31 Temmuz 2015 Cuma

Dünyayı Nasıl Döndürürüz Önerileri



Dünya bir yerlere gidiyor. Hem de bizim elimizle ayağımızla yürüyor. Bilim adamları çevreyle ilgili değişikleri, delinen ozonun boyunu santim santim ilerleyişinin ne gibi zararları olacağını anlatıyor.
Durmadan ısınan, soğuyan, yağan yağmayan, kokan kokmayan, su kaynakları tükenen, yeni kaynaklar için artık diğer şehirlerini sularını bencil amaçlarla toplayan şehirler haline geldik.
Şu bir gerçek. Dünya inanılmaz sınırsız imkânların insanların önüne rahatlıkla sunulduğu bir hal alıyor. İnsanlar doymuyor, doysa da dahasını istiyor. Bunun doğru olup olmadığını tartışmak bir yana, daha çok tüketen insanlar oluyoruz.
Somutu da soyutu da daha çabuk tüketiyoruz. Gittikçe kolaylaşan hayat koşulları, giderek makineleşen ve insansız hayata dönen yaşamımız var.
Annemin üç tavuğu üç koyunu var mesela, doğradığımız meyve ve sebzelerin kabuklarını, kalan ekmek kırıntılarını bahçedeki hayvanlara attığımızda bir nevi geri dönüşüm sağlıyoruz. Atık kâğıtlar ekmek fırınında kullanılırken, plastikler için bir çözüm yok.
Köy kahvesinin önündeki çöplükte soda şişeleri birikiyor. Onlar için henüz geri dönüşüm konulmamış. İlçenin bütün köylerinden toplansa bence şişe fabrikası kurulabilir. Bunun için iki kez ilçenin belediyesine yazı yazdım. Nasıl sonuçlandı dönüş olmadığı için bilmiyorum.
Köy hayatından şehir hayatına geçmek, refah seviyesinin tüketim seviyesizliğine taşımak ne kadar bilinçsiz bir yolda yürüdüğümüzün göstergesi… Ne yapalım yani insanlar rahat yaşamasınlar mı ? Tabiî ki teknolojinin nimetlerinden en etkin biçimde yararlanmak hakkımız ama dünyayı çöplüğe döndürmenin anlamı yok!
Kamu spotlarında, reklamlar ve afişlerde hep bir hareket etmekten bahsediyor. obezitenin, kanserin tükettiği yaşamlar için, sağlıklı yaşam için yürüyün, sağlıklı beslenin diyor.
Diyor ama bence aslında yapması gereken başka görevleri de var.
Madem insanlar hareket edecekler, yürüyecekler, toplu taşıma araçlarını kullanacaklar  o zaman; trafik ışıklarını araçlara yayaların üç katı fazla kullanım hakkı vermeyeceksin.Araçlar yayalardan daha fazla bekleyecek.
Bisikletliler için özel yollar yapacaksın. Kadınların bisiklet kullanmasını tuhaf ve erotik bulan erkeklerin kafasına çim ekeceksin.
Yine belediyelerin verdiği bisiklet kiralama hizmetini özel şirketlere peşkeş çekmeyeceksin.
Apartmanlarda geri dönüşümlü çöp hizmeti ayrışımını zorunlu kılacaksın. Hiç olmazsa çöp konteynerlerinin yanına geri dönüşüm kutuları koyacaksın. Ama emek işçilerine öncelik tanı, istihdamda lazım.
Atık yağları apartman önünden toplayacaksın, apartmanlara atık yağ bidonları koyup günlük toplama hizmeti verebilirsin.
Artmış gıdalar, ekmekler hayvan yemi olabilir. Ben bozulan meyvelerden sirke yapıyorum, onun posalarını toprağın altına koyup kompost ediniyorum bu da bir gübre olarak kullanılıyor. 
Kumaş geri dönüşümü yapılabilir. Çöpe atmak yerine toplanılan eski kıyafetlerin iyileri ihtiyaç sahiplerine ulaştırılabilir. Kullanılmayacak durumda olanlar ise, dokunup kilim (cacala)yapılabilir. Eskiden annemler yapardı. Bunlar belediye yararına çok yüksek fiyatlarına bile satılabilir eminim.
Teknoloji atık üniteleri de kurmayı unutmayın. Sadece atıklar konusunda yapılacak ve zorunlu kılınacak ufak bir yatırım büyük bir geri dönüşüm ve mali verim sağlayabilir.
Sağlık konusunda, önce tüketiciyi bilinçli tüketmeye yönelteceksin. Azotla verimi arttırılmış patates, böcekleri temizlenmiş, otları büyütülüp çapalanmamış sebze yedirmeyeceksin. Çiftçiyi pahalı üretince pahalı satmaya, kendi tohumunu kullanmaya yönelteceksin. Malum maliyet yüksek olunca fiyat da yükselecek ama tabi alım gücünü arttıracaksın.
 Bak mümkünse insanları şehre göç etmeden az ile değil yaşam hakkı olanla yaşatmaya çalışacaksın. Termik santral kurmana da gerek kalmaz insanlarda kanser olmaz değil mi?

Benden bu kadar… Dahası çıkar mı bilmem ama vardır aklın köşesinde kalan. Sen bunları yap bak neler olur gör o zaman…

30 Temmuz 2015 Perşembe

YİNE POLİTİK

Geçenlerde bir yakınım vefat etti. Yaşlıydı birçok kronik hastalığı vardı. Allah çektirmedi. Akrabamız, sevdiğim insan, ölümün soğuk yüzüne ilk kez onunla dokunabildim.
Sabah erken saat de vefat etti. Belediyeyi aradık, hafta sonuydu doktor eve gelecek rapor tutacak ve mezarlıklar müdürlüğünde işlemler yapılacaktı. Burada evde mezarda çok para Allahtan hazır mezarımız var evimiz olmasa da olur.
Mezarları hazırdı. İşlemler yapıldı. Ambulans geldi yine yıkama hizmeti için ambulansla götürüldü. Cenaze arabasıyla geldi. Hem evin önünde komşularda helallik alındı hem de camide namazı kılınıp helallik alındı.
Belediye mezarlığa gömüleceği zaman bir servis tayin etti gideceklere. Yıkama, kefen vs işleri ücretsiz yaptı. Akşam için ise eve gelenlere yiyecek gönderdi.
 Ahhh ninemler eskiden kefen parası biriktirirlerdi. sattıkları yumurta, yoğurt , sütten. Yanlışım varsa düzeltin sanırım bütün belediyeler bu hizmeti veriyor. Mezar masrafını saymazsak iyi hizmet.
3 metrelik bez işte ama o bile bir zamanlar ne pahalı idi demek ki…
Mesela çöp konteynerlerinin yer altına inmesinin iyi bir hizmet olduğunu düşünüyor bazı arkadaşlar. Kliniğin önüne ambulans için iki kez duba yaptı belediye bizim insanoğlumuz koca kamyonla çarpmasa bizde demirci bulmak zorunda kalmayacaktık.
Bir arkadaş ise belediyelerdeki tapu işleri için, konuşmuştuk işin içinde, yeni belediyelerin bu tapu dairelerinde ve proje onaylarından eskisinden daha az rüşvetlerin döndüğünü duymuştum. daha iyi hizmet veriyorlarmış.
Eski zihniyette daha el altından, göbek üstünden yürüyormuş bu işler, birazda karşılıksız para ve ben bunun karşılığını rahatça söyleyemiyorum.
Şimdi diyeceğim şu parti diye ama olmayacak. Neyse… Herkes bir değil ,çıkarsız ve vicdanıyla hareket eden insanların bir yerlerde bolca olduğunun hayalini kurmak daha çekici geliyor.
Sanırım hükümetin en çok sınıfta kaldığı mesele eğitim meselesi. sanmak biraz az kalıyor ya !!! ama işte…ilkokula giden bir kızım olduğu için bu konuya daha vakıf sayılırım.
Dershanelerin kapatılması, bir birine paralel giden iki doğrunun her ne hikmetse birbirini kesmeye çalıştığı kesişen doğrular haline geldiği allak bullak bir sistem halini aldı.
Şimdilik dershane falan gibi durumlara girmedik. Ama gelecek bizi buralara götürüyor. Çalışan bir anne olduğum için çocuğumun tam gün okuması gerekiyor. Şükür ki annem yanımda ve desteğini üzerimden çekmiyor. Ama yinede bütün öğlenden sonrasını sıkıntıdan patlayarak tv karşısında geçiren ve boş boş yaşayan bir birey yetiştirdiğimi düşünmüyor değilim.
Tam gün okula gönderdiğimde, servis yol yemek masraflarını karşılamak zorundayım. Bunlar maaşımın yarısı ediyor. Ne var bir çocuk, ikiniz çalışıyorsunuz diyebilirsiniz. Evet, bazen bende öyle düşünüyorum. Ama neden devlet herkese eşit eğitim hakkı vermiyor. Bunu yapmak onun görevi değil mi? bu sadece benim için değil tüm çalışan, çalışmayan ebeveynler için aynı olmalı.
Kim olursa olsun eşit sistemde eşit eğitim almalı.
Etüt , yardımcı destek kitaplar, sistemler, iki dakikalık tenefüsler, oyun oynanamayan okul bahçeleri , müzik laboratuarı olmayan, okullardan bahsetmiyorum.
Birde büyük şehirde yaşamanın dezavantajıyla yazın çocukları nasıl eyleyeceğimiz konusu var ki o ayrı bir olay. Belediyemizin yaz okulları ve belli saatleri var. Tam gün gönderebilirsiniz ama yemek ve yol konusunda sistemleri daha oturmamış. Ücretsiz ama ek hizmetler verildiğinde, doğal olarak ek ücret var.
Geçen yıl bir cahillik edip, yazdırdım baktım ki çocukların yanında ebeveynler de gidiyor ben çalışan anayım, verdiğim ek ücretleri almak için üç kez belediyeye gidip dilekçe vermem gerekse de , üstüne üstlük memur dosyamı kaybedip al bacı ne olacak napalım diyip parayı önüme atsa da ben üç kuruş ta olsa bir daha işini düzgün yapsın diye parayı alıp arkamı dönmeden çekip gittim.
Bu yıl biriktirdiğimiz parayı basıp ,adam gibi belediyenin yine ama yüksek fiyatlı spor okuluna gönderdik. Gerçekten kürk mü yiyor yoksa düdük mü çalıyor bilmiyorum ama bu baskılı şeyler adamı adam zannettiriyor.
Diğer yandan etütlü için daha denememiş olsak da evimizin yakınında semt konağında hem okul zamanı hem de yaz tatilinde gidebileceği, Osmanlıcadan tiyatroya kadar ayrıca üst sınıflara yardımcı ders desteği veren bir yer var.
Bu yıl okul sezonunda deneyip göreceğiz. ama gerçekten iyi hizmet veriyorlarsa hem ücretsiz hem bol eğitim ve etkinlikli bir okul dönemi bizi bekliyor. Getirip götürme aşamasını aşarsak ki ben artık kız büyüdü gidip gelebilir desem de çevreye inanılmaz güvensizim. Hayırlısı deyip kestiriyorum.
Şimdi, en çok oyu alıp hükümet kurma yetkisi verilen ve uzun süre tek başına iktidar olan bir partinin neden oy aldığını az çok tahmin edebiliyorsunuzdur. Türk filmi boşuna çekilmiyor ya da adına boşuna Türk Filmi denmiyor. Acıların çocuğu kıvamında büyüdüğümüz hayatların, acınası yokluğun varlığını ve lüksünü yaşıyoruz. Her alile de bir emekli var ve gerçekten eşek olursan semer vuran çok olur cinsinden çalışırsanız iyi kötü birikiminiz oluyor.
Birbirlerine kenetlenmiş biçimde çalışıyorlar, işlerine çok hakim olmasalar da birbirlerini koruma- kayırma gibi bağlılık gösteriyorlar. Bu doğru mu? Hayır, ama sistemin yürümesi için sistemin oturmuş olması değil, itaatkâr olunması gerekiyor.
Chp ye gelince, bence kendi tabanlarından birlik ve beraberlik yok. Herkes kendi borusunu öttürmeye çalışıyor. Adamlar kendi çürüklerini temizleyemiyor. Ve bence itaatsizlik doğru ve realist olan sistem işlemiyor. belkide her kafadan farklı çıkan sesler, bir arada toplansa daha iyi olacak. Ya da siyasi liderlerlerini lider gibi görseler.
Mhp; bence artık milliyetçilik bitti, herkes kendi derdinde, Türkler ve Kürtler ayrımını evliliklerle aştık. Birde uluslar arası evlilikler bile arttığına göre gerek bile kalmadı. Türkler kızlarını veriyor da birde Kürtlerden kız alsaydık bu yolda ileri adımlar atmış sayılabilirdik.
Hdp: oluşumun siyasi arenada söz sahibi olması ilerleyici demokrasi adına büyük bir adım. Her ne olursa olsun siyasi düzene adapte olmuş ideolojisi bireysel haklar ve kimlik hakları olan bir oluşumun liderlerinin bir süre sonra siyasi düzene kendi çıkarları için ayak uydurduklarını düşünüyorum.Daha çok yeni , zaman bize doğruyu gösterecek.
Peki, ne olmalı?
İşte bu en can alıcı sorudur. İnsanlar bireysel haklarının ve yaşamsal gerekliliklerinin yerine getirilmesini fazladan bir hak verilmiş gibi hissetmedikleri sistemler olmalı. Bu sistemin başında ki gerek başkan, gerek lider sadece ama sadece sitemin yöneten ve demokratik olarak ilerlemesini sağlayan kişisel çıkarlarını üstün tutması engellenmeden vicdanen görevini yapan kişi olmalı.
Bu da ancak sanırım iyi eğitim almış ve sınırlandırılmamış, öz disiplinini sağlamış zihinlerle ve onlara oluşturulan ortamlarla olur.
Kesinlikle kendi görüş ve düşüncelerimdir. Farklısı elbette düşünülebilir. Gözümden kaçan eksiklikler olabilir.
Bunu da ancak biz yapabiliriz, sisteme rağmen vicdanlı çocuklar yetiştirerek, sisteme rağmen bildiğimiz doğrudan  şaşmayarak, sisteme rağmen boşvermeyerek, sisteme rağmen mücadeleyi bırakmayarak...
 





29 Temmuz 2015 Çarşamba

POLİTİK

George Orvel ‘in Hayvan Çiftliği isimli kitabında önce hayvanlar isyan eder. By Jones ‘in çifliğini ele geçirirler. Artık domuzlar çiftliğin liderleridir. Daha devamını merak ediyorsanız, yüz sayfalık bu eseri okuyun. Aslında sistemi ve sistemsizliği anlamak için iyi bir kitaptır. Kısa ve öz…
Hayvan çiftliğinde, hayvanlar isyan ettiğinde hemen domuzlar birlik ve beraberlikten bahsederler. Sonrasında ortalık sütliman olur. Çalışkan beygir Boxer itaatkâr ve çalışkandır. Eşşek benjamin, dedikoducu karga ve diğerleri.
Domuzlar yer  diğerleri bakar bu domuzlar ara sıra da çekişirler. Olan yine bizim beygirlere, eşeklere, kargalara ineklere, tavuklara olur.

Yine George Orwel, 1984 adlı eserinde ki bence başyapıtlardan ve okunması gereken kitaplardan olması gerekir. Başkarakter Winston, her şeyin kayıt altına alındığı, TV de sadece istenilenlerin, dayatılanların seyrettirildiği, herkesin aynı olmaya zorlanıldığı, düşünce farklılıklarının olmadığı bir dünyada yaşamaktadır. Her anınız gözetleniyor, davranışlarınız ve çocuklarınız sizi ele veriyor.
Hiç çekici bir dünya düzeni değil di mi?
Cemo; geçenlerde “ Politik yazma.” dedi. Neden dedim. İnsanlar hem politik yazıları beğenip fişlenmekten korkuyor, hem de eşimin politik meseleler yüzünden zarar görmesini istemiyorum dedi.
Okuyor mu bilmiyorum ama demek ki birkaç yazıya denk gelmiş. Bazen evde hararetli bir biçim de tartıştığımız olur. Beklide eşini iyi tanıyor. Ne kadar doğruyu söylemeye, dilediğim gibi konuşmaya – yazmaya meyilli olduğumu biliyor.
Acaba böyle bir dünyaya doğru  mu ilerliyoruz? yaptığımız her şeyin gözlendiği, itaatsizliğin fişlendiği , duygu ve düşüncelerin örselendiği, yazmanın verdiği özgürlüğün kısıtlandığı bir dünyada mı yaşayacağız?

Nasıl da fillerin istemediğinde, tepiştiği ve karıncaların ezildiği bir dönemdeyiz farkında mısınız? Rahat değilim. Neden böyle hissetiğimi de bilmiyorum. Acabalar soru işaretleri ile kafamda dönüp duruyor.
Ayn Rand; kadınları özgür bırakırsanız, onlara zihinsel ve mekansal fırsatlar verirseniz, dünyanın kapısını aralayabileceğimizi söylemek istemişti. Şimdi daha iyi anlıyorum. Zihinsel özgürlük bambaşka bir şey, başka bir boyut ve başka bir yaşam…
Dilerim zihinler özgür , dünyalar özgür , insanlar savaşsız bir dünyada yaşasınlar….



28 Temmuz 2015 Salı

İYİ MİSİNİZ ?

Asiye, 5 yaşında, Cerebral Palsy hastası ayrıca hidrosefalisi var. Sağlıkçı arkadaşlar ne demek istediğimi anlar. Yanındaki kadın “Doğumda oksijensiz kaldı.” dedi.
İyi bakılmış, şantı var, ayaklarındaki kasılmalar için yarım diz protez  kullanıyor. Simsiyah gözleri var kirpikleri çok uzun. İyi bakım, ilgi gördüğü belli. Kusma ve ateşi olduğu için getirilmiş.5 yaşında ve şimdiye kadar gördüğüm hastalar arasında en iyi bakılmış hasta.
Genç bir erkeğin omzunda getirdiler. Çarşaflı bayan kimliğini verdi ve muayene olacağını söyledi. Kaydını açarken,” Cerebral palsy hastası mı ? “diye sordum evet dedi. Ne kadar iyi bakmışsınız dedim. Elimden geldiğince dedi ve gülümsedi…
Doğumda oksijensiz kaldı dedi. Nerede doğum yaptınız, normal doğum mu diye sordum. Benim çocuğum değil, ben akrabasıyım annesi doğumda öldü dedi.
Hiçbir şey söyleyemedim.
Bu dünyaya, bu ülkeye böyle insanlar lazım. Çarşaflılar şöyle böyle de demeyin kimsenin bikinisi de, çarşafı da kimseyi ilgilendirmez… Giyim kuşam görünüş ; “Ye kürküm ye ciler “için geçerlidir. İnsana insan olduğu için değer veren insandır.

İyi olmak için yapmanız gereken fazla bir şey yok. Kötü olmak için ise kirli bir vicdanla yaşaması en acısı ve çok ağır olsa gerek. Kendinizi daha fazla yormadan vicdanınızın sesini dinleyin.

25 Temmuz 2015 Cumartesi

Tarihimize geçsin lütfen

Tarihe geçen savaş sahneleri oluyorken kendi tarihime geçirmem gerekenler var.
Birkaç gün önce Bizim Bay Bastona Cimcime için bir kitaplık istediğimi söyledim.Buradan görebilirsiniz.
Fotoğrafını gönderdim . iki gün sonra Bay Baston aşağıdaki foto ile sürpriz yaptı. Olmuştu bir tek kumaş dikmek kaldı.

Dün bir rakı organizeri istediğimi söyledim . bugün aşağıdaki foto geldi.


Ya ben ne diyeyim. Bu adam ne desem yapıyor. Öpüp tepeme mi koysam . acaba dana ne yapılacaktı ?

Ne diyeyim Bay baston  başarıların devamını dilerim... 

24 Temmuz 2015 Cuma

Önce İnsan

İdeolojisi önce insan hakları olan bir oluşum, grup ya da hareketin; ensesinden tek kurşunla iki masumu öldürmesi ne kadar insani?

Acaba insanlık hak ararken masum insanları öldürmek ve bunu üstlenmek mi? Misilleme,masum öldürme ne zamandan beri hak arama?

Siyasal, bireysel çıkarlar uğruna beyni ideolojilerin esiri olmuş gençler ne zaman maşa olmayacak?
İşte sistem bu!! Masumların öldüğü, masumluk abidelerinin ise insanlıktan bahsettiği…

Bu sitemi tetikleyen siyasİ kin güruhları insana insan olduğu için değer vermeyi öğrenmelisiniz...
Allah sizi ıslah etsin cehennem zebanileri…

23 Temmuz 2015 Perşembe

SORULMAYAN CEVAPLAR

Bir zamanlar bloglar da mimlemek diye bir şey vardı. Blog arkadaşları kendi aralarında birbirlerini mimler ve o mimlere cevap verilirdi. Bir nevi blog röportajı gibi bir şeydi. Zaten bir zamanlar bloglar ne nasıl yapılırı anlatılırken, şimdilerde satış ve reklam amaçlı kullanılıyor.
Kimse beni okumadığı, merak etmediği için bende kendime sorulmayan sorulara cevap yazmaya karar verdim. Az sonra okuyacağınız sorular tamamen olağan bir biçimde ilerleyecek.
Sorulmayan soruların cevapları
Neden yazıyorsunuz?
Konuşmayı çok severim. Meraklı bir yapım var. bir zamanlar çok konuşurken baktım kimse dinlemiyor bende yazmaya karar verdim. Şimdide insanlar okumayı sevmiyor. okusalarda canları tepki vermek istemiyor.
Nasıl yazıyorsunuz?
Canım istediğinde… Kış aylarında depresif olurum. daha çok okur ve defterlerime yazarım. Aklıma bir şey geldiğinde yazacağım bir defterim ya da not kâğıdım mutlaka çantamda durur. Kalemimde. Bunun yatak ucu versiyonunu daha beceremedim.
En çok nelerden yazıyorsunuz?
Gündem, günce ve geçmiş… Özlemlerim, hissettiklerim. Doğru kelimeleri birleştirirsem doğru cümleler oluşturmaktan zevk alıyorum. Yazmak için bir sebep aramıyorum. Çevremde gördüğüm, etkilendiğim her şey hakkında yazabiliyorum. Sadece bir kelime çağrışımı da etkileyebiliyor bazen…
Ne zamandan beri yazıyorsunuz?
Bilmiyorum. İlkokulda hatıra ve anket defterleri tutmuşum. Ortaokulda akrostiş şiirler yazmışım. Lisede günlüklere dönmüş. Ayrıntıları not düşmek gibi bir takıntım var. En çok lisede yazdığım güncelerimin bir kısmını yaktığım için üzgünüm. Başkasına duygularımı hissettiklerimi anlattığım için kendime kızmıştım. Ve onlar yanarken kendimi affetmiştim. Gençlik işte… Şimdilerde ellerime kızıyorum. Ama aynı ellerde yazmamı sağlıyor…
Yazmaya nasıl başladınız?
Defterlerim ve güncelerim hala duruyor. Bunların içine yazdığım mektupları hiç katmıyorum. Hep yazardım ve yazmayı çok severdim. Erkek kardeşim blog tutmamı evden çalışarak para kazanacağımı söylediğinde, bunu para için yapabileceğimi düşünmedim. Belki de o dönemler cesaretim yoktu. Şimdi hala reklam amaçlı değil de düşünce ve anı yazılarımı yazıyorum. Sonu nereye varacak bilmiyorum.

Hiç kitap yazmayı düşündünüz mü?
Düşünmeden eyleme geçtim. Karakterim ve elli beş sayfam vardı. Öykü bitirme cesaretimi bulamadım. Karakter de, yazılarda kül oldu. Neden oldu bilmiyorum. Ama Sait Faik de bu soruyu çok soruyormuş. “Neden yazıyorum “ sorusu tam bir depresyon sebebi, bunu atlatmak ise bana göre çok zor. Belki de olması gereken bu olabilir, bilemiyorum.

Yazılarınızı başkalarının okuması sizi nasıl etkiliyor?

Hiç etkilemiyor. Çünkü insanlar okusalar da tepki vermiyorlar. Beğenilerini dile getirmeyi ya beceremiyorlar ya da başkalarını beğendiklerini yada beğenmediklerini söyleyebilecek cesarete sahip değiller. Aslında beklide alışmak ile ilgili olabilir. En yakın arkadaşım geçenlerde okumadığını itiraf edince bunun kanıksamak olduğunu düşündüm. Hâlbuki ufak bir işaret bile emek vermiş birine saygıdır. Bazen eşimle  ve kızımla çektirdiğim bir fotoğrafım kadar beğeni almıyor yazılarım.görsellik daha çabuk kavranıyor sanırım . Okuyucunun yorumlara dökmek için vakit yok.

Geçmişle olan bağınızı neden koparamıyorsunuz?
Geçmişle günü sentezliyorum aslında. Birde şöyle düşünüyorum. Ninem dedem kim varsa ailede yaşlılar hepsinin söylediğiyle şimdisi aynı. Onların yaşadığı zorlukları görmeden yaşayıp hayatı daha çabuk kavradık sanki ama onların değerleri, değer verdikleri ile şimdi olması gereken bence aynı…

Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Sorulmayan soruları cevapladığım için teşekkür ederim. Bu yazıyı sonuna kadar okumuş olanların tepkilerini görmek isterdim. Her şekilde yazmış olduklarımın yorumlarına açığım. Eleştiri ve beğeni görmek kendini beğenmek ya da tatmin olma duygusu değil, mutluluk verici ve teşvik edici bir durum. Bu yüzden çok önemsiyorum.







21 Temmuz 2015 Salı

SURUÇ

Bir olay olduğunda; peynir görmüş fare gibi üşüşenlerde oluyor, kedi görmüş fare gibi ortalıktan kaybolanlar da oluyor. Hemen profiller kararıyor. Herkesin isyanı ya da acıyı belli etme şekli farklı tabi.
Ama artık bunları kanıksamış olmak, her acıyı çabucak unutuvermek, işin ucundan bir nebze olan muhalif zihniyetleri karalamak en kötüsü sanırım…
Yaşadığımız coğrafya her şeye gebe… bu sistem neyi zorlayacak, sonrasında neyi getirecek bilmiyorum. Bildiğim yek şey var. İnsanların artık eskisi gibi gözü kapalı hareket etmediği…
Eskisi gibi düşünmediği, bunların yanında düşünceye saygı duymayan bir düşüncesizliği kazandığı. birbirlerini ,birbirileri gibi olmaya zorladığı bir zamana gidiyoruz.
Evlerimiz uzak, sevdiklerimiz uzak olmasına rağmen tek tuşla duyguları ifade edip başkalarına tepki göstermeyi maharet sayıyoruz. Unutmayı da alışkanlık haline getirdiğimiz günler bu günler…
Soma 301 kişi, Karaman, 18, İstanbul 18 kişi daha hatırlamadığım, sorumsuzluk ölümleri… Birde Mısır, Suriye, Irak da yaşanan insanlık dışı yaşananlar, ölenler… Boş yere diye düşünüyorum. Evet, bize göre hiç uğruna ama arkasında ne tür çıkarlar, pis eller, sinsi gülüşler var. Kim bilir?
Belki de kendini amaca adamış, her şeyini ideolojisine bağlamış, aslında beyni savaş ve nefretle yıkanmış bir zamanların masum zihniyeti var.
Bilemiyorum…
Bildiğim tek şey; Reyhanlıyı da unuttuğumuz gibi bunu da unutacağımız. Bu yüzden kendimden her şekilde emin, kendi çizdiğim yolda ilerlemek istiyorum. Bir şey varmış gibi davranıp, bir şey yokmuş gibi yola devam etmek istemiyorum.
Olayların varlığını zihnimde saklayıp, yaşamak istiyorum.
Unuttuğumuz, unutamadığımız ne varsa yaşıyoruz. Biraz korkuyor, sevdiklerimize sarılıyoruz.

Devam ediyor-uz-lar…


Tek şey istiyorum ;dini, dili , ırkı ne olursa olsun.menfaati doğrultusunda , ellerini ovuşturan ve insanlara kıyan tüm yaşam müsvettelerinin cehennemin en dibinde yanmalarını …

15 Temmuz 2015 Çarşamba

BAYRAM TATLISI YAZISI

Kan aldırırsam orucum bozulur mu? İğne yaptırsam oruç nereye kaçar? off 60 gün az mı? sorularının ve Dr. Örtger ‘in açken Dr. Örtger olmadığı bir Ramazanın sonuna geldik.
Bu gece,  hayırlısı ile memlekete yolculuk var. Arife günü için 4 saatlik izin aldım. Birde şu bayram cumartesi bitiverseydi, tatil bir gün daha uzasaydı hiç fena olmayacaktı.
Çok özledim. Annemi, babamı, ninelerimi, halamı, teyzelerimi, arkadaşlarımı, Pomak Ayşe yengemi, Kamile ablamı, Aslıcığımı – görürsem  tabi - , kahvenin önünde oturanları, cami bahçesindeki çam ağaçlarının sesini, Kerim dayımı , tepeyi , dedelerimi çok özledim.
Ne yapacağıma dair bir fikrim yok. Bahçedeki orman masasında kahve içebiliriz. Bayramın 3 günü döneceğim. arife gününü kar sayarsak oda oruç ve dolma sarma gödek pişirmeyle geçecek. Ama iftar sonrası kızlarla buluşsak hiç fena olmaz diye düşünüyorum.
Bir de bayramın 2 . günü okul bahçesinde akşam toplansak nasıl olur diye düşünüyorum. Gelen, gelmek isteyen olur mu? Hep bir düşüncede kalır mı?
Göreceğiz…
Bu yıl hem Cemo’nun hem Cimcime’nin hemde benim dediğim olsun dedik. Cimcime köye gitmek istiyor, Cemo Cimcime ile biraz zaman geçirmek istiyor.- yalan valla her akşam iftardan sonra uyudu- ben de valla ne isterlerse uyacak kıvamdaydım.
Cemo kalsın dedi diye kaldı. Cimcime yaz okuluna gitmek istediği için kaldı. Buza, yüzmeye, jimnastiğe doydu. Bizde ona çok doyduk. Bayram dönüşü artık köyde kalacak. İmam da arkadaşları da çok özlemiş.
Köy dönüşü yalnız olacağım. Giderken de Cemoya el sallayıp gideceğiz. Cimcime artık ne yapar bilemem de Cemo ağlayacak bence…
Sayılı gün çabuk geçer deyip teselli bulacağız artık. Ne kadar memleket gurbet olsa da doyduğumuz yerin insanıyız.
Bayram tatlıları için geç kaldım. Baklavalar börekler yapılmıştır herhalde. En azından evdeki şekerinizle, ununuzla yaparsanız hem bereketli hem lezzetli olur unutmayın.
Bir alternatifte benden. Bayram için ideal bir tatlı KALBURA BASTI yapabilirsiniz.;Kerebiç kalıbı görsellik açısından iyi fikir oldu .Elinde olanlar deneyebilir.
  Tarif için  buraya bakabilirsiniz. Bende oradan alıntı yaptım.
Malzemeler
·         125 gr. tereyağı (yarım paket)
·         1 çay bardağı zeytinyağı
·         1 çay bardağı süt
·         1 yemek kaşığı irmik
·         1 fiske tuz
·         Yarım paket kabartma tozu
·         3 su bardağına yakın un
Şerbeti için
·         3 su bardağı şeker
·         3.5 su bardağı su
·         Yarım küçük limon
  • Önce şerbetini hazırlayıp soğumaya bırakın. (Şerbet malzemelerini tencereye alın. Kaynamaya başladıktan sonra 25 dakika kaynatıp altını kapatıp soğumaya bırakın)
  • Oda sıcaklığında yumuşamış tereyağı ve zeytin yağını mikserle iyice çırpın. Sütü ekleyip yeniden çırpın.
  • İrmik, tuz, kabartma tozu, vanilyayı ekleyin. Unu bardak bardak koyup elinizle yoğurun. Kulak memesi yumuşaklığında bir hamur elde edin.
  • Hamurdan büyük boy ceviz büyüklüğünde bir parça alıp elinizle biraz açın. Bu hamuru rendenin üzerine veya benim yaptığım gibi doğrayıcının kesici plakasının üzerine koyup hafifçe bastırın. Ortasına ceviz koyup, önce bir kenarı, daha sonra diğer tarafı cevizin üzerine kapatın. Kenarlardan tutarak ters çevirin. Uçlarını hafif düzeltin.
  • Yağlanmamış tepsiye veya pişirme kağıdı serilmiş tepsiye tatlıları aralıklı olarak dizin.
  • Önceden ısıtılmış 190 derecelik fırına tatlıyı sürün.
  • Üzeri güzelce kızarana kadar pişirin. Tatlıların lezzetli olması için iyi kızarması gerekiyor.
  • Soğuk şerbeti, sıcak tatlının üzerine dökün. En az 4-5 saat dinlendirin.
  • Afiyet şifa olsun.
NOT: Bu tatlıyı ister şerbetleyip soğuttuktan sonra, ister şerbetini dökmeden saklama kabına koyup dondurucuda saklayabilirsiniz.

Tatlıları çok kaçırmadığınız, muhabbetinizin de tatlı geçtiği, el öpenlerinizin , öptüklerinizin çok olduğu  iyi bayramlar dilerim.



14 Temmuz 2015 Salı

TUTTUĞUM YERDEN

Sigortasız işçi çalıştırıp,hak yemede üstüne başka biri tanınmayan, hakkını  istemeden vermeyen bir insanın , insan haklarından bahsetmesi tuhaf değil mi ?
Yoksa…
Bildiği yoldan güçlenerek yürümesi, sesini daha çok çıkarabilmek, istediğni yapabilmek için güçlenmesi için gereken basamaklar ezilmiş haklar mı olmalı?
Neresinden tutmalı? Neresinden bakmalı?


Ben en iyisi kalburabastı tarifi yazayım. Nasıl olsa o daha popüler, bayramda geliyor. Tatlı yiyelim tatlı konuşalım. Boş ver hak hukuku Püskül …

9 Temmuz 2015 Perşembe

SAKLA BAKLAYI ÇIKAR YAZIYI



Beş yıl önce Gacet bir gün bana nereden çıktı bilmiyorum ama “Püskül sen varya, yaşlandığında çöp evde yaşarsın .”dedi. burada kullanılmış, eskimiş terk edilmiş ne kadar teknolojik eşya varsa , kendi bildiğim yerlerde saklıyorum.

Kendimce arşiv dolabım, ihtiyaç dolabım var. teknoloji eskilerini sırf doğada çürümesi zor, geri dönüşümü olsun diye saklıyorum. Ama işte gelde bunu anlat kimse anlamıyor ki! O lazım olur bu lazım olur diye mutlaka bir şeyleri biriktirmek gibi bir huyum var.
Bugünde kliniğin yazıcısını değiştirmek için geldiler.

Bilgisayarcılar, bir türlü bağlantı sorununu halledemeyince, siwitchport ve ethernet kablosu lazım oldu. Adamlar gidip getireyim deyince burada var olduğunu söyledim. Beni ciddiye almadılar bilmediğimi düşündüler. Kaçar mı?

Gidip getirdim. Kullandılar. Sonra aklıma geldi. Ey Gacet bak senin yaşlanınca çöp evde oturursun sen dediğin Püskül işe yarar bir şey yapmış. Deyiverdim içimden.

Şimdi biliyorum ki, Gacet bu satırları okuyor ve gülüyor. Kıs kıs hemde, lafı gediğine oturtmadan da durmadığımı içinden geçiriyor.

Yaaa Gacet SAKLA SAMANI GELİR ZAMANI diye düşünüyorum ben, çöpçü teyze falanda değilim.Söylediklerini sakladım bak onunda zamanı gelip yazıya dökülüverdi.

8 Temmuz 2015 Çarşamba

CEZERYE

Cezerye neden yapılır? Tabii ki havuçtan. Kötü espri oldu. Yazarak kendi kendine espri yapan ben bu yazıyı da tarihe geçirip az sonra rahatlamayı düşünüyorum.
Bir insan neden evde cezerye yapar? Keyiften, canı istediğinden, merak ettiğinden veya iş güç aramaktan.
Hepsinin yanında bir faktör daha var. Ama nedir?
Koca kişisi. Allah var Cemo acayip güzel pazar yapar. Gider siparişi istediğim gibi alır. Hatta fazlasıyla. Tabi bu yolu kat edene kadar, gittiğim bütün pazarcılarla onu tanıştırmam gerekti. O kadar olur.
İşte böyle bir Pazar alışverişi sonrası Cemo yanlışlıkla – düzeltmeden – yazıyorum evet yanlışlıkla 2 kg havuç aldı. Yani bu cezerye oradan çıktı. Yaz günü havuç salatası yoğurtlu dışında yenmiyor. Yenmeyince kalıyor, kalıncad a bozuluyor.
Bende hemen bir cezerye yapayım dedim. Bizim oralarda cezerye bisküvi ile yoğrulmuş haşlanmış havuç ezmesidir. Ama benim amacım gerçek cezeryeyi yapmaktı.
Becerebilir miyim diye düşünmedim. Çünkü her halükarda kullanılabilirdi. En fazla üstüne puding dökülüp tatlı olurdu.
İşte bizim evde cezerye bu yüzden yapıldı. Sonra yapılır mı bilmem ama kesinlikle hafif, bir tatlı türü…
Çaya kahveye ya da hiçbir şeysiz yiyebilirsiniz. Çerez gibi bir şey ...

Yapımı için bağlantıdaki tarife yenibahar baharatı dışında sadık kaldım. Yapım aşamalarını fotoğrafladım.

 1. Havuçlar aslında soyulup yap bir kaç parçaya bölünüp haşlanmalıymış ben rendeleyip  15 dk haşladım.

 2.hasladıktan sonra yine blendırdan geçiriyorsunuz. çünkü pütür kalmamalı.

3.şekerle kaynamış ve nişastası katılmış hali

4. Tepsinin altına hindistan cevizi serptim .

5. Üstüne de aynı şekilde , hindistan cevizi serptim.Bol bol...

6. Afiyet olsun.

6 Temmuz 2015 Pazartesi

Bir kulundan çok yandım

Birinden dert yandım. Kendi işini başkasına yaptırmak için kılı kırk yaran, emrederek iş yaptıran , sağ ile solundakini ayırt etmeyen bir kişiydi.
Birinden dert yandım. Gözü sadece parayı görüyordu.kendi çıkarları dışında başka , başkasının çıkarlarını düşünmüyordu.gelişime açık değil , bildiğinin doğru olduğu dışında hiçbir gerçekle karşılaşmamıştı.
Şimdi bu dert yandıklarımdan sonra karşıma bu iki tipin karışı çıktı.artık diyorum dert yanmasam! Olacak gibi değil. İki tarafında özelliklerinin katmer katmer alıp üstüne duygu sömürüsünü eklemiş.
Ya biz çok vefakar ve cefakarız. Hakkımızı aramayı bilmiyoruz ya da bu insanlar hak derken başkalarına taş atmanın yolunu öğreniyorlar.Bir yerlerde öğrenilecekse bu bende gidip öğreneyim.
Bana kolay size olay gelsin.

3 Temmuz 2015 Cuma

NEDENİNİ BİLİYORUM , NASILINI MERAK EDİYORUM


Daha önce ,hiçbir kitabı ,bitirmemek için uğraşmamıştım. Döndüm bir daha okudum. Sayfa sayfa bir daha okudum.sanırım başlarda güzel bir bölüm vardı . deyip birkaç bölümü tekrar okudum.
Elimde en uzun süre kalan ve tekrar okunan bir kitap olarak artık kütüphanede yerini alacak.
Aslında bakarsınız bu kitabı bilmem kim yazmış, kaç sayfaymışdan ziyade satır satır işlenmiş bu kitap.
Aslında 1948 de yazdığı- o daha bir şaşırtıcı ya – kitabın adına rakamların yerini değiştirerek1984 demiş, George Orwel.Demiş ama yazdıkları 1948 den günümüze çok tanıdık geliyor.
Bomboş zihinle bakarsanız; Winston ‘un başından geçenler. Gelecekte yaşanacakların, şimdiki hali diyebilirsiniz.
Biraz daha başka boyuta inerseniz; şimdimizin, geçmişten yansıması , geleceğimizin düşünememe, şekillendirildiği gibi düşünme sistemi olarak görebilirsiniz.
Biz şimdiye bakalım.
Nasıl besliyorsunuz zihninizi?
Öğretildiği gibi, gösterildiği gibi, söylenildiği gibi, yazıldığı gibi, konuşulduğu gibi…
Nasıl besliyorsunuz?
Kendinize ait kimlik ve düşünce kavramınız mı var? Yoksa başkalarının düşünceleri üstüne düşünmemekten mi yanasınız?
Nedenini biliyorum nasılını merak ediyorum diyor...Yazar

Son olarak kitabı bitirdikten sonra aklımda canlanan soru şu oldu: Orwell’ın tasvir ettiği gibi beyin kontrolü ile onların istedikleri gibi düşüneceğimiz bir noktaya mı geleceğiz yoksa Virginia Woolf’un yazdığı üzere "Kitaplıklarınızı istediğiniz kadar kapatıp kilitleyin; ama benim aklımın özgürlüğüne vurabileceğiniz hiçbir kilit, hiçbir kapı, hiçbir sürgü yoktur..." deyip düşünerek özgürleşecek miyiz?alıntı 

2 Temmuz 2015 Perşembe

ZORUNDALIK DEĞİL FARKINDALIK

Lise bittikten sonra, iki ay, ilçenin halk eğitim merkezinin, milli eğitime bağlı olarak verdiği bilgisayar kursuna gittim. 2000 ‘lerin başı, bilgisayarların başı bu kadar ince değil. Çantamıza da cebimize de girmesinin hayal olduğu, solitarie oynanamanın acayip keyif verdiği günlerdi.
Kurs akşam yedi de başlar dokuza kadar sürerdi. sabahtan köyde kısa süreliğine çalıştığım, tavukhaneye gider, ikiye kadar çalışır eve gelir duş alır ilçeye giderdim.
İlçede dayımın lokantası vardı. Ramazan dolayısıyla akşam iftar hazırlıkları yapılırdı. Bende hazırlıklara ve bulaşıklara yardım ederdim. İftar yoğunluğu bitince kursa gider kurs bitince motorsiklete atlar köye giderdim. Bazen dedem bazen de babam alırdı.
Lokantaların camları boyanır, oruçluya da oruçsuza da rahatlık sağlanırdı. Akşam gittiğimde hurmaları salataları hazırlar, çorbayı hazırlayan ustaya yardım ederdim. Cevirme için tavukları dizerken de yardım ederdim. Bazen kasada durur fiş keserdim.
Bütün bunları yaparken oruçluydum. tavukhaneye giderken de , lokantada çalışırken de.Ama hiç aklıma oruç tutmayıp yemek yemeye gelenler için hiç aman bunlar neden oruç tutmuyor diye düşünmedim.
 Muhteşem  bir ramazan ayı geçirmiştim. Çok yoğundum ama mutluydum. Başka şeyleri düşünecek vakit yoktu. Dertleri zamana bırakmak gibi…

Eskiden hiç oruç tutmadığımı yada tutmak istemediğimi düşünürsek ilahi açıdan da bayağı aşmışım kendimi.
Bizim oralarda oruç ayında yani ramazanda oruç tutmayanlar ile tutanlar birlikte olabilirlerdi ama her ikisi de rahat etsin diye lokantalar boyanır kahveler kapanırdı.
Şimdilerde bloglar da ve sosyal medyada  herkes oruç tutmayana, yemek masasında paylaşım yapana, saygısızlık ve zorundalık saldırılarında bulunuyor.
O iş öyle değil.
Alevilerin muharrem orucu var. Hristiyanlar da , Museviler de ve birçok dinde bir çok çeşit tutulan oruç var.bir Ermeni çalışanımız vardı .iki  ay üzüm yemezdi mesela , Moldovyalı çalışanımız  üç ay  boyunca hayvan ürünleri yemezdi . Ama ben burada kimsenin o yemiyor diye dikkat ettiğini hatırlamıyorum.
İnsanlar hep yaptıklarının başkasına gözüne sokma derdindeler. Bu oruçlu içinde öyle, oruçsuz içinde aynı.
Bende bazen iftar sofrası hazırladığımda, öyle cafcaflı değil ama bol yöresel yemekli, hoşaflı falan fotoğraf koymak istiyorum. Belki birilerine ilham olur onlarda yaparlar yada yeni bir yorum gelir fikir veren olur diye, son anda vazgeçiyorum.
Canı çeken yapamayan olmazda bu işlerde dil uzatan gönlünden fenasını geçiren olur diye vazgeçiyorum. Diliyle değil de düşüncesiyle günahına girmeyeyim kimsenin diyorum kendi kendime…
Biz bizim gibi olmayana, bizim gibi olma zorundalığı  uygularken,bizim gibi olmayana farkındalık sunmuyoruz.
Birbirimize her şekilde hoşgörü ile yaklaşsak, her şey daha iyi olmaz mı? Oruç tutmayan oruç tutana saygı duymayı düşünse, tutanda tutmayanın yaşamsal şekillerine dil uzatmasa daha iyi olmaz mı?
Çok mu zor?
Ne lokantanın camları boyanıp oruç tutmayan gizlenmese, oruç tutandan gizlenecek, gizleyecek olmasa ...
Kendin gibi olmaz zorundalığı olmadan, başka yaşamların farkında yaşamak çok mu zor?

Birbirlerine zorundalık değil de farkında olarak yaklaşmak çok mu zor?