getirecek, onu büyütecektir. Bunun karşılığında kanatlarının üzerinde dünyayı dolaşma hakkını almalı ve sözleşmeyi yapmalıdır. Yapar. hergün yiyecek getirir, evi koku sarar, kuş büyümektedir. Ama uçmayı öğrenmesi gerekir. Annesi yok. Adam başlar öğretmeye, adam atlar, kuş ardından. Önce sandalye, sonra masa, sonra dolap…
E devamını getirin ya da bir zahmet okuyun.
İşte bizim gündem de böyle. Adamlar sanki bize uçmayı öğretecekler diye kendilerini de feda etseler yüreğim gam yemeyecek. Cumhuriyetimizin başı ; ‘ Haziranda yaşadıklarımızı, Kasımda yaşamayacağız.’diye bas bas bağırıyor. Kimse’ Bu adam ne diyor?’ demiyor. Biz milletçe ne kadar fanatik olmuşuz. Kanımızı nasıl bürümüş kendi çıkarlarımız.
İki dakika TV açıyorum. Başbakan, biz barışalım dedik adamlar mühimmat depolamış diyor. Yav arkadaş sizde zavallı moduna giriyorsunuz ya ne diyeyim? Hani güçlü ülkem? Yığılan mühimmatları bilemeyecek kadarsanız, sizin varlığınız başlıca yokluktur. Kimse demiyor ki!
Geçelim karşı tarafa. Bir şey söylemeyeceğim. Neden çünkü az önce haberlerde bir kimlik kontrolünden kaçan doktorun vurulduğunu öğrendim. Ölen her insan için üzülüyorum ama aklıma şu soru geliyor. Meclisin yarısı Kürtken bu mesele neden çözülmüyor? Her Kürt, Kürt değil diyecekler gene bu bahsi geçelim en iyisi… KÜRTLERİN EN BAŞINDA KÜRTLERİ SÖMÜRDÜĞÜNÜ SÖYLESEM, TIPKI TÜRKLERİN TÜRKLERE YAPTIĞI GİBİ… insan olmayı öğrensek çok iyi olur…
HEPSİNE OY VERMEDİĞİM İÇİN İÇİM ÇOK RAHAT!
Bir de İrlandalı meselesi var.
Adam benim her gün geçtiğim yolda, pata küte girmiş adamlara, en çok yerden kalkamayan adam çok komik, valla bir daha bilmediği kavgaya girmez inşallah. Şimdi bilmeyenlere e unutanlara hatırlatayım. Mesele biz nasıl bu hale geldik? Kartopu oynarken öldürülen gazeteciyi hatırladınız mı?
Aslında insanların tepkileri buna, adamlar sonrada iş yok diye veryansın ediyorlar.sen gel elin turistini dövmeye kalk sonra da gel işsizlikten bahset.İyi benzetmiş ama utanmadım değil. Rezil olduk dünyaya birde adamın sağlık sorunları da var. Büyük rezillik. İşte hep bunları kaybettik biz. İnsanlığımızı kaybettik.
Çok ahkâm kestim.
Dünde acayip laf soktum. Başta her şeyi yanlış anlayan Gacet Bey de direk bir şahsa laf soktuğumu sandı. Hayır, aslında bütün hemcinslerime bu sözler. Biz insanoğlu paranın getirdiği zenginliği zenginlik sanıyoruz. Ben öyle düşünmüyorum. Paranın adam, kadın etmediği ne adamlar ne kadınlar var bilseniz. Ama işte insanoğlu önce kürk ile karnı doyuyor.
Sevgili hemcinsim kocasını methedebilmek uğruna girdiği kılıkları bir görse bir daha yapmayacak da işte anlamıyor. Ayy kocam bir duysa kızar. Dilimin ucuna senin beynin yok mu? diyesim geliyor ama zor tutuyorum. Bize uygun değil, hoşlanmaz desen farklı, ay ben aptalım, kocam her şeyi bilir kafası.
Birde bana kocam aldı kafaları var. Gözümüz yok alsın alsında gözümüze sokma kardeşim. Muhabbet kocasının üzerine kurulu, ay benim kocam durmadan arar, yemeğe çıkarır, mumlar yanar. Bende cevap vereyim. Vatsaptaki yazışmalarım sürekli silerim, o iş yazışarak da yani yazarak da iletişim kuruluyor.Evde kendi yaptığını yemek bence daha zevkli, mumlar boşuna yanıyor…
Zaten emin olun ki o güzel dakikaların, güzelliğini bozmamak için fotoğraf çektirilmiyor. Çekemiyorsun ama sırf anı aynı anda yaşamak ve anlık başkaları tarafından kareye alınmak diye bir şey var ve gerçek.
Tek bir kişiye değil sitemim. Damatlarının zenginliğini parasıyla ölçenlere, bilgiye, beceriye, çalışkanlığa değil de başka şeylere bakan ailelere ve hala bunu aklına erdiremeyen insanlara.
Börek meselesi için aklımdan, yaptığı börekleri, kendisi yemiş hemcinsim için; hemcinslerine diyet önerilerinde bulunmasını tavsiye etmek geçiyor. Hemcinsim diye susmak geçiyor içimden…
Siz deyin uzun meseleler ben diyeyim kısaca anlattım.
Artık bir yazı dizisine başlama niyetindeyim hayırlısıyla…
Bu yazıyı üç saattir, taslakta tutuyorum. Yayınlasam mı? Ağır mı yazdım? Ayıp mı ettim? Diye tilkiler geçiyor beynimden sanırım havalar soğumaya başladı.
Mutlaka tilkileri kovalayıp yayınladım…