29 Şubat 2012 Çarşamba
! ♡ Bal Köpüğü ✿: Bu kimin olsun? :)
! ♡ Bal Köpüğü ✿: Bu kimin olsun? :): Herkese Selam! Ne zamandır hediye çekilişi yapmayı düşünüyordum ama yapmışken güzel bir şey olsun diye biraz bekledim, facebook sayfam 10.0...
Köyden İndim Şehre
2003 yılın da evlenerek ayrıldım köyümden. Köyümüz 90 haneli
sıcacık insanların bulunduğu, dedikoduların etrafında döndüğü bir köydü, küçük köylerde,
kasabalardaki küçük insanlar küçük olayları güzelce dedikoduya çevirebilirler zaten
değil mi?
Bende bu köyden çıkıp gelmiştim. İlk falsomu kayınvalidemin
arkadaşı olduğunu söyleyen yaşlı teyzeyi eve alarak vermiştim. Annemden güzel
bir laf işittim. Kızım sen nasıl alırsın eve hırlımı hırsız mı belli değil. Ya başına
bir şey gelseydi taze gelinsin güzelsin altın inci mafyası bile olabilir v.s
v.s devam etti gitti. Kadının hiçte öyle katil, mafya gibi bir hali yoktu valla,
gayet aklı başında yaşlı başlı bir teyzeydi ama ben zılgıtı yemiştim bir kere.
İşe başladığımda da saflıklarım devam etti. Ama şu
tırnakçılara veya kalpazanlara karşı gözümü dört açmıştım. Tek yanlışım ki buna
bence yanlış denmez her doğruyu söylememdi. Bir şey oldumu hemen atlardım
doğrusunu söylerdim. Dr.Gacet bir keresinde her doğru her zaman söylenmez diye
uyarmıştı ama bu benim kişiliğimde olan bir şeydi. Kolay yalan söyleyemem,
söylediğimde zaten yanaklarımdaki kırmızılıklar beni ele verir.
Bir keresinde bir iş arkadaşım, evlenen arkadaşına düğün
hediyesi olarak bilezik almış. sevine sevine bana bak nasıl püskül demişti. Bende
bu kadar iyi arkadaşa göre çok ince bir hediye ben beğenmedim demiştim. 2 hafta
boyunca benle konuşmadı napim ama bu gerçek ben öyle düşünüyorum ne düşündüğümün
önemi yok mu? YANİ.
İnsanlar sana fikrini soruyorlar söyleyince de hoşlarına
gitmediğinde küsüyorlar bence sorun bende değil. Ne istediğini bilmeyen
insanlar da.
Geçen gün abim bana çok sertsin hatta diktatörsün dedi. Bir
de üstüne arkadaşım sert bir mızacın var deyince afalladım doğrusu. Ben
gerçekten onların düşündükleri gibi düşünmüyorum. Ben sert değil net bir
insanım varsa var yoksa yok aksa ak karaysa kara. Ama işte millet illa diyor ki
kardeşim benim istediğimi söyle, düşün. O zaman ne anlamı var ki düşünmemin sen
söyle ne diyeceğimi, söyleyeyim dimi ama.
Buradakilere, hastalara karşı gayet nazik, yumuşak olduğumu düşünüyorum.
Tek yaptığım terslik dürüstlüğüne inanmadığım; hani acil bir durum oldu paramız
yoktu, yada ben getiririm siz yapın gibi yapacaklarını geniş zaman yayan
insanlara asla inanmamak ve kapıyı göstermek. Tabii ki benimde yumuşacık bir
yüreğim yok ama gerçekten temiz bir yüreğim var.
Bir kez daha söylüyorum; ‘’BEN SERT DEĞİL, NET BİR İNSANIM’’
28 Şubat 2012 Salı
Bir Açlık & Bir Tüp Kan
Uyanamıyorum son zamanlarda bizimkilerde kahvaltısız gidiyor. İşe yürüyerek te gelemiyorum , soğuk , bacaklarım ağrıyor ,keyfim yok açıkçası.Perdeyle uğraştım dün akşam bir kaç şeyini yaptım ,aslında tam fitilini falan bitirmiştim ama kumaşı ters eklediğimi fark ettim söktüm attım makineyi de öylece bıraktım.Mont hala kesilmiş duruyor zaten.
Bu sabah biraz daha erken geldim iş yerine sanırım 8:15 falandı yoldan bir simit aldım.Baktım hem sigaram yok , simit in yanına da peynir gider , markete girdim. Kliniğin altında DİA var.Peynir ve sigara aldım .Kasaya yöneldim benden önce yabancı zannettiğim biraz bakımsız görünen bir genç vardı. Önünde bisküvi , kek ve kola vardı , elinde de başta kredi kartı sandığım eski bir bankamatik kartı ,kartı uzattı geçmedi ödeyeceği miktar sadece 3 lira düşündü sonra ben bir bankaya bakayım falan diye geveledi. Ben buradan alın dedim yok yok dedi o kadar gururluydu.
Sonra dedim kendi kendime biz 6,5 tl verip keyif yapıyoruz , 3 lira verip karnını doyuramayacak halde olanlar var.Açıkçası kendimden çok utandım. Bu duruma nasıl geldiğini bilmiyorum. Aslında alışkınım bu semt de fazlasıyla yabancı ve yardıma gerçekten muhtaç insan var.Ama ben çok etkilendim arkasından baka kaldım ve çok etkilendim .Keşkeler dilimde, beynimde döndü durdu .
Bu keşkelere rağmen ,kliniğe gelip kahvaltımı ettim ,sigaramı içtim.
Şu an klinik çok kalabalık , Ankara da kanser olan bir anne için yakınları kan aldırıyorlar. BİLGİŞAH GÖNENÇ bir kızı olan , hem ilik hem kan kanseri olan anne.Ayrıca yakınlarından aldığım bilgiye göre hastahane 30 kan örneği kabul ediyor , eğer onlardan uyumlu olan çıkmaz ise devlet uyumlu örneği arıyormuş.Yakınlarından istenen kan sayısı 30 kişiyle sınırlıymış yani.
Devletin bu konuda nasıl bir politika izlediğini bilmiyorum ama en son olarak intennetten de takip ettiğim Gamze Akbaş için herkesin seferber olduğunu görmüştük.İstanbul,Ankara ve İzmir de neredeyse kan toplama merkezleri kurulmuştu.
Bence devlet madem bu kadar sınırlama getiriyor ise ; daha fazla aktif olmalı ve bir an önce ilik bankaları duyurulmalı.Tabiki sosyal medya bu konuda çok aktif ve daha fazla insana ulaşılabiliyor ama bence sağlık bakanlığının da bu konu hakkında daha aktif rol oynaması lazım.
Bu sabah biraz daha erken geldim iş yerine sanırım 8:15 falandı yoldan bir simit aldım.Baktım hem sigaram yok , simit in yanına da peynir gider , markete girdim. Kliniğin altında DİA var.Peynir ve sigara aldım .Kasaya yöneldim benden önce yabancı zannettiğim biraz bakımsız görünen bir genç vardı. Önünde bisküvi , kek ve kola vardı , elinde de başta kredi kartı sandığım eski bir bankamatik kartı ,kartı uzattı geçmedi ödeyeceği miktar sadece 3 lira düşündü sonra ben bir bankaya bakayım falan diye geveledi. Ben buradan alın dedim yok yok dedi o kadar gururluydu.
Sonra dedim kendi kendime biz 6,5 tl verip keyif yapıyoruz , 3 lira verip karnını doyuramayacak halde olanlar var.Açıkçası kendimden çok utandım. Bu duruma nasıl geldiğini bilmiyorum. Aslında alışkınım bu semt de fazlasıyla yabancı ve yardıma gerçekten muhtaç insan var.Ama ben çok etkilendim arkasından baka kaldım ve çok etkilendim .Keşkeler dilimde, beynimde döndü durdu .
Bu keşkelere rağmen ,kliniğe gelip kahvaltımı ettim ,sigaramı içtim.
Şu an klinik çok kalabalık , Ankara da kanser olan bir anne için yakınları kan aldırıyorlar. BİLGİŞAH GÖNENÇ bir kızı olan , hem ilik hem kan kanseri olan anne.Ayrıca yakınlarından aldığım bilgiye göre hastahane 30 kan örneği kabul ediyor , eğer onlardan uyumlu olan çıkmaz ise devlet uyumlu örneği arıyormuş.Yakınlarından istenen kan sayısı 30 kişiyle sınırlıymış yani.
Devletin bu konuda nasıl bir politika izlediğini bilmiyorum ama en son olarak intennetten de takip ettiğim Gamze Akbaş için herkesin seferber olduğunu görmüştük.İstanbul,Ankara ve İzmir de neredeyse kan toplama merkezleri kurulmuştu.
Bence devlet madem bu kadar sınırlama getiriyor ise ; daha fazla aktif olmalı ve bir an önce ilik bankaları duyurulmalı.Tabiki sosyal medya bu konuda çok aktif ve daha fazla insana ulaşılabiliyor ama bence sağlık bakanlığının da bu konu hakkında daha aktif rol oynaması lazım.
HAYAT BU İŞTE KİMİ CANI İÇİN,KİMİ İSE KARNI DOYMASI İÇİN YAŞIYOR. BİZEDE KEŞKELER,ACIMALAR, BENCELER KALIYOR.
24 Şubat 2012 Cuma
BİR DİKİŞ HİKAYESİ
Hazır dikişe başlamıştım. Pazar günü eşimin arkadaşının
annesi olan pratikten yetişme Gülay teyze nin evine gidip Salı pazarından
aldığım kumaşı kestirdim ben kestim aslında Gülay yenge sadece nasıl ne
kestiğimi söyledi ilk makas deneyimim hayırlı olsun. Bana astarı sen kes daha iyi
kavrarsın dedi.
Astarı daha kesmedim, rengi kırmızı olacak koyu kırmızı
güzel bir şey çıkarsa ortaya çok mutlu olacağım. Ütüm bozuldu aslında ısıtıyor
ama su akıtıyor. Bende ütü yaparak dikmek istiyorum diktiğimi ütüleyeceğim. Ütüm
servise gitsin bakalım çok para istemezlerse yaptıracağım yoksa yenisine sağlık
diyelim. Bakalım ilk büyük dikiş deneyimim nasıl sonuçlanacak. Şimdi
yaptıklarımı çektiklerimle anlatmaya çalışacağım.
kumaşımız bu en :1 m boy:160-170 cm kadar dı ölçmedim :( |
kenarında kıvırdı o kısmı düz bir şekilde kestik bunlar kolları için ayrıldı |
kalan parçayı nasıl yapmıştıkm hatılamıyorum arkasını çizdi kestik |
Gülay yenge ölçüsüz pratikten kestirdi bana.Kalıpla çalışmıyor. REglan kol istedim ama bilmiyorum dedi bende bunu deneyeyim bakalım dedim .Astar tam gelecek yani sıfır pay verilecek gibi birşey. Dikiş bloglarına neden daha ayrıntılı anlatmıyorlar diye kızıyordum. Meğer ne zormuş , dikkat isteyen bir işmiş bakalım nasıl sonuçlanacak
.
.
21 Şubat 2012 Salı
Çalışan anne hakkı
Dün
Blogcu Anne TV 8 ‘de ‘’8 numarada şenlik var’’ programına katıldı. ben de takip,
takdir ettiğim hanımefendiyi bir kez daha seyretme fırsatı buldum. Blogcu anne
konuşurken altta bir yazı vardı çalışan anneler haklarını bilmiyor. Sanırım
Blogcu Anne de bu konu hakkında konuşuyordu ama ben hastalardan fırsat
bulabildikçe izlediğim için tam konuyu anlamadım. Takip ettiğim kadarıyla
Blogcu Anne daha çok karşılaştığı sorunlarla ilgili araştırma yapıp çözüyor ve bakın
ben böyle çözüm buldum deyip alternatif gösteriyor.
Gelelim
çalışan kadın haklarına; ben yaklaşık dokuz yıldır aynı işyerinde çalışıyorum
ve işe başladıktan sadece 2 yıl sonra hamile kaldım. Doğuma 2 gün kalaya kadar
sırf patronlarım beni işten çıkartılar diye yeni elemanla birlikte çalıştım. Hatta
gidememe sebebim ağrılarımdı ve patronumu aradığımda ağrılarım geçer geçmez
geleceğimi söyleyerek kendimi bu konuda iyi hissetmediğimi göstermek istedim
sırf işten çıkarılma korkusuyla. hamilelik iznimi kullandığım süre içinde
sigorta primimi ödemeyeceğini belirterek patronumun gözüne girmeye çalıştım,
yerime kendi tanıdığım birini getirerek işten atılma riskini azalttım. Doğum
yaptım, patronum bensiz olmayacağını, zor olduğunu söyleyip duruyordu. Benim 16
haftalık iznim + yıllık iznim olmasına karşın ben 12 haftalık izin kullandım ve
hiçbir hak talep etmedim. İşe başladıktan sonra bir süre öğleden sonraları işe
geldim 1 ay kadar yerime gelen kız akrabam olduğu için maaşı yarı yarıya
paylaşmayı teklif ettim ve kabul etti. Etti ama 9-12 arası çalışmasına rağmen
daha sonraları istemedi. Yani kendi paramla satın aldığım süt iznimde mahvoldu.
Sonrasında ise süt izni yalan oldu. Ben kızımı 8 aylık olana kadar emzirebildim
akşam dan akşama. Bu kadar şeyin yanında bir de iş arkadaşlarımın başka çalışan
mı yok, herkes iş arıyor napsın senin gibi bebeği olmuş, ağlayan zırlayan izin
isteyen çalışanı baskısı da ayrı bir durumdu.
Pekala,
biliyorum ben haklarımın ne olduğunu. Ben biliyorum da patronlar bunu pek
bilmiyor ya da işine gelmiyor. Onlara göre durmadan izin alan, çocuğu
hastalanan işlerini aksatan çalışanı istemiyorlar.
Aslında
erkek patronlar bayan patronlara göre bu işlerde pek bezleri olmamasına karşın
özlük haklarına daha çok saygılılar. bir arkadaşım eşi apandisit ameliyatı olduğu
için sadece 3 gün izin istiyor ve bayan patronu kocan açık kalp ameliyatı
olmadı ne yapacaksın izini deyip baskı yapıyor, arkadaşım da 9 yıldır çalıştığı
işinden istifa etti sır bu yüzden. Düşünün işte biz; kadın kadının kuyusunu çok
rahat kazarız ama erkek evet istemiyorum der ve bitirir. Yorum yapmaz.
Şimdi
düşünüyorum da yıl 2005 işsizlik, yoksulluk hat safha da bebek bekliyordum. Benim
işe, patronumun benim gibi bir elemana ihtiyacı vardı. Şimdi aynısı olsa ne yaparım
bilmiyorum ama şu anki duygularım çocuğumun her şeyin üzerinde tutacağım
yönünde.
Soruyorum.
pekala ben çalışan bir kadın olarak hakları mı çok iyi biliyorum. Patronlar bu
hakları ne kadar biliyor? Ya da hemcinsimiz olan çalışan annelerin haklarını ne
kadar savunuyoruz?
20 Şubat 2012 Pazartesi
Piramit Kolay Pasta
Her pazar yani evde kaldığım tek gün mutlaka fırında bir şeyler pişecek ya da pasta börek yapılacak . Cemo nun dediği gibi kurtluyum ben.
Şimdi vereceğim tarif ise yıllar önce bizim köy gelinlerinin arasında meşhur olan , sürekli yapılan gün pastası hem ucuza mal olması hem de pratik olması sanırım meşhur olmasına sebep. Canım anneciğimle bu pastanın kremasını bir türlü ayarlayamadık. Krema ya kırık olur du yani margarinler içinde tuhaf bir hal alırdı yada cıvık bir şey çıkardı ortaya , bir türlü üçgen halini tutturamazdık. annem artık yapmıyor yerine her bayramda kat pasta yapıp , kızım dahil hepimizin ismini üstüne yazıyor.Şimdi geçelim bu güzel ve kolay pastanın tarifine ;
MALZEMELER :- 1 Büyük paket petibör pisküvi
- 1 kg süt (1,5 kilodan yaptım ben )
- 8 kaşık un
- 16 kaşık şeker
- 1 pkt 250 gr margarin
- 1 yemek kaşığı nişasta
- 1pkt vanilya
- meyve muz , kivi, elma, portakal v.s.
Yapılışı :
Şeker un nişasta ve sütü karıştırın orta hareretli ateşte puding kıvamını alana kadar sürekli karıştırarak pişirin . daha sonra soğumaya bırakın.Ben akşamdan yapıp sabah margarini ile karıştırıyorum.Margarini mikser yardımıyla karıştırınca artık krema halini alıyor ve beyazlaşıyor bu aşama da vanilyayı da ekleyebilirsiniz.yapıcanız zemine ya da tepsiye streç film seriyorsunuz. Buz dolabı poşetlerinden keserek ya da normal poşetlerden yapabilirsiniz.
önce kremayı yapacağınız kadar yayın sonra bisküvileri bir sıra krema , bir sıra bisküvi şeklinde dizin . |
son sırayı dizerken |
son sıradan sonra kremayı sürüp istediğiniz meyveyi dizebilirsiniz |
tam ortada ki bisküvünin olduğu kısıma diziyorsunuz . |
En sonda artık iki yanlardan birleştirerek piramit haline getiriyorsunuz. Bir gece buzdolabında bekletiyorsunuz. Bizim aç kurtlar bekleyemedi 2-3 saat sonra pastanın yerin de yeller esti . Afiyet olsun .Mutlu huzurlu günlerde yemeniz dileğiyle.
18 Şubat 2012 Cumartesi
ADINI FERİHA KOYMUŞLAR
Öyle akşamları oturayım şu diziyi seyredeyim bu diziyi
seyredeyim diye bir huyum yoktur. Nasıl olsun ki akşam zaten yorgun argın eve
gidiyorum çocuktu bulaşıktı, kocaydı derken bir bakmışım ki uyumuşumda sabahın
altısı olmuş bile. Aman şu dizi benim dizim bu dizim benim dizim yok bizim Cemo
KURTLAR VADİSİ ni seyreder oda yarısında yorgunluktan uyuya kalır zaten.
Takii yıllar önce yeni evlendiğimizde Cemoyla ikimiz BİR
İSTANBUL MASALI nı seyrederdik. ki o aşkı sanki birbirimizde bulurduk. Ben ev hanımıydım akşamları çekirdek çitleyecek,
kocamın dizine yatacak vakitlerim tabi ki oluyordu.
Neyse asıl konumuza dönelim. Dün akşam ilk defa uzun soluklu
bir dizi seyretme fırsatım oldu. Cemo uyudu bizim cimcimede bilgisayarının
başında takıldı ara sıra da bana takıldı ama ben pür dikkat seyrettim.
Adını feriha koymuşlar dizisinin bütün karakterini inceledim
ve gerçekten bizim hanımların neden bu kadar bu dizinin peşinde koştuklarını ev
işlerini ve ya çocuklarını bırakıp TV de zevke dalmasının sebeplerini buldum.
- Feriha kızımızla Emir oğlumuzun arasında olan aşk kesinlikle gerçek değil. Şöyle ki erkekler birkaç günü bir kadınla geçirecek, hem de dağ manzarası kar kış şömine romantizmi ile sevgilisine aşk duyduğuna dokunmayacak ha haa güleyim bari. Yok, böyle bir şey ateş ile barut yan yana olmaz kardeşim yan yana olursa da bir patlama kesinlikle olur. İşte bizim insanlarımızda hep kendine dokunmayan uzaktan seven insanları sevip sonrasında birlikte olduklarının Gerçek yüzünü görünce (yellenme, sümkürme, balgamlı öksürük, burun karıştırma, olmadık uzuvlarını kaşıma v.s.)maalesef tamamıyla romantizm bozuluyor. Görüyoruz ki Emir kendini kaşımayan, burnunu karıştırmayan, yellenmeyen paspal bir erkek değil. Tam ideal erkek ye iç yat.
- Ağabey ise tam ideal ağabey tipi. Önce istediği haltı yiyen cadı bir kadınla yiyip içip yattıktan sonra evlenen sonrasın da ahlak dersleri veren tam tip işte. Bizim ağabeylerde böyledir önce en popüler güzel kızlarla yiyip içip gezerler sonra evlenmek için en ahlaklısı düzgününü ararlar mümkünse ev kızı olması idealdir.
- Sanem hanım ise; pamuk prensese elmayı yedirip ölüm uykusuna yatıran cadı gibi üvey anne işte. Yalnız günümüze uyarlanmış hali bipolar bozukluğu olan üvey kızına antidepresan ilaçları verip onu mani haline getiriyor. Yani bir nevi ayakta uyutuyor İşte. Amaç güzelliğinden ziyade parası. günümüzde para güzellikten önemli hale geldi işte bunu bizim gözümüze sokuyor.
- Baba kızını çok seven namusuna düşkün, ahlaklı, gururlu bir beyefendi. Bizimde babalarımız öyle değil mi ? kızlarını ergenlik dönemine gelene kadar , çok seven kucaklarından indirmeyen, ergenlik döneminde kızına öcü gibi davranmaya başlayan. Her yerde ben kızımı çok seviyorum ahkâmı kesip bir kere bile karşısına alıp konuşmayan, dertleşmeyen sanki uzaylıymış gibi davranan, yani sevgisini belli edemeyen baba tipleri işte.
Bunları gördükten sonra dedim ki kendi kendime yani illa bir
saf kız külkedisi, pamuk prenses v.s, kötü üvey anne, despot baba, baskıcı
ahlak ahkâmı kesen bir ağabey var hayatımızda klasik hayat işte bizde bunları
görüp ya da istediğimiz için, büyük aşkı hep başka karşı cinste aradığımız için
bu dizilerin başına oturup seyrediyor, dizi dizi reklamlara bakıp bakıp bir
sonraki bölümü heyecanla bekliyoruz. Kardeşim oturun bir kitap okuyun hayal
gücünüz ve ufkunuz genişlesin.
Adı üstüne dizi; dizi dizi hayal, üç beş masal dan alma hikâyeler
ve boş geçirilmiş vakitler bence.
17 Şubat 2012 Cuma
bir varmış bir yokmuş devam
Annesi bir sabah kızına şirinleri göreceksin çok yakında der, kızı anne ne zaman diye tekrar tekrar sorar , annesi ençok hangi şirini görmek istersin diye sorar kızı şirineee der.
Bir akşam annesi yorgun argın işten eve gelir ,kızı hala sormaktadır şirinleri ne zaman göreceğim anne diye .
Annesi hadi öyleyse şirineyi görelim der. ve bir macera başlar....
Bir akşam annesi yorgun argın işten eve gelir ,kızı hala sormaktadır şirinleri ne zaman göreceğim anne diye .
Annesi hadi öyleyse şirineyi görelim der. ve bir macera başlar....
ÖNCE BİR TABAK YARDIMIYLA ŞİRİNENİN KAFASINI ÇİZERLER TABİ KIZIN PASTEL BOYASIYLA |
SONRA TÜM VÜCUDU NU ÇİZERLER |
VE KOCAMAN BEBEĞİN ÇİZİMİ HAZIR |
BU DA KÜÇÜK KIZ ŞEKİL VERİRKEN |
KENARLARI DİKİLİP KESİLİR , ALT KISIMDAKİ BOŞLUKLAR DAN PAMUKLAR DOLACAK |
DOLDUKTAN VE SÜSLENDİKTEN SONRA Kİ HALİ KÜÇÜK KIZIN SÜSLEMERİ |
16 Şubat 2012 Perşembe
bir varmış bir yokmuş
Bir zamanlar domates ülkesinin , kurtçuk şehrinde bir anne ile kızı yaşarmış , her gün sarılarak uyurlar ,birbirlerine masallar anlatırlarmış.annesi gece uyurken küçük kızın saçlarını okşar , ellerini öper , gıdısını koklarmış.Küçük kız bir sabah uyandığında annesine -anne ben iyi bir çocuk olursam şirinleri görebilir miyim? demiş. anne - sen zaten çok iyi bir çocuksun tabii ki görebilirsin demiş . anne ondan sonra hep şirinleri düşünmüş acaba kızına nasıl gösterilir diye .. sonunda bir yöntem bulmuş.bakalım anne ile kızı şirinleri nasıl görmüşler devamı yarın :)
14 Şubat 2012 Salı
Sevgisiz sevgili
Çok kızgınım bugün sevgililer
günü ve benim 9 yıldır sevgilim yok.
insanları yalnız bırakan seçimleriymiş .
Galiba ben doğru seçimi yapmadım.
Amaç sevgililer gününde hediyelere
boğulmak değil
Sevildiğini hissetmek,
Aynı yoldan yürüdüğün birinin
olduğunu
Düştüğünde elinden tutup
kaldıracak.
Ve hadi devam edelim diyebilecek
Gözlerine baktığında evet sen
benimsin diyecek
Bütün şımarıklığına katlanacak
biri yok benim yanımda
Her zaman yanındayım o ne isterse
o oluyor ama istekleri bitmiyor
Uyum yok, tahammül yok,
birliktelik yok
Sevilmek kadar sevmek te kolay
olmalı değil mi?
13 Şubat 2012 Pazartesi
ŞAM KURABİYESİ
şekilsiz olanlar |
Hafta sonu evin trafiği bayağı yoğundu. Eskiden
bizim apartmanda oturan komşumuzun gelini kayınvalidesine ziyarete gelmiş. Tabi
komşumuzun gelini ama benimde arkadaşım. Bizim apartman tam şen dullar
apartmanı apartmanda hep kocası ölmüş dul kadınlar var. Hal böyle olunca
gelinlerde hep arkadaş tabi sadece biz kaldık duygu ile gelin olarak, boşananlarda var. Duygu gayet aklı başında, uyumlu biri. Çok şeyler paylaştık,
çok güzel günler geçirdik beraber. Yaz akşamları işten geldiğimde çocukları alıp
parka gitmek orda sohbet etmek çok güzeldi. Şimdi taşındılar hayırlısıyla
seneye bize yakın taşınacaklar o zaman daha rahat görüşeceğiz.
Onda iki tane kız bende bir tane birde abim ile
kardeşim bizde olunca haliyle evin trafiği fenaydı. Cumartesi akşamı evi
olabildiğince dağıttılar. Duygu yaklaşık 3 sene önce hamile iken benim bir
kurabiye yaptığımı annemin de ona getirdiğini söyledi. Hatırlayamadım sonra
tarif edince aklıma geldi. Şam kurabiyesiydi bu 3 yıl önce eşimin çalıştığı pastanenin
ustası video çekimiyle tarifi yollamıştı bana, bende denemiştim. Ununu bir türlü
ayarlayamamıştım ama fena olmamıştı. Duygu nun sayesinde bir kez daha denedim
yine unla ilgili bir sorun var ama çözemedim durumu. Buyurun tarifi;
10 Şubat 2012 Cuma
ŞİMDİ
Şimdi gitsem ,sobayı yaksam sıcak sıcak bir yatsam . Sonra kalkıp evin perdelerini açsam oturup kar yağışını seyredip , bir fincan kahve içsem . Ardından evi toparlayıp akşam için sevgililerime güzel yemekler yapsam .Dikiş makinesinin başına oturup dikiş diksem biraz sıkılsam, örgü iplerine el atsam. Akşam olsa yemek yesek Cemo ben biricik kızımız yine aynı yatakta sarılarak uyusak , yine belimiz tutulsa , başımız ağrısa , sabah kim kahvaltı hazırlar muhabbeti olsa, sütlerini içerken yine dökseler ben kızsam ,Cemo çoraplarını odanın ortasına atsa bende çamaşır sepetine götür bakışı atsam . Yumulsak yatağa sabah kaçta kalkarız derdi olmadan , ne giyeceğiz , kar yağacak mı? , yollar kapalı olu mu? derdi olmadan . Uyusak hepberaber ahhh ne güzel olurdu yahuu.
ah işte çalışmak ne kötü ya keşke evimde yatsaydım dediğim , yuvamın sıcaklığını özlediğim anlar oluyor.Tabi birde eve gitsem şimdi bunları yapamayacağım.En iyisi oturup kıçımın üstüne işime bakmak.
8 Şubat 2012 Çarşamba
ATEŞİ VAR MI?
Bebeklerde ve çocuklar da ateş ölçmek ayrı bir dert aynı problem hem klinikte hem bizim evde gerçekten sorun . Sağlık bakanlığı artık eski tip civalı dereceleri yasakladı biz klinik te dijital termometre kullanmaya başladık.
Bu ürün gerçekten çok pratik olacak , yüksek ateş şikayeti ile gelen hastaların koltuk altlarına yapıştırdığımızda takip etmek de , daha kolay olacak umarım. Tek kullanımlık olması da hijyen açısından harika , fiyatı da 4 adet 1,5 tl çok uygun bence . Kliniğe şimdiden buradan yüklü miktar da aldık.
Bu ürün gerçekten çok pratik olacak , yüksek ateş şikayeti ile gelen hastaların koltuk altlarına yapıştırdığımızda takip etmek de , daha kolay olacak umarım. Tek kullanımlık olması da hijyen açısından harika , fiyatı da 4 adet 1,5 tl çok uygun bence . Kliniğe şimdiden buradan yüklü miktar da aldık.
YANLIŞ REÇETE
Az önce eczane den aradılar. Dr Gacet bir reçete yazmış okunamıyor dediler 20 günlük iğne dozu yazıyormuş.
Allah Allah dedim kendime Dr Gacet 20 günlük iğne dozu yazacak hemde 17 ocakta gelmiş bir hastaya .
hasta kaydını açtım 7 yaşında kız çocuğu , bugün Şubat ın 8 olduğunu düşünürsek çok ilginç bir durum .
Eczacı beye hastayı kliniğe yönlendirmesini rica ettim .
Ve mesele ortaya çıktı 13 ocakta muayene olan hasta 17 ocakta kontrole geliyor. Anne kızının yemek yememesinden şikayet ediyor ve Dr. Gacet reçeteye aynen şöyle yazıyor ;'' ACITAN İĞNE HER GÜN 20 TANE '' arkasından düzenli yemek yemezse abur cubur çok yerse bundan yaptırabileceğini söylüyor. Anne de reçeteyi alıp eczaneye gidiyor. Bizim klinikte ise kahkahalar kopuyor. Bir anı daha çıktı yani bize :)
Bence anne ye okuma yazma öğrenmesi reçete edilse daha iyi olacak .
7 Şubat 2012 Salı
BANA NE OLDU ?
Bazen kliniğin çatısına çıkıp bağıra bağıra şarkı söylemek,
çevre halkı toplayıp gösteri yapmak, kliniğin ortasında dokuz sekizlik duyunca
formayı kalçamın üzerine sokup, yandan yandan göbek atasım, daha tedavi alalı
24 saat olmamış bir çocuğunun ateşinin düşmesinin gerektiğini düşünüp gelen
annenin doktor iyileştiremedi dediğinde kulaklarına mandalları sıra sıra
dizmek, kızdıklarımın burun deliklerine; işaret ve orta parmağımı sokup
yukarıya kaldırmak, kirpiklerini tek tek cımbızla koparmak, başparmağım ile
işaret parmağımı birleştirip burun uçlarına şamar atmak, enjeksiyon yaparken bir
çocuğu tutamayanların ellerine cetvelle vurmak, sağ kulağımdan damlayı
koyuyorum soldan çıkıyor diyen zihniyetin beynindeki boşluğu sağ kulaktan şişi
sokup sol kulaktan çıkartmaya çalışmak ve bunları yaptıktan sonra
kliniğin ortasında huysuz virjin gibi castrı castrı oynamak, geliyor içimden.
Bu aralar ben tedavisini alalı 24 saat olmayan çocuğa iyileşmedi,
doktor iyi değil, ateşi düşmedi diyen anneye sabırla tedavisinin nasıl
ilerleyeceğini anlatıyor, vaginal ovulu tablet diye yutmaya çalışan zihni
kardeşime doğru pozisyon ve koyma şeklini tarif ediyor, canla başla doğru
hastaları doğru doktor ve hastaneye yönlendirmeye çalışıyor, benim dilimi
bilmediğini önemsemeyip sanki ben onun dilini bilmek zorundaymışım gibi
davranan hastalara sabırla google translate nin başına oturup sakince ve güler
yüzle anlaşıyor, her şeyi daha ilk kez yapıyormuş gibi canla başla çalışıyorum.
Sabah ayaklarımın sucuk gibi ıslanmasına izin verip kulağımda müzik bangır
bangır işe geliyorum.
Her ne kadar Dr Gacet benim normal halimin bu ve bu halimden çok memnun olduğunu söylese de. Aslında biraz şizoid olduğumu ve sitalopramın beni mutluluk ve enerji konusunda pik yaptırdığının farkındayım.
Her ne kadar Dr Gacet benim normal halimin bu ve bu halimden çok memnun olduğunu söylese de. Aslında biraz şizoid olduğumu ve sitalopramın beni mutluluk ve enerji konusunda pik yaptırdığının farkındayım.
6 Şubat 2012 Pazartesi
3 Şubat 2012 Cuma
KANDİLİNİZ KUTLU OLSUN
Mevlid Kandili Nedir Anlamı bilgi ; İnsanlığın kurtuluşu için gönderilen son ve en büyük peygamber, bizim Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) 571 yılında Kameri aylardan Rebiü'l-evvel ayının 12. gecesi doğmuştur. Bu mübarek geceye "Mevlid Kandili" denir.
O'nun doğduğu çağda dünyanın her tarafında cehalet, zulüm ve ahlâksızlık almış yürümüş, Allah inancı unutulmuş, insanlık korkunç ve karanlık bir duruma düşmüş, dünya yaşanmaz hale gelmişti.
Sevgili Peygamberimizin tebliğ ettiği İslâm dini ile dünya aydınlandı, tek Allah inancı ile kalpler nurlandı. Eşitlik, adalet ve kardeşlik geldi. O'na inanan toplumlar gerçek huzura kavuştu. O'nun doğduğu gece, insanlığın kurtuluşu için çok hayırlı ve mübarek bir başlangıçtır.
Bu gece, müslümanlar arasında yüzyılllardan beri büyük bir coşku ile kutlanmakta, Sevgili Peygamberimiz derin bir saygı ile anılmaktadır. Büyük Türk Alimi Süleyman Çelebi tarafından yazılan ve asıl adı "Vesiletün'necat" olan mevlid kitabı O'nun doğumunu, üstünlüğünü ve mucizelerini en güzel bir şekilde dile getiren değerli bir eserdir.
Peygamberimizin doğum yıldönümlerinde okunan mevlidleri saygı ile dinlemek, O'nun mübarek ruhuna salât ve selâm okumak hiç şüphesiz büyük milletimizin Sevgili Peygamberimize olan engin sevgi ve bağlılığının bir ifadesidir.
Bununla beraber, O'nun ahlâk ve fazilet dolu hayatını öğrenmek ve kendimize örnek almak başta gelen görevlerimizdendir. Asıl o zaman O'nun sevgisini ve hoşnutluğunu kazanmış oluruz.
Yeryüzünü mânevî bir karanlık kaplamıştı.
Mevcudat, beşerin zulüm ve vahşetinden adeta mâteme bürünmüştü. Gözyaşı döken gözler değil, ruh ve kalpler idi. Kalp ve ruhların keder, elem ve gözyaşına âlem de iştirak etmiş, sanki umumî yas ilan edilmişti!
Yeryüzü saadetin, sevincin ve huzurun kaynağı olan “tevhid” inancından mahrumdu. Küfür ve şirk fırtınası, ruhları ve kalpleri kasıp kavurmuştu. Gönüllerde tek mâbud yerine, birçok bâtıl ilâh yer almıştı! Hakikî sahibini arayan ruhların feryadı ortalığı çınlatıyordu.
İnsanlar, birbirini yiyen canavarlar misâli vahşîleşmiş, küfür, şirk, cehalet ve zulüm bataklığında boğulmaya yüz tutmuşlardı. Zâlimin zulüm kamçısı altında mazlum inim inim inler hale gelmişti.
Âlem mahzun, varlıklar mahzun, gönüller mahzun ve simalar mahzundu.
Akıl, ruh ve kalpleri mânevî kıskacı altına alıp olanca kuvvetiyle sıkan bu küfür ve şirke, bu dalâlet ve cehalete, bu hüzün ve sıkıntıya beşerin daha fazla katlanmasına Allah’ın sonsuz merhameti elbette müsaade edemezdi! Bütün bunlara son verecek bir zâtı, şefkat ve merhametinin bir eseri olarak elbette gönderecekti!
İşte, o zât geliyordu!
Dünyanın mânevî şeklini beraberinde getirdiği nurla değiştirecek eşsiz insan, Allah’ın Son Peygamberi geliyordu!
Cin ve inse ebedî saadetin yolunu gösterecek Hz. Muhammed (a.s.m.) geliyordu!
O An…
Kâinat, hürmet ve haşyet içinde Efendisini beklemekte idi. Her varlık, kendisine mahsus diliyle, hal ve hareketiyle bu emsâlsiz insana “hoş-âmedî”de bulunmak üzere sevinç içinde hazır durumda idi.
Tarih: Milâdî 571, Nisan ayının yirmisi.
Fil Vak’asından elli veya elli beş gece sonra.
Kamerî aylardan Rebiülevvel ayının on ikinci gecesi.
Mekke’de mütevazı bir ev. Günlerden Pazartesi. Vakit, vakitlerin sultanı seher vakti.
Bu mütevazı evde ve bu eşsiz vakitte muazzam ve eşsiz bir hadise vuku buldu: Kâinatın Efendisi Hz. Muhammed (a.s.m.), dünyaya gözlerini açtı!
Bu göz açışla birlikte âlem, sanki birden elem ve mâtemini unutarak sürura garkoldu. Karanlıklar, ânında nurla yırtılıverdi. Kâinat, sevinç ve heyecan içinde adeta, “Doğdu ol saatte Sultan-ı Din Nura garkoldu semâvât-ü zemin” diye haykırdı.
O vahşet devrinde kâinat ufkundan bir güneş doğdu. Bu güneş âhirzaman Peygamberi Hz. Muhammmed Aleyhissalâtü Vesselam idi. Tarihin seyrini, hayatın akışını değiştiren bu eşsiz olay, dünyayı yerinden sarsan değişimlerin en büyüğü idi.
İşte insanlığın akıl ve kalbinde düğümlenen "Necisin, nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun?" sorularını, düğümlerini çözüp kâinatın Sahibini ilân ve ispat edecek bir zatın teşrifi sadece insanların ruh ve kalbinde değil, diğer varlıklarda, hattâ cansız eşyada bile yansımasını bulacaktı.
Doğudan batıya bütün âlemin nurlara büründüğü, İlâhi değişimin tecelli ettiği o gece neler oldu neler?
Yahudi ileri gelenleri ve âlimleri kitaplarında daha önce rastladıkları işaret ve müjdelerin açığa çıktığını gördüler. Kimsenin haberi olmadan en önce onlar bu müjdeyi verdiler.
O gece Yahudi âlimleri semâya bakıp "Bu yıldızın doğduğu gece Ahmed doğmuştur" dediler.(1)
Bîr Yahudi İleri geleni Mekke'de Peygamberimizin doğduğu gece, içlerinde Hişam ve Velid bin Muğire, Utbe bin Rabia gibi Kureyş ileri gelenlerinin bulunduğu bir toplantıda,
- "Bu gece sizlerden birinin çocuğu oldu mu?" diye sordu.
- "Bilmiyoruz" diye cevap verdiler.
Yahudi, "Vallahi sizin bu ihmalinizden iğreniyorum!
"Bakın, ey Kureyş topluluğu, size ne söylüyorum, iyi dinleyin. Bu gece, bu ümmetin en son peygamberi Ahmed doğdu. Eğer yanlışım varsa, Filistin'in kudsiyetini inkâr etmiş olayım. Evet, onun iki küreği arasında kırmızımtırak, üzerinde tüyler bulunan bir ben var" dedi.
Toplantıda bulunanlar Yahudinin sözünden hayrete düştüler ve dağıldılar. Her birisi evlerine döndüğünde bu durumu ev halkına anlattılar. "Bu gece Abdülmuttalib'in oğlu Abdullah'ın bir oğlu doğdu. Adını Muhammed koydular." haberini aldılar.
Ertesi gün Yahudiye vardılar:
"Bahsettiğin çocuğun bizim aramızda dünyaya geldiğini duydun mu?" dediler.
Yahudi "Onun doğumu benim size haber verdiğimden önce midir, sonra mıdır?" dedi.
Onlar, "Öncedir ve ismi Ahmed'dir" dediler. Yahudi, "Beni ona götürün" dedi.
Yahudi ile beraber kalkıp Hz. Âmine'nin evine gittiler, içeri girdiler.
Pegamberimizi Yahudinin yanına çıkardılar. Yahudi Peygamberimizin sırtındaki beni görünce, üzerine baygınlık geldi, fenalaştı. Kendine gelip ayıldığı sırada,
"Ne oldu sana, yazıklar olsun" dediler.
Yahudi, "Artık İsrailoğullarndan peygamberlik gitti. Ellerinden kitap da gitti. Artık Yahudi âlimlerinin kıymet ve itibarları da kalmadı. Araplar peygamberleriyle kurtuluşa ereceklerdir.
"Ey Kureyş topluluğu, ferahladınız mı? Vallahi size, doğudan batıya kadar ulaşacak bir güç, kuvvet ve bir üstünlük verilecektir" dedi.(2)
Kâinatın Efendisini dünyaya getiren bahtiyar annenin henüz dünyaya gelmeden görüp gördükleri çok manalıydı..
Peygamber Efendimize hamileyken rüyasında, "Sen, insanların en hayırlısına ve bu ümmetin efendisine hamile oldun. Onu dünyaya getirdiğin zaman 'Her hasetçinin şerrinden koruması için bir ve tek olana sığınırım' de, sonra ona Ahmed yahut Muhammed ismini ver."
Yine kendisinden çıkan bir nurun aydınlığında bütün doğuyu ve batiyi, Şam ve Busra saray ve çarşılarını, hattâ Busra'daki develerin uzanan boyunlarını gördüğünü Abdülmüttalib'e anlatmıştı.(3)
Aynı gece Hz. Âmine'nin yanında bulunan Osman ibn Âs'ın annesinin gördükleri de şöyle:
"O gece evin içi nurla doldu, yıldızların sanki üzerimize dökülecekmiş gibi sarktıklarını gördük."
Evet bu ulvî anı dile getiren Mevlid'in yazarı Süleyman Çelebi bütün bu hakikatleri şu beytiyle şiirleştirmiştir:
"Hem Muhammed gelmesi oldu yakin
Çok alâmetler belürdi gelmedin"
Rabiülevvel ayının 12. Pazartesi gecesi, yapılan hesaplamalara göre, Miladi takvime göre 20 Nisan'a denk gelen gece idi.
Dünyayı şereflendiren iki Cihan Serverinin üzerini o günün bir âdeti olarak bir çanakla kapattılar.
Araplara göre o zaman, gece doğan çocuğun üzerine bir çanak koymak ve gündüz olmadan ona bakmamak âdetti. Fakat bir de baktılar ki. Peygamber Efendimizin üzerine konulan çanak yarılarak ikiye ayrılmış, Efendimiz gözlerini gökyüzüne dikmiş, başparmağını emiyordu.(5)
Evet, bu işaret her türlü küfrün, zulmün, şirkin ve her türlü bâtıl inanç ve âdetlerin parçalanıp yok olması, imanın, nurun ve hidâyetin kâinatı aydınlatması için gönderilmiş bir Peygamber idi.
Aynı gece Kabe'de tapılmakta olan cansız putların çoğunun başaşağı devrildiği görüldü.
Aynı gece Kisra sarayının beşik gibi sallanıp on dört balkonunun parçalanıp yerlere düştüğü öğrenildi.
Sava'da mukaddes tanınan gölün suyunun çekilip gittiği görüldü.
Bin senedir yakılan ve söndürülmeyen mecusi ateşinin sönüverdiği müşahede edildi.
Bütün bunlar işaret ve alamettir ki, yeni dünyaya gelen zat ateşe tapmayı, puta tapmayı kaldırıp, Fars saltanatını parçalayarak Allah'ın izni olmadan kutsal tanınan şeylerin kutsallığını ortadan kaldıracaktır.(6)
İşte bu geceye Veladet-i Nebi gecesi diyor ve onun bütün kalbimizle, ruhumuzla her sene yeniden yâd edip kutluyoruz. Bütün kâinatla bu geceyi karşılayarak onun âleme teşrifine kıyam ediyoruz.
Getirdiği ebedi nura, açtığı saadet caddesine ve sünnet-i seniyyesine yeniden sımsıkı sarılmak ve Mevlid Kandilini vesile ederek ona yeniden biatimizi, bağlılığımızı tazelemek ne yüce bir şeref ve ne büyük bir saadettir.
Yüce Rabbim bizleri sevgili Resulünün şefaatine nail eylesin.
Kaynaklar:
(1)İbn-i Sa'd, Tabakat, 1:60.
(2)A.g.e, 1:162-163.
(3)Taberî Tarihi, 2:125; İbn-i Sa'd, Tabakat, 1:102.
(4)A.g.e., 1:102.
(5)İbn-i Sa'd, Tabakat, 1:102.
(6)Bediüzzaman, Mektûbat,s:161,162.
O'nun doğduğu çağda dünyanın her tarafında cehalet, zulüm ve ahlâksızlık almış yürümüş, Allah inancı unutulmuş, insanlık korkunç ve karanlık bir duruma düşmüş, dünya yaşanmaz hale gelmişti.
Sevgili Peygamberimizin tebliğ ettiği İslâm dini ile dünya aydınlandı, tek Allah inancı ile kalpler nurlandı. Eşitlik, adalet ve kardeşlik geldi. O'na inanan toplumlar gerçek huzura kavuştu. O'nun doğduğu gece, insanlığın kurtuluşu için çok hayırlı ve mübarek bir başlangıçtır.
Bu gece, müslümanlar arasında yüzyılllardan beri büyük bir coşku ile kutlanmakta, Sevgili Peygamberimiz derin bir saygı ile anılmaktadır. Büyük Türk Alimi Süleyman Çelebi tarafından yazılan ve asıl adı "Vesiletün'necat" olan mevlid kitabı O'nun doğumunu, üstünlüğünü ve mucizelerini en güzel bir şekilde dile getiren değerli bir eserdir.
Peygamberimizin doğum yıldönümlerinde okunan mevlidleri saygı ile dinlemek, O'nun mübarek ruhuna salât ve selâm okumak hiç şüphesiz büyük milletimizin Sevgili Peygamberimize olan engin sevgi ve bağlılığının bir ifadesidir.
Bununla beraber, O'nun ahlâk ve fazilet dolu hayatını öğrenmek ve kendimize örnek almak başta gelen görevlerimizdendir. Asıl o zaman O'nun sevgisini ve hoşnutluğunu kazanmış oluruz.
Yeryüzünü mânevî bir karanlık kaplamıştı.
Mevcudat, beşerin zulüm ve vahşetinden adeta mâteme bürünmüştü. Gözyaşı döken gözler değil, ruh ve kalpler idi. Kalp ve ruhların keder, elem ve gözyaşına âlem de iştirak etmiş, sanki umumî yas ilan edilmişti!
Yeryüzü saadetin, sevincin ve huzurun kaynağı olan “tevhid” inancından mahrumdu. Küfür ve şirk fırtınası, ruhları ve kalpleri kasıp kavurmuştu. Gönüllerde tek mâbud yerine, birçok bâtıl ilâh yer almıştı! Hakikî sahibini arayan ruhların feryadı ortalığı çınlatıyordu.
İnsanlar, birbirini yiyen canavarlar misâli vahşîleşmiş, küfür, şirk, cehalet ve zulüm bataklığında boğulmaya yüz tutmuşlardı. Zâlimin zulüm kamçısı altında mazlum inim inim inler hale gelmişti.
Âlem mahzun, varlıklar mahzun, gönüller mahzun ve simalar mahzundu.
Akıl, ruh ve kalpleri mânevî kıskacı altına alıp olanca kuvvetiyle sıkan bu küfür ve şirke, bu dalâlet ve cehalete, bu hüzün ve sıkıntıya beşerin daha fazla katlanmasına Allah’ın sonsuz merhameti elbette müsaade edemezdi! Bütün bunlara son verecek bir zâtı, şefkat ve merhametinin bir eseri olarak elbette gönderecekti!
İşte, o zât geliyordu!
Dünyanın mânevî şeklini beraberinde getirdiği nurla değiştirecek eşsiz insan, Allah’ın Son Peygamberi geliyordu!
Cin ve inse ebedî saadetin yolunu gösterecek Hz. Muhammed (a.s.m.) geliyordu!
O An…
Kâinat, hürmet ve haşyet içinde Efendisini beklemekte idi. Her varlık, kendisine mahsus diliyle, hal ve hareketiyle bu emsâlsiz insana “hoş-âmedî”de bulunmak üzere sevinç içinde hazır durumda idi.
Tarih: Milâdî 571, Nisan ayının yirmisi.
Fil Vak’asından elli veya elli beş gece sonra.
Kamerî aylardan Rebiülevvel ayının on ikinci gecesi.
Mekke’de mütevazı bir ev. Günlerden Pazartesi. Vakit, vakitlerin sultanı seher vakti.
Bu mütevazı evde ve bu eşsiz vakitte muazzam ve eşsiz bir hadise vuku buldu: Kâinatın Efendisi Hz. Muhammed (a.s.m.), dünyaya gözlerini açtı!
Bu göz açışla birlikte âlem, sanki birden elem ve mâtemini unutarak sürura garkoldu. Karanlıklar, ânında nurla yırtılıverdi. Kâinat, sevinç ve heyecan içinde adeta, “Doğdu ol saatte Sultan-ı Din Nura garkoldu semâvât-ü zemin” diye haykırdı.
O vahşet devrinde kâinat ufkundan bir güneş doğdu. Bu güneş âhirzaman Peygamberi Hz. Muhammmed Aleyhissalâtü Vesselam idi. Tarihin seyrini, hayatın akışını değiştiren bu eşsiz olay, dünyayı yerinden sarsan değişimlerin en büyüğü idi.
İşte insanlığın akıl ve kalbinde düğümlenen "Necisin, nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun?" sorularını, düğümlerini çözüp kâinatın Sahibini ilân ve ispat edecek bir zatın teşrifi sadece insanların ruh ve kalbinde değil, diğer varlıklarda, hattâ cansız eşyada bile yansımasını bulacaktı.
Doğudan batıya bütün âlemin nurlara büründüğü, İlâhi değişimin tecelli ettiği o gece neler oldu neler?
Yahudi ileri gelenleri ve âlimleri kitaplarında daha önce rastladıkları işaret ve müjdelerin açığa çıktığını gördüler. Kimsenin haberi olmadan en önce onlar bu müjdeyi verdiler.
O gece Yahudi âlimleri semâya bakıp "Bu yıldızın doğduğu gece Ahmed doğmuştur" dediler.(1)
Bîr Yahudi İleri geleni Mekke'de Peygamberimizin doğduğu gece, içlerinde Hişam ve Velid bin Muğire, Utbe bin Rabia gibi Kureyş ileri gelenlerinin bulunduğu bir toplantıda,
- "Bu gece sizlerden birinin çocuğu oldu mu?" diye sordu.
- "Bilmiyoruz" diye cevap verdiler.
Yahudi, "Vallahi sizin bu ihmalinizden iğreniyorum!
"Bakın, ey Kureyş topluluğu, size ne söylüyorum, iyi dinleyin. Bu gece, bu ümmetin en son peygamberi Ahmed doğdu. Eğer yanlışım varsa, Filistin'in kudsiyetini inkâr etmiş olayım. Evet, onun iki küreği arasında kırmızımtırak, üzerinde tüyler bulunan bir ben var" dedi.
Toplantıda bulunanlar Yahudinin sözünden hayrete düştüler ve dağıldılar. Her birisi evlerine döndüğünde bu durumu ev halkına anlattılar. "Bu gece Abdülmuttalib'in oğlu Abdullah'ın bir oğlu doğdu. Adını Muhammed koydular." haberini aldılar.
Ertesi gün Yahudiye vardılar:
"Bahsettiğin çocuğun bizim aramızda dünyaya geldiğini duydun mu?" dediler.
Yahudi "Onun doğumu benim size haber verdiğimden önce midir, sonra mıdır?" dedi.
Onlar, "Öncedir ve ismi Ahmed'dir" dediler. Yahudi, "Beni ona götürün" dedi.
Yahudi ile beraber kalkıp Hz. Âmine'nin evine gittiler, içeri girdiler.
Pegamberimizi Yahudinin yanına çıkardılar. Yahudi Peygamberimizin sırtındaki beni görünce, üzerine baygınlık geldi, fenalaştı. Kendine gelip ayıldığı sırada,
"Ne oldu sana, yazıklar olsun" dediler.
Yahudi, "Artık İsrailoğullarndan peygamberlik gitti. Ellerinden kitap da gitti. Artık Yahudi âlimlerinin kıymet ve itibarları da kalmadı. Araplar peygamberleriyle kurtuluşa ereceklerdir.
"Ey Kureyş topluluğu, ferahladınız mı? Vallahi size, doğudan batıya kadar ulaşacak bir güç, kuvvet ve bir üstünlük verilecektir" dedi.(2)
Kâinatın Efendisini dünyaya getiren bahtiyar annenin henüz dünyaya gelmeden görüp gördükleri çok manalıydı..
Peygamber Efendimize hamileyken rüyasında, "Sen, insanların en hayırlısına ve bu ümmetin efendisine hamile oldun. Onu dünyaya getirdiğin zaman 'Her hasetçinin şerrinden koruması için bir ve tek olana sığınırım' de, sonra ona Ahmed yahut Muhammed ismini ver."
Yine kendisinden çıkan bir nurun aydınlığında bütün doğuyu ve batiyi, Şam ve Busra saray ve çarşılarını, hattâ Busra'daki develerin uzanan boyunlarını gördüğünü Abdülmüttalib'e anlatmıştı.(3)
Aynı gece Hz. Âmine'nin yanında bulunan Osman ibn Âs'ın annesinin gördükleri de şöyle:
"O gece evin içi nurla doldu, yıldızların sanki üzerimize dökülecekmiş gibi sarktıklarını gördük."
Evet bu ulvî anı dile getiren Mevlid'in yazarı Süleyman Çelebi bütün bu hakikatleri şu beytiyle şiirleştirmiştir:
"Hem Muhammed gelmesi oldu yakin
Çok alâmetler belürdi gelmedin"
Rabiülevvel ayının 12. Pazartesi gecesi, yapılan hesaplamalara göre, Miladi takvime göre 20 Nisan'a denk gelen gece idi.
Dünyayı şereflendiren iki Cihan Serverinin üzerini o günün bir âdeti olarak bir çanakla kapattılar.
Araplara göre o zaman, gece doğan çocuğun üzerine bir çanak koymak ve gündüz olmadan ona bakmamak âdetti. Fakat bir de baktılar ki. Peygamber Efendimizin üzerine konulan çanak yarılarak ikiye ayrılmış, Efendimiz gözlerini gökyüzüne dikmiş, başparmağını emiyordu.(5)
Evet, bu işaret her türlü küfrün, zulmün, şirkin ve her türlü bâtıl inanç ve âdetlerin parçalanıp yok olması, imanın, nurun ve hidâyetin kâinatı aydınlatması için gönderilmiş bir Peygamber idi.
Aynı gece Kabe'de tapılmakta olan cansız putların çoğunun başaşağı devrildiği görüldü.
Aynı gece Kisra sarayının beşik gibi sallanıp on dört balkonunun parçalanıp yerlere düştüğü öğrenildi.
Sava'da mukaddes tanınan gölün suyunun çekilip gittiği görüldü.
Bin senedir yakılan ve söndürülmeyen mecusi ateşinin sönüverdiği müşahede edildi.
Bütün bunlar işaret ve alamettir ki, yeni dünyaya gelen zat ateşe tapmayı, puta tapmayı kaldırıp, Fars saltanatını parçalayarak Allah'ın izni olmadan kutsal tanınan şeylerin kutsallığını ortadan kaldıracaktır.(6)
İşte bu geceye Veladet-i Nebi gecesi diyor ve onun bütün kalbimizle, ruhumuzla her sene yeniden yâd edip kutluyoruz. Bütün kâinatla bu geceyi karşılayarak onun âleme teşrifine kıyam ediyoruz.
Getirdiği ebedi nura, açtığı saadet caddesine ve sünnet-i seniyyesine yeniden sımsıkı sarılmak ve Mevlid Kandilini vesile ederek ona yeniden biatimizi, bağlılığımızı tazelemek ne yüce bir şeref ve ne büyük bir saadettir.
Yüce Rabbim bizleri sevgili Resulünün şefaatine nail eylesin.
Kaynaklar:
(1)İbn-i Sa'd, Tabakat, 1:60.
(2)A.g.e, 1:162-163.
(3)Taberî Tarihi, 2:125; İbn-i Sa'd, Tabakat, 1:102.
(4)A.g.e., 1:102.
(5)İbn-i Sa'd, Tabakat, 1:102.
(6)Bediüzzaman, Mektûbat,s:161,162.
2 Şubat 2012 Perşembe
Yeni perdeler
Geçen salı pazarına gittiğim de evin perdelerini değiştirdiğimi söylemiştim.Perdeler bunlar bir de mutfak perdesi aldım aynı şekilde başka desenli perdeler.Altındaki eski güneşlikler krem renginde olduğu için güneşlik almam gerekliydi ama ben kliniğin perdelerini yapmıştım . Artan keten kumaşları baktım olacak gibi Salı Pazarından aldığım bordürler ile olabileceğine karar verince geriye dikmek kaldı.
Şimdi elimde önce dikiyorum . Camın boyu 2 m olacak eni ise 3 m benim kumaşlarım da 20 cm kadar bir fark olacak o yüzden önce bordürü sarma tekniğiyle dikip sonrasında kesmek yerine tek tek aralıklı dikiyorum .bu da bana 10 cm kazandırıyor.Elde diktikten sonra makine de geçiçem eğer yine cama kısa gelirlerse ucuna da güpür dikmeyi düşünüyorum . Bu aralar dikiş mevzusu böyle akşamdan akşama dikebildiğim kadar işte.En kısa zamanda umarım biter bir de camda fotoğraflarım. merak edenler için perdeleri 5 m si 100 tl aldım.Bordür ise sadece 50 krş yaklaşık 4 m kadar var . Salı Pazarı Kocamustafa paşa da Odabaşı Cami civarında kuruluyor gitmek isteyenler için ya da bu civarlarda oturanlar için .
1 Şubat 2012 Çarşamba
Limango singer indirimi kaçar mıı
aslında normal lastikler kesilipte yapılabilir ama çok ucuz 2,90 tl |
evde dikiş teknikleri kitabı var birde bunu aldım 19,9 tl |
keddy nin blogunda okumuştum indirimi o da bundan almıştı 6,90 tl |
sırf evde ihtiyacım olur diye aldım 3,9 tl |
kımı dikeceğim şeylerde ihtiyacım olur bellimi olur :)2,9 tl |
her tuhafiyede bulunur singer kalitesi ve ucuz olunca 2,9 tl |
sırf kalite diye aldım singer yahu daha ne 2,9 tl |
kararsız kaldım ama evde cetvel var dedim |
aslında bunu çok istiyorum ama kendim kılıf dikerim diye düşündüm . |
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)