14 Ocak 2020 Salı

TUTUM


Öncelikle iki anımı yazarak başlayacağım. Sonrasında bakalım kelimeler nereye gidecek?
İlkokula gidiyoruz bir ilkbahar ayında Çanakkale merkeze gezi düzenlediler. Beşinci sınıftayız, üçüncü sınıfta ilçeye okula başlamışım. Otobüsler gelecek, bizi götürecek. Ninemin, yumurta sepetine, annemle yolluk hazırladık. Sepetim o kadar güzel ki, heyecandan öleceğim. Herkes sırt çantası ve annesiyle gelmiş okula, ben sepetimle ve annesiz oradayım.
Gittik gezdik gördük. Dönüş yolunda üçerli oturuyoruz koltuklarda. Tabi herkes zaten arkadaş ben bu ikili ilişkileri ve arkadaş ilişkilerini geliştirebilen bir insan değilim. Ayrıca dışlanan bir çocuğum ya da öyle hissediyorum. Dönerken arkadaşlarla aramızda nedenini hatırlamadığım bir konuşma geçti. İsimleri ve yaşadığım olay dün gibi aklımda ama burada olmasalar bile isimlerini vermeyeceğim.
Biri yanlış bir söz söyledi, diğeride dedi ki; ‘ Öyle yapma Allah kızar!’ bende hemen çıkıştım. ‘Sen Allahın kızacağını nereden biliyorsun? Allahla konuştun mu?’ buz gibi bir rüzgâr esti. Tüm yol boyunca o ikisi fıkırdadılar ama ben bozuldum.
Kliniğe yeni başladığım dönemlerdi. Bir hemşire, hemde bizim oralı, aman nasıl mutluyum, hem hemşeri, hem hemşire, birini gördüm ve çalışıyorum diye anlatamam. Bir gün benim masamın sağında olan acilin lavabosunda ellerini tıkıyor. Nöbet çıkışı onu görünce kanım kaynadı herhalde ellerimle beline dokunup şaka yaptım. ‘Günaydın.’ dedim.
Arkasını döndü ve bana kızdı. Hemde çok kızdı. Sen ne biçim insansın, ben böyle şeylerden rahatsız olurum falan diye. Bende özür diledim. Birde kızdım kendime, yav bu ne samimiyetsizlik kendine gel Püskül dedim.
Çok zaman geçmedi. Bizim nezaketi ve güzelliğiyle göz dolduran diş hekimiz de bir gün aynı yerde benim yaptığım hareketi hemşehrime yaptı. Aman, hemşehri bir sarıldı kadına, nasılsın günaydın diye, bir cilveleşmeler, bir nezaketler.
Ben tabi arkalarında masada oturan masum köylü, acıların kadını modunda seyre daldım. Sesimi çıkartmadım. Ondan sonra öğrendim ki; ye kürküm ye!
İşte o kürkü yemem!
Hayatım boyunca dik başlı, dediğim dedik, inatçı oldum ama ailevi sebepler, hayatı fark etme öğretimin geç olgunlaşması, ergenlikteki çılgınlıklardan zevk almam diyerek bu konuyu kapatıyorum.
Tüketmem, vitrine önem vermem. Ama içindekiler, benim için hazinedir. Saygı ve sevgiyi önemserim. Saygı tamam da sevgi benim için çok önemlidir.
On üç sene neredeyse klinikte çalıştım ama hiç kimseye konumundan dolayı saygı duymadım. Örtger’den korkuyordum o ayrı! Menfaatim doğrultusunda hareket etmedim. Karşımdaki bana zarar vermiyorsa yardım etmekten çekinmedim.
Hayatım boyunca bu düstur bendeydi ama maalesef bunu çıkarttığınızda toplum tarafından dışlanan bir birey oluyorsunuz. Çok zorlandım, yıprandım bütün çatışmalarımı bunun üzerine iç dünyamda yaşadım. Kimseye hayatı zindan etmedim.
Aman karıkoca çalışıyorsunuz, kızınıza temalı bir doğum günü yapıverin diyenleri duymadım ama bunu yapmadığım için vicdan azabı asla hissetmedim.
Önüme ne gelirse ben bunu yaparım ki gözüyle hareket ettim. Bizim ailede bir sistem vardır. Geridönüşüm. Bu harika bir şeydir. Tüm kıyafetlerimiz geri dönüşüme gider. Ve bunları birbirimize veririz olmayan elime kalanlar için mutlaka ihtiyaç sahibi birini bulana kadar beklerim. Çocuklarıma oyuncak almam, kitap sınırsızdır. Oyuncaklar zaten hediye gelir. Gelmese de evdeki tencere tava harika bir evcilik kurma aracı.
Kıyafetlerin geri dönüşümü yanında ayrıca plastik ve kâğıt dönüşüme önem veririm. Şişeler anneme gider ve kullanılır. Eski yumurta kapları köyden yumurta gelir, tekrar gider, sıkılırsam kâğıt dönüşüme gider. Beğendiğim kıyafeti alırım ama onu yıllarca giyerim. Taki bitene kadar! Tüketmeyi sevmem. O kıyafeti dikerim, örerim. Şimdilerde oyuncakta örüyorum bizim ikinci çekirdek mest oluyor.
Yemekler kesinlikle değerlendirilir. Karnabahar kıymalı kaldıysa ertesi günü beşamel soslu makarnanın tabanına yayılır. Pilav mutlaka yayla çorbası olur. Elma kabukları sirke olur, portakallar ise pasta böreğe harika tat verir. Nohut yemeği kalmışsa harika nohutlu pilav oluyor tavsiyemdir.
Gelelim eşyalara, başkaları benim eşyalarımı beğenecek diye evime angarya istemem. Beni beğenen böyle gelsin. Gözü aç olana değil, gönlü aç olana kapım sonuna kadar açıktır.
Ekmekler mutlaka galeta unu olur. Ondan muhteşem Kıbrıs tatlısı da çıkar, köfte de olur, Şnitzel ise bayılarak  yenir.
Bunca yıllık emeğim var benim emeğimi boşa harcamam. Ama eğitime harcarım. Kitap alırım, en güzel lüks sofralarda yemek yerim. Nasıl yapmışlar diye merak eder, bende aynısını yapayım diye yerim. Reçelimi yaparım, salçamı da sağ olsun var olsun annemin desteği ile yapıyoruz.
Atık sular tuvalete dökülür. Asla sifona ekstra harcanmaz. Kirli elbisenin kirlenen kısmı çitilenip silinir.
İşte böyle arkadaşlar. Bu kürk meselesinden bende daha ne anılar varda bugünlük böyle olsun. Öncelikle bir insan üretecek, hiçbir şey üretemiyorsa fikir üretecek!
Tüketmeyi zenginlik yerine koyan görgüsüzlerden olmayın, üretin ve çalışın! Arada benim gibi depresyona girip ahaliye yemek ısmarlayabilirsiniz. Önemli olan bir eylemin olması değil sıklığıdır.
Kalın sağlıcakla…

Hiç yorum yok: