TUTUM
Öncelikle iki anımı yazarak başlayacağım. Sonrasında bakalım
kelimeler nereye gidecek?
İlkokula gidiyoruz bir ilkbahar ayında Çanakkale merkeze
gezi düzenlediler. Beşinci sınıftayız, üçüncü sınıfta ilçeye okula başlamışım.
Otobüsler gelecek, bizi götürecek. Ninemin, yumurta sepetine, annemle yolluk
hazırladık. Sepetim o kadar güzel ki, heyecandan öleceğim. Herkes sırt çantası
ve annesiyle gelmiş okula, ben sepetimle ve annesiz oradayım.
Gittik gezdik gördük. Dönüş yolunda üçerli oturuyoruz koltuklarda.
Tabi herkes zaten arkadaş ben bu ikili ilişkileri ve arkadaş ilişkilerini
geliştirebilen bir insan değilim. Ayrıca dışlanan bir çocuğum ya da öyle
hissediyorum. Dönerken arkadaşlarla aramızda nedenini hatırlamadığım bir
konuşma geçti. İsimleri ve yaşadığım olay dün gibi aklımda ama burada olmasalar
bile isimlerini vermeyeceğim.
Biri yanlış bir söz söyledi, diğeride dedi ki; ‘ Öyle yapma Allah
kızar!’ bende hemen çıkıştım. ‘Sen Allahın kızacağını nereden biliyorsun? Allahla
konuştun mu?’ buz gibi bir rüzgâr esti. Tüm yol boyunca o ikisi fıkırdadılar
ama ben bozuldum.
Kliniğe yeni başladığım dönemlerdi. Bir hemşire, hemde bizim
oralı, aman nasıl mutluyum, hem hemşeri, hem hemşire, birini gördüm ve
çalışıyorum diye anlatamam. Bir gün benim masamın sağında olan acilin
lavabosunda ellerini tıkıyor. Nöbet çıkışı onu görünce kanım kaynadı herhalde
ellerimle beline dokunup şaka yaptım. ‘Günaydın.’ dedim.
Arkasını döndü ve bana kızdı. Hemde çok kızdı. Sen ne biçim
insansın, ben böyle şeylerden rahatsız olurum falan diye. Bende özür diledim. Birde
kızdım kendime, yav bu ne samimiyetsizlik kendine gel Püskül dedim.
Çok zaman geçmedi. Bizim nezaketi ve güzelliğiyle göz
dolduran diş hekimiz de bir gün aynı yerde benim yaptığım hareketi hemşehrime
yaptı. Aman, hemşehri bir sarıldı kadına, nasılsın günaydın diye, bir
cilveleşmeler, bir nezaketler.
Ben tabi arkalarında masada oturan masum köylü, acıların
kadını modunda seyre daldım. Sesimi çıkartmadım. Ondan sonra öğrendim ki; ye
kürküm ye!
İşte o kürkü yemem!
Hayatım boyunca dik başlı, dediğim dedik, inatçı oldum ama
ailevi sebepler, hayatı fark etme öğretimin geç olgunlaşması, ergenlikteki çılgınlıklardan
zevk almam diyerek bu konuyu kapatıyorum.
Tüketmem, vitrine önem vermem. Ama içindekiler, benim için hazinedir.
Saygı ve sevgiyi önemserim. Saygı tamam da sevgi benim için çok önemlidir.
On üç sene neredeyse klinikte çalıştım ama hiç kimseye konumundan
dolayı saygı duymadım. Örtger’den korkuyordum o ayrı! Menfaatim doğrultusunda
hareket etmedim. Karşımdaki bana zarar vermiyorsa yardım etmekten çekinmedim.
Hayatım boyunca bu düstur bendeydi ama maalesef bunu
çıkarttığınızda toplum tarafından dışlanan bir birey oluyorsunuz. Çok
zorlandım, yıprandım bütün çatışmalarımı bunun üzerine iç dünyamda yaşadım. Kimseye
hayatı zindan etmedim.
Aman karıkoca çalışıyorsunuz, kızınıza temalı bir doğum günü
yapıverin diyenleri duymadım ama bunu yapmadığım için vicdan azabı asla
hissetmedim.
Önüme ne gelirse ben bunu yaparım ki gözüyle hareket ettim. Bizim
ailede bir sistem vardır. Geridönüşüm. Bu harika bir şeydir. Tüm kıyafetlerimiz
geri dönüşüme gider. Ve bunları birbirimize veririz olmayan elime kalanlar için
mutlaka ihtiyaç sahibi birini bulana kadar beklerim. Çocuklarıma oyuncak almam,
kitap sınırsızdır. Oyuncaklar zaten hediye gelir. Gelmese de evdeki tencere
tava harika bir evcilik kurma aracı.
Kıyafetlerin geri dönüşümü yanında ayrıca plastik ve kâğıt
dönüşüme önem veririm. Şişeler anneme gider ve kullanılır. Eski yumurta kapları
köyden yumurta gelir, tekrar gider, sıkılırsam kâğıt dönüşüme gider. Beğendiğim
kıyafeti alırım ama onu yıllarca giyerim. Taki bitene kadar! Tüketmeyi sevmem. O
kıyafeti dikerim, örerim. Şimdilerde oyuncakta örüyorum bizim ikinci çekirdek
mest oluyor.
Yemekler kesinlikle değerlendirilir. Karnabahar kıymalı
kaldıysa ertesi günü beşamel soslu makarnanın tabanına yayılır. Pilav mutlaka
yayla çorbası olur. Elma kabukları sirke olur, portakallar ise pasta böreğe
harika tat verir. Nohut yemeği kalmışsa harika nohutlu pilav oluyor
tavsiyemdir.
Gelelim eşyalara, başkaları benim eşyalarımı beğenecek diye
evime angarya istemem. Beni beğenen böyle gelsin. Gözü aç olana değil, gönlü aç
olana kapım sonuna kadar açıktır.
Ekmekler mutlaka galeta unu olur. Ondan muhteşem Kıbrıs tatlısı
da çıkar, köfte de olur, Şnitzel ise bayılarak
yenir.
Bunca yıllık emeğim var benim emeğimi boşa harcamam. Ama eğitime
harcarım. Kitap alırım, en güzel lüks sofralarda yemek yerim. Nasıl yapmışlar
diye merak eder, bende aynısını yapayım diye yerim. Reçelimi yaparım, salçamı da
sağ olsun var olsun annemin desteği ile yapıyoruz.
Atık sular tuvalete dökülür. Asla sifona ekstra harcanmaz. Kirli
elbisenin kirlenen kısmı çitilenip silinir.
İşte böyle arkadaşlar. Bu kürk meselesinden bende daha ne
anılar varda bugünlük böyle olsun. Öncelikle bir insan üretecek, hiçbir şey
üretemiyorsa fikir üretecek!
Tüketmeyi zenginlik yerine koyan görgüsüzlerden olmayın,
üretin ve çalışın! Arada benim gibi depresyona girip ahaliye yemek
ısmarlayabilirsiniz. Önemli olan bir eylemin olması değil sıklığıdır.
Kalın sağlıcakla…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder