6 Ocak 2020 Pazartesi

RUHUMUN BASİT İMTİHANI


Yıl 2004 klinikteki işime yeni başladım. Kayınvalidemin bir oda bir salon evinden ayrıldım. Büyük erkek kardeşim yanımızda. İşe başladıktan sadece bir hafta sonra yeni evimize taşındık. Babam devletin zorunlu misafiri, dokuz aylık evliyim.
Kardeşim kısa dönem askere gidip gelmişti. Bursa da yaşamayı planlıyordu. İstanbul’a gelmesini istedim. Ev bulduk taşındık. Eşya yok. Sadece yatak odası var. Beyaz eşyaları alacağız, o zamanlar kredi kartı diye bir şey yok. Kimse bize mal satmıyor. Cemo sigortasız nalburda iş bekliyor. Ben klinikte sigortasız çalışıyorum.
Düğünden kalan dört bilezik var. İkisi daha önce eve gitti. Eşya hiç yok. Isıtıcıda su ısıtıyoruz, boya kovasında ılıştırıp duş alıyoruz. Küçük meyve kasalarından ufak bir masa yaptık. Üstünde yemek yiyoruz.
Kefil bulduk eşyaları aldık. Maaşım 350 lira, kira 300 tl, beyaz eşyaların taksiti 250 tl, evde doğalgaz yok abonmanlık para, ocak yok, koltuk yok, ama Tv var, buzdolabı çamaşır makinesi, her şey alırlar ama bulaşık makinesi almazlar diye çeyizimde getirdiğim bulaşık makinesi bile var.
Klinikteki süreç çok sancılı, herkese kendimi kanıtlama bu işi bırakmamam gerekiyor. Cemo malum iş bulursa gidiyor. Makine mühendisi memleketlisinin yanında işlere gidiyor. Haftalık 100 lira belki kazanıyor.  Büyük erkek kardeşim iş arıyor ama o da yaşadıklarımızdan sonra depresyonda!
Sancılıyım bu iş biterse ben yanarım. Kendimi ispat etmeliyim bu insanların güvenini kazanmalıyım derdindeyim. Ama ast üst ilişkisi fena, Örtger zehir gibi…
Bir gün bir öğle yemeği sırasında, yemeğini yiyip pet bardaktan çayını içmekte olan Gacet, bizim Karlos ile konuşuyor. Bende yanlarında yemeğimi yiyip kaçma derdindeyim. Aman kızarlar diye uzun tutmamak için acele ediyorum.
Gacet mesleklerin anlamlarından bahsediyor. ‘Düşünsene bazı mesleklerin hiç anlamı yok! Biz insanların hayatlarına tutunuyoruz, bir anlamı olan mesleğimiz var. Bankacılar öylemi? Sadece meta işleri. Mesela Püskül tek işi para almak ve vermek, iki üç fiş kesmek kayıt açmak.’ diye ekliyor.
Ben içimden aha bu adam beni gözden çıkarttı beğenmedi yaptığım işin basit temelli ve aptalların işi olduğundan bahsediyor diyorum. İçimden bu iş benim için ne kadar gerekli bir bilsen diye geçiriyorum. Allahtan tabağım bitiyor da kalkıp masama dönüyorum.
Basit, hiçbir zeka gerektirmeyen, anlamsız bir iş cümlesi kafamda dönüp duruyor. Bir yandan bu iş bitecek beni bırakacaklar diye ödüm kopuyor.
Beş para yok! Görümcemden eski koltuklar geldi, birisi iki çekyat verdi. Birisi eski halısını derken ev yavaş yavaş adam oluyor. Doğalgazı Cemo çekiyor eve. Ama boya yapmış olmamıza rağmen baca temizliği sırasında evi mahvediyor. Tüm duvarlar simsiyah.
Basit zekâ gerektirmeyen, meta yüklü aptal iş! Bu adamlar için ben kolay vazgeçilen bir çalışanım cümlesi kafamda dönüyor. Cemo sürekli iş bulamıyor. Akşamları yemek yapmak ev işlerini yapmak zor geliyor. Yorgunluktan ölüyorum. Kliniğin salonu hıncahınç hasta ile dolu. Muayene on lira, sıra bitmiyor. Enjeksiyona hesap sırası koymayı planlıyoruz.
Cemo bazen işe gitmiyor bile… İş yok! Kardeşim iş arıyor ama depresyonda! Evde hep yatar halde, saç sakal birbirine karışmış.
Bir yaz akşamı işten çıktım. Cebimde beş kuruş yok. Kasada on lira eksik çıktı, cebimdeki beş lirayı koyup beş lira hacıdan borç aldım. Eve yürüyeceğim gocunmuyorum zaten yürümeyi severim. Basit, zekâ gerektirmeyen bir iş lafı beynimde dönüyor. Kardeşim berbat halde. Samatya hastanesinin altından geçerken yolu değiştirip sahile iniyorum. Oturuyorum kenardaki taşa!
Başlıyorum düşünmeye. Bu dünya ne ya? Babam orda, annem orda, kardeşim berbat halde Cemo işsiz, benim elimde ne var ki? Berbat işe yaramayan bir insanım ben. En iyisi atayım kendimi kurtulayım diyorum.
Ruhum sanki bedenimi idam etmeye kararlı ve bedenimi suçlayacak birçok savı elinde. Beş para etmez okumayan, saçma sapan evlilik yapan, beş para etmez bir insansın diye haykırıyor. Atacağım bu suya, tuzunda boğulayım. Burnumun deliklerinden genzime kaçıp acımtırak bir halimle öleyim en iyisi.
Bir saat orada öylece kalıyorum. Yaz akşamı herkes yürüyüşe çıkmış, çoluk çocuk karı koca, bizim herif kahveden gelse evde uyur. Kardeş desen bu dünyaya gelmesem daha iyi modunda. Aha bir salak da ben! Bu dünya ne ya?
Eve döndüm, son kalan bulgurdan pilav ve az kalmış yoğurttan ayran yaptım. Kardeş yemedi. Cemo gelmedi ben yedim. Sonra Cemo geldi tokum dedi.
Aldım kardeşi çıktık dışarı kuşların meydanına indik oturduk banka! Sustuk önce, sonra başladı konuşmaya, neler yaşadığına okulda başına neler geldiğine, neler hissettiğine, kaç kere ölmek istediğine kadar konuştuk.
O gün kardeşinin de bunu yaşadığını bilmiyordu. Bilmemeliydi o sağlıklı düşünemiyordu, benimse ölmeyi gözüm kesmiyordu.
Çünkü dünyamda ben kendime gerekliydim. Basit zekâ gerektirmeyen bir iş olsa da benim bir işim vardı. Ben bu dünyayı kurtaramazdım ama kendimi kurtarmalıydım. Anamın acısına ben acı katmamalıydım. acıma yüklenip ayağa kalkmalıydım.

Hiç yorum yok: