Bir gün köyde arkadaşlarla kavga ettik. Hepsiyle değil, sadece bir tanesiyle… Kesinlikle geçimsiz bir çocuktum ben ama kavrayamadıklarım; gerçekleri arkadaşlarımın kavrayamayışıydı.
Kavga olduktan sonra dışlandım. Onlar yine grup halinde, evciliklerine ve ip atlamalarına devam ediyorlardı. Eve gittim. Bir yerlerden elimize geçmiş küçük bir fotoğraf makinesi vardı. Onu alıp yanlarına gittim. Fotoğraflarını çekeceğimi söyledim hâlbuki film yoktu. Az önce yaşadıklarımızı, makineyi gördükten sonra unuttular.
Hala onlar hakkındaki düşüncem değişmedi. İnsanlığa ve gerçekliğe değer vermiyorlardı. En önemlisi kişinin kürküydü. O kürkü giydiğinde ne olduğun önemli değildi. Olaydan yıllar sonra çok acı bir şekilde yine öğrendim. Napalım öğrenmenin yaşı yoktur.
Okul hayatım boyunca da kürkü olanların ne işe yarar hale getirildiğini gördüm. Duyguların, hislerin, değerlerin, gerçeklerin önemi o giydiğin kürkle tamamen ilişkiliydi.
İlkokul da ben her şeyi bilen kişiyim siz öğreneceksiniz tarzıyla yaklaşan eğitimden sonra ilçenin iki tane olan ortaokulundan en iyisinde okuyordum.
En iyisi kadronun kalitesini kavramam biraz geç oldu ama oldu. Ali Hoca’ nın önerdiği Ali Kemal Meram ‘ın Padişah Anaları isimli kitabı lise yıllarında okusam da, okudum. Nadan Hoca kitap önerirdi Susanna Tamaro ve Şeker Portakalı'nı ondan duymuştum, okudum. Hâlbuki bizim Türkçe öğretmenimiz değildi.
Okuyun özetleyin diyen yoktu. Sadece okuyun böyle bir kitap var derler ve kendileri okudukları kitabı anlatırlardı. Bilen değil merak eden öğretmenlerdi. Sorarlardı, merak ederlerdi ve onlar da bizimle kendilerini geliştirirlerdi.
Vaktimiz bol olmasına rağmen sıkılacak vakit bulamazdık. Her türlü etkinlik mutlaka yapılırdı. Hangi kısmında ben varım? Hiçbir kısmında! Sadece iyi kayıt altına almışım.
Arkadaşlıklar da daha çok dürüstlüğü bekliyordum. Ama arkadaşlarım bazı şeyleri çoktan keşfetmişlerdi. Benim için aramızdaki sırlar arkadaşlık gereği olarak saklanırken. Arkadaşlarım hayatın gerçeklerini öğrenmişlerdi. Ailelerine arkadaşlarının yaptıklarını, sırlarını anlatırken birkaç puan daha kazanma derdindeydiler. Dürüstlük abideliği olma, dürüstlüklerine, ebeveynlerine bağlılıklarını kanıtlama yolunda sırlar paylaşılıyordu.
Arkadaşlık, sırdaşlık böyle bir şey değildi. Bence değildi.
Bir çocuğunun kiminle, nerede gezdikleri önemliydi. Çünkü bu güç meselesiydi. Bence en iyi şey dostluk ve güvendi.
Hala aynı değilim. Artık sırlarım yok. Kimseye fazlasını vermiyorum. Sır benim sırrım. Sessizlik kelimelerim ve cümlelerim oluyor. Başkasını kötüleyip kendimi iyi gösterme çabam olmadı. Bunun insan güven kazandırdığını düşünen yaşıtlarım olduğunu öğrendiğimde ergenliğim bitmişti.
Okul hayatı dendiğinde öğrenilen, Matematik temelleri, Türkçe hikâyeleri, Hayat bilgisi kavramları, gerçek hayatın doğruları ile orantılı değil.
Ortaokulda öğrendiklerim, hayatıma en büyük katkısı olduğu kısımlar.
Annemin ağlayarak söylediği, yüksek tepelere şarkısıyla seçildiğim koro da söylediğim türküler, yapılan okul geceleri, bir kere oynayıp güzel bir smaç attığım voleybol müsabakaları, erkeklerin maç yapıp öğretmenlerin takım tuttuğu o güzel günler…
Artık liseye adım atmak için gereken sınavlar vardı. Babam benden bir halt olmayacağını anladığı için sınava götürmeyecekti. Birsen, bir tek onu net hatırlıyorum gidip müdür yardımcısı Şenay Hocaya söylemişti. Şenay hocada babamla konuşmuştu herhalde.
Babam; şifon eteğim, boncuklu yeşil üstümle beni sınava götürdü. ‘Boş ver kızını okutup ne yapacaksın? ‘diyenlere inat ‘ Çorabımı satar okuturum.’ nidalarıyla…
Sistem de yer alma , güç kazanma, adam yerine konma için daha nice sınavları geçmem gerekecekti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder