28 Mayıs 2015 Perşembe

Gördüğüm ile yaptığım

Bir zamanlar internette dolaşan capsler vardı. Hani o internette gördüğünüz ve gerçekte olan diye…
İşte öyle bir şey oldu dün akşam bizim evde. uzun süredir canım sıkılıyor ve kendimi iyi hissetmiyorum. Bir şeyler ile uğraşmak ve vakit değerlendirmek için kırkyamaya başladım.
Büyük boy ayrıntılı bir şey değil ama evdeki eski kotları ve koltuk örtülerini bayağı eritti. Birde makine iğne kırmayaydı ve 18 numaralı iğne bulmakta sıkıntı çekmeyeydim iyiydi.
Ben iğne arayıp bulmaya çalışayım  durayım bu arada keçe işlerine de sardım. Araya bir iş sıkıştırayım dedim.
El işleri tamamen rahatlatıcı, sinir alıcı bir şey, birde evdeki yavruyu tepemden indiriyor ya daha çok seviyorum. Ufak ufak dikiş bile dikmeye başlayan Cimcime çok mutlu bu durumdan. ohh mis gibi daha az kafam yoruluyor.
İşte bu keçe işi de caps olmaya hazır.
Ama kafama takılan sorular var. Benim sesimi duyup cevap veren olur mu bilmiyorum ama kafa takılanlar
Siyah keçe üzerine daha iyi mi olur?
Ben nakış makası kullandım yanlış mı yaptım?
Keçe kalınlığı bu iş için uygun değil mi?
Daha düzgün nasıl kesilir?
İyi, kötü keçe ayrımı var mı?
Kenarlarını dikmeli miyim? Silikonla yapıştırdım.
Ben şablonla değil doğaçlama çizerek yaptım. Şablon şart mı?
Yoksa ben beceriksiz miyim?
Olursa hediye tablo olarak yapmak istiyorum. Bir daha deneyeceğim ama bu akşam şu kırkyama işini inşallah bitireceğim.


23 Mayıs 2015 Cumartesi

ONLARLA BÜYÜYORUZ

Çocuklar doğuyorlar birde büyüyorlar. Büyüyorlar kısmını genişletmemiz lazım çünkü bu süreç sanırım hiç bitmiyor.
Gözümüzde hep çocuk olarak kalmaya devam eden bizim bebeler, büyürken bizimde sosyalleşmemize ve yeni insanlar tanımamıza neden oluyorlar.
Büyüyorlar ve onun arkadaşları senin arkadaşların, arkadaşlarının annesi yoldaşın oluyor. Kendi eksiklerini de öğreniyorsun, artılarını da başkalarına katıyorsun.
Bence en iyi sosyalleşme yöntemi çocuklarla olmak. Ufak şeylerin bir insanı ne kadar mutlu ettiğini görebilmek için, daha çok çocuklarla birlikte olmak gerekiyor. Daha çok çocukla dışarıda olmak tabi…
Tek dişi kalmış bir canavarla evde olmak değil. Bu yazıyı çocuklarla olmaya nasıl getiremeyeceğim sanırım…
Ben çocukluğumun kokusunu aldığım bir gün yaşadım. Evet o gün dündü, yani yine geçmişe döndü. Hatıralarımda, anılarımda yer olan ve büyük olasılıkla çocuklarımızın da hafızalarında yer edecek olan güzel bir gün geçirdik.
Yanan mangallar, pişen köfteler, hazırlanan sofralar, edilen hoş sohbetler, oynanan mendil kapmaca, yakar toplar, salıncakta sallanan, kaydıraktan kayan anneler… Durmadan hiç bitmeyen enerjileri ile akşam kadar yediklerini eritmeye çalışan çocuklar…
Eve geldiğinde yatağa sızan yavrular…

Büyüyorlar , yepyeni adımlar atıyorlar ve o adımlarda biz eğleniyoruz.Hep beraber eğlenebilmek için bir dahaki 3/A sınıfı geleneksel pikniğinde görüşmek dileğiyle….

21 Mayıs 2015 Perşembe

GERÇEK MASAL

Ben Bayan Püskül; bugün günlerden 21.5.2015 Perşembe yarında Cuma olacak ve günler günleri kovalayarak gitmeye devam edecek.
Yaşlılığın en iyi belirtilerinden biri, zamanın akıp gittiğini anlamamak galiba... O noktadan sesleniyorum. Yazıyorum desem daha doğru olacak.
Neden yazıyorum onu da bilmiyorum ya… Bazen Sait Faik gibi isyan ediyorum kendime, “Ben manyak mıyım, neden yazıyorum ?” diyorum. Sonra yazmadan duramıyorum… Sonra neden yazdım diyorum ha işte orada kıpkısır bir döngüde kalıyorum.
İşte öyle ben bugün;
Ne Kırmızı Başlıklı Kız masumluğu, ne Kül Kedisi  Sindirella saflığı ne Rapunzel’in kaderi , ne Pamuk Prensesin hamaratlığı ,ne de Pinokyo’nun haylazlığı var üzerimde.
Bugün; kafamda dönüp duran, beni olduğum enerjiden fazlasını yapmaya zorlayan o enerjisizliğin kemiren düşüncelerini toplayıp, defetmek için Fareli köyün zurnacısı olmak istiyorum.
Yazdım yine…
Şimdi bir Nasrettin Hoca olsa da iki muhabbetin belini kıraydık bee…


19 Mayıs 2015 Salı

İçimden

İçimdeki resmi tatil; evdeki yarım kalmış kırkyama, yıkanmamış çamaşırlar, toplanmamış yataklar, arkadaşlarla kahvaltı, parkta bol kitap okumalı çocukla geçirilen zaman, bitmek bilmeyen sorular.
Dışımdaki resmi tatil; masa başında, kimse yok, yüreğimde kocaman bir yumru, gelmeyen hasta, konuşmayan insanlar, sıkıntılı bir gün, bol tembellik, güneş görmeyen gözler, yazılamayan satırlar, konuşamayan düşünceler ve istenilen bir durum.
Bıktım mı?
Bilmiyorum…
Ne yapacağım?
Bilmiyorum…
Akşam Cimcime ile parka gideceğim. Arkadaşı ve annesi olacak, çekirdek dondurma bol sohbet yanımızda olacak.
Son zamanlarda hep evde olmak istiyorum. Evde olmasam da daha özgür olmak istiyorum. Özledim gençliğimin kısıtlı bile olsa özgürlüğünü özledim…


18 Mayıs 2015 Pazartesi

LİMONATA

Daha çok şeyler yapıyorum. Yemek, temizlik, pasta, börek, çörek, sirke, şerbet, limonata ve bilumum ev işleri…
Bunlardan daha fazla yaptığım şeylerin başında ise okumak ve yazmak geliyor. Descartes Düşünüyorum öyleyse  varım. ‘ demiş ya bende okuyorum düşünüyorum ve yazıyorsam varlığımı hissedebiliyorum.
Daha çabuk tüketen toplum haline döndüğümüz için iki flaş ile bir dudak arası olan popüler fotoğraflarımız rağbet görüyor. Aynı değeri ne yazik ki yazmak için verdiğimiz emek görmüyor.
Konumuz bu değil aslında ama ben hiç dokundurmadan duramıyorum.Yazılarım da daha serinletici bir etki yaratmasını istediğim için size bu sıcak günlere ve terletici yazılara serin bir alternatif için limonata tarifi vereceğim.
Vereceğim tarifi bir kenara yazın ve hiç unutmayacak hale gelene kadar yapın. Eğer bilmeyip benden öğrendiğiniz güzel olmuş ve sofrada başköşede olduysa dua edebilirsiniz. Dualarınız yüreğimde yumru gibi duran sıkıntının bir an önce geçmesi yönünde olsun lütfen…
Limonataaaa
Öncelikle bir portakal ve bir limonu derin dondurucuya bir gece önceden koyacaksınız. Bunu limon ve portakalın acılığını almak için yapıyorsunuz.
Ertesi gün dolaptan çıkardığınız portakal ve limonu, bıçak ile kesilir hale geldiğinde -tahmini 10 dk sonra oluyor-dörde bölüp, robotta bir bardak şeker ile birlikte parçalıyorsunuz.
Seker ile birlikte parçalanmış meyveleri derin bir kaba boşaltıp üstüne 2-3 lt su ve şeker oranını damak tadınıza göre ayarlıyorsunuz.
Orijinal tarifte bir tatlı kaşığı limon tuzu katılıyor. Ben limon tuzu doğal olmadığı için içine bir limon sıktım.
Su ve şekeri iyice karıştırdıktan şekerde eridikten sonra süzüyorsunuz. Süzme işlemini ince bir tülbentle ve en son sıkarak posasını çıkartırsanız rengi daha iyi oluyor.
Eğer daha da yoğun tat isterseniz, iki limon bir portakalda kullanıp, su miktarını ayarlayabilirsiniz.
Artık şişelere doldurup buzdolabına kaldırabilirsiniz. Buzdolabında eğer bekliyorsa bir hafta dayanıyor.
Bu tarifi bana veren Medi’ye teşekkür ederim.Kız Medi bu hafta 5 lt yaptım bitti.
Afiyet olsun…



16 Mayıs 2015 Cumartesi

YAVUKLULARINI ARAYANLAR

Manita ve yavuklu sevginin fiil olarak kullanılmadığı zamanların deyimiydi. Manita ne kadar argo anlamında gelse de yavuklu daha saf bir çağrışım uyandırıyor.
Yavukluların pazar yerinde, panayırda, düğünde ve bayramda kalabalık ortamlarda uzaktan bakışarak sevildiği günlerde, her şey daha samimiydi. Uzaktan bakışarak yaşanan aşk bambaşkadır herhalde…
Samanlıklar seyran olurken de bu sevginin ateşi samanları tutuşturmuyorsa zaten anlamı da yoktur. Yani büyükler bir bildikleri var ki samanlıkları seyran etmişler. Masum aşkların buluşma noktası(.)
Benim zamanımda da zorluğu vardı bu işlerin. Teknoloji yeni yeni açılmıştı Msn de Chat odaları daha yeni yeni şimdilerin evlendirme programları gibiydi. Birçok kişi için hiç etik bulunmuyordu.
Şimdilerde aileler evlensin de nereden bulursa bulsun kıvamına yavaşça ilerliyorlar. Zaten evinden okumaya veya çalışmaya başka memlekete giden birey kendi yolunda yol arkadaşını da buluyor. Yok, bulamıyorsa yine aile devreye giriyor ve işi işine dişi dişine olan biriyle tanıştırılıyor.
Bu tanışma faslı eskisi gibi birkaç dakikadan ibaret değil. Birkaç ay beklide yıl sürüyor ve aileler yüzükleri takıp harekete geçiyor.
Bunlar istisna…
Artık daha sosyaliz. Dığdımın dığdısı ile ya da merak ettiğimiz birisi için sadece arama motorlarına ismini yazmamız yetiyor. Bu sosyal medya denen yerde ne kadar bilgilerinizi gizli tutmaya çalışsanız da ayak izleriniz geride kalıyor.
21. yüzyılın bizleri için her gün bayram çünkü sosyal medya bayram yeri gibi. İstediğiniz zaman eski manitanın, eşin ya da okuldaki gıcık olduğun o kızın profiline girip bakabilirsin. Hani çok beğendiğin okulun popüler kızı ya da erkeği de buralarda muhakkak dolaşıyor.
Sosyal medyada ayak izleri olmayan ninelerim. Bir keresinde böyle birinden bahsetmiştim de bilmem nerede oturuyor, evi çok güzel demiştim. Nereden biliyorsun kendi evi olduğunu, gittin gördün mü? dedi de ben zonk diye kalakalmıştım.
Buralardaki anlık mutlulukların kalıcı ve sahiciliği konusunda anlatmak istemiyorum. Bu bahsi geçtik.
Asıl mesele insanın içindeki merak duygusunu azaltabilmek için eskilerin ne yaptığını incelemesi.
Eski yavuklunun, eşin ya da arkadaşın bu anlık mutluluklarını görebilmek.
Off evlenmiş, bak ne güzel evi var, nerelerde geziyor, ne yiyor içiyor, arkadaşlarına bak, ne güzel düğün fotoğrafları var ,enerjileri var. Allah korkusu sarmış, beriki ise değişmiş bildiğin popüler gitmiş yerine koca göbekli çirkin biri oluvermiş. Ya da bildiğin çirkin ördek yavrusu kuğuya dönüşmüş.
Biliyorum ki bunları ben dâhil herkes yapıyor. Yapıyoruz.
Yalnız değilsin o eski yavuklunu, sümüklüyü ya da yakışıklıyı yada o güzeli takip eden milyonlarca insan var. Çok abartmadım değil mi? merak dürtüsü olabilir olmuyorsa zaten orada bir sıkıntı yok mudur?
Bunu herkes yapıyor için rahat olsun. Ama sen mutluluğa ya da üzüntüye ne sevin ne de üzül kararında bırak merakını giderdin mi? Keyfine bak. Hayatını tamamlamanı sağlayan o anların keyfini çıkar.

Bak benim ki Avusturya da çoluklu çocuklu mutlu mesut yaşıyor. Helal olsun bitti gitti. o yaşananlarda güzel anlardan, heyecanlardan bir tanesiydi.

15 Mayıs 2015 Cuma

KÖYÜM

Az önce öz halamın oğlu Yılmaz dayıma benzeyen bir hasta geldi. Konuşması tavırları nasılda ona benziyordu. En çok kandiller ve bayramlarda sızlıyor burnumun direği. Köyü özlediğimi akrabalarımın özlemini tekrar hatırlıyorum.
Biliyorum artık, her gün bir gün geri döneceğimi düşünmekten vazgeçtim. Özlem hiçbir zaman geçmiyor. Özlüyorum, kandilde pişen gödeklerin köyü saran kokusunu, sabah uyandığımda çiğ düşmüş yaprakları, annemin mor salkımlı çiçeğini, Şafaklar sülalesinin görünen kocaman çınar ağacını, sabah hayvanlarını güdmeye giden insanların seslerini, annemin bahçeye indiği ve benim gidip çağırdığım geri gelmeyecek günleri çok özlüyorum.
Süt götürenlerin arabalarının tıngırtılarını, birbiriyle selamlaşan komşuların seslerini çok özlüyorum. Yazdıkça için cız ediyor.
Keşke yaşlanmadan, memleketim mahvolmadan dönebilsem ve durmadan şehre göç veren, hergün sanayileşme ile mahvolan memleketim için bir şeyler yapabilsem.
Çok özledim tüm yeniçeri köyünü, herkesi sevgiyle kucaklıyor ve öpüyorum


Kandiliniz mübarek olsun.

12 Mayıs 2015 Salı

Hangisi

Her gün yeni bir sayfa açtığım ömür defterinin yapraklarına yazabilmek için, ilk kez şekersiz bir kahve içtim. Dudağımda kalan acı tadın yerini ömür defterime işledim. Yazdığım her kelamın, yenisi bekledim.
Ya da
Kendimi bugün uyanmamış hissettiğim için, yazabilmek için, bir bardak kahve içtim.
Her ikisini de kullanabilirsiniz. Hangisi daha iyi?


Kahve zihin açar …

11 Mayıs 2015 Pazartesi

MEMNUNİYETSİZMİSİNİZ?


İşi bilen değil işini bilenlerin siyaset yaptığı bu ülkede; işi bilen değil işini bilenlerin köşeyi dönmesi normal hem de çok normal…
Bilseydim iş öğrenmeye çalışmak yerine, işini bilen olmak için totomu yırtardım.
Ha memnun değilmiyim?
Kimseye boyun bükmeden, eğilip bükülmeden ama öğrenebilmek için mücadele vererek çalıştığım için memnun ama işi bilen, işini kendine göre çeviren insanların daha göze, dişe dokunur insanlar olduğu için memnuniyetsizim.
Elbette ki önce insan kendi menfaatlerini düşünmeli ama kendi menfaatleri dışında hiçbir şey düşünmeyen insanların kendilerinin ve çevrelerinin hep bir adım önde olması hiç de memnun edici bir durum değil.


B.P.

9 Mayıs 2015 Cumartesi

Düş hekimi

Birkaç gün önce Cimcime eve geldiğimde; Cuma günü okulda, herkesin hayalindeki mesleğin kıyafeti ile okula gideceklerini söyledi. Hayallerindeki mesleği yapabilmek için ne yapmaları gerektiğini açıklayan bir konuşmada yapacaklardı.
Ben balerin öğretmeni olacağım dedi. Bende tabi nasıl istersen dedim. Sonrasında balerin kıyafeti almamız gerektiğini söyleyince, evdeki kıyafetlerle balerin kıyafeti yapabileceğimizi belirttim. Buna razı olmayan Cimcime birkaç suratsız ifade ve battaniye altı edebiyatı yapmaya çalıştı.
Bu kozu anne ve babada yemeyince yanıma geldi. Anne aslında ben diş hekimi olmak istiyorum dedi.5 yaşından beri gittiği Diş Hekimi Hülya ablasından etkileniyordu.
Boş ver kızım ben mutlu olmak istiyorum , dünyada savaşların olmasını istemiyorum. Çocukların iyi eğitim almalarını ve arkadaşlarımın kavga etmelerini istemiyorum de dedim. Yemedi.
Anası kılıklı dediği olacak illa…
Klinikten bir önlük, bir kaç diş aleti getirdim. Sunumu için birkaç tüyo noktası söyledim. Boş ver dedi. Ne söylemeğimi biliyorum. Kalıpsız bu çocuk.
Cuma günü okula fotoğraf çekimi için öğretmeni de gelmemi söylemiş. bende çekim için gittim. Hepsi o kadar güzel o kadar heyecanlıydılar ki, bu duyguyu yaşamak çok güzeldi.
Diş hekimi olmak isteyen kızım;
Dileklerin ve isteklerinin gerçekleşmesi için çok çalışmalısın. Sistem bunu gerektiriyor. İyi bir anne olmak için elimden geleni yapıyorum. Ne olursan ol mutlu, saygılı ve sevgi dolu bir birey ol. asla ve asla doğru bildiğinden şaşma ama hayatta yanlış bilinen doğrular olduğunu da unutma!
Seni seviyorum.


6 Mayıs 2015 Çarşamba

6 MAYIS 2015

Karşınızdakini istediği gibi olmadığınız sürece; iyi doktor, iyi hemşire, iyi sekreter, iyi öğretmen, iyi aşçı, iyi avukat, iyi hakim, iyi temizlikçi, iyi memur, iyi diş hekimi, iyi arkadaş, iyi anne, iyi gelin, iyi evlat, iyi teyze,  olamıyorsunuz.
En önemlisi karşınızdakinin istediği gibi değil, ne istediğini bilen, kendini ifade edebilen , doğru olanı yapan bir birey olmak…Doğruluktan fedakarlık yapmamak , yanlışa direnebilmek…
Ya da yanlışı savunan insanların senin yanlışlarının onun doğruları olabileceğini düşünerek saygı göstermek. Doğruyu göze sokmadan ifade edebilmek.
BAYAN PÜSKÜL


5 Mayıs 2015 Salı

KENDİME AİT BİR YAZI


Bazen salondaki masada oturur, kitabımı okurum. Bazen ise yazılar yazarım. Genellikle Cimcimenin ödevleri için kullanılan yemek masamız; benim hayallerimi aktardığım beyaz sayfaların masası olur.
Yemek yediğimiz, ders çalıştığımız masa; hayallerin başlangıcı okumalara ve yazmalara şahit olur. Oturma odasından, salondan çıt çıkmayınca Tv başından başını kaldıran Cemo; salon kapısına gelir. Kaş göz işareti yapıp dikkatimi dağıtmaya çalışır. “Hay senin yazmana” der.
Onun en mutlu anı; Tv karşısında geçirdiğimiz boş vakitlerdir. Benim ise kitabımı okuduğum, birkaç satır karaladığım saatler…
İşte böyle, nadir olan bir akşam okumasında Wirgina ‘nın en feminen satırlarında, Cemo kapıdan bakıp ; “Hay senin Wirginana (Virjinyana) ”dedi.
Evde arada sırada esen feminen rüzgarların  Wırgınadan esinlendiğimi bilseydi, daha ağır konuşabilir miydi? Anlamış olacak ki Wirgina ya selam gönderdi.
Wirgina’ nın bu kitabına aslında bir arkadaşın yazarlık üzerine , Wirginia Wolf  ‘dan etkilenerek Daniel Jones ‘in yazdığı kitabın arka kapağını bana göndermesiyle zihnimde yer kazandı. İyi ki de kazanmış.
1900 lerin ortalarına doğru, bir kadının bu kadar ayrıntılı, feminen, böyle felsefik bir dil ile kadınların yazması üzerine bir kitap oluşturması şahane bir olay.
Wirgina ; 1800 lerde kadınlara yılda 500 sterlin kazansalardı , kendine ait bir odaları olsaydı daha çok yazabilirlerdi diyor. 500 sterlin günümüzde 2000 liraya denk geliyor.
Belki kazanç önemli ama bence kadınların kendilerine ait bir yazma alanları olmalı. Kadın kendini gerçek hayattan koparmadan ama kendine ait bir ortamda ifade edebilmeli.
Wirgina bunları düşünüp yazarken Halide Edip; Türk kadınlarının aşklarını, sürgüne giden eşlerini bekleyişlerini yazıyordu. Bu karşılaştırma birlerini kızdırabilir. Bir açıklama yapma gereği doğuruyor. Biz bu yıllarda daha devrimler yapıyorduk. Düşününce çok tuhaf geliyor ama kadınlarımız savaşın izlerinden kurtulmaya çalışıyorlardı ve yazmak başlı başına sadece iyi eğitim almış birkaç kişiye mahsustu.
Wirgina da o yıllarda kadınlara verilmeyen yazma –yazabilme zamanının yokluğundan, kadınların yazmak için fırsat yaratma gerekliliğinden, zorunlu yapması gereken işlerinin arta kalan zamanlarında sadece yazabildiklerinden bahsediyor.
Yazan bir kadının zayıf bir kadın olarak görüldüğü yıllardan bahsediyor. Kadınların üniversite kütüphanesine girebilmek için tavsiye mektuplarının gerektiği dönemden sesleniyor yazılarıyla…
Kadınlar  için yazılan birçok başyapıtın; gerçeğin beyaz ışığında değil, duygunun kırmızı ışığında yazıldığını söylüyor. Neden bir erkek tarafından yazılmış olduğunun ayrıntılarını veriyor. Tolstoy ‘un Anna Karaninasını karısının 5 kez temize çektiğinin, 9 çocukları olduğunun bilgisini ufak bir ayrıntı olarak vereyim.
1800lerde eğer kadınların yılda 500 sterlin kazançları ve kendine ait odaları olsaydı yazabileceklerdi diyor. O yılların erkeklerine atıfta bulunarak gelecekteki hemcinslerine sesleniyor…
Son olarak diyor ki; ne olursa olsun yazın… Başkalarının ne düşündüğünü düşünmeden, hissettiklerinizi,  istediklerinizi, dileklerinizi, şikâyetlerinizi yazın.
Geçmişten geleceğe ne aktarmış olacağınızı bilemezsiniz. Bu yüzden yazılan her şeye saygı duyun.
Bu kadar feminen bir yazarın; depresyona girip, sevgilisine çok acıklı bir mektup bırakarak cebindeki taşlarla Ouse nehrine atladığını yazmamış olmayı çok isterdim.
Kendini yeteneksiz bulup, özelliklerini kaybettiği düşüncesine onu iten mükemmel kadın olma hayalimiydi? Bu farkındalık insanı mutsuzluğa bu kadar nasıl itebiliyor? herşeyin farkında olmamak mı gerek? Ahh Wirginia neden bu kadar depresiftin ?
Madem hemcinslerine yazmaları için sesleniyorsun. Şimdiki şartlar daha kolay yazıyoruz, bir şekilde geleceğe aktarıyoruz.

Yazmanız dileğiyle…




2 Mayıs 2015 Cumartesi

İKİ KAFA KAĞIDI

Gözlerini araladığında günün çoktan doğmuş olduğunu fark etti. öyleki mesai saatine 15 dk kalmış gideceği yol en az 30 dk idi. gördüğü güzel rüyalardan uyanmıştı. Bir Cumartesi mesaisine başlayacak, gördüğü rüyaların gerçek rüyalar olduğunu anlayacaktı. Odaya geçip karabiberinin boynundan öptü, uyandırdı. Suyu yüzüne soğuk soğuk çarptı. Uyanmaya çalışıyordu. Uyandı. Karabiberi de uyandı. Üstünü umursamazlığın verdiği, forma kıyafetlerini giydi. Her gün aynı kıyafeti giymeyi, aynı küpeyi takmayı artık huy edinmişti. Ceketini değiştirdi. Bir değişiklik yapmaya karar vermişti. Ceketinden yana kullandı.
Kırmızı astarlı, penye, siyah ceketini sırtına geçirdi. Çantasını koluna aldı. Ayakkabılarını giydi. Yine aynı merdiven basamağında, ayakkabısını düzeltti. Hoşuna gitmemişti. Kırmızı astarlı siyah ceket, kot pantolon ve çiçekleri olan üstü uyumlu değildi. Üç gündür giydiği kıyafetin ceketini değiştirmek, değişimin verdiği rahatlık vardı yinede…
Siyah, ağır sokak kapısını açtı. Gözlerinin şişliği görülmesin diye güneş gölüğünü taktı. Kahvaltı etmemişti. Aynı fırından sandviç almak için çantasından bozuk paraları çıkartıp siyah ceketinin açık olan cebine attı.
Fırına girdi, Cumartesi olduğu için sandviçler yapılmamıştı. Geriye döndü, otobüse doğru ilerledi. Sıraya girip, otobüse bindi. Beyaz saçlı, mutsuz görünen adamın yanındaki koltuğa oturdu. Kitabını açtı okumaya başladı. Her gün 20 sayfa okuyordu. Bugün trafik yoktu ve 15 sayfa okuyabildi. durağa geldi. İşyerine 15 dk gecikmişti.
Cebindeki bozuk paralar aklına geldi. Bir poğaça alıp yemek istedi. Elini cebine attı. Bir baktı ki kaybettiği kafa kâğıdı cebindeydi.
Uğruna 75 lira ödeyip yenisini aldığı kafa kâğıdı, siyah ceketin cebindeydi. Her yere bakmış bir ceketin cebine bakmak aklına gelmemişti.
İş yerine geldi. Geç kalmış işçinin kızarmış yanaklarını patronu görmesin diye günaydın diyemedi. Hemen işinin başına geçti. Rutin olağan işlerine devam etti. Patronu kızmadı ama geç kalmıştı.
Kahvesini içti, yazısını yazdı. Şimdi iki kafa kâğıdı ile daha önce içtiği bir bardak suyun yerine bir şişe su aldı.

Cumartesi mesaisine başladı. İki kafa kâğıdıyla yaşıyor.

1 Mayıs 2015 Cuma

RESMİYET

Daha yeni işe başladığım zamanlarda, Örtger ve Gacet biraz daha gençlerdi. Nöbet tutun hocam ne olacak ki deyince, her ikisi de; yaşlandık, artık çekilmiyor derlerdi. Sen bilmezsin gençsin derlerdi.
Ne kadar bu yaşta yaşlıyım demeye utanmıyor musun diyecek yaşta 32 . Yılımın içerlerindeysem de artık beynimde, vücudumda yaşlandığımı hissettiriyor.
Eskisi gibi kafamı toparlayamıyorum. Uyanmakta güçlük çekiyor. Kafamı işe vermekte güçlük çekiyorum.
Böyle düşünmeye iten bir şey var mı?
Var…
Her resmi tatil de çalışıyor olmak.
Taksimdeki dayanışmaya katılabilmek için değil. hayat şartları bizi öylesine yormuş ki ; bir tatil bulup dinlenebilmenin peşindeyim.
Bir resmi tatilin olsa ne yapardın? Soruyu değiştiriyorum.
1 Mayıs 2015 resmi tatil yapabilseydin ne yapardın?
Öncelikle evi derler toplardım. Kızımla vakit geçirirdim. Kitap okurdum. akşam için yemeğimi erkenden hazırlardım. Yapmakta olduğum yazlık kışlık operasyonunu tamamlardım. Bir kek bir kurabiye yapardım. Kızım ve arkadaşlarıyla parka giderdim. Parkta arkadaş anneleriyle bir kahve birkaç lafın belini kırardım.
Olmadı. 1 Mayıs 2015 bilmem kaç kere daha resmi tatil değiliz.
Bu resmi tatiller benim resmi yetimi bozmaya devam ediyor.çocuk büyüdükçe, yaşım ilerledikçe ve sorumluluklar gitgide daha artar hale geldikçe ; bıdı bıdı yapmaya devam edeceğim.