Bir zamanlar internette dolaşan capsler vardı. Hani o
internette gördüğünüz ve gerçekte olan diye…
İşte öyle bir şey oldu dün akşam bizim evde. uzun süredir
canım sıkılıyor ve kendimi iyi hissetmiyorum. Bir şeyler ile uğraşmak ve vakit
değerlendirmek için kırkyamaya başladım.
Büyük boy ayrıntılı bir şey değil ama evdeki eski kotları ve
koltuk örtülerini bayağı eritti. Birde makine iğne kırmayaydı ve 18 numaralı
iğne bulmakta sıkıntı çekmeyeydim iyiydi.
Ben iğne arayıp bulmaya çalışayım durayım bu arada keçe işlerine de sardım. Araya
bir iş sıkıştırayım dedim.
El işleri tamamen rahatlatıcı, sinir alıcı bir şey, birde
evdeki yavruyu tepemden indiriyor ya daha çok seviyorum. Ufak ufak dikiş bile
dikmeye başlayan Cimcime çok mutlu bu durumdan. ohh mis gibi daha az kafam
yoruluyor.
İşte bu keçe işi de caps olmaya hazır.
Ama kafama takılan sorular var. Benim sesimi duyup cevap
veren olur mu bilmiyorum ama kafa takılanlar
Siyah keçe üzerine daha iyi mi olur?
Ben nakış makası kullandım yanlış mı yaptım?
Keçe kalınlığı bu iş için uygun değil mi?
Daha düzgün nasıl kesilir?
İyi, kötü keçe ayrımı var mı?
Kenarlarını dikmeli miyim? Silikonla yapıştırdım.
Ben şablonla değil doğaçlama çizerek yaptım. Şablon şart mı?
Yoksa ben beceriksiz miyim?
Olursa hediye tablo olarak yapmak istiyorum. Bir daha
deneyeceğim ama bu akşam şu kırkyama işini inşallah bitireceğim.
Çocuklar doğuyorlar birde büyüyorlar. Büyüyorlar kısmını
genişletmemiz lazım çünkü bu süreç sanırım hiç bitmiyor.
Gözümüzde hep çocuk olarak kalmaya devam eden bizim bebeler,
büyürken bizimde sosyalleşmemize ve yeni insanlar tanımamıza neden oluyorlar.
Büyüyorlar ve onun arkadaşları senin arkadaşların,
arkadaşlarının annesi yoldaşın oluyor. Kendi eksiklerini de öğreniyorsun,
artılarını da başkalarına katıyorsun.
Bence en iyi sosyalleşme yöntemi çocuklarla olmak. Ufak
şeylerin bir insanı ne kadar mutlu ettiğini görebilmek için, daha çok
çocuklarla birlikte olmak gerekiyor. Daha çok çocukla dışarıda olmak tabi…
Tek dişi kalmış bir canavarla evde olmak değil. Bu yazıyı
çocuklarla olmaya nasıl getiremeyeceğim sanırım…
Ben çocukluğumun kokusunu aldığım bir gün yaşadım. Evet o
gün dündü, yani yine geçmişe döndü. Hatıralarımda, anılarımda yer olan ve büyük
olasılıkla çocuklarımızın da hafızalarında yer edecek olan güzel bir gün
geçirdik.
Yanan mangallar, pişen köfteler, hazırlanan sofralar, edilen
hoş sohbetler, oynanan mendil kapmaca, yakar toplar, salıncakta sallanan,
kaydıraktan kayan anneler… Durmadan hiç bitmeyen enerjileri ile akşam kadar
yediklerini eritmeye çalışan çocuklar…
Eve geldiğinde yatağa sızan yavrular…
Büyüyorlar , yepyeni adımlar atıyorlar ve o adımlarda biz
eğleniyoruz.Hep beraber eğlenebilmek için bir dahaki 3/A sınıfı geleneksel
pikniğinde görüşmek dileğiyle….
Ben Bayan Püskül; bugün günlerden 21.5.2015 Perşembe yarında
Cuma olacak ve günler günleri kovalayarak gitmeye devam edecek.
Yaşlılığın en iyi belirtilerinden biri, zamanın akıp
gittiğini anlamamak galiba... O noktadan sesleniyorum. Yazıyorum desem daha doğru
olacak.
Neden yazıyorum onu da bilmiyorum ya… Bazen Sait Faik gibi
isyan ediyorum kendime, “Ben manyak mıyım, neden yazıyorum ?” diyorum. Sonra
yazmadan duramıyorum… Sonra neden yazdım diyorum ha işte orada kıpkısır bir
döngüde kalıyorum.
İşte öyle ben bugün;
Ne Kırmızı Başlıklı Kız masumluğu, ne Kül Kedisi Sindirella saflığı ne Rapunzel’in kaderi , ne Pamuk Prensesin hamaratlığı ,ne de Pinokyo’nun haylazlığı var üzerimde.
Bugün; kafamda dönüp duran, beni olduğum enerjiden fazlasını
yapmaya zorlayan o enerjisizliğin kemiren düşüncelerini toplayıp, defetmek için
Fareli köyün zurnacısı olmak istiyorum.
Yazdım yine…
Şimdi bir Nasrettin Hoca olsa da iki muhabbetin belini
kıraydık bee…
İçimdeki resmi tatil; evdeki yarım kalmış kırkyama,
yıkanmamış çamaşırlar, toplanmamış yataklar, arkadaşlarla kahvaltı, parkta bol
kitap okumalı çocukla geçirilen zaman, bitmek bilmeyen sorular.
Dışımdaki resmi tatil; masa başında, kimse yok, yüreğimde
kocaman bir yumru, gelmeyen hasta, konuşmayan insanlar, sıkıntılı bir gün, bol tembellik,
güneş görmeyen gözler, yazılamayan satırlar, konuşamayan düşünceler ve
istenilen bir durum.
Bıktım mı?
Bilmiyorum…
Ne yapacağım?
Bilmiyorum…
Akşam Cimcime ile parka gideceğim. Arkadaşı ve annesi olacak,
çekirdek dondurma bol sohbet yanımızda olacak.
Son zamanlarda hep evde olmak istiyorum. Evde olmasam da
daha özgür olmak istiyorum. Özledim gençliğimin kısıtlı bile olsa özgürlüğünü
özledim…
Daha çok şeyler yapıyorum. Yemek, temizlik, pasta, börek, çörek,
sirke, şerbet, limonata ve bilumum ev işleri…
Bunlardan daha fazla yaptığım şeylerin başında ise okumak ve
yazmak geliyor. Descartes ‘Düşünüyorum
öyleyse varım. ‘ demiş ya bende
okuyorum düşünüyorum ve yazıyorsam varlığımı hissedebiliyorum.
Daha çabuk tüketen toplum haline döndüğümüz için iki flaş
ile bir dudak arası olan popüler fotoğraflarımız rağbet görüyor. Aynı değeri ne
yazik ki yazmak için verdiğimiz emek görmüyor.
Konumuz bu değil aslında ama ben hiç dokundurmadan
duramıyorum.Yazılarım da daha serinletici bir etki yaratmasını istediğim için
size bu sıcak günlere ve terletici yazılara serin bir alternatif için limonata
tarifi vereceğim.
Vereceğim tarifi bir kenara yazın ve hiç unutmayacak hale
gelene kadar yapın. Eğer bilmeyip benden öğrendiğiniz güzel olmuş ve sofrada başköşede
olduysa dua edebilirsiniz. Dualarınız yüreğimde yumru gibi duran sıkıntının bir
an önce geçmesi yönünde olsun lütfen…
Limonataaaa
Öncelikle bir portakal ve bir limonu derin dondurucuya bir
gece önceden koyacaksınız. Bunu limon ve portakalın acılığını almak için
yapıyorsunuz.
Ertesi gün dolaptan çıkardığınız portakal ve limonu, bıçak
ile kesilir hale geldiğinde -tahmini 10
dk sonra oluyor-dörde bölüp, robotta bir bardak şeker ile birlikte
parçalıyorsunuz.
Seker ile birlikte parçalanmış meyveleri derin bir kaba
boşaltıp üstüne 2-3 lt su ve şeker oranını damak tadınıza göre ayarlıyorsunuz.
Orijinal tarifte bir tatlı kaşığı limon tuzu katılıyor. Ben limon
tuzu doğal olmadığı için içine bir limon sıktım.
Su ve şekeri iyice karıştırdıktan şekerde eridikten sonra
süzüyorsunuz. Süzme işlemini ince bir tülbentle ve en son sıkarak posasını
çıkartırsanız rengi daha iyi oluyor.
Eğer daha da yoğun tat isterseniz, iki limon bir portakalda kullanıp,
su miktarını ayarlayabilirsiniz.
Artık şişelere doldurup buzdolabına kaldırabilirsiniz. Buzdolabında
eğer bekliyorsa bir hafta dayanıyor.
Bu tarifi bana veren Medi’ye teşekkür ederim.Kız Medi bu
hafta 5 lt yaptım bitti.
Afiyet olsun…
Manita
ve yavuklu sevginin fiil olarak kullanılmadığı zamanların deyimiydi. Manita ne
kadar argo anlamında gelse de yavuklu daha saf bir çağrışım uyandırıyor.
Yavukluların
pazar yerinde, panayırda, düğünde ve bayramda kalabalık ortamlarda uzaktan bakışarak
sevildiği günlerde, her şey daha samimiydi. Uzaktan bakışarak yaşanan aşk bambaşkadır
herhalde…
Samanlıklar
seyran olurken de bu sevginin ateşi samanları tutuşturmuyorsa zaten anlamı da
yoktur. Yani büyükler bir bildikleri var ki samanlıkları seyran etmişler. Masum
aşkların buluşma noktası(.)
Benim
zamanımda da zorluğu vardı bu işlerin. Teknoloji yeni yeni açılmıştı Msn de
Chat odaları daha yeni yeni şimdilerin evlendirme programları gibiydi. Birçok
kişi için hiç etik bulunmuyordu.
Şimdilerde
aileler evlensin de nereden bulursa bulsun kıvamına yavaşça ilerliyorlar. Zaten
evinden okumaya veya çalışmaya başka memlekete giden birey kendi yolunda yol
arkadaşını da buluyor. Yok, bulamıyorsa yine aile devreye giriyor ve işi işine
dişi dişine olan biriyle tanıştırılıyor.
Bu
tanışma faslı eskisi gibi birkaç dakikadan ibaret değil. Birkaç ay beklide yıl
sürüyor ve aileler yüzükleri takıp harekete geçiyor.
Bunlar
istisna…
Artık
daha sosyaliz. Dığdımın dığdısı ile ya da merak ettiğimiz birisi için sadece
arama motorlarına ismini yazmamız yetiyor. Bu sosyal medya denen yerde ne
kadar bilgilerinizi gizli tutmaya çalışsanız da ayak izleriniz geride kalıyor.
21. yüzyılın bizleri için her gün bayram çünkü sosyal medya bayram yeri gibi. İstediğiniz zaman eski manitanın, eşin ya da okuldaki gıcık olduğun o kızın
profiline girip bakabilirsin. Hani çok beğendiğin okulun popüler kızı ya da
erkeği de buralarda muhakkak dolaşıyor.
Sosyal
medyada ayak izleri olmayan ninelerim. Bir keresinde böyle birinden
bahsetmiştim de bilmem nerede oturuyor, evi çok güzel demiştim. Nereden biliyorsun
kendi evi olduğunu, gittin gördün mü? dedi de ben zonk diye kalakalmıştım.
Buralardaki
anlık mutlulukların kalıcı ve sahiciliği konusunda anlatmak istemiyorum. Bu
bahsi geçtik.
Asıl
mesele insanın içindeki merak duygusunu azaltabilmek için eskilerin ne
yaptığını incelemesi.
Eski
yavuklunun, eşin ya da arkadaşın bu anlık mutluluklarını görebilmek.
Off
evlenmiş, bak ne güzel evi var, nerelerde geziyor, ne yiyor içiyor,
arkadaşlarına bak, ne güzel düğün fotoğrafları var ,enerjileri var. Allah
korkusu sarmış, beriki ise değişmiş bildiğin popüler gitmiş yerine koca göbekli
çirkin biri oluvermiş. Ya da bildiğin çirkin ördek yavrusu kuğuya dönüşmüş.
Biliyorum
ki bunları ben dâhil herkes yapıyor. Yapıyoruz.
Yalnız
değilsin o eski yavuklunu, sümüklüyü ya da yakışıklıyı yada o güzeli takip eden
milyonlarca insan var. Çok abartmadım değil mi? merak dürtüsü olabilir
olmuyorsa zaten orada bir sıkıntı yok mudur?
Bunu
herkes yapıyor için rahat olsun. Ama sen mutluluğa ya da üzüntüye ne sevin ne
de üzül kararında bırak merakını giderdin mi? Keyfine bak. Hayatını tamamlamanı
sağlayan o anların keyfini çıkar.
Bak
benim ki Avusturya da çoluklu çocuklu mutlu mesut yaşıyor. Helal olsun bitti gitti.
o yaşananlarda güzel anlardan, heyecanlardan bir tanesiydi.
Az
önce öz halamın oğlu Yılmaz dayıma benzeyen bir hasta geldi. Konuşması tavırları
nasılda ona benziyordu. En çok kandiller ve bayramlarda sızlıyor burnumun direği.
Köyü özlediğimi akrabalarımın özlemini tekrar hatırlıyorum.
Biliyorum
artık, her gün bir gün geri döneceğimi düşünmekten vazgeçtim. Özlem hiçbir
zaman geçmiyor. Özlüyorum, kandilde pişen gödeklerin köyü saran kokusunu, sabah
uyandığımda çiğ düşmüş yaprakları, annemin mor salkımlı çiçeğini, Şafaklar
sülalesinin görünen kocaman çınar ağacını, sabah hayvanlarını güdmeye giden
insanların seslerini, annemin bahçeye indiği ve benim gidip çağırdığım geri
gelmeyecek günleri çok özlüyorum.
Süt götürenlerin
arabalarının tıngırtılarını, birbiriyle selamlaşan komşuların seslerini çok
özlüyorum. Yazdıkça için cız ediyor.
Keşke
yaşlanmadan, memleketim mahvolmadan dönebilsem ve durmadan şehre göç veren, hergün
sanayileşme ile mahvolan memleketim için bir şeyler yapabilsem.
Çok özledim
tüm yeniçeri köyünü, herkesi sevgiyle kucaklıyor ve öpüyorum
Kandiliniz
mübarek olsun.
Her gün yeni bir sayfa açtığım ömür defterinin yapraklarına
yazabilmek için, ilk kez şekersiz bir kahve içtim. Dudağımda kalan acı tadın
yerini ömür defterime işledim. Yazdığım her kelamın, yenisi bekledim.
Ya da
Kendimi bugün uyanmamış hissettiğim için, yazabilmek için,
bir bardak kahve içtim.
Her ikisini de kullanabilirsiniz. Hangisi daha iyi?
Kahve zihin açar …
İşi bilen değil işini bilenlerin siyaset yaptığı bu ülkede;
işi bilen değil işini bilenlerin köşeyi dönmesi normal hem de çok normal…
Bilseydim iş öğrenmeye çalışmak yerine, işini bilen olmak
için totomu yırtardım.
Ha memnun değilmiyim?
Kimseye boyun bükmeden, eğilip bükülmeden ama öğrenebilmek
için mücadele vererek çalıştığım için memnun ama işi bilen, işini kendine göre
çeviren insanların daha göze, dişe dokunur insanlar olduğu için
memnuniyetsizim.
Elbette ki önce insan kendi menfaatlerini düşünmeli ama
kendi menfaatleri dışında hiçbir şey düşünmeyen insanların kendilerinin ve
çevrelerinin hep bir adım önde olması hiç de memnun edici bir durum değil.
B.P.
Birkaç gün önce Cimcime eve geldiğimde; Cuma günü okulda,
herkesin hayalindeki mesleğin kıyafeti ile okula gideceklerini söyledi.
Hayallerindeki mesleği yapabilmek için ne yapmaları gerektiğini açıklayan bir
konuşmada yapacaklardı.
Ben balerin öğretmeni olacağım dedi. Bende tabi nasıl
istersen dedim. Sonrasında balerin kıyafeti almamız gerektiğini söyleyince,
evdeki kıyafetlerle balerin kıyafeti yapabileceğimizi belirttim. Buna razı
olmayan Cimcime birkaç suratsız ifade ve battaniye altı edebiyatı yapmaya
çalıştı.
Bu kozu anne ve babada yemeyince yanıma geldi. Anne aslında
ben diş hekimi olmak istiyorum dedi.5 yaşından beri gittiği Diş Hekimi Hülya
ablasından etkileniyordu.
Boş ver kızım ben mutlu olmak istiyorum , dünyada savaşların
olmasını istemiyorum. Çocukların iyi eğitim almalarını ve arkadaşlarımın kavga
etmelerini istemiyorum de dedim. Yemedi.
Anası kılıklı dediği olacak illa…
Klinikten bir önlük, bir kaç diş aleti getirdim. Sunumu için
birkaç tüyo noktası söyledim. Boş ver dedi. Ne söylemeğimi biliyorum. Kalıpsız
bu çocuk.
Cuma günü okula fotoğraf çekimi için öğretmeni de gelmemi söylemiş.
bende çekim için gittim. Hepsi o kadar güzel o kadar heyecanlıydılar ki, bu
duyguyu yaşamak çok güzeldi.
Diş hekimi olmak isteyen kızım;
Dileklerin ve isteklerinin gerçekleşmesi için çok
çalışmalısın. Sistem bunu gerektiriyor. İyi bir anne olmak için elimden geleni yapıyorum.
Ne olursan ol mutlu, saygılı ve sevgi dolu bir birey ol. asla ve asla doğru
bildiğinden şaşma ama hayatta yanlış bilinen doğrular olduğunu da unutma!
Seni seviyorum.
Karşınızdakini istediği gibi olmadığınız sürece; iyi doktor,
iyi hemşire, iyi sekreter, iyi öğretmen, iyi aşçı, iyi avukat, iyi hakim, iyi
temizlikçi, iyi memur, iyi diş hekimi, iyi arkadaş, iyi anne, iyi gelin, iyi
evlat, iyi teyze, olamıyorsunuz.
En önemlisi karşınızdakinin istediği gibi değil, ne
istediğini bilen, kendini ifade edebilen , doğru olanı yapan bir birey olmak…Doğruluktan
fedakarlık yapmamak , yanlışa direnebilmek…
Ya da yanlışı savunan insanların senin yanlışlarının onun
doğruları olabileceğini düşünerek saygı göstermek. Doğruyu göze sokmadan ifade
edebilmek.
BAYAN PÜSKÜL
Bazen salondaki masada oturur, kitabımı okurum. Bazen ise
yazılar yazarım. Genellikle Cimcimenin ödevleri için kullanılan yemek masamız;
benim hayallerimi aktardığım beyaz sayfaların masası olur.
Yemek yediğimiz, ders çalıştığımız masa; hayallerin
başlangıcı okumalara ve yazmalara şahit olur. Oturma odasından, salondan çıt
çıkmayınca Tv başından başını kaldıran Cemo; salon kapısına gelir. Kaş göz
işareti yapıp dikkatimi dağıtmaya çalışır. “Hay senin yazmana” der.
Onun en mutlu anı; Tv karşısında geçirdiğimiz boş
vakitlerdir. Benim ise kitabımı okuduğum, birkaç satır karaladığım saatler…
İşte böyle, nadir olan bir akşam okumasında Wirgina ‘nın en
feminen satırlarında, Cemo kapıdan bakıp ; “Hay senin Wirginana (Virjinyana) ”dedi.
Evde arada sırada esen feminen rüzgarların Wırgınadan esinlendiğimi bilseydi, daha ağır
konuşabilir miydi? Anlamış olacak ki Wirgina ya selam gönderdi.
Wirgina’ nın bu kitabına aslında bir arkadaşın yazarlık
üzerine , Wirginia Wolf ‘dan etkilenerek
Daniel Jones ‘in yazdığı kitabın arka kapağını bana göndermesiyle zihnimde yer
kazandı. İyi ki de kazanmış.
1900 lerin ortalarına doğru, bir kadının bu kadar ayrıntılı,
feminen, böyle felsefik bir dil ile kadınların yazması üzerine bir kitap
oluşturması şahane bir olay.
Wirgina ; 1800 lerde kadınlara yılda 500 sterlin
kazansalardı , kendine ait bir odaları olsaydı daha çok yazabilirlerdi diyor. 500
sterlin günümüzde 2000 liraya denk geliyor.
Belki kazanç önemli ama bence kadınların kendilerine ait bir
yazma alanları olmalı. Kadın kendini gerçek hayattan koparmadan ama kendine ait
bir ortamda ifade edebilmeli.
Wirgina bunları düşünüp yazarken Halide Edip; Türk kadınlarının
aşklarını, sürgüne giden eşlerini bekleyişlerini yazıyordu. Bu karşılaştırma
birlerini kızdırabilir. Bir açıklama yapma gereği doğuruyor. Biz bu yıllarda
daha devrimler yapıyorduk. Düşününce çok tuhaf geliyor ama kadınlarımız savaşın
izlerinden kurtulmaya çalışıyorlardı ve yazmak başlı başına sadece iyi eğitim
almış birkaç kişiye mahsustu.
Wirgina da o yıllarda kadınlara verilmeyen yazma –yazabilme zamanının
yokluğundan, kadınların yazmak için fırsat yaratma gerekliliğinden, zorunlu
yapması gereken işlerinin arta kalan zamanlarında sadece yazabildiklerinden
bahsediyor.
Yazan bir kadının zayıf bir kadın olarak görüldüğü yıllardan
bahsediyor. Kadınların üniversite kütüphanesine girebilmek için tavsiye
mektuplarının gerektiği dönemden sesleniyor yazılarıyla…
Kadınlar için yazılan
birçok başyapıtın; gerçeğin beyaz ışığında değil, duygunun kırmızı ışığında yazıldığını
söylüyor. Neden bir erkek tarafından yazılmış olduğunun ayrıntılarını veriyor. Tolstoy
‘un Anna Karaninasını karısının 5 kez temize çektiğinin, 9 çocukları olduğunun
bilgisini ufak bir ayrıntı olarak vereyim.
1800lerde eğer kadınların yılda 500 sterlin kazançları ve
kendine ait odaları olsaydı yazabileceklerdi diyor. O yılların erkeklerine
atıfta bulunarak gelecekteki hemcinslerine sesleniyor…
Son olarak diyor ki; ne olursa olsun yazın… Başkalarının ne
düşündüğünü düşünmeden, hissettiklerinizi,
istediklerinizi, dileklerinizi, şikâyetlerinizi yazın.
Geçmişten geleceğe ne aktarmış olacağınızı bilemezsiniz. Bu
yüzden yazılan her şeye saygı duyun.
Bu kadar feminen bir yazarın; depresyona girip, sevgilisine
çok acıklı bir mektup bırakarak cebindeki taşlarla Ouse nehrine atladığını
yazmamış olmayı çok isterdim.
Kendini yeteneksiz bulup, özelliklerini kaybettiği
düşüncesine onu iten mükemmel kadın olma hayalimiydi? Bu farkındalık insanı
mutsuzluğa bu kadar nasıl itebiliyor? herşeyin farkında olmamak mı gerek? Ahh Wirginia
neden bu kadar depresiftin ?
Madem hemcinslerine yazmaları için sesleniyorsun. Şimdiki
şartlar daha kolay yazıyoruz, bir şekilde geleceğe aktarıyoruz.
Yazmanız dileğiyle…
Gözlerini araladığında günün çoktan doğmuş olduğunu fark etti.
öyleki mesai saatine 15 dk kalmış gideceği yol en az 30 dk idi. gördüğü güzel
rüyalardan uyanmıştı. Bir Cumartesi mesaisine başlayacak, gördüğü rüyaların
gerçek rüyalar olduğunu anlayacaktı. Odaya geçip karabiberinin boynundan öptü,
uyandırdı. Suyu yüzüne soğuk soğuk çarptı. Uyanmaya çalışıyordu. Uyandı.
Karabiberi de uyandı. Üstünü umursamazlığın verdiği, forma kıyafetlerini giydi.
Her gün aynı kıyafeti giymeyi, aynı küpeyi takmayı artık huy edinmişti. Ceketini
değiştirdi. Bir değişiklik yapmaya karar vermişti. Ceketinden yana kullandı.
Kırmızı astarlı, penye, siyah ceketini sırtına geçirdi. Çantasını
koluna aldı. Ayakkabılarını giydi. Yine aynı merdiven basamağında, ayakkabısını
düzeltti. Hoşuna gitmemişti. Kırmızı astarlı siyah ceket, kot pantolon ve
çiçekleri olan üstü uyumlu değildi. Üç gündür giydiği kıyafetin ceketini değiştirmek,
değişimin verdiği rahatlık vardı yinede…
Siyah, ağır sokak kapısını açtı. Gözlerinin şişliği
görülmesin diye güneş gölüğünü taktı. Kahvaltı etmemişti. Aynı fırından sandviç
almak için çantasından bozuk paraları çıkartıp siyah ceketinin açık olan cebine
attı.
Fırına girdi, Cumartesi olduğu için sandviçler yapılmamıştı.
Geriye döndü, otobüse doğru ilerledi. Sıraya girip, otobüse bindi. Beyaz saçlı,
mutsuz görünen adamın yanındaki koltuğa oturdu. Kitabını açtı okumaya başladı. Her
gün 20 sayfa okuyordu. Bugün trafik yoktu ve 15 sayfa okuyabildi. durağa geldi.
İşyerine 15 dk gecikmişti.
Cebindeki bozuk paralar aklına geldi. Bir poğaça alıp yemek istedi.
Elini cebine attı. Bir baktı ki kaybettiği kafa kâğıdı cebindeydi.
Uğruna 75 lira ödeyip yenisini aldığı kafa kâğıdı, siyah
ceketin cebindeydi. Her yere bakmış bir ceketin cebine bakmak aklına
gelmemişti.
İş yerine geldi. Geç kalmış işçinin kızarmış yanaklarını
patronu görmesin diye günaydın diyemedi. Hemen işinin başına geçti. Rutin olağan
işlerine devam etti. Patronu kızmadı ama geç kalmıştı.
Kahvesini içti, yazısını yazdı. Şimdi iki kafa kâğıdı ile daha
önce içtiği bir bardak suyun yerine bir şişe su aldı.
Cumartesi mesaisine başladı. İki kafa kâğıdıyla yaşıyor.
Daha yeni işe başladığım zamanlarda, Örtger ve Gacet biraz
daha gençlerdi. Nöbet tutun hocam ne olacak ki deyince, her ikisi de; yaşlandık,
artık çekilmiyor derlerdi. Sen bilmezsin gençsin derlerdi.
Ne kadar bu yaşta yaşlıyım demeye utanmıyor musun diyecek
yaşta 32 . Yılımın içerlerindeysem de artık beynimde, vücudumda yaşlandığımı hissettiriyor.
Eskisi gibi kafamı toparlayamıyorum. Uyanmakta güçlük
çekiyor. Kafamı işe vermekte güçlük çekiyorum.
Böyle düşünmeye iten bir şey var mı?
Var…
Her resmi tatil de çalışıyor olmak.
Taksimdeki dayanışmaya katılabilmek için değil. hayat
şartları bizi öylesine yormuş ki ; bir tatil bulup dinlenebilmenin peşindeyim.
Bir resmi tatilin olsa ne yapardın? Soruyu değiştiriyorum.
1 Mayıs 2015 resmi tatil yapabilseydin ne yapardın?
Öncelikle evi derler toplardım. Kızımla vakit geçirirdim. Kitap
okurdum. akşam için yemeğimi erkenden hazırlardım. Yapmakta olduğum yazlık
kışlık operasyonunu tamamlardım. Bir kek bir kurabiye yapardım. Kızım ve
arkadaşlarıyla parka giderdim. Parkta arkadaş anneleriyle bir kahve birkaç lafın
belini kırardım.
Olmadı. 1 Mayıs 2015 bilmem kaç kere daha resmi tatil
değiliz.
Bu resmi tatiller benim resmi yetimi bozmaya devam
ediyor.çocuk büyüdükçe, yaşım ilerledikçe ve sorumluluklar gitgide daha artar
hale geldikçe ; bıdı bıdı yapmaya devam edeceğim.