8 Ağustos 2014 Cuma

Eski sandık Yeni Kitap

Geniş omuzları, kocaman güçlü elleri vardı dedemin. Çakır gözlü, koca kafalı, koca burunluydu. O koca kafası ve burnu hiçte kötü durmazdı. Saçlarının siyah olduğunu hiç hatırlamıyorum. Gümüşler hep düşmüştü saçlarına. Kasketini kafasından hiç çıkarmazdı. Deri yeleğinin cebinde köstekli saati dururdu. Biz oynayınca hiç kızmadı. Kış geldiğinde köstekli saatini aba yeleğine koyardı. O güçlü heybetli kollarıyla, bahçedeki, karları kürür, yolları açardı. Hayvanları sular, sarkıtları, kırlangıç yuvalarına zarar vermeden temizlerdi. Bir gün bahçede testere ile odun kesiyordu. Hep yapacak iş bulurdu zaten… Bende geçtim karşısına, turuncu boyalı, birçok boyası dökülmüş testerenin bir ucundan ben itiyor, çekiyor, diğer ucunda dedem! Kollarım ağrıdı dayanamadım uzun tahta kes kes bitmiyordu. “Sabır, sabır bak bitince ne çok hoşuna gidecek .” dedi. Ben devam etmedim, bittiğinde koyunlara yem yeri hazırlamıştı. Ah bee dede ne gerek var, git yaptır marangoza dedim. “ Bunun gibi olmaz, bu benim elimin emeği …”dedi. Ne bilirdim ki elinin emeklerini bir gün yâd edeceğim. Bir gün diyeceğim emeği olsun, gönül konmasın yaptığıma. Bilsin yavrum yol yordamı, kopmasın toprağımdan… Nerden bilirdim dede? Senin emeğinin bizim için ne büyük varlık olduğunu…
Ben dedemi hatırladım.
Halı dokunan evimizi, ipleri boyayan ninemi, bana eski pencereden, halı tezgahı yapan dedemi hatırladım. Gitsin sevdiğine varsın dediğini. öksüzden yar olur, adam olur, baba olur dediğini. gözleri güzel yüreği güzel kızım, bahtında güzel olsun dediğini. Tarlada söğütlerden düdük yaptığını, ağaç dallarından, güdecek* yaptığı günleri hatırladım.
Ben dedemi özledim.
“Şalvar giy bu bizim töremiz.” dediği, gözlerime sürme çekmeme kızdığı, kocaman mavi kapılardan heybetiyle öksüre öksüre geldiği akşamları… Tütünü maşanın arasında kıydığı, ayrana ekmeyi katık edip yediği… Kuyunun içine lastik pabuçlarıyla girdiği, düşecek suya ben n’parım o zaman diye düşündüğüm günleri özledim.
Ah be dede
Keşke gördüğüm rüya gerçek olmayaydı keşke keşke.bu işler bitsin öleyim , bu acılar bitsin öleyim demeyeydin.Koymayaydın gözünü , gözümü  arkada…


Her okudum kitap bittiğinde, acaba yeni ne okusam, hangi kitabı okusam diye düşünürüm. Yine böyle düşünürken, bir türlü evime gelip börek açamadığım Medi ‘den bir buluşma teklifi aldım. Ne kadar eve gel diye ısrar ettimse de Medi dışarıda buluşmamızın daha iyi olacağını söyledi.
Zamanın nasıl geçtiğinin farkında bile olmadığımız, sohbetin tadına vardığımız, o gece Medi bu kitabı bana hediye etti. Daha önce hiç Yaşar Kemal okumamıştım. Kitabı okuduktan sonra neden daha önce okumadım diye hayıflandım.
Tek tek satırlar kazındı beynime. Geçmişini kabullenmiş, geleceğe işlemeye çalışan ben için gerçekten etkileyici satırlardı. Yaşar Kemal ‘in benzetmeleri nakış nakış dokunuyor insanın içine ve her satırında yaşamışlığın, yaşanmışlığın hayali canlanıyor gözünde.
İlla kitabın sayfa sayısı, yazarı yayın evi mi yazılmalı? İçerisindeki karakterler mi anlatılmalı? Satırlar bize; kapağını kapatıp, kaldırdığımız anı sandığından, yep yeni satırlar yazdıramaz mı?
Sanırım her okuduğum satır yeni bir satır olarak yeniden doğuyor parmaklarımda.yukarıdaki yazıda yeniden doğmuş ve canlanmış anıların yazısıdır.
Eh be Medi yine yazdırdın bana ve kapağı süslediğin satırlar inşallah gerçek olur. Yine çıkartırım o hatıra sandığında ve yine yazarım sana…

*güdecek; kuran kursuna giden öğrenciler için yapılan Kuran-ı Kerim  takip etmek için ağaç dalından yapılan yarım ay biçiminde saplı nesne.

Hiç yorum yok: