NE İSTERSİNİZ ?
Daha önce, yazmadan çok yoğun duygusal anlar yaşar ve yaşadığım
olaylara yoğunlaşırdım. O günleri tıpkı yeniden yaşıyormuş gibi zihnimde
canlandırır ve hikâyeme uygun kelimeler seçerdim. Zihnimin çöplüğünde ya da
sözlüğünde bulunan en uygun kelimelerle kendime bir cümle kurar ve bu cümlenin
üzerine yazımı yazardım.
Şimdilerde ise o anı hatırlamak beni duygusal açıdan
yormuyor, bunun yanında ise yazma eylemi fiziki açıdan yorucu olmayan bir
gereklilik gibi geliyor. Dikkatimi toplayabildiğim ve fırsat bulup canımın
istediği her an yazabiliyorum.
Artık yazdıklarımın saçmalığı değil, gerçekliğini, insanlara
‘Sen yalnız değilsin.’ diyebilmek için yazıyorum. Mutsuz muyum? Hayır ama
çelişkilerle birlikte tanımayan ama beni araştıran insanların okuyor olabilme
ihtimali bazen yüz kızartıcı hissettirebiliyor.
Hala, ‘Yazıyorum.’ derken çekiniyorum. ‘Evdeyim işte! Yıllarca
yapmak istediğim mesleği yapıyorum.’ deyip aradan sıyrılıyorum. Ama yaptıklarımı
anlayacak birini bulduğum zaman, yakasını bırakmıyorum.
Son zamanlarda konuşacak o kadar çok şey yapıyorum ki;
anlatacak ve anlayacak inan konusunda sıkıntı yaşamaya başladığımı fark ettim.
Vazgeçtim. Anlatmak artık yorucu geliyor. İnsanlara ne
yaptığını anlatmak yorulmaktan daha öteye geçmiyor. Zihinlerindeki boşluk
gözlerine yansıyınca; herhalde beynimdeki
nöronlarımla snapslar ilişkilerini kesiyordur.
Ama yazınca belki ilişkileri yeniden başlayabilir! Peki, neler
oluyor? Bunları biraz zihnimin odalarına yerleştirmek adına yazayım.
Öncelikle yılın başında bir tiyatro oyunu yazma yarışmasına
katıldım. Kadın teması üzerine yapılan yarışmaya annemi olmasını istediğim
kadın gibi yazdım. Umarım muvaffak olurum. Olmasam da bunu başarmış olmam ve
kendi hemcinslerimden bu konuda destek görmüş olmam bana yetiyor.
Köydeki hayatımızı ve babamın durumlarını bir standarda
bağlama ve geleceği güvence altına almak için kardeşlerim arasında bir adım
attık. Beni en mutlu eden şey bu oldu. Onlara bu dünya uğruna kaybedebileceğim
hiçbir şey olmadığını anlatabildiğim ve onlarla olan bağlarımın tüm somut
kavramların önünde olduğunu söyleyebildiğim için çok mutluyum.
Oturduğum sitede bir sivil insiyatif, komşuluk değerleri,
insani ilişkiler ve yaşam değerleri üzerine bir toplantı düzenledim. Aslında yapılan
aidat zamları sonrası hareketlenen sakinlerin haklarını isterken etkin bir
iletişim dili kullanmaları, sadece maddi kısmı ile değil diğer kısımları ile de
ilgilenmeleri konusunda onları bilgilendirmeye çalıştım.
Tek sıkıntım adam gibi bir konferans salonu bulmaktı. Malesef
bizim köyde olsa en kötü okulda ya da kahvede toplanırsın ama emniyet,
kaymakamlık, muhtarlık, ilçe milli
eğitim okul müdürü derken toplantı güvenlik sebebiyle, okul konferans salonunda
yapılamadı.
Saati elli lira ve içecekler ekstra olarak bir kafenin bahçe
kısmını kapattım. İnsanlara sadece yol gösterecek, bilgi ve deneyim sahibi
insanların etkin bir şekilde anlatmalarını sağladım. Toplantı çok güzel geçti. Hiç
sorun yoktu. Fevkalade insanlar ile tanıştım.
Ama ‘Hem muhalifsin hem sivil insiyatif diyorsun, işin Silivri
de bitmesin!’ diye dalga geçenler bile oldu. Güldüm geçtim.
İkinci çekirdeğim kreşe başladı. İçimde bir boşluk ki
sormayın. Dikiş mi diksem, yazımı yazsam, evimi temizlesem, yemek mi yapsam
bilemiyorum. Bugün kalktım işkembe yaptım. Durum vahim!
Kendime mektup arkadaşı buldum. Başlangıç aşamasında olsam da
devam edeceğini umduğum ve bana uzun süredir dolma kalemi elime almadığımı
hatırlatan alelade yazabileceğim bir arkadaş, başlangıç motive etti cevap
gelirse daha iyi olacak.
Yaklaşık onbeş gündür ağır bir gribal enfeksiyon
geçiriyorum. Burnum ve alt kısmı Herpesin işgalınden yeni kurtuldu, öksürük ise
altıma kaçırana kadar devam ediyor.Tabi sarma nikotin epey ağır, yorum yok!
Eeee işte böyle, şimdi; ne istersiniz? Gelecek mi, yakın
geçmiş mi, geçmiş gitmiş mi? Okudum anladım demekte yeter.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder