29 Nisan 2014 Salı

Beni Oku

Köyde elektriklerin kesildiği kış aylarında, lüks lambasının, tüp başlığının çıkartılıp yerine bozuk para konularak, ışık sağlanan akşamlarda, annem bizi etrafına toplar nesi var oyununu oynatırdı. Evde olan, bir eşyayı zihnimizde tutar nesi var diye sorduklarında özelliklerini söylerdik. Zihindeki nesneyi tahmin edebilen bir puan kazanırdı.
Biraz daha büyüdüğümüzde, böyle gecelerde, kitap okumaya başlamıştık. Herkes birer sayfa okuyordu, ya da yarım sayfa ya da 10 satır, kimin elinden, dilinden ne gelirse…
Okuduğumuz kitapların ismi neydi, ne anlatıyordu hatırlamıyorum. Tek hatırladığım, üçümüzün oturup kitap okuduğu birde o zamanlar okuma yazma bilmeyen ninemin bize takvim yapraklarını okuttuğu, zihnimde en taze görüntüleriyle duruyorlar.
Şimdi benimde 8 yaşında, okumayı, kitapların kokusunu sevmeyen, harflerin güzelliğinden hoşlanmayan bir kızım var. Bu kadar okuma tutkunu bir anne için, kızının bir türlü okumayı sevmemesi, çok tuhaf geliyor değil mi?
Okula başlamadan önce, aman sakın öğretme, yoksa okulda heyecan duymaz, canı sıkılır dediler. Bende göstermedim, gerçi oda sormadı ama bende üstünde durmadım. Sonra birinci sınıfa geldiğimizde, önceleri bir şekilde harfleri tanımış çocukların çok gerisinde başlamış oldu.
Başlarda Ela, Talat, at, tut, yut gibi kelimelerin “–a  ‘” “–e” gibi harflerini karıştırıyordu. zamanla geçecek dedim, her akşam kitap okumaya, okutmaya devam ettim. Ama okumayı sevmiyor benim okumamı istiyordu. Yılmadım ısrarla okumaya devam ettim.
İlk dönemde öğretmen, okuldan kitaplar verip özet çıkartmaya teşvik etti. Bizim evde okuma sorunu hala devam etmekteydi. Bu kez ise, Cimcime kendisi kitap okumamaya, özeti de bana çıkarttırmaya başlamıştı. Aslında şimdi bakınca keşke önce 1-2 tane özete yardım etseydim, sonra alışkanlık haline getirmesini sağlasaydım diyorum. Her gün kitabın bir sayfasını Cimcime, bir sayfasını ben okuyordum, sayfalardaki satır sayısı fazla ise yine ben okuyordum. kısa satırlı, bol resimli kitaplarda da satır sayısı fazla olduğunda aynı durumu tekrar yaşıyorduk.
Öyle ya da böyle okumaya çalışıyor, özetini de kendine bırakıyordum. Özet yazarken, kitabın ilk sayfasından, orta sayfasından, son sayfasından birkaç satır yazıp özeti bitirdiğini söylüyordu.
Hala aynı, özet çıkartmak zor, kopyalı, kitap okumak zor, anneye bırakılan bir durum. Bilmiyorum ki ben nerede yanlış yaptım. Eğer kızımın kitap sevmemesinde bir etkenim var ise kendimi kolay kolay affetmeyeceğim.
Eğer bir gün o da; benim gibi annesiyle okuduğu kitapları hatırlayıp, kitapların kokusun içine çekip, okuma sevdalısı olursa, annem bana ne güzel kitaplar, ne güzel, çizilmiş satırlar bırakmış derse ne mutlu bana!



28 Nisan 2014 Pazartesi

Bir Gün

Babamı, evlendikten iki yıl sonra görmüştüm. Gördüğüm son günü, gidişini, hissettiklerimi, yakarışlarımı, bıraktıklarını hiç unutmadım.
Daha dün gibi hatırlıyorum. Dün gitmişte, daha gelmemiş ve dünden bugüne geçen zaman bir asır gibi gelmiş. Onun yokluğunda hissettiğim yalnızlığı, karmaşıklığı hatırlıyorum bazen, nasıl geçirdiğime, hayret ediyorum.
Bu karma karışık duygulardan sonra, babam İstanbul’a geldi ve klinikte bir sağlık taraması yaptırmaya karar verdik. İki, geçmiş koca yılın kalbine zarar vermiş olup olmadığı idi asıl mesele.
Sabah, otobüse binmek için durağa geldiğimizde babam, saflığıyla durakta sıra bekleyen, kendinden büyüklere yol veriyordu. Burası büyükşehir baba dedim herkes, oturmak için sırasını bekler. Eğer sıranı verirsen, sen oturamazsın demiştim. Olsun ama ayıp demişti.
Sabah kanını aldığımız babam, öğleden sonra, ultrason için gelmişti. Yağmur yağan bir bahar günüydü. Radyoloji uzmanı geç kalmış, babam iyice sıkışmış bekliyordu. Benim, masamın tam karşısındaki sırada, sonunda, annemle yan yana oturuyorlardı. Tam bu esnada hastalar artmaya başladı, bir kesi geldi. Hemşirenin işi vardı. Acilde, müşahede de ve salonda hastalar vardı. Var gücümle, işin üstesinden gelmeye, sıra oluşturmaya çalışıyordum. Beceriksiz bir sekreter, beceriksiz bir evlat görmemesini istiyordum.
O gün babamın gözünde, evladıyla gurur duyan bir baba ışığı gördüm. Kendimle gurur duydum. Bana bu şansı veren, önce Gacet, kişisel gelişimime katkısı olduğunu düşündüğüm, Örtger hepsine birer birer teşekkür ediyorum.

Geçmiş değil midir, hikâyeleri, masalları yazdıran? En güzel günleri de, geçmiş hüzünleri de anlatan bu yazı ; geçmişime, geleceğime ve bugünüme armağan, bir gün olsun.

26 Nisan 2014 Cumartesi

Paylaşılmayan Gerçekler

 Hafta sonu, Gacet ‘in evine bir kış vedası yapacağız. Hülye, eşi, Gacet ve biz. Önce ben davet ettim ama Gacet ‘ın evi manzaralı ve büyük olduğu için Gacet kendilerine gelmemizi istedi. Hülye ile bende bir şeyler hazırlayıp gideriz diye düşündük.
Dün , acaba yağmur yağar mı teras çıkabilir miyiz günümüz güzel geçer mi , geçmez mi kararsızlıklarını kenara bırakıp , yağsa da yağmasa da gitmeye karar verdik .
Hazırlık aşamasında benim görevim Egeli olduğum için yaprak sarma, güzel yaptığım için kuru dolma ve tatlı olarak son zamanlarda keşfettiğim ve bana göre harika yaptığım Tiramisu oldu.
Haftanın 6 günü çalışıp her akşam yemek yapıp hazırlamak zor olduğu için, dün akşam (bugün Cuma) yaprak sarmayı hazırlamaya karar verdim. İlk kez taze yapraktan sarma yapıyordum. Daha önce pazardan yapıp almışlığım yok. Annem bu konuda hep bana hizmet ediyor. Her köye gittiğimde, bir şişe salamura yaprak alıp getiriyorum.
Dizdiğim yaprakları, kaynamış tuzlu suya koyup, tencerenin altını kapattım. Klasik yöntem budur diye düşündüm. İçin ise şurada anlattığım yönteme göre hazırladım.
Sarma aşamasına geldiğimde Cimcime ve abim’in kızı Yoşi evin salonunu dağlık bir alana çevirmiş oynuyorlardı. Bende masaya oturmak üzereyken oyunlarında mızımak üzereydiler. Ben size güzel bir oyun kurayım dedim. Oturun yanıma, açın yaprakları, koparın saplarını bana verin. Önce iştahla oturdular.
Başladılar yaprakların saplarını koparmaya Cimcime pek niyetli değildi , “ ben dolma yapmak istiyorum” dedi. Bende hadi o zaman ben size öğreteyim dedim. Başladılar sevinçle, sarmaya…
Geniş kısmı önünüze gelecek derken, arkası önünü ayırt etmelerini gösterirken, her zaman ki gibi Cimcimenin canı sıkıldı “ ben derslerimi yapacağım “ dedi. Yuşi sabırla devam etti, sıkılınca yaprakların saplarını koparmaya devam etti. Ben daha önce neden akıl etmemiştim evdeki işleri, atölyeye çevirmeye diye düşündüm. Bir fotoğraf çekip, sosyal medyada paylaştım. Beğeniler arttı, arayıp kızları çalıştırıyorsun diyenler, aferin nasıl düşünüyorsun Püskül diyenler vardı.
Hâlbuki işin gerçek kısmı öyle değildi kızlar, birkaç yapıp başka oyunlara dalmış, doğru düzgün dolma saramamış ve 2 saat hiç kalkmadan, oturup dolma sarmak zorunda kalmıştım.
Hâlbuki görenler bizi oturmuş enikonu, dolma sarıyor, kızlarda çalışıyor zannederler. Gerçek öyle değildi. Benim yaptığım dolmaları yiyorlar, arada da yaprakları karıştırıyorlardı.
Demem o ki sosyal medyada her şey göründüğü gibi değil. malesef o gördüğünüz şeyleri anlık yapıyorlar, sonrasında neler yaptıklarını söylemek isterdim ama gerçekten inanılmaz oyunlar bulup, evin altını üstüne getiriyor, bir de karşınıza geçip sırıtıyorlar.


25 Nisan 2014 Cuma

Yan Yana

Bir hafta önce, Cimcime akşam eve geldiğimde, koşarak yanıma geldi, sınıfında bir seçim yapıldığını söyledi. Ne seçimi olduğunu sordum. 23 Nisan dolayısıyla, okuldan birkaç kişinin belediye başkanı koltuğuna oturacağını, onun içinde çok konuşkan çocuklardan müdürün seçim yaptığını söyledi. Ardından neden seçilmediğini sordu. 3 kişi seçilmişti, biri öğretmenin sevdiği çalışkan kız, diğeri satranç yarışmasına katılan öğrenci bir diğeri de büyümüşte küçülmüş, akıllı bir çocuktu.
Bende derslerinde başarılı, kendini ifade edebilen öğrencilerin, böyle yerlere gidebildiğini- malum hala okuma güçlüğü sorunu var-gibi bir şeyler söyledim.
Birkaç gün sonra seçilen çocuklardan birinin annesiyle yolda karşılaştık. hoş beş sohbetten sonra oğlunun saçını okşayıp, Nasıl, gittiniz mi belediye başkanına? diye sordum. Daha gitmemişlerdi, 23 Nisan günü gideceklerini söyledi ve ekledi; zaten sorma “neden benim çocuğum seçildi diye bütün anneler tepki gösteriyorlar”dedi. Bende her annenin böyle bir şeyi isteyebileceğini ama bu tip tepkilerin mantıklı olmadığını söyledim.
Gerçekten öyle idi.. hangi anne istemez ki, çocuğunun böyle bir başarı göstermesini. Ne yalan söyleyeyim ben bile hafif bir kızgınlık ve kıskançlık yaşadım. Acaba nerde yanlış yapıyordum , uzun çalışma saatleri , çocukla az vakit geçirme , haftanın altı günü durmadan , çalışıp işin stresiyle gelip, yanlış mı yapıyordum . Abartmamalıydım, daha fazla zorlamalıydım. Daha çok çalıştırmalıydım, terbiye etmeliydim, işi bırakmalıydım, çocuğu rahat yetiştiriyorduk, daha farklı şeyler yapmalıydık gibi şeyler düşündüm.
Düşünmüştüm ama aklımdan bir kere bile seçilen çocukların ailelerine tepki göstermek, laf atmak geçmedi.
23 Nisan geldi ve seçilmiş, akıllı, çocuklardan birinin annesi sosyal medyada fotoğraflarını paylaştı. Görünce, iç sesim hiçte kıskanmadı. Nasıl mutlu oldum, nasıl gurur duydum.
Sonuçta benim kızımın sınıf arkadaşları idi. benim kızımın da onların sınıfında okuması, onlarla iletişim halinde olması bir şanstı. Annelerinin sevincine, gururuna bende ortak oldum.
Kimse aynı olmak zorunda değil. Başarılı, her şeyi bilen, kendini ifade edebilen biri olmak evet güzel bir şey ama her çocuk aynı olmak zorunda değil. Ben elimden gelenin en iyisini yapmaya, çalışıyorum.
Yanlışlarım doğrularımla ben de önce bir insan sonra anneyim. Ne gerek var ki önde gitmeye, yan yana yürümek varken. Geride kalmasın içtenliğiyle, doğruluğuyla yaşasın benim kızım, dünyada bunca yalan varken ve kıskanmasın kimseyi, arkadaşlarının başarısına ortak olsun.

Ben onun iyi bir insan olması için elimden gelenle yanındayım zaten…

24 Nisan 2014 Perşembe

Af

Önce affetmeliyim. Neyi? Kimi? Kendimi mi?
Senden önce, kendimi affetmeliyim…
Sana kan bağımın, olduğu bir insan gibi değil de sıradan bir insan gibi davranmadığım için…
Verdiğim değeri ve ederi düşündüğüm, kendi menfaatini, sosyal değerlerden daha önce tuttuğunu fark edemediğim için…
Yan yana yürümeyi değil de, bir adım önde olmaya çalıştığın ve benimde hep sana yetişmeye çalıştığım için…
Kendi özelliklerini, sadece kendi menfaatine çevirmeye çalıştığını görmediğim için…
Yanlış ve ya doğru hislerimin, senin hissettiklerinle aynı olmadığı fark etmediğim için …
Yaşadıklarımı, hissettiklerimi senin kadar değersizleştiremediğim için…
İsteklerimin, senin isteklerinin bir adım geride kalmasını hazmedemediğim için…
Şimdi…
Önce affetmeliyim…
Kendimi…
Daha önce gerçek yüzünü göremediğim için.
Görüyorum artık, duyuyorum da.
Ve eskisi gibi varlığın rahatsız etmiyor beni.
Varsın.
Bir yerlerdesin
Ama artık kalbimde değilsin
Sıradan birisin…





22 Nisan 2014 Salı

Ben Sinema Artisti Olmak İstiyorum

      Çok uzun bir aradan sonra arkadaşım Simone sayesinde, uzun süredir gittiğim çocuk tiyatroları dışında, bir yetişkin tiyatrosuna gitme fırsatım oldu.
     Süleymaniye ’ de kuru fasulye yiyip ardından muhteşem bir manzarada çay içtik. Simone’ nin muhteşem sohbeti sayesinde derin bir nefes aldım.
       Fatih Reşat Nuri  Sahnesine ulaşmak için , kendimizi Süleymaniye’den aşağıya saldık ..Heyecan verici bir deneyimdi.Derme çatma , metruk yerlerden geçtik ve sanırım eski İstanbul ‘un yıkılmış evlerinin  , yaşanmışlığın koktuğu , tarihin arka odasını hissettiği  evlerin , yaşamların ,arasından geçip ulaştık.
       Ve Reşat Nuri Sahnesindeyiz.
                        
Yazan
: NEİL SİMON
Çeviren
: BİLGE KOLOĞLU
Yöneten
: S.BORA SEÇKİN
Dramaturgi
: HATİCE YURTDURU
Sahne Tasarımı
: AYHAN DOĞAN
Işık Tasarımı
: F.KEMAL YİĞİTCAN
Kostüm Tasarımı
: NİHAL KAPLANGI
Efekt
: ERSİN AŞAR-MUSTAFA KÜÇÜCÜK
Yönetmen Yardımcısı
: BETÜL KIZILOK BAVLİ
Süre
: 1 SAAT 30 DAKİKA / 2 PERDE
OYUNCULAR
BESTEM TÜRENDERYA ÇETİNELERHAN YAZICIOĞLU

     Oyun harikaydı. Bende baba kız ilişkileri konusunda –peh – en azında babam ile olan ilişkilerime hep kafa patlatmışımdır. Sanırım herkes bir dönem babasıyla anlaşamıyor. Bende bir dönem anlaşamış, daha sonra hem onu hem kendimi kabullenmiş olduğumu düşünüyorum. Sanırım hayal gücüm babamın 10 da1’i.Babalar ve kızları işte…
     Oyunculuk kısmında ERHAN YAZICIOĞLU’na diyecek bir şey yok, zaten benimde öyle büyük bir tiyatro deneyimim yok ama Libby Tucker  (babasının kızı)karakterini canlandıran Derya Çetinel ‘in performansına hayran kaldım.
    Sizde gitmek, görmek eğlenmek isterseniz; İstanbul Büyük Şehir Tiyatrolarının, gösterim tarih ve saatlerinin buradan takip edebilirsiniz.
      Bazen duygulandığım, çokça kahkaha attığım  ve derin derin nefes aldığımı hissettiğim bir gündü . Emeği geçen oyunculara, arkadaşım Simone ye buradan teşekkürlerimi sunarım.




18 Nisan 2014 Cuma

Günlerden bir gün

Eski elmalık 



Bir bayram sabahıydı, erken saatti, kömür kokan sisler sarmıştı her yanı ve hala Alman Amcaların, indirmenin altında bayram salıncağı kuruluyordu. Dün gibi hatırlıyorum o sabahın kırağı soğuğunu. Köy deki kadınların, akşamüstü dede topu oynadıkları, köy yolunda gezdikleri, genç kızların âşıklar tepesine çıktıkları günlerdi. Almanların indirmenin altında kurulan salıncağa binmek için sıra beklenir, sırası gelen hızlıca sallanır ve her sallanışta sırtına vurulup “ yavuklun kim?” diye sorulurdu.
Benimde genç kız olmaya, genç kızlarla olmaya özendiğim, yavuklu nedir bilmediğim günlerdi. En çokta halamları ne konuştuğunu merak eder, beni aralarına katmaları için her şeyi yapardım.
İşte o günlerden, öyle günlerden bir gün; babam büyük erkek kardeşimle bizi karşısına aldı. Elimize aynı miktarda para verdi. Daha sonra  “Akşama bu parayı harcamadan getiren olursa, bu kadar daha vereceğim” dedi.
Parayı alınca çok sevinmiştim. Daha önce bu kadar büyük miktarda para aldığımı hatırlamıyordum. Parayı; şimdi hatırlamıyorum ama büyük ihtimalle kırmızı lewis kotumun cebine koydum. Kızları görmeye, dallarında ters takla atmayı bir türlü beceremediğim, elma ağaçlarının olduğu, herkesin elmalık dediği, bayram yerine gittim. Daha erkendi birkaç kişi vardı. Elma ağaçlarına çıktım. Dalları hala çiğliydi. Sıkıldım birkaç kez salıncağın olduğu yere gittim, kendi kendime sallandım. Öğleden sonra halamlar geldi. Genç kızlarla, erkeklerin bir arada gezindiği, bir birlerine laf attıkları ve “yavuklun kim?” diye sorup, salıncakta sallandıkları anlar başlamıştı.
Köy meydanının ortasında evi olan, Hatice Teyzeler evlerinin yem yerinin bir tarafını kapatıp Necati amcalara bakkal olarak kiraya verdikleri bakkal dükkânı vardı. İşte o bakkalında çok güzel Elvan gazozları, leblebileri, bardakla satılan çekirdekleri ve renkli gazozları vardı. Hemen gittim bir tane Elvan gazoz ve fıstık aldım, ardından çekirdek aldım. Halamların yanına gittim onlara da verdim. Baktım sohbet iyi gidiyor, elvan gazozlarından onlara da ısmarladım.

Parayı nerden buldun diye sordular “ Bayram paralarımı harcıyorum” dedim gülüştüler “Daha küçüksün harcama paranı lazım olur” dediler. Param ne kadar çoktu, harca harca bitmiyordu. Herkese elvan gazozlarından ısmarlamıştım. İkindi vakti kadınlar indi, bayram yerine, dede topu oynadılar biz ortada sıçan olduk. Amma zevkliydi, mendil kapmaca oynadık. Bir kere mendili çok iyi kaçırdım ve bizim taraf kazandı. Ne güzeldi hep oynatırlar beni artık diye düşündüm.
Yürünen yola eklenen yol
  Akşam oldu artık karanlık basmıştı herkes evine gitti bende eve gittim. Büyük mavi kapılardan bahçeye girdim. Şimdi ne olduğunu hatırlamıyorum ama annem kazanda bir şeyler kaynatıyordu. Güneş batmak üzereydi. Babam salondaki divanın üstüne uzanmıştı. Büyük erkek kardeşimde salonda oturuyordu. Salona girdim babam doğruldu ve divanın üstüne dizini kırarak oturdu. Salonun ortasında dikiliyordum, büyük erkek kardeşim sırıtıyordu ben bir anlam veremiyordum. Babam “hadi bakalım sabah verdiğim para kimde kaldı?” dedi.
Büyük erkek kardeşimin parası olduğu gibi duruyordu. Ben ise; bu kadar çok parayı nerden bulduğumu hatırlamıştım. Babam kızmadı bu olay bir deneydi ve benim savurgan cömert (ben uydurdum) olduğumu öğrenmişti. Ben böyleydim yapacak bir şey yoktu.
 Şimdi o elma ağaçları yok, dede topu oynayan kadınlar, “yavuklun kim?” diye soran gençler yok. Her biri ayrı şehirlerde ve bu günleri yâd ediyorlar. Dönmenin de mümkün olmadığını düşünüyorlar.

 Bu gün günlerden ,o gün olsun. Yâd edelim ...

17 Nisan 2014 Perşembe

Üç Limon

      Başlık kadar ilginçti okuduğum kitaplar. Bu kitapların yorumunu yapmak için 6 ay kadar beklemiş olmamda sanırım tembellik. Ayrıntıya girmeden anlatacağım, hissettiklerim birkaç kelimeden ibaret olacak .Bazen keşke daha çok kitap okusam, sadece kitap okusam, bütün kitapları okusam diyorum. Bu şartlarda bu mümkün değil gibi gözüküyor.Kitap eleştirisi ve yorumu yapma konusunda deneyimim yok. Burada yazdıklarım aklımda kalanlar, etkileyenler ve hissettiklerim.Yorum ve eleştiri konusunda çok iyi bloglar var . bende bir çok kitabı okumadan önce veya sonra mutlaka bakarım. Diğer okuyucularda benim gibi hissetmişler mi? Hangi satırları beğenmişler? Benim için merak konusudur.Bu üç limonlu kitabı ardı ardına tesadüfen okudum.

                    LİMONLU PASTANIN SIRA DIŞI HÜZNÜ


Kitabı alırken çok büyük hayaller kurmuştum. Yani çok akıcı olacağını beni hayallere gömeceğini falan ama o kadar etkilenmedim. Demek istediğim akıcı, değişik, etkileyici cümleler beklemiştim. Okuduğum kitapların, satırlarında, bazı cümlelerinde kendimi bulurum.Annesinin yaptığı limonlu pastadan sonra yediği yiyeceklerin mutlu mu, mutsuz mu Olduğunu nerelerde nasıl yetiştirildiğini tahmin edebilen Rose’ un hikâyesi olan bu kitap ayrıca aile ilişkililerini de irdeliyor. daha büyük bir heyecan bekliyordum özellikle erkek kardeşiyle ilgili olan kısımlarda.çünkü çok zeki  ve asosyal olan erkek kardeşinin mucizevi bir olayı var kitapta . bu da okumayı düşünenlere bir merak  uyandırıcı bir  özellik olsun .:)Bu kitabı okurken de okuduktan sonrada bizim evde; Cimcime ile değişik diyaloglarımız oldu. Mesela yemek sırasında, acaba bu tavuk nasıl bir çiftlikte yetişmiştir? Arkadaşları ne renktir? Bu pırasayı toplayan kişi ne düşünmüştür gibi sorular sormuştum. Cimcime daha sonra her yemekte bunları soruyor değişik cevaplar veriyorduk. Hayal gücü geliştirme çabaları yani…

LİMON AĞACI


Kitabın yorumlarını okuduğumda, Ortadoğu’da büyük bir aşk hikâyesi diye beklemiştim. Bence kronolojik verilerin çok olduğu kitap; Ortadoğu da yaşanan İsrail’in İsrail olma, Filistin’in Filistin olarak kalabilme savaşını anlatıyor. Suriye’deki iç savaşın başladığı dönemlerde okumuş olmamda tamamen tesadüftü. bu çaresizliği, acımasızlığı daha önce bu kitapta hissetmiştim. Her iki tarafında ezilen olması ama bir tarafın arkasındaki gücü, diğer tarafın ise, yaşadığı derin acılar la hakkını istemesi bana etkileyici geldi.

LİMON YAPRAKLARININ KOKUSU

Bu kitabı kliniğe gelen, hemşire arkadaş okurken gördüm limon kitaplarının ardından gelmesi mi? yoksa kitap okuma hevesim mi? Bilemiyorum. Arkadaşa bu kitap nasıl? Bende okuyabilir miyim? Dediğimde hemen verdi. Okumaktan sıkıldığını söyledi. Kitabın arka kapağında “Dikkat: Bu kitap yıkıcı bir derinlik barındırmaktadır.” diyordu.En çok dikkatimi çeken, acılarla ilgili yazılan kitapların bir şekilde limon ile bağdaştırılmış olması. Yıkıcı bir derinlik değil ama ayrıntı ve içerik açısından kurulan cümleler hoşuma gitti. Akıcılığı konusunda bir şey diyemem. limon yapraklarının kokusu deyince bir limon ağacıyla bağdaştırmıştım önce ama limon ağacının yapraklarının bulunduğu hikayelerden çok başka içeriğe sahip bir kitaptı.Ve 3 limon, 3 kitap, 3,limonlu, kitap bitti. Bol okumalı, karıştırmalı, araştırmalı günler dilerim.




12 Nisan 2014 Cumartesi

Hayat

Kelimeleri toparlasak,
Hayatı yuvarlasak,
Hayalleri savursak,
Daha mı iyi olacak ?

11 Nisan 2014 Cuma

Fol & Yumurta & Ben

30’ lu yaşlarımı deviriyorken içimdeki Püsküllerin hepsi ayrı yerlerden konuşuyor. Bu yıl sırf öylesine girdiğim YGS sınavında tercih yapma şansına sahip olmam  bile kafamda ki gel gitlere engel olamıyor . Daha en başında sonucu aldığımda olursa olur olmazsa olmaz ben tercih hakkımı kullanayım yerleşebilirsem okula giderim yerleşemezsem eyvallah derim diye düşünmüş , akışına bırakmaya karar vermiştim.
İçimdeki, dışımdaki bütün Püsküllüler şimdi durmadan konuşuyor. Bu yaşta, bundan sonra ne uğraşacaksın, iyi bir işin var. Maaşını alıyor, sigortan yatıyor, bunları bulamayan bir çok insan var diyor. Birde bu saatten sonra girdiğin sıkıntıya değer mi? İstediğin ne ki statü mü? Ne olacağını sanıyorsun? İyisin işte daha ne!
Biriktirdiğimiz, kendimize bir yuva kurma hayali ile bunca yıl uğraşıp didinip, güvence olarak gördüğümüz, kimilerine göre devede bit, kimilerine göre ise; olabileceğinin en iyisi olan birikimimizi bu amaç için harcamayı düşünüyorum. Cümle sonunda ki “m” sadece benim düşündüğümü belirtse de içimdeki Püsküllerimi ayaklandıran, karıştıran hem iç, hem dış mihraklar var.
 Biri ;bunca yıl uğraşmışsınız, iyi noktadasınız , hayatınızı kurup artık evinde olmuş ve olabilecek olan çocuklarınla vakit geçir  diyor.Yani işin gittiği yere kadar gitsin  kaldığın yerde başka umutlarla devam edersin .
 Diğeri; şimdi her şeyi bir kenara bırakıp okul mu okuyacaksın? Ne güzel işin var bu işi arayıp ta bulamayanlar var. Hem isteklerin 2 yıl daha ötelenecek.
Öteki; okudun peki ya sonra? Daha fazlasını isteyeceksin! Bu hırs neden?
Diyor ...
Ben ne diyorum?
2000 yılında babam, kıytırık okulda kıytırık bölümü okusan ne olacak demeseydi. Ben o kıytırık bölümü okuyup kıytırıktan bir meslek sahibi olsaydım. Yana yakıla iş arayıp bulamasaydım. Bu gün bunlar olmayacaktı.
Kader mi diyelim, kabulleniş mi , yoksa  hırs mı?
Üniversite ortamının kokusunu almak istiyorum. Sıralarını görmek istiyorum, arkadaşlarımın olmasını istiyorum. En önemlisi bir meslek sahibi, nitelikli bir meslek sahibi olmak istiyorum.
Şimdi bir meslek sahibiyim, pardonlarıma göre; işimi iyi yapan bir elemanım kendi alanımla ilgili iki üniversite bitirdim. En nihayetinde bu yaptığım işi, aldığım ücreti pardonlarım dışında başka işverenlerin vereceğini düşünmüyorum
Bir meslek sahibi olduğunuzda ise aldığınız maaş belli, çalışacağınız standartlar aşağı yukarı aynı ama benim mesleğimde öyle değil.
Daha ortada fol ve yumurta yokken yaşadığım stres, dileklerim ve isteklerim yönünde ilerlediğimde ne kadar büyük bir karmaşıklıkla kalacağım bilemiyorum.
Çevresel şartlarım, bu yönde uygun gözükmüyor. Sanırım kursağımda kalan dileklerim hep orada kalacak.