31 Aralık 2021 Cuma

2021

 


Değişen sayıların bize getirdiği duygular. Fiziksel ve ruhsal olarak yaşadığımız zaman dilimi ve bırakıp gittiğimiz takvim yapraklarının dökümü… Her bir yaprak umutla kurumuş, hisleriyle aldığı yara ile kopmuş ve yeniden yeşerecek ardından kuruyup dökülecek.

Hepimiz umutla değişen takvim yapraklarının yeni umutlar getirmesini istiyoruz. Geçtiğim yılın bana neler yaptığının bir kritiğini yapmayı ve önüme kalanları ve ardıma bıraktıklarımı yazacağım bir yazı planlamıştım ama gün günü tutmuyor ki! Yine de 2021 bana getirdiği takvim yapraklarının dökümü ardından hayatıma devam eden yemyeşil yapraklarımı umutla beklediğimi belirtmeliyim.

Aynı yeşeren umutlar ile başladık 2021 yılına ve inanılmaz bir beklenti içerisindeydim. Bu depreşmeler her yılın başında olur ve ben yazarım. Dünya pandemi ile uğraşa dursun ben kendi dünyamda nasılım ona bakıyorum. Onu da bir türlü dengeleyebildiğim söylenemez.2021’in bana inanılmaz getirileri, götürüleri oldu ve üçün üç katı ile yan yana geldiği yaşımın yılına giriyorum. Fiziksel ve ruhsal yaşadığım değişimler beni etkiliyor. Korkuyla, endişeyle bekliyorum yılları çünkü içimde hiçbir zaman denge yok. Benim terazim şaşmış!

Geçtiğimiz yılın en başında, başımı inanılmaz dertlere soktum. Kendimi fiziksel değiştirmeye çalıştım, mutlu ve umut doluydum ve mantığımla hareket edersem ne kadar güçlü olurum diye bir deneme yaptım. İnsanoğlunun buna ihtiyacı olmadığını ve yaşayıp gidiyoruz mantığıyla hareket ettiğini gördüm. Hayatımda;  fiziksel olarak var olan ama ruhen beni hissetmeyen ihraç fazlası insanlar var olduğunu fark ettim. Umut dolu yüreği, benimle olan yeni insanlar ile tanıştım.

Bu yılın bana en büyük getirisi; ‘Sen iste, Allah’a bırak o bir şekilde yoluna koyar.’ oldu. Ama o düşünce şekline girene kadar çok sancı çektim. Mutlu muyum, umutlu muyum? Bir amaca ve niyete bağlı bir yaşamım olduğunu hissetmiyorum. Varım ve gidiyorum… Sonunun neye bağlanacağı hiç belli değil! Bazen onları kucaklıyor bazen ise ret ediyorum.

İyi niyetlerimi ve genel klişeleri söylemeyeceğim. YOLUNUZ AÇIK OLSUN.

2022

………………………………………………

30 Aralık 2021 Perşembe

ŞİRKET KURDUM

 


ŞİRKET KURDUM

Beş yıl dokuz aydır çalışmıyorum. Çalışmıyorum dediğim sabah gidip, akşam geldiğim, yemeği hazırlayıp, bulaşıkları yıkadığım ve çocukların bakımı ile ilgilendiğim zamandan paralel evrene sadece çalışmadığım günleri yaşıyorum.

Çalışmayı istiyorum ama düşünmüyorum. Çalışırsam çocuğu okuldan kim alacak?Akşam yemeğini bir akşam önceden kim hazırlayacak? Çocuklarla kim ilgilenecek? Gibi soruların etrafında dönen bir hayatım var. Evet çalışmalıyım! Çünkü kendi kazandığım paraya ihtiyacım var. Ama o kadar zamanım yok ve evden satış yapabileceğim işler bana uygun değil.

Bir süre kısa zamanlı işler aradım, ardından evden çalışmayı deneyeceğim işlere başvurdum. En azından birkaç  ay çalışıp daha sonra dinlenebileceğim bir iş buldum ama sonra Cavid oldum.;) Ee onlarda başkasını bulmaya meyilliymiş!

Son zamanlarda yaptığım ya da yapmadığım işlerin göze batması evdeki yardım düşüncesini beyninden atamayan eşim ve birlikte sorumluluğumuzun evde kuş mu besliyoruz ya? diye şakaları iyice canımı sıkmaya başladı. Yani evde kuş besliyoruz gerçekten ama ben kuş değilim. Evde olmayı vakit geçirmeyi seviyorum ama son gelen zamlardan sonra ev ahalisine makarna yapmaktan başka fikrim olmuyor.

Ben de kendi küçük kafesimi bir işletmeye çevirmeye karar verdim. Bundan sonra ev içerisinde yapmış olduğum her hizmet başına ücret alacağım. Ev dışarısındaki işler için ise iki katı fiyata tabii tutacağım.

HİZMET BEDELLERİ

Evi süpürmek – 5 TL

Toz almak - 5 TL

Yatakları toplamak - 2 TL

Çamaşır yıkamak - 5 TL (Asmak dâhildir.)

Çamaşır katlayıp yerleştirmek – 10 TL

Yere atılmış kıyafetleri toplamak - 10 TL

Dolapları düzenlemek -15TL

Yerleri silmek -15 TL (Balkon dâhil.)

Ayrıntılı temizlik - 250 TL

Tuvalet ve banyo ovmak -25 TL

Yerdeki kılları toplamak- 5 TL

Koltukların altındaki çorapları çıkarmak- 5TL

Her gün çorba yapımı müesseseye aittir.

Yanındaki her ekstra yemek için - 7 TL (Hazırlama pişirme.)

Camları silmek -50 TL

Perdeleri yıkamak- 15 TL (Çıkarma bana, takma size aittir.)

Bu evin hanımı bu ücretlerde değişiklik yapabilir. Liste tutularak aylık ödeme alınacak ödenmeyen her dönem için günlük faiz işlenecektir.

Vallahi bir ev hanımı kolay yetişmiyor! Hayat çok pahalı ihtiyaçlarım var ve kendi paramı kazanmalıyım. Kapiş!!!!

15 Mart 2021 Pazartesi

KAĞITTAN HAYATLAR

 

25 Nisan 2015, ülkemiz; savaştan kaçan Suriye vatandaşları gelmiş. 11 yıldır Kumkapı’da özel bir poliklinikte çalışıyorum. Şimdiye kadar Doğu ve Güneydoğudan göçen kendi halkımız, Gedik Paşa, esnafının en ağır işçileriydi. Ardından hepsi patron oldular ve işler değişti.

Artık Suriye’de bir iç savaş başladı, hayatını, çocukluğunu anılarını bırakan herkes can havliyle sınır kapılarımıza akın etti. İşte bu göç esnasında hayatının bir parçasını ya da yaşamını bırakıp gelen, genç çocuk, yaşlı hepsi ya Avrupa umuduyla ya da can havliyle, Gedik paş
a’nın bodrum katlarında, en ağır işçiler olarak, sağlık güvencesi olmadan çalışmaya başladılar.

Gördüğünüz fotoğraf; 13 yaşında Suriyeli bir gence ait o zamanlar altına bir not tutmuşum. Elleri kullandığı kimyasaldan yanmış, müdahale edilmesi için başını öne eğmiş sıra bekliyordu. Müdahale sırasında bende içeriye girip ona sorular sormuştum.

Babasını savaşta, annesi ve kardeşlerini sınırdan geçerken kaybetmiş, ardından tanıdığı birkaç kişinin yanına sığınmıştı. Tam olarak bilmiyorum ama solüsyonla çalışılan bir işte yani en ağır işte sosyal güvencesiz çalışıyordu. Elleri yanmıştı. Haftalık 100 liraya çalıştığı dün gibi aklımda, yani karın tokluğuna…

Biz halk olarak, aktörlerin; filmlerdeki dramla gerçek hayattaki rollerini ayırt edemeyiz. Bu yazı bir film tanıtımı olacaktı. Gerçek hayatta oldukları sosyal medya magazinlerindeki aktörlerin, rollerine ve oyunculuklarına hayran kaldığım bir film; KÂĞITTAN HAYATLAR.

Son sahnelerinde, gözlerimden akan yaşlara engel olmamam gerektiğini söyleyen vicdanımla, anılarımı yoğurduğum anlar…

Bu filmi seyrettiğimde kıyıya vuran çocuk cesetleri, elleri yanmış çocuk işçiler, bir zalim ev sahibin elinde kalmış kadınlar aklıma geldi…

Ve insanlığa ağladım. Bu durumlara nasıl geldiklerine, geleceğimize, siyaset batağına, nankörlüğe, vurdumduymazlığa, analara, babalara, en çokta çocuklara…

Başkasının acısıyla şükretmekse bu şükür değil!

Kim bilir kaç hayat ailesini kaybetmiş, kâğıt altında son bulmuş o son sahneyi yaşadı? Dünya iyilikle, iyilerle karşılaşınca iyi olacak,  iyi yürekler hiç solmasın.

İlahi adalet sizi iyilerle karşılaştırsın!

20 Şubat 2021 Cumartesi

YORULMAK

 

Neredeyse her yıl Aralık ayında başlayıp Mart ayında benden giden yazı ile anlatma becerimi kaybettim.

2020 yılının iyi başladığını benim için şanslı bir yıl olacağını düşünüyordum. Yazdığım tiyatro oyunu ile katıldığım yarışmanın kazanacağıma inanıyor. Sanki başka bir dünyada yaşıyordum.

Bu yazıyı ise artık odaklanmakta zorlandığım, hislerimin karmakarışık olduğu, düşüncelerimin karışıklığını kendime vakit ayırarak çözmeye çalıştığım bir dönemde zorla yazıyorum.

Hissettiklerimin birçoğu ve düşüncelerimin karmaşıklığı, hatıralarımın silinmiş halini yaşıyorum.

2020 iyi benim için iyi başlamıştı. Kendime olan güvenimi hissetmeye ve kendime, doğrularına inanmaya başlamış daha sosyal, iletişimi yoğun günler yaşamaya başlamıştım. Yazmayı, yorulmayı, yorulduktan sonra dinlenip tekrar başlamayı öğrenmiştim.

Yeni heyecanlar ve olaylar katmıştım hayatıma… Bulunduğum hayatın hep istediğim hayat olduğunu bunun için ne kadar çalıştığımı düşünüyor, ara sırada şansımın yaver gittiğini hissediyordum.

Geride kalanları şu an ile yoğurmayı başarmış. Bana kattıklarını düşünüp mutlu oluyor, kendime methiyeler düzüyordum.

Dünya da yepyeni şeyler oluyor, ülke görebildiğimiz iyilikler kadardı. Benim ise umurumda değildi, ben iyi olmalıydım.

Mart ayı gibi, ailevi ve maddi bir durumdan dolayı gitmek zorunda kalmıştım. Bu mali sorunlar ben oradayken olurdu. Ama bu kez acil olan bir anne çağrısı ile yollardaydım. Küçük kardeşim beni alıp evine getirmiş ve bir günü beraber geçirmiştik. Ardından büyük kardeşimin evine geçip orada da yaşadığımız durum ve çözümleri konusunda hemfikir olduğumuza karar vermiştik.

Çok güçlü bir aile olduğumuzun ve bunun aile birliğine, beraberliğine katkısını inanılmaz hissetmiştim. Hayatımda yeni adımlar atmış ve bunların meyvesini tattığıma inanıyordum. Bazı olayların artık olup bittiğine inanmıştım. Bu olanların bir daha olmayacağına inanmasam da, kendimi bunları aşabilecek güçte hissediyordum.

Yorulduğumu hissedip dinleniyor. Baktığım yerden kendimi iyi görüyordum. Kendim için kendime bakmalı ve varlığımdan mutlu olmaya çalışıyordum.

Bir daha bu tip krizler yaşadığımda önceliğin ben ve çekirdek ailem olduğu konusunda güçlü hissediyordum.

Sabahları kalkıp kuyunun başında oturuyor gün aydınlana kadar bekliyordum. Yıldızlar umudumdu ve onları kayboluşunu seyretmek bana huzur veriyordu.

Sağlığım iyi değildi ama ruhum yaralarını sarmıştı.

25 Ocak 2021 Pazartesi

KÖPEK GİBİ BÜYÜMEK

 

İsmi ile dikkati çeken bu kitap; bir zamanlar sosyal medyada sıkça söz ediliyordu. Herkesin okuması gereken bir kitap olduğundan dem vuruluyordu. Sosyal medyada genellikle reklam amaçlı bu tip gönderilerin oluşturulduğunu düşünüyorum. İsmi gerçekten dikkat çekici ve benim gibi gerçek psikolojik hikâyeleri okumaktan zevk alanlar için fazlasıyla merak uyandırıyor.

Son zamanlarda Tv de de dikkat çekici hayat hikâyeleri, kişisel gelişim yayınları fazlasıyla reyting alıyor ve sıkça sohbetlerde konuşuluyor. Benimde seyrettiğim ama gecemi gündüzümü etkileyen yayınlar değil. Reklam ve zaman kısmı beni boğuyor. Fragmanlar ve merak ettiğim kişileri internetten izleyebiliyorum.  Nasıl olsa tekrarı mutlaka veriliyor!

Şimdilerde meşhur olan kişisel gelişim ve anneliğin nasıl olması konusunda iddialı başlıklar atan kitapları okumadım. Bir zamanlar kişisel gelişim kitapları bu kitap kadar sürükleyici değildi. Benim bakış açım!

En dikkat çekici nokta ise; tüm psikolojik rahatsızlıkların kadın üzerinden gitmesi! Erkekler hep âşık, kadınlar hep sorunlu!

 Günümüzde sıkça duyduğumuz DEB ( Davranış Eğitimi Bozukluğu) ve tedavisi için önemli veriler sunuyor. Yine her iş annede bitiyor. Sanırım bu eğitimi önceden sevgi dolu geniş ailelerde büyük ebeveynler yapıyordu. Değişen aile yapısının da yeni nesilde etkin rol aldığı, sıra dışı öykülerde; dikkat çekici bir ayrıntı!

İçerisindeki etkileyici ve sürükleyici hikâyeden ismini alan bu yayın; anneler üzerinden gidilerek yazılmış. Fiziksel travmalardan sonra ihmalin de ne büyük etkisi olduğunu gözler önüne seriyor.

Kişisel gelişim kitabı diyelim ama en çok kadın üzerinden yürüyor. Babalar ya yok ya da  sorunlu, anneler koruyucu ve mücadeleci.

Benim okuduğum genişletilmiş yeni baskı ve epeyce açıklayıcı bilgiler var. Koridor yayınlarından yayınlanmış 444 sayfadan oluşuyor.  Aslında bu tip, yabancı yayınlarda, öncelikle çevirinin nasıl olduğunu önemserim. Bazı yayınevleri çeviri konusunda iyi değil ve kafanızı daha karmaşık hale getirebiliyor. Burada çevirmen Belgin Selen Haktanır’ı tebrik ederim. Kelimeleri en etkin dille çevirmiş ve okuyucu aksamadan devam edebiliyor. Yazarın yazdığı dilinde günümüz diline yakın ve açıklayıcı olmasının da katkısı büyük.

 Dokuz ayrı, travma geçirmiş çocuk öyküsü üzerinden önce okuyucuya veri sunuyor sonra tıbbi olarak açıklayıcı veriler ile devam ediyor. Bizim çocukluğumuz saklambaç ve dokuztaş oyunları ile ilerlerken mendil kapmaca ile devam etmiştir. Günümüz çocukları ise bu kitapta geçen travmalardan yaşaması için Türk aile yapısının çok değişmiş olması gerekiyor. Adı üstünde sıra dışı gerçek öyküler.

Ve günümüzde sabah kadın programlarında izlediğimiz, ensest ilişkilerin ve birçok travmadan bahsediliyor diyebiliriz. Çocukların, sokakta oynamalarının güvensiz olduğunu düşünerek ve yaşayarak korktuğumuz, toplumun güveninin kaybolduğu şu dönemlerde!

İsmini aldığı hikâyenin beni psikolojik olarak çok etkileyeceğini söyleyen okur arkadaşlarım vardı. Ama beni en çok etkileyen hikâye Kuzgun isimli olandı.  Evde bir ermeye çalışan ve büyümeye çalışan iki evlat olması da etken olabilir.

Ön sözde geçen ; ‘ Ateş ısıtabilir veya yakıp yok edebilir, su susuzluğu giderebilir veya boğabilir, rüzgâr okşayabilir, rüzgâr okşayabilir ya da kesebilir.’ Sözünü kitabı okuduktan sonra tamamıyla hissediyordunuz.

Birbirimizi hem yaratabilir ve yok edebilir, hem besleyebilir ve dehşet içinde bırakabilir, hem de travma yaşatabilir iyileştirebiliriz. Gacet’a selam olsun.

Bir arada 90 ‘lı yıllarda travma çözümü ile ilgili bir yorum var. Ve günümüzde travma çözümünün bedensel hastalıklara ne kadar iyi geldiğini söyleyen sosyal medya hesapları gündemde! Hekim bilgisi olmadan sadece kısa bir eğitimle ve bu işin yapıldığını düşünürsek bilimsel gelmiyor. Ve kitapta her travmanın çözümlenmesinin iyi olmayabileceğini bize bilimsel verilerle sunuyor.90’larda Avrupa da kullanılan bu yöntemin 2000’li yıllarda ülkemizde olması ve hiçbir bilimsel veriye dayanmaması,  günümüzde kullanılan sosyal medyanın gücün ne kadar etkin olduğunu bir kez daha gösteriyor

Bir duygu süreklilik gösteriyorsa, mutlaka Tıbbi eğitim almış kişilerden destek alın ve terapi alabiliyorsanız alın.

‘Mutsuzluğun kesinliğini, belirsizliğin mutsuzluğuna tercih etme eğilimi taşırız.’alıntısıyla bitirmek istiyorum.

İyi okumalar dilerim.

13 Haziran 2020 Cumartesi

SON ZAMANLARDA


Yazmanın bana iyi geldiğini yeni keşfettim. Bu keşifler daha ne kadar sürecek bilemiyorum. Otuz yedi yaşımın sene devriyesine çok az bir zaman kala bana otuz sonrasının çok daha iyi geçtiğini kim söylemişti hatırlayamıyorum.
 O kadar çok özlüyorum ki yirmileri ve bu günlerin geri gelmesini imkansız olduğunu gördükçe kırılıyorum. Bir dalım kırılmış bir ağaç gibi hissediyorum. Daha farklı olabilirdi diye geçiriyorum içimden.
Geriye dönmek mümkün değil, peki ya ileriye gitmek nasıl mümkün?
İçimden geçen cümleler yukarıda , gerçeği yaşamak içimdekilerle kahrolmak gibi hissediyorum.hergününümü birbibirnden farklı geçiremediğim  günlerin ardında kendimi keşfetmeye daha ne kadar devam edeceğimi merak ediyorum.
Kendime son zamanlarda psikolojik bir rahatsızlığım olduğu konusunda kesinleşmiş cümleler kuruyorum. Ne kadarda bir şey yapıyorum diyerek kendimi pohpohlamışım. Yılın serin aylarında öyle hareketli ve bereketli zamanlarım oluyor ki, havaların ısınmasıyla bütün enerjim bitiyor.
Sanki kurumaya yüz tutuyorum. Her şeyin bittiğini ve bir daha hiç başlamayacağını düşünüyorum. Bu yüzden tüm hayattan elimi eteğimi çekiyorum.
Sabahları kalktığımda ilk olarak kadın olmaktan nefret eder halde buluyorum kendimi, kahvaltı masasını hazırlamaktan, evdeki dağınıklığın sorumlusu olmaktan ve yataktan zorunluluk hali ile kalkmış olmaktan nefret ediyorum. Ardından başlıyor iç sesim, bu dünyaya neden geldiğimi sorguluyor. Benden başka herkesin ne kadar mutlu olduğuna ve benim mutlu olmak için hiçbir şey yapmadığıma kadar ilerliyor.
Kahvaltıda hiçbir şey yemeden kalkmak çözüm olmuyor. Evdeki ahalinin akşama ne yiyeceği düşüncesi beni sarıyor. Eğer bunu düşünmezsem uyumak istiyorum. Kafamda oturttuğum ve gece sürekli yapmayı planladığım ya da sıraya dizip, not aldığım hiçbir şeyi yapmıyorum.
Yazmayı, okumayı ve toz almayı istemiyorum. Ama istemediğim için kendimi suçlu istiyorum. Yaşadığım hayatı sorgularken sorgulamamın yanlış olduğunu ve daha iyisi için hareket etmeyeceksem ya da hareket etme isteğim olmadıkça anlamlı bulmuyorum.
Yaptığım hiçbir şeyi bir anlama sığdıramıyorum ve saçmalıyorum. Öleceğim günü iple çeken bir hastaymışım gibi acıyla bakıyorum bedenime. Akşama kadar sürüyor bu düşman ile yaşamam ardından herkes bedenini uykuya teslim ettiğinde ben yine ertesi günün planını yaparken yakalıyorum kendimi.

1 Nisan 2020 Çarşamba

KORONO


Ne yazacağımı bilmiyorum. Sanki beynim uyuşmuş gibi… Ülke bir hapishaneye döndü, herkes şaşkın ve herkes korku içerisinde! Dünyanın ne hale geleceği ve benim ne yapacağım konusunda hiçbir fikrim yok!
Bundan ötesi başımıza bir şey gelirse korkusuyla yaşıyoruz. Ya hastanelik bir durum olursa? Çocuklar hastalanırsa, Cemo’nun astım, hastalık tetiklenirse? Sürekli uyku halindeyim, zihnim dağınık. Okuyorum ama anlamakta güçlük çekiyorum.
Bu yüzden ne okumak, ne yemek yapmak ne de kimseyi görmek istiyorum. İçtiğim kahvenin tadı yok, yemeğin tadı da öyle…
Cemo evde, AVM ler kapandı, bir gün arayla işe gidiyordu. Şimdilerde ise artık sürekli evde, sabah uyanmamızın bir anlamı yok. Gece geç yatıp, sabah geç kalkıyoruz. Günler birbiri ardına, benim için aynı geçiyor. Sürekli kendimi sorguluyorum. Anne olarak ne kadar güçsüzüm diye durmadan kendimi sorguluyorum.
Şu an ne olduğunun farkında değiliz ama bunun sonsuzluğa doğru ilerleyen bir kargaşa olduğunu görmemek mümkün değil.
Çalışan evine ekmek götürmek zorunda olan olmayan herkesin iş kaybı yaşam mücadelesi bizden daha zor olduğunu düşündüğü insanlar için endişeliyim.
Ailem uzakta, başımıza bir şey gelse, başlarına bir şey gelse ne yapacağımız konusunda hiçbir fikrim yok! Birçok insanında böyle düşündüğünü hissetmek, kötü bir durum…
Yaşadığım şey; bu hastalık mıydı? Sürekli bunu sorguluyorum. Bir daha olmayacağı ve bundan daha kötü olamayacağım kim bilebilir? O dönemde bile sistem içerisinde tıkanıp kalmıştım. Şimdi nasıl olacağını kim bilebilir?
İnsanlar yardım yarışında değil de kendilerini gösterme sevdasına düşmüşler. Ne yaptığınız önemli ama bence şu halde kimin yaptığı zerre kadar umurumda değil. Nasıl pay çıkartırım değil, basıl yardımcı olabilirim, neler yapabilirim konusunda insanı duyguları, kişilik ve siyaset  promosyonunun önüne geçmeyen insanlara, millet olarak daha çok ihtiyacımız var
Hala yasadığım halsizliğin ve şiddetli öksürüğün tekrarlamasından ve daha şiddetle geri dönmesinden korkuyorum.
 Yazdıklarım korkularımdan daha öteye geçemeyecek, bu dönemde yaşadıklarımı  ifade edebileceğim farklı bir ruh hali  yaşayacağımı düşünmüyorum. teşekkürler…

25 Mart 2020 Çarşamba

KORONA GÜNLÜKLERİ


En son evlenmeden önceki son dönemeçdekalmışım. Dünya bu halde iken bunları yazmamı bekleyen okuyucularım var mı? Bunu bilmem mümkün değil! Sihirli halka yazısı ile bitirmişim ama ondan öncesine dönmek istiyorum.
18 Şubat tarihli yazımı bu yazımdan önce paylaşarak bir hatırlatma yapacağım. Gündem Covid – 19 virüsü olduğuna göre bende yaşadıklarımı anlatsam daha iyi olacak.
 Son yazımda; grip olduğumdan, uçukların yüzümün alt kısmını ele geçirdiğinden ve altıma kaçırana kadar öksürdüğümden bahsetmişim, aslında çok hafife almışım.
Önceleri site ile ilgili bir toplantı düzenlediğim için çok yorucu bir süreç geçiriyordum. Bu yüzden yorulduğumu ve direncimin düştüğü için rahatsızlandığımı ve içtiğimin sigaranın beni bu hale getirdiğini düşünüyordum. Ama şimdi bunları yazarken bile çok basit bir şey geçirmediğimi düşünüyorum.
Toplantı öncesi ciddi anlamda halsizlik ve öksürük ile başlayan bir süreçti. Önce halsizleşip öksürmeye başladım. Künt bir öksürüktü. Dikkatimi toplayamıyor hiçbir şey yapamıyordum. Multivitamin alarak bunu atlatmaya çalıştım. Bu arada, burnum tıkalı ve nefes almakta zorlanıyordum. uçuklarım için bir krem aldım. Toplantıyı yaptım, Çanakkale yolculuğu sırası gelmişti. Ailevi bir sebepten dolayı memlekete gidip bir hafta kalacaktım.
Uçuklarım gitmiş, halsizliğim azalmış, öksürüğüm kesilmemişti. Memlekete gittiğimde, öksürüğüm devam ediyordu. Hala nikotine bağlıyordum. Oradaki işlerimi hallederken halsizliğim hala devam ediyordu. Ama idare ediyordum. Hatta memlekete gitmeden önce kitap kulübü toplantısına da katılmıştım.
Köyde kaldığım süre zarfında geceleri nefessiz kalıyor tıkanıyordum. Uykudan uyandıran bir nefes alma zorluğu yaşıyordum. Annem hem kızıyor hemde ‘Doktora gidelim.’ diyordu.’ istanbulda giderim.’ diyordum.
Bir gün daha erken dönüp kardeşimi çalıştığımız klinikte bir muayeneye götürme kararı aldım. Cuma gecesi dönecek Cumartesi kardeşimi doktora götürecek, o dönecek bende eski çalıştığım iş yerinde vakit geçirmiş olacaktım.
Her şey buraya kadar çok güzeldi. Öksürüğüm dışında! 29 Şubat cumartesi günü kardeşim muayene oldu, bende klinikteki arkadaşlarımı gördüm. Kardeşim bizi eve bıraktıktan sonra evine döndü. Çanakkale’den döndükten sonra benim halsizliğim artmıştı. İkinci çekirdeği kreşe bıraktıktan sonra evde yatıyor, evdeki işlerimi zorlukla hallediyor ve dikkatimi toplayamıyordum. Öksürük devam ediyordu.
 3 Şubatta kardeşim arayıp boğazının kötü olduğunu söyledi. Başladığı ilaç ile alakalı olabileceğini düşündüm. Ama dayanamadı bir doktora gitti. Boğaz enfeksiyonu dediler. İlaç başlandı. İki gün sonra daha kötüleşti, nefes alamıyorum diye arayınca ben korktum. Bir yandan onunla konuşuyordum ama bende kötüydüm. Halsizliğim artmış, öksürüğüm zorlamaya başlamıştı.
Çabuk yoruluyor. Yattığım yerden kalkınca ne zaman yattığımı nasıl uyduğumu bile hatırlamıyordum. Bilincim yerinde değildi, uyandığımda uyuyup dinlenmiş olamıyordum.
Bu arada kardeşimden korkmuştum. Hemen hastaneye gitmesini söyledim. Bende hastaneye gidiyordum. Ama ne yapacağımı bilmiyordum. Hastaneye maske ile gittim. Çünkü çok korkuyordum.
Doktor sıram geldiğinde öksürük ve halsizlik olduğunu söyledim. İlacımı yazıp, bir serum takıldı. Kardeşim ise bir göğüs hastalıkları uzmanı tarafından, gözetim altına hastaneye yatırılmıştı. Tabi teşhis yok, biz sadece şüpheleniyoruz!
Üç gün hastanede kaldı ama influenza ilacı verildi. Ve düzeldiğini söylüyordu. Ben ise serumdan sonra iyi olmak bir yana daha fenalaşmıştım ama doktorum gidebileceğimi söylemişti. Muayene sırasında sadece boğazıma bakmıştı.
İlaçlarımı kullanmaya başladım. Antibiyotik, burun spreyi ve boğaz spreyim vardı. İki gün kötü bir gün iyi oluyorsunuz. Ama ben bir türlü toparlayamadım. Ardından kardeşim influenza ilacı kullandı diye bir doktor tanıdığımıza sordum. Kullanmamı söyleyince hemen ilacı aldım.
Bu arada 15 Martta bir yakınımızın Nişantaşı’nda nişan töreni olacak ve katılmak için hazırlıklar yapıyoruz. Ama bir gün iyi isem 2. Gün yataktayım. İnfluenza ilacına başladıktan iki gün sora daha iyi hissetmeye başladım. En azından halsizliğim hafiflemişti.
10 Martta ilaca başladım. 13 Mart ‘a kadar iyiydim. Cemo da öksürmeye başladı. İşe gitmiyordu. Ona sende kullan diye ısrar ediyordum. (Bu yaptığımın doğru olmadığını biliyorum.)
13 Mart günü Cemo işe gidip kötü hissedince eve geldi. Bende o gün kendimi iyi hissediyordum biraz dışarıya çıktım, alışveriş yaptım.


22 Şubat 2020 Cumartesi

SİHİRLİ HALKA


Sihirli halkayı, parmağıma  taktıktan sonraki günlerde, üzerime bir hafiflik gelmişti. Aslında kimseye açıklama yapma gereği duymadığım, rahat edebildiğim için hafiflenmiştim. Sonraki günlerin, geçmesi ışık hızıyla eşdeğerdi.
Nişanlandığım akşam, herkes gittikten sonra, arkadaşlarımda mutfakta oturup saatlerce sohbet etmiştik. Fıstık, Kıvırcık ve Zeliş ile beraber masada yeni aldığım yeşil üstüne krem çiçekleri olan fincanlar ile kahve içip pişti oynuyorduk. Ve Zeliş ile Kıvırcığın üstüne attığımız duman kokusuyla keyf ediyorduk.Resmen kimsenin evinde tütün çekme rahatına eremiyorduk ve bunu kullandığı bilinen arkadaşların üzerine atartık.
O gece, geç saatlere kadar konuştuk. Nişanlanmamı kutluyorduk, sorunsuz geçmişti. Cemalin ailesi büyük bir nişan gibi düşünüp takı taktıkları için, babam kızmış, kendisi takamadığı için hayıflandığını söylemişti. Annem bunları bana söylediğinde, bir anlamı olmadığını kimsenin böyle olacağını bilmediğini söylemiştim. Bunu şimdi konuşmanın bir anlamı yoktu. Ama bunu söyleyince annem bozulmuştu. Bence babamın düşüncesi değil annemin pimpirikliliğiydi.
Muayenehanede çalışmaya devam ediyordum. Sanki bir huzur gelmiş ve önümdeki bütün kapılar açılmış gibi hissediyordum. Bunun sebebi, başı bağlı kızlara daha farklı bakmalarıydı. Düşünsenize başkalarına göre farklı yaşadığı ve hissettiği düşünülen  -Acaba hissettiklerimi hissediyorlar mıydı?- bir genç kız olarak, başı bağlıydım.
Oh be diyenler de vardı, art niyet arayanlarda! Bunların hepsiyle zamanla ve eksiksiz karşılaşacağımın farkında değildim. herşey yolunda gibi görünse de arka planda dedikodunun özü dönüyordu. Bunlara sebep olanlar ise en yakınlarımdı. Vurucu, zorlayıcı darbelerdi ama yılmadım. Benim daha çok gitmek için bir nedenim olmasından öteye geçemediler.
Cemalin ailesi altın inci işini konuşmak için geldiler. Ailem ne yaparsanız kendinize diyerek lafı genelledi, siz bilirsiniz diye de ekledi. Annesi ‘Diğer gelinime ne yaptıysam, ona da onu yaparım.’ diye ekledi. ‘Sen bilirsin’ dediler. Ama ben bu konuda anneyi değil Cemali muhatap alıyordum.
Aşağılık psikolojisine girmiştim. Bizim oralarda dirseğe kadar bilezik, göbeğe kadar altın olursa zenginle evlenirsen herkesin gözü kamaşır. Kimse gençlerin birbiriyle muhabbetine, yaşadıklarına ve yeteneklerine bakmaz.
Bu altın işi aslında bir nevi insanların çocuklarına desteği, elalem ne der psikolojisi olduğunu düşünüyorum. Kilosuyla altın ile evlenenlerin yaşadığı ailevi sıkıntılar ve iletişim sıkıntısından doğan kavgaların mahkemeyle biten evliliklere sebebiyet vermesi hiçte masum bir durum olmadığını gösteriyor.
İstiyordum ama insanlar beni zenginle evlendi gitti desinler diye istiyordum. Bu gerçek değildi. cemal zengin değildi. Dedem ve ninem öksüz bir çocuğa acımasızca davranmalarına hakkımızın olmadığını söylüyorlardı. Annem ve babamda hemfikirdi ama ben daha çok gösteriş kısmında meraklıydım!
Unuttuğum bir şey vardı ne kadar çok istersem evlendikten sonra onları ödeme yükü benim olacaktı.
Nişanlımı nasıl bulduğum ve evlendiğimle ilgili dedikodular, ne iş yaptığı ne kadar zengin olduğu ile ilgili söylentiler dönüp duruyordu. Benim ise;evlenmek zorunda kaldığım için evlendiğim.  Zorunda olmasam bu evliliği yapmayacağım. Nerede gezdiği belli olmayan bir kızın nereli olduğu belli olmayan bir genç ile evlenmesi gerektiğine karar verilmişti. Dedikodu meclislerinde akıl almayacak cümleler kullanılıyordu. Ne yazık ki insanlar kınadıklarını yaşamadan ölmeyeceklerinin farkında değillerdi, dillerine sahip olamıyorlardı.
Ben ise çok umutluydum. Haziran ayında, üniversite sınavına girecek, okula yerleşirsem, evliliği erteleyecek, hiç çıkar yol bulamazsam, İstanbul da alelade bir okul kazanıp okurum diye düşünüyordum.
Burada bunu yapmamın mümkünatı yoktu! Evlenince var mıydı?

20 Şubat 2020 Perşembe

RESMİ GÖRÜŞMEYE ADIM ATMA TÖRENİ


Aslına bakarsanız, yaşadıklarım çokta fena değilmi . Dünyada bunca acı yaşanırken ben ne yaşamışım ki? Kendi kendime sormadan edemiyorum…
Zamanın ilacı dedikleri bu olsa gerek! Yaşam, uğraşma, çaba gösterme ve dürüstlükten ayrılmama…
O muhteşem gün gelene kadar yaptıklarımızla ev bambaşka olmuştu. Gökyüzüne benzeyen tavanlarımız, pırıl pırıl bir mutfağımız olmuştu. Maviş ninem biz bütün evi baştan aşağı yenileyene kadar, bahçeyi en ince ayrıntısına kadar temizlemişti. Yirmi nisan günü aile arasında bir sözlenme olacaktı. Siyah kumaş pantolon, beyaz gömlek, kırmızı süveter almıştım.
Biz aile arasında bir söz demiştik. Cemo bey yüzük getirecek işte onun ailesi benim ailem sözlenecektik. Resmi görüşme için adım atma töreni diye düşünmüştüm.
Tabi her iki tarafta kalabalık benim ailem; o gün neredeyse otuz kişiydi. Onun ailesi ise 10 kişi falan gelmişti. Heyecanlıydım yemekler hazırlandı, planlar yapıldı. İsteme yapılacak sonrasında yüzük takılacaktı.
Erkekler, evin koltuk olmayan, kapıdan girdiğinde sağ tarafta duvar dibinde devasa vitrinli, bizim divanlı oda diye tabir ettiğimiz odada oturmuşlar, kadınlar iki çekyatlı salonda oturmuşlardı. Haremlik selamlık yapılmış. İstanbul misafirlerine önce masada yemek ikram edilmişti.
O güne dair, Cemo’nun eniştesinin bir anekdotu var. U şeklinde odada hazır yastıklara dayanıp bağdaş kurarak oturmuşlar. Babam bir tarafında – Allahtan gelmiş- dedem bir tarafında oturuyorlar. Sıra kız istemeye geliyor, enişte; Allahın emri, peygamberin kavliyle diye başlıyor, cümle bitiyor babamdan ses yok, sonra tekrar ediyor yine ses yok! Şaşırıyor, sonra dönüyor dedeme, tekrar ediyor cümleyi, hemen dedem,’ Hayırlısıyla olsun.’ diyor.
Enişte salona haber salıyor ve başlıyor bizim resmi görüşme için adım atma töreni…
Enişte meğerse herhalde adettendir büyüklerden isteniyor diyor. Ama babam duymamışta ondan cevap vermemiş. Tilkiler kuyruklarını kaybetmişse artık orasını bilemem! Şimdi alay eder benle ‘Dedenden aldık seni, adam öldü ki nasıl iade edelim? Geri dönmek yok ha!’ der. Muhatabın burada enişte yorma kendini derim bende!
O güne dair dedemle, annemle, ailemle tek kare fotoğrafım yok. Cemo ailesiyle çekilenlerin hepsi duruyor. Onlar kendi fotoğraf makineleriyle bizde kendi makinemizle fotoğraf çektik. O zamanlar çekip bakamıyorsun. Poz sayın bitince gidip fotoğrafçıya fotoğrafları yıkatıyorsun. Yani ne çıkarsa bahtına!
Benim bahtım ne karaymış, bütün filmler yandı, çıkan tek tük fotoğraf ise karanlık! Işığı arkana alırsan olacağı budur!
Kim vardı kim yoktu hatırlayamıyorum, ama anneannemin olmadığı aklımda ama neden yoktu diye bir türlü bir sebep bulamadım.
Kesinlikle kimse İstanbuldan biriyle evlenmemi istemiyordu. Fakat bu kız başımıza bela olacak gitsin adamı uğraşsın diyende çoktu. Aslında istanbula gitmem gözlerini korkutuyordu. Acaba içlerinden ‘İstanbul’u yakar bu kız, başımıza iç açar mı?’ diyorlardı.
Kocaman bir nişan töreni oldu. Ben ilkokul talebesi gibi ortalıkta dolaşırken, yüzük tepsisini taşıyan akrabamız ve arkadaşım, gelin gibi süzülüyordu. Acayip şıktı ve alımlıydı. Ben yanda örülmüş, altına atılmış saçlar ve üniformamla bir öğrenci gibi yüzüğü parmağıma takıyordum.
2o Nisan 2003 tarihinde resmen nişanlandım. Evlilik daha çok erkendi. Üniversite okuyacaktım. Gerekirse üniversiteyi; İstanbul da evlenerek okuyacaktım. Ama öncelik okuldu ve bu sadece Cemo ile rahat görüşebilmemiz adına; adı konulmuş bir ilişkiydi…