3 Ağustos 2015 Pazartesi

Hangisi sizsiniz?

  Annemi diz ağrısı için doktora götürüyorum. 75 yaşında randevu almaması gerektiği halde beklemeyelim diye randevu alıyorum.. 8.30 randevusu olmasına rağmen 8.00 da gidiyoruz. 8.30 ‘da kimse gelmeyince hemşire arkadaşla bir çay içmek istiyoruz. Kayıt görevlisine soruyorum. ‘9:00dan önce gelmezler’ diyor. Kafe de çay içip geliyoruz. Saat 8.45 annem okuma yazma bilmediği için sırasının yandığını görmüyor. Tamam, hallederiz diyorum. Dokuz randevusu olan kadın ‘ Ben sıramı vermem’ diyor. Randevunuz dokuz da diyorum.’Orada benim ismim yazıyor, benim hakkım’. Diyor. Sonraki, sonraki, sonrakide aynı şeyleri söylüyor. Dışarıda tartıştığımı gören doktor;-Ben bu insanlık dışı diye isyan ediyorum ve kimse farkında değil mi? diye haykırıyorum.- bizi içeriye alıyor ve annem muayene oluyor..
 Yürüyorum Aksaray yokuşunu iniyorum. Kulağımda kulaklık ve Neşet baba yalan dünya söylüyor. Az ötede yaşlı bir adam, genç adama bir şeyler soruyor, adam ne bileyim işareti yapıp omuzlarını silkeliyor. Kulaklığı çıkartıp ‘Ne oldu amca ?’diyorum. Kızım ‘Haseki Hastanesi nerede? ‘ diye soruyor.50 metre aşağısı, tarif ediyorum istersen götüreyim diyorum. Teşekkür ediyor gidiyor.
 Köye gitmişim, içme suyu almaya gitmişiz. Çeşmede bidonları dolduruyoruz. Facebook’tan arkadaş okuldan değil bizim oralı arkadaş ama ne aynı sınıfta okumuşuz, ne de konuşmuşuz. Adı Sündüz, selam veriyor nasılsın Semra diyor? Şaşırıyorum. Aslında bir zamanlar selam verip hal hatır sorardım ama insanların tavrından kafa sallayıp geçer hale gelmişim.
Tanımadığım insanların çok olduğu ve ilk kez tanışma fırsatı elde ettiğim kalabalık bir ortamdayım. Hepsi hemcinsim. İkisi aralarında fısıldaşıyor. Şaka yapıyorum, konuşmayın diyorum ama amaç sohbet kapısı açmak. Tepki gösteriyorlar. Beş on dakika sonra, gözlüklerimle, duruşumla dalga geçiyor biri, diğeri ise kahkahayı patlatıyor. Sesimi çıkartmıyorum, yerimi değiştiriyorum. 
Okulun son günü, kızım hazırlanmış, öğretmene karaoke yapacakmış. Ses sistemini götürmek istiyor. Hayırlarımla onun hayırları savaşıyor. Öğretmeni arıyoruz, getirsin diyor. Ben yine hayır diyorum. Kavga gürültü ben galip geliyorum götürmüyor. Bu çocuk her şeye burnunu sokuyor, her şeyi kendi isteğine göre yapmak istiyor. Annelik dürtüsü, ne bileyim işte, ne dürtüyorsa beni… Sınıfın ses sitemi bozuluyor. Akşam eve gelen annenin canına okunuyor.
 Lisedeyim, o zamanlar sinemalar yeni açılmış anne babadan bunun için izin istemek tuhaf. Analar babalar da tuhaf her ne hikmetse! Titanic yeni çıkmış, ooo ne güzel bir aşk filmi, bir öğleden sonra edebiyat dersi var. Dilek hocaya, arkadaşım Birsen ile gidiyoruz, anlatıyoruz, izin veriyor ama kaçak sayılacaksınız diyor. Olsun biz vicdanı rahatlattık. Gidiyoruz  iki kişi olduğu için  film oynatılmıyor, az müşteri, gündüz saati olduğu için. Bizde kafeye gidiyoruz…
Annem dizlerim ağrıyor diyor. Sen yaşlandın diyorum ondan. Evet, gerçek yaşlılık diz ağrısı yapıyor ama annem yaşlılığını kabul etmiyor ki! Bende onun yaşamda aktif olmasına yardım ediyorum. Bamyaları, vişneleri ve akla gelebilecek yemek öncesi işlemleri ona bırakıyorum. Anne bu nasıl olur, nasıl yapalım sorularıyla aktif olmasını sağlıyorum. Kendimce, bildiğimce…
 Dondurma yemeye gidiyoruz. Kızım ip atlayarak gitmek istiyor. Benim için sorun yok. Dikkat etmesini yoldan geçerken atlamamasını söylüyorum. Tamam diyor. Biraz ilerliyor boş alanda atlamaya çalışıyor. Tam beceremiyor. Baba bağırıyor ‘ sen çocuk musun? Kocaman oldun, ne ip atlıyorsun, düzgün dur.’bakıyorum boş boş, baba dondurma yiyince kendine geliyor.
Parktayız , kızımı sallıyorum. 'Anne uçur beni.'diyor. Down sendromlu 10 yaşlarında bir çocuk , babası elinden tutmuş parka getirmiş. Park sakinlerinin gözü üstünde, herkes çocuğa ve babaya bakıyor. Baba belli rahatsız , ben anlıyorum. çocuk huysuzlandı. Acıyan gözler ve ne bu diye soran boş zihinler. Baba da rahatsız oluyor. Çocuğun elinden sıkıca tutup geri dönüyor. Yanından bir adam geçiyor.Yere tükürüyor. Baba dik dik bakıyor, park sakinlerinin umrunda değil. 
 Hasta gelmiş kayıt açıyorum. Adam hamile karısını muayeneye getirmiş. Tartışıyorlar. Senin yüzünden bu parayı veriyoruz diyor adam. Hastaneye gidin diyorum para vermezsiniz, az kaldı randevularını bile alacağım. Güvence yok, kadın ev temizliği yapmış sancısı olmuş. Doğru dursaydın diyor. La havle çekiyorum.
 Klinik kalabalık, hepsi siyahî hasta, bekleme salonunda bekliyorlar. Kapıdan Ermeni bir kadın giriyor. Tansiyon ölçtürecek ya da kontrol hatırlamıyorum. Siyahî bir genç ona yer veriyor. Kadın ‘ Bu pisliklerde her yeri pislettiler, her yeri doldurdular açlarla ‘ diyor. Kendisine yapılmayanı başkasına yapıyor. Hâlbuki ikisi de azınlık ama kimsenin azınlıkları ezmeye hakkı yok.
 Yaşlı bir amca gelmiş, çok hastayım muayene olacağım diyor. Kayıt açıyorum fena görünüyor. 100 lira veriyor. Bekle diyorum, bir çorba içeyim çok acıktım diyor. Elimden gelse muayene parasını almayacak, çorbayı kliniğe getirteceğim. Gitmekte ısrar ediyor. Tamam diyorum. Çünkü doktorun iki hastası daha var. Gidiyor gelmiyor. Meğer para sahte, olan gariban sekretere oluyor.
 Liseyi bitirmişim, yeni mezun işsiz, 2001 krizi, memlekette iş, para yok. Fabrika işçi çıkartıyor. Belediye başkanına gidiyorum. Çalışmak istiyorum, zor durumdayım diyorum. Üniversiteye gidememişim. Hep bir stres ortam kavgalı, insanlar ön yargılı. Ne yapayım diyor fabrikaya dilekçe ver. Ben 3 kere verdim. Gel evimi temizle dese gideceğim onu bekliyorum. Bir şekilde boş teselli ile çıkıyorum kapıdan, arkama bakmadan… Hâlbuki tanıdığı bol olan, okumayan, ihtiyacı olmayan arkadaşlar belli yerlerde çalışıyor.

  Evleneceğim, herkes bir âlem… İstanbul’a evleniyorum hem de memleketlim olmayan biriyle. Herkes ayrı konuşuyor, eşimin Kürtlüğünden benim dulluğumdan bahsediyor. Sanki dulmuşum da Kürt ile evleniyormuşum. Kendi stresim kendime, birde insanlar ile imkânsızlıklar. Her şey üst üste bir şey diyemiyorsun. Bir hatan olsa, başına bir şey gelse biz demiştik diyecek akbaba dolu, kimse stresini paylaşmıyor. Evleniyorum.
 Evlenmişim, iş bulmuşum, dedem hasta, her şey karışık. Karnım burnumda. Dedemi hastanede ziyaret edip işe geliyor, çalışıyor, akşam ziyaret edip eve gidiyorum. Bir gün mesai bitimi sonrası kapıdan çıkarken patron arkamdan koşuyor.’Semra yapabileceğimiz bir şey var mı?’yok diyorum. Ama kendimi daha güçlü hissediyorum. 3 gün sonrada erken doğum yapıyorum.
 Kızım 3 aylık bebek, işe başlıyorum. Caminin içinden geçip anneme bırakıyorum. Geçerken bir hemcinsim arabasını park etmeye çalışıyor.  Kucağımda bebeğimle beni görünce, ne yapacağını şaşırıyor, geri çekilip yolunu açıyorum. Teşekkür ederim diyor. Dua edin oda böyle iyi düşünceli olsun, teşekkür etmeyi öğrensin diyorum. Herkes yoluna gidiyor.
 Eve gidiyorum, yağmur yağmaya başlıyor. Şemsiyeyi açıyorum. Siyahi bir kadın muhtemelen Ugandalı şemsiyesi yok, gel diyorum altına gir. Giriyor, gideceği otele bırakıyorum. Az yolum değişmiş ne olacak? Teşekkür ediyor. Yoluma devam ediyorum.

Şimdi söyleyin, hangisi sizsiniz?

 Hastanede sıra bekleyen, yolda adres soran, anne, öğretmen, gelin, baba, ağzı torba olmayan elalem, patron, politikacı, kadın şoför, yoldan geçen biri, hangisi?
Bu iyilikler, kötülükler, yaşanılanlar, karşılaşılanlar uzar gider…

Ne olursanız olun, karşınızdakinin de sizinde insan olduğunuzu unutmayın!

Hiç yorum yok: