28 Ekim 2014 Salı

Resmi Yazı

On yıldır Baş çavuşun eşeği olarak çalışıyorum. İki baş çavuşum var .İki başlılık ile ilgili yaşanabilecek tüm ikilemleri yaşayıp , kıdemli bir baş çavuş eşeği oldum.
 Her ne kadar böyle süt kedisi gibi kendimi masum ithaf etsem de.- Burada masum işçi rolündeyim –Allah razı olsun iki baş çavuşum da beni severler. Bazen Dr. Gacet bana katlandığını itiraf etse de, 10 yıldır ilişkimiz, katlanarak devam ediyor.
 Bu katlanma durumları, katlanarak iyi yönde devam eder mi ? Bilmiyorum. Katlanamamak pahasına başka boyutlara varabilir. Zaman gösterecek.
İşte bu 10 yıllık baş çavuşun eşekliği pozisyonunda hiçbir resmi tatilimiz olmadı.Dini bayram tatilleri hariç !
 Sanki biri Örtger ve Gacet'a resmi yazı ile resmi tatilleri kesinlikle tatil yapmayın diye bildirmiş.Ya da bu başçavuşlar aramızdaki resmiyete zarar gelmesin diye resmiyeti bozmuyorlar.Yahu bu çavuşlar ciddiyetten şu zavallı çalışan ana , Püskül için feragat etseler ya ! Yeminle bu çalışma işinden böyle günlerde nefret ediyorum. 
Evet, yarın 29 Ekim 2014 ve bir resmi tatilde daha, evde yatamamanın,” Yarın bize de resmi tatil buluşalım yahu!” diyememenin, “Biz resmi kurum değiliz ki tatil yapalım.”cümlesini 10. kez duyacak olmanın,” Anne sen neden bize okul tatilken bile çalışıyorsun?” “Bu nasıl bir iş?” diye duyacak olmanın ve şimdi hatırlayamayacağım, resmi tatil klişe laflarını hepsini duyacak olmanın ezikliğini yaşıyorum.
 Bu ezikliği bir nebze azaltmak, içimdeki tatil yapma arzusunu biraz olsun azaltmak için bu yazıyı yazıyorum.
Aferin bana, ne mutlu bana, bir resmi tatil daha tatil değil. Bir kez daha resmi tatil olduğu için trafiksiz yoldan işe geleceğim, bir kez daha resmi tatil olduğu halde sabah uykusunu bölüp yavruyu babaannesine bırakacağım.

Hani hepimiz eşit olmak için Cumhuriyeti seçmiştik? Hani demokratik işçi hakları  nerede ?Bildiğin eşek gibi çalışmak zorundayım. Keza her günümü tatil haline getirirsem açlık sınırının altında yaşama ihtimalim çok yüksek.

Ben en iyisi resmi yetimi bozmadan paşa paşa işime geleyim . Yarında çalışayım n'pcan baĞzı şeyler mecbuuurr. 

26 Ekim 2014 Pazar

Mutluluklar Dilerim

Mutluluklar dilerim
Benim olmayan mutluluğu
Sana dilerim.
Benimle olmayan mutluluğu
Sana dilerim
Benim olmayan sevinçleri
 Sana dilerim
 Benimle olmayan gülüşleri
Sana dilerim
Benimle olmayan sevişleri
Sana dilerim
Benimle olmayan yaşamı
Sana dilerim
Aslında benimle olabileceğin mutluluğu, seninle olabileceğim mutluluğu sana dilerim.



25 Ekim 2014 Cumartesi

PARAYI VEREN


Kızım,ikili eğitim veren bir ilkokulda 3. Sınıf öğrencisi , 2. Sınıfı bitirene kadar öğlenci olarak okula gitti. Öğlen 12.30 da okula gidiyor akşam 17.30 da okuldan çıkıyordu.
Bu yıl 1. Kademede okula gidiyor. Sabah  7.00 da okulda olmamız gerekiyor , okul çıkış saati ise 12.00 oluyor.6 saat ders 40 dk lık ve 5 dk teneffüs süreleri var.o beş dk da ne yapıyorlar çok merak ediyorum.
Her ne kadar sabah okula bırakma kısmını  canı gönülden istesem de okul giriş saatleri konusunda çok rahatsız oluyorum. Sabahın körü denilen, sabah karanlığında yola çıkıyoruz. Aslında evimiz yakın ben o kadar kasmıyorum acele etmiyorum ama bizden daha uzakta yaşayanlar, bir 10 dk önce çıkıyorlarsa karanlık oluyor.
Acaba okul saatlerinde değişiklik yapılabilir mi diye bir araştırma yaptım. Okul saatlerini, okul yönetimi karar veriyormuş. Tabi öğrenci sayısı çok olunca ikili eğitim verilmek zorundaymış. Milli Eğitim bundan sonra okul saatleri tek eğitim ve etütlü olacak diye bir genelge yayımlasa olabilir ama bunun içinde fiziki şartları iyi olan, nicelik ve nitelik bakımından iyi okullar açılmalı. Bu yazdıklarım çok hayalî oluyor.
Bence cemaati olmayan camiler yapmaları yerine okul yapsalar bu kesinlikle olur. Zor işler yani. Her şekilde değiştirip, durmadan yeni eğitim sistemi getirmeye çalışırken bunu yapmayı düşünmüyorlar bile…
 Zaten koca şehirde küçük evlerde yaşayan dünyaları büyümeyen insanlarız. hal böyle olunca bir Bakırköy deki okulla, Fatih teki okul aynı değil yada Bakırköy de tam gün eğitim verende var ve çoğunlukta ama Fatih te böyle bir şey yok. değiştiremiyoruz okullar kalabalık olduğu için 1.- 2. Sınıflar öğlenci okula yeni başladıkları için, 3. – 4. Sınıflar ise sabahçı oluyor.
Yanı aslında sınıf ayrımı dediğiniz şey, semt semt de ayrılmış. İyi semt de yaşarsan iyi okul saatleri ile iyi okula gidebilirsin. Ya da o semt deki okula para ödeyerek, sabah erken saatte yine servisle gidebilirler.
Gelir dağılımında ki eşitsizlik, semtlerde yaşamda yiyecek, giyecek meselesinde yaşamın her alanında devam ediyor, edecek.
Fatih civarında yine orta seviye üstü ailelelerin oturduğu Çapa ,Fındıkzade civarında birde Beyazıt da etüt lü okul var. Benim bildiklerim bunlar ve bunlardan birisine gönderebilmek için benim yemek, etüt ve servis parası vermem gerekiyor. Birde bu okulların kura ile girilmesi gerekliliği ayrıca kayıt ücretleri var ki uğraşın durun.
Bu işler büyük şehirlere gelince böyle peki ya küçük şehirlerde nasıl? Aynı değişen bir şey yok ama tek okul olduğu için eğitim kalitesi farkı semt semt değişmiyor. tek okul bunun için köyden bir şekilde okula gitmen gerekli. Köy minibüsüne servis parası ödüyorsun.
Evet, biz metropolde, hatta metropolün göbek deliğinde yaşıyoruz. Ama yaşadığımız semte göre, oturduğumuz evde, ödediğimiz kirada, aidatda ve aldığımız eğitimde kalite farklılıkları yaşıyoruz.
Kimse bana eğitim herkese eşit demesin !!! Eşit değiliz kardeşim eşit değiliz. Bu işler öyle çocukta biterde bitmiyor.

Parayı veren gerçekten düdüğü çalıyor. 

22 Ekim 2014 Çarşamba

Saat Ayarlama Enstitüsü Şimdiye Ayarlıydı

     Çok okuyan çok yazar mı? Çok okuduğumu düşünüyorum ama çok yazamıyorum. Yazma kısmında sanırım sıkıntılarım var. Sanırım değil bildiğin, noktalama işaretleri ile ilgili sıkıntılarım var.
     Saatleri Ayarlama Enstitüsünü okuyalı 4 ay olmuş. Yazma kısmı ise 4 ay gecikmiş bir yazı şuan parmaklarım ve tuşlarla oluşuyor.
    Aslında bu kitabın buradaki kapağı daha etkileyici,  buradaki kapak tasarımlısını, arkadaşım Simone sayesinde okudum. Kapak konusunda bana sorsalardı eğer ikinci kapaktaki renklerin itici olduğunu ve içerikle uyumlu olmadığını söylerdim.
    TRT nin bir programında denk gelmiştim kitaba ve birkaç kitap sorusu ile hediye veriliyordu. Bu kitap şans, yorum ve hediye olaylarından hoşlanıyorum. Hangi blog ta  kitap çekilişi varsa katılıyorum. Şimdiye kadar kazanmış değilim. Kitap alabilecek gücüm olmasına rağmen “Bedava mal baldan tatlıdır. “ Ata yadisözünü mü uyguluyorum, yoksa kitap dostluğumdan mı kaynaklanır bilmem ama hiç birini kaçırmıyorum.
    Birçok yoruma göre, kitabın teması; Hayri İrdal ile Halit Ayarcının farklı kişiler ve onların etrafında dönen olaylar şeklinde ama ben Hayri İrdal ile Halit Ayarcının aynı kişiler olduğunu düşündüm. Hayri İrdal  gibi yetişmiş birinin, Halit Ayarcı gibi olup, içindeki Hayri İrdal  ile çatışması olamaz mı? Olabilir. Bu kitap benim okuyuşuma göre de yorumlanabilir. Okuyucu yorumunun açıklaması da budur.
    Sosyal medyada hep karşınıza çıkan ve çıkabilecek olan “Ayar saniyenin peşinden koşmaktır.”sözünün asıl sahibi bu kitaptır. Ahmet Hamdi Tanpınar 1962 yılında Saatleri Ayarlama Enstitüsü kitabında yazmıştır. Ve o yazdığından bu yana ayar saniyenin peşinde kosmakdır.
     Bir şeyleri ayarlamaya çalışırken zamanın akıp gittiğinin açıkça ifadesidir. Ahmet Hamdi bu kitapta günümüzün de içinde barındırdığı zaman koşuşturmacasının nelere, nerelere bizi sürükleyebileceğini anlatmak istemiştir. Bunu çok iyi bir kurguyla bize hediye etmiştir.
    Bence soyut bir kavram olan zamanı somutlaştırmak için yaşayan bizler, somut değişimlerin peşinde zamanla yarışıyoruz.
    Uzattım uzadıkça çıkamıyorum işin içinden. Şimdi kitabın sonunda ne olduğunu unuttuğumu söylesem inanmazsınız. İnanın bu yazınında sonunu getiremeyeceğimi işin içinden çıkamayacağımı düşünüyorum. Siz bu kitabı okuyun ve bana yorum yapın, yorum yapmasanız bile selam verin.
    Kitabın son bölümü “ Her mevsimin bir sonu vardır.” bölümü ile bitmektedir. Bu yazı ise birkaç etkileyen satırla burada sona ermektedir.
ZEVK
Siz de bilirsiniz ki zevk denen yüksek şeyin bizim içimizde içgüdüden kolaylığa giden bir yığın karşılığı vardır. Zevkten ümit kesildi mi onlara kolayca teslim oluruz. İşler karışınca sevkten ümit kesilir.
 HAYAT
Hayatımızın bir devrinden sonra başımıza gelen şeylere o kadar hazırlanmış oluyoruz ki, kederimizi kendi içimizde taşır gibi yaşıyoruz.
BOŞLUK
Herkes kendi boşluğunu bir parça duygu ile doldurmak, kendini süslemek istiyor, fakat musikiden o kadar anlamıyorlar ki şarkıları güfteleri için seviyorlar.

 Diğer blog yorumcularınını yorumlarını ve etkileyen satırlarına buradan ve buradan ulaşabilirsiniz.

 Belkide Saatleri Ayarlama Enstitüsünün , saat ayarı şimdi yapılmıştır.

20 Ekim 2014 Pazartesi

YOK

Bazı acıların, harfleri ve kelimeleri yok.
Gözyaşlarında boğulması gerekiyor.
İçime akan gözyaşlarımda!
Bazı özlemlerin harfleri kelimeleri yok.
Yüreğimde kalması gerekiyor,
Acılarımla boğulmuş gözyaşlarının altında!
Bazı pişmanlıkların harfleri ve kelimeleri yok.
Beynimde durması gerekiyor.
Neresinde nerede?
Unutulamayanların hemen yanında.
Bu aralar acılarımın, özlemlerimi, pişmanlıklarımı anlatacak, harflerim ve kelimelerim yok. Bu balçıktan çıkmak istiyorum. Yoruldum batmaktan. Kıpırdamıyorum bile aslında ama  çok yorgunum. İçim yorgun, harflerim yorgun, kelimelerim yorgun…
Canım ne yazmak, ne yaşamak istiyor…

18 Ekim 2014 Cumartesi

Ey evren

Dün bir kez daha, her akşam yürüdüğüm o yolda , bu şehrin bana, yorgunluk, hissizlik ve kimsesizlikten başka hiçbir şey vermediğini, vermeyeceğini düşündüm.
İstanbul, onu yaşayan, yaşayabilen, yaşama fırsatı olanlar için güzel şehir. Boğazına gidip çay içebiliyorsan, vapuruna binip martılarına simit atabiliyorsan, düzenlenen birçok etkinliklerde yer alabiliyorsan, tiyatroya gidebilecek fırsat yaratabiliyorsan, sahiline oturup kitap okuyabiliyorsan, çat kapı gelecek dostların varsa güzel…
Yoksa sabah gidip akşam eve geliyor. Yeme içme ve yatma derdinden başka bir şey düşünemiyorsan, amacın sadece az daha rahat edeyim, der t etmeyeyim diye başını sokacak ev alıp, bunu ödeyebilmek için asker gibi çalışmaksa, eş dost muhabbetinin yerine akşamları ayaklarını uzatıp dinlenebileceğin saatleri bekliyorsan, İstanbul yarı açık bir hapishane…
Sevdiklerim zaten bu şehirde değil. Arkadaşlarım, tanıdıklarımın hepsi ya çalışıyor ya bu keşmekeş şehrin içerisinde kendi hayatlarının peşindeler.
Ben bir kez daha gitmek istedim bu şehirden.
Uzun soluklu çalışma saatlerinden, aldığın parayı harcayacak vaktimin olmamasından, üç beş dost görmek için, bin takla atmaktan… Sıkıldım !!!
Ben İstanbul da İstanbul ‘u yaşamıyorum. İstanbul da yalnız yaşlanıyorum. Bir kez daha yüreğim sıkıştı, boğazıma yalnızlık yapıştı. Gitmek istiyorum bu şehirden.

Evrene nasıl mesaj gönderirsen o olurmuş.
 Ey evren gönder beni bu şehirden. Daha sakin bir yer olsun, kapıma komşularım gelsin, arkadaş sohbetlerine vaktim olsun, akşam sıcak kurabiyelerimle kızımı bekleyebileceğim bir evim olsun. Olsun be evren hadi bir güzellik yap bana!

15 Ekim 2014 Çarşamba

GEÇMİŞTEN GELECEĞE

A.ile E. Her kitap okuma saatinde (dersinde) sınıfa kitap dağıtıp, topluyorlarmış.A. dağıtıyor, E. Topluyormuş.bir kitap okuma saatinde S. Yanlarına gidip bir seferliğine dağıtmak istediğini söylemiş, E. Reddetmiş , A. düzenlerini bozamayacağını söylemiş, S. ise reddedildiği isteğine üzülüp sırasına dönmüş.

S . Akşam olduğunda ağlayarak bu olayı annesine anlatmış. Annesi ona görevlerini yerine düzgün getirmek için böyle yapmış olabileceğini anlatmış. S. ısrarla sınıfta A.’ nın baskın karakter, zeki öğrenci, dolaylı yoldan iş çevirebilen iş bilici olduğunu anlatmaya çalışarak ağlamış… S. nin annesi kendi hikayelerinden, biraz yaşadıklarından, birazda uydurduklarından ona hikayeler anlatmış. S. biraz sakinleşmiş ve uyumuş.

S. ‘nin annesi;

O uyuduktan sonra, uyumadım. Ne uyuması her şey gözümün önünden geçti.İlkokul , ortaokul, lise yıllarım, arkadaşsızlıklarım ve çok arkadaşlı dönemlerim hepsi , bir film şeridi gibi...İçimden A.’ nın gidip saçını başını yolmak geldi. “Ne var yani iki kitap için derdin ne kızım senin diyesim” geldi. Bunun ilk kez olmadığını ve hep bu şekilde aşağılayıcı, otoriter davrandığını biliyorum, duyuyorum bir şekilde ve sadece benim çocuğuma değil!
Tabiî ki bunları yapacak değilim. Ne kadar kızarsam kızayım  kızımın özgüvenini oluşturmam gerektiğini, ona yapabileceğim yardımın sadece onunla sohbet etmek ve telkinlerde bulunmak olduğunu biliyorum. Hayat böyle…
Kendini herkesten üstün zanneden, aklı idaresi olgunlaşmamış ama pratik zekâsı iyi, yetişkinlerin gözünde zekâsıyla parıldayan insanların dayatıcı tutumları yaşamın her alanında yok mu? Var!
Bir gün bunları anlayacak, böyle insanları, görerek , yaşayarak öğrenecek.
Biliyorum şu anda bunları yaşıyor olmak çok acı. Bu acını ve hissettiklerini hafifletmek için elimden geleni yapacağım.
Kendimi suçlu hissediyorum. Seni bensiz bırakmak zorunda kalıp, çalıştığım için. İşte hayat böyle zorundalıklarımız ile istediklerimiz asla aynı olmuyor. O zamanda hayat olmuyor sanırım.Hayat istediğimiz gibi olmuyor kızım .


A . – okulda, zeki , çevre yapan öğrenci.
E. – hakkında pek fikrim yok. Zekâsının güç getireceğini öğrenmiş öğrenci
S.- haklı yanları olduğu kadar haksız yanları da olan öğrenci.

S. ‘nin annesi – ben bu çocuğu nasıl büyüteceğim diyen  anne.

11 Ekim 2014 Cumartesi

Özleyecek

Bir arkadaşım vardı. Annesi hayat karşı çok öfkeli idi. Sadece hayat karşı da değil evdeki herkese karşı!Babası çalışkan ama güçsüz bir adamdı ve maddi durumları hep standartların altında oldu. Standartların altında yaşamlarına rağmen en güzel, en moda şeyleri alırlardı. aslında annesi de çalışkandı ama bir türlü üzerlerinden mutsuzluğun ve umutsuzluğun kokusu gitmedi. Hep babasının güçsüzlüğünü ve annesinin hayat ve insanlara karşı kızgınlığının bu aileyi mutsuz ettiğini düşündüm.
Yıllar sonra, bir sohbetimiz sırasında, çocukluğunu özlediğini söyledi.
Daha yazamadığım, bence çok acı çektiği çocukluğunu özlediğini duyunca şaşırdım. İnsan öyle bir çocukluğu neden özlerdi ki? Bu yazdıklarımı sadece ben düşünmüyorum, benimle aynı düşünen birçok insan var.
Bazen Cemo ya hönkürdüğümde, yeter diye kızdığımda anlamadığı için, saçını başını yolmak istediğimde yada yatıp hiçbir şey yokmuş gibi Tv seyrederken yüzüne yastık kapatıp boğmak istediğimde o arkadaşım aklıma geliyor. Cinayet kısmı değil de diğer kısımlar gerçekleştiğinde  annesinin mutsuzluğu ve öfkesi geliyor aklıma, babasının o güçsüzlüğü de tabi, arkadaşımın yerine de kızımı koyuyorum. Sakinleşmeye çalışıyorum.
Bu günleri bir şekilde hatırlayacak kızım. En kötüsü diye düşündüğüm bile özlüyorsa… Aman sağlıklı beslensin, eskisi gibi değil hiçbir şey desek bile, bugüne ait özlemleri olacak. Benim özlediğim yoğurtlu, şekerli ekmek gibi, iki bisküvi arasında sade lokum gibi, annemin saçlarımı taradığı günler gibi özlediği şeyler / günler olacak.
Ne desek boş ne kadar kötü, ne kadar iyi geçerse geçsin, çocukluk hep özlenecek, geri gelmesi için beklenecek, hayal kurulacak cazip günler olarak kalacak. Bir doku, bir tat, iyiyi hatırlatacak. Biz aman çocuklar çocukluğunu yaşayamıyor, dört duvar arasında yaşıyor diye dert yandıkça, şeker sağlığa zararlı yemesin deyip bayramlarda çantamıza doldurduğumuz şekerleri yediğimiz günleri unuttukça onlar birer anı bırakıyor ve hatırlayacakları günler yaşıyorlar.


3 Ekim 2014 Cuma

İYİ BAYRAMLAR

        Şimdi evde olmak vardı .İşteyim , çalışmaktan en çok böyle zamanlarda nefret ediyorum.Ne var ? Günün tadını çıkartsana ! Akşam yaptığım baklavayı şerbetleyeceğim , dolmada yapsam güzel olacak.Gelen olmayacak ama ben kendimi rahatlatıyorum , bayram hazırlığı işte.
      Köye gitmiyorum ve içimdeki gitme arzusunu söndüremiyorum.Bir yanım deli gibi can atsada  hem yol yorgunluğunu hem gönül yorgunluğunu kaldırabilecek halim yok.Gel git dedikleri bu olsa gerek .Cemo gelmezse bende gitmem inadı . Gelmezse gelmesin , gitmezsem gitmeyeyim. Bir gün elbet bir gün temelli orada olacağım .Ölü yada diri.

     Babamı da annemi de , hafif sakallı , sivilceli az ermiş kardeşimi de, mavi gözlü hoş sohbetli ninemi de , tombul yanaklı halamı da , bana eskileri anlatan ninemi de, utangaç , diktatör, becerikli , insaniyetli teyzelerimi de çok özledim.Onlar benim ne yazdığımı bilmiyorlar . Eminimki yokluğumu hissedecekler.bir gün bu hasret öyle bitecek ,yeni hasretler başlayacak ...

    Herkese iyi bayramlar . bol sohbetli , bol kahkahalı, baklavalı , dolmalı, el öpmeli , özlediğine doymalı bayramlarınız olsun.

2 Ekim 2014 Perşembe

Hey Taksi

İlkokul 4. Sınıfa giderken annem ilçeden beyaz masır almam için para vermişti. Beyaz masırı ilçedeki pamuk tuhafiyeden almış, beyaz, içi süngerli, siyah fermuarlı kalemliğimin içine koymuştum.
Bahar aylarıydı. Okul çıkışında otobüsü kaçırdığımızda, bizim köyün sapağından geçen, diğer köyün, küçük beyaz minibüsüyle sapağa kadar geliyorduk. Ordanda hafif serin, yarı karanlık bahar akşamlarında köye yürüyorduk. Akşam eve gittiğimde siyah fermuarlı beyaz kalemliğimi minibüste  unuttuğumu zannettim. Çünkü annem masırı istediğinde kalemliği bulamadım.
Ertesi akşam okul çıkışı minibüs şoförüne sordum. Oturduğum koltukta unutmadığımı söyledi. Olsaydı mutlaka söylerdi. Çeşitli senaryolar yazdım. Köy yolunda düşmüş bir kamyonun tekerine yapışarak nereye gittiğini bilemeden, parçalanıp gitmiş olabilirdi. Belki de yabani hayvan ya da kedi köpek tarafından bir şey zannedilip parçalanmış olabilirdi.
Ertesi gün anneme beyaz masır aldım. Sanırım yeni kalemlikte almıştık. Aradan aylar geçti. Ben artık o kalemliği de unuttuğum o az serin bahar akşamını da unuttum. Bir akşam eve geldiğimde annem kalemliği bana verdi. Şaşırdım. Nerede bulunduğunu sorduğumda, annem; diğer köyün minibüsünde koltukların arasında bulunduğu ve bizim köyün otobüs şoförüne verildiğini söyledi. Yani bir şekilde aylar sonrada olsa eve gelmişti.
Dün, rutin bir şekilde Cimcimeyi okula bırakıp işe gittiğim, akşam işten eve döndüğüm bir gün değildi. Öğleden sonra saat 1 de okul veli toplantısında, 2.30 ise Çapa Tıp Fakültesi Fizik tedavi merkezinde bir rapor imzası için bulunmam gerekiyordu. Hepsinin aynı güne denk gelmesi tamamen tesadüftü.
Örtger pardon izin verince ; ( Yazar burada sevincini anlatacak kelime bulamadı.) öğleden sonra taksiyle önce Cimcimenin okuluna gittim. Taksi bulamadım bulmak için 2 km yürüdüm Taksiyi buldum okula yakın bir yerde trafik yüzünden indim. İnip okula vardığımda ise, cep telefonumu takside unuttuğumu fark ettim. Hemen bir yerden aradım ama şoför neredeyse 15 km uzağa gittiğini söyledi, Dön ödeyeceğim parasını dedim dönemeyeceğim dedi. Sonra neredeysen gel kliniğe bırak dedim. Yine dönemedi.
Uzun süren telefon görüşmelerinin ardından telefonumu kapatıp, kendi telefon numarasını verdi. Akşam oturduğu semtten Cemo gidip alacak diye sözleştik. Bende gidebilirdim ama Cemo’nun gitmesi benim açımdan daha iyi olacaktı.
Tabii okul toplantısı uzun sürünce, 3.00 gibi hastanede olabildim. Hastaneye geç kalmış doktoru kaçırmıştım. Asistanlar haftaya gelin dedi. Örtgerden tekrar izin almak = yazar ifade bulamadı. Neyse ki güvenlik görevlileri, yukarıda hocanın odasına gitmemi söyledi de rahatladım. Gittim imzayı aldım. Sağ olsun Asistanlardan daha iyi Proflar yani bence. Belki de sadece asistanlara kızıyorlar. İşe döndüm ve akşam eve gidip Cemonun telefonumu getirmesini sabırla bekledim. Cemo geldiğinde saat 9 :00du .
Taksi şoförünün tarif ettiği yere kadar giden Cemo Telefonu almış adam taksiyle geldiğini ve 20 tl ödemesi gerektiğini söylemiş. Ulen evinin yanına geliyoruz ya da neresi ise söyle ayıp değil mi? Şimdi bu insan iyilik mi yapmış oluyor?
Bunlar içimden geçenlerdi de, asıl beni üzen bu değildi. Bir kez daha köyden ayrılmamın ne kadar yanlış bir şey olduğunu anladım. Bizim köyde, ilçede, ilde nerede olursan ol kaybettiğin şeyi mutlaka bulan insan getirir, ulaştırır. Ayrıca getirdiği için para istemez ama o kişiye görüldüğü yerde selam verilir, dua edilir. Bir kez daha bizzat yaşadım ki buralarının insanlığı bana göre değil. Üç beş kuruşun menfaatine düşen insanlarla yaşam bana göre değil.
 İşte buraya yazıyorum .Bundan sonra hey taksi deyip bindiğim takside sırf kendi akıl , ruh sağlığım için , telefonumu unutmayacağım.
Ah memleketim ah… Kendisi güzel, insanı güzel…