Bir zamanlar daha kimse buralarda yokken, her yer Facebook’un
sürülmemiş, ekilmemiş tarlası iken, biz sadece isim benzerlerinden arkadaşlar
ediniyorduk.
Şimdi herkes Facebookta. Köyde yaşayan babam; köyde kalan birkaç
yaşıtının gençleri zaten bahis bile etmiyorum, sohbet ve muhabbete katılmayıp,
ellerinde telefonla meşgul olduklarını söylüyor.
Eskiden çayına, kahvesine dönen okeyler , tavlalar,
dominolar şimdilerde ; beğeniler , söylemler fotoğraf görselliğine dönmüş.
Zaten köyde kalan üç beş kişide artık sohbet etmiyor
diyebiliriz.
Gençlerde kendi
memleketinden uzakta okuyor, yaşıyorlar. Her birimiz başka şehirlerde memleket
hasreti çekiyoruz. Başka hayatlarda başka arkadaşlarımız var.
Şimdiki hayatlarımızda, tek bir tuşla ilkokul
arkadaşlarımız, öğretmenlerimiz, teyzemiz, amcamız, dayımız, kardeşimiz,
yepyeni hayatlarda edindiğimiz arkadaşlarımızın en önemli anlarına, anlık
mutluklarına erişebiliyoruz.
Yazılarımdan ziyade fotoğraflarımın beğeni alması aslında
insanların görselliğe, okumaktan, yorumlamaktan daha düşkün olduğunu
gösteriyor.
Sizce bu hayatlar, bu beğeniler gerçek mi? Aslında
gerçekliği değil de sahiciliği hakkında gerçekten şüphelerim var.
Facebook sürüldü ekildi şimdide biçimleniyor. işte bu
görselliğin içinde tip tip beğeniciler var. Bende kendi gözlemlerim ve
izlenimlerimle bu beğenicileri kategorilerilere ayırdım. Şimdiden söyleyeyim bu
yazdıklarımın çocuğunu bende yapıyorum.
FACEBOOK BEĞENİCİLERİ
;
HEP BEĞENİCİLER:
35-40 yaş üstü çevresini, kendisini seven, her şeyini paylaşmaya çalışan,
kalbinde fesatlık bulunmayan tiplerdir. Seni beğenir gerçekten beğenir. Mutlaka
hayatında bir izin vardır. Yani ne dediğini, ne göstermeye çalıştığını anlar.
OSURSA BEĞENİCİLER: Yaş
sınırlamasına gerek yok. Beğeneceği şeyi kimin paylaştığına odaklıdırlar. Paylaşan
kişi yalakalık yapmasını gerektirdiği bir kişi ise, ilgisiz alakasız bir
paylaşımı bile beğenir. Tanımıyordur, iki laf kırmışlığı, bildiği yoktur. Hatta
konuyla alakası bile yoktur ama beğenir. Osursa ne güzel osurdu diyecek
kapasitedeki tipler.
ÖZLEMİŞ BEĞENİCİLER:
özlüyordur, eskilerden bir kare aklından geçer. Vay be bir gün böyle böyle
olmuştu. Hayat değişti her şey değişti oda değişti, güzelleşti der. Mis gibi
hasret çeker ve beğenir.
AYIP OLMASIN
BEĞENEYİMCİLER: bir beğensem ne olur, taş atıp kolum mu yoruldu? Beğenicileridir
kendileri. Bu gün iyiliği beğenir yarın kötülüğü anlam bulamazsın çıkamazsın
beğeninin altından. Çıkmanda gerek yok. Bak şimdi o paylaşmış beğenmesem
olmazcılar.
AKILLI BEĞENİCİLER: Neyi
kimi beğendiğini bilir ne anlama geldiğini bilir. Kişi kendini bilirse herkesi bilir.
BEĞENİCİ BEĞENİCİLER:
beğeniye beğeniyle cevap verirler. Unutmuşlardır varlığınızı, arkadaş
listesinde olduğunuzu. Bir de bakar ki oralarda bir tanıdık var. Sonra takibe
alırlar.
BEĞENİRSEN BEĞENİCİLER:
Bir paylaşımını beğenirsen senin paylaşımını beğenirler.
TAVIRLI BEĞENİCİLER: Bu
tipler beğenmeyerek tavır aldığını göstermeye çalışırlar. Aynı havayı bile
solumadığımız insanların, kilometrelerce öteden ne tavrı aldıkları merak
konusudur.
ADAMSIN BEĞENİCİLER: Bir
lafa bakarım la mı diye birde adama bakarım adam mı diye düşünen beğeniciler. Vayy
bizim sümüklü Püskül bir zamanlar sümüğünü çekemiyordu. Şimdi ne resimler
paylaşıyor, ne yazılar yazıyor. Diye düşünüp beğenmezler.
Ne demiştik ?Beğenmezsen çatlamam !!! Öyle ya da böyle
hepimizin en çok da benim içimden geçenler bunlar. Alabildiğinizi alın kalan
bana kalsın.
Görseli bir tıkla beğenmek ne kadar kolay olsa da, bence
yazmak daha eğlenceli. Beğenenlere de yorum yapanlara da teşekkürü borç bilir
sevgilerimi sunarım.
Bir şeyleri öğrenmek için bekleyebilmek önemli. Sabırla
başkasının yaptığı, gösterdiği beceriyi incelemek, gözlemlemek gerekiyor. Sonra
işin içine kendi yorumunuzu koyup işin ehli hale geliyorsunuz. Usta çırak ilişkisi
gibi… Bir nevi hayata ustamızdan öğrendiklerimizi yorumlayarak devam ediyoruz.
Annelikte bir ustalık çıraklık ilişkisi gibi… Ustanız size
ne öğretmiş ya da öğretmemişse onunla ve yorumlarınızla devam ediyorsunuz. Bir gün
sizin çırağınızda usta olacak!!! İyi düşünün derim.
Pazar sabahı sofradaki şekerli böreği tabağına dolduran Cimcime’nin
pudra şekerini tabağının yanına koydum. ‘Anneeaaa o üstüne dökülecek’
nidalarıyla yükselen Cimcime’nin sesini ;’bu kez böyle olsun.’ Telkinlerimle şekere
batırıp yemeye razı ettim.
Birkaç saat sonra davetli olduğumuz bir düğün için hazırlık yapıyorduk.
Bir türlü benim yapmam gerekeni beklemiyor, sabretmiyordu. Sakince kızım bak
biri bir şey yaparken bekle, gör, düşün ona göre hareket et ya da konuş dedim.
Bunu yazarken daha öncede binlerce kez söylediğimi ve cinnet geçirdiğimi
söylemek istemiyorum. Yazınca daha rahatlatıcı oluyor.
Cimcime döndü ve şöyle dedi;
-
Sen, masada , şekeri dökmeden önce beni
beklemedin !!!
Doğru söylüyor dedim kendi kendime… Ama ona bir kerelik öyle
olur senin bu konuda uzman olduğunu bilmiyordum. Bir dahakine öğrendim üstüne
dökmeyi dedim.
İşte usta çırak ilişkisinde; usta sayılan ben pek bir aceleciyim, pek
sabırsızım sanırım. Hemen konuşuyor cevap veriyorum. Her şeye hemen atlıyorum
sabırla beklemeyi bilemiyorum.
Çocuklar annelerine ayna tutarmış. Nedenmiş o? baba da var o
ne? Ona niye ayna olmuyor. Bak yine tuttu bilmişliğim.
Ben bundan sonra biraz aptal olayım bakalım ne olacak?
Ben şekerli börek mi yedim? Yoksa işin acısı ileride çok
fena beni mi bekliyor? Allah’ım sen bana bilginin aptallığından bir tutam ver
lütfen lütfen …
Aslında içimizdeki ses, annemizin sesiymiş. Bir olay
karşısında hissettiklerimiz, bir zamanlar başımızdan geçen aynı olay sonrası
annemizin bize söylediği , verdiği tepkiyi ifade ediyormuş. Ben demiyorum valla
ne yalan söyleyeyim bunu nerden bildiğimi de bilmiyorum. Bir gün bir yerlerde
okumuştum.
Yani şimdi içimizde bizi dürten ya da çimdikleyen bir sesin
olması da şizofrendik bir durum gibi görünüyor ama o ses bize annemizden mirasmış.
Bizde çocuklarımıza o sesi bırakıyormuşuz. Onu yapma bunu
yapma derken “ Neden ?” diye karşı taraftan donk diye bir karşılık aldığımızda
hakikaten “Neden yaa “oluyorum bazen? Ya aslında bu çocuk psikolojisi çok kafa
patlatılacak bir şey değil. Ne yapalım sokakta oynayamıyorlar, dışarı
çıkamıyorlar bizlerde bir tek bu psikolojiyi olayına kafayı takabiliyoruz herhalde,
sanırsam…
Freud bu yazdıklarımı okusa ne derdi çok merak ediyorum.
İşte bu içimdeki anne sesi son zamanlarda sıkça “ Fazla
muhabbet tez ayrılık getirir.” diyor.
Demek ki zamanında bu işin cılkını çıkartmışım. Bir arkadaş
buldum mu, sürekli onunla olmak istemiş, onsuz hiçbir şey yapamamış, kendim ve
ailem ile ilgili sorumlulukları unutur hale getirmişim. Haliyle bu durumda
karşı tarafı sıkmış olmalı. Fazla güven ve beklentiye de girmeyi buna ekleyince
sonuç vahim olmuş. Hep kendimi suçlamışım. Ben öyle yaptım ben böyle yaptım. Suçlu
yine ben olmuşum
Hey içimdeki anne bunun başka objektif bir bakış açısı yok muydu?Soruyorum
sana!!!
Şimdi ise o içimdeki anneye şöyle diyorum;
Fazla muhabbet tez ayrılık getirmez. Sen işin cılkını
çıkartmazsan!!! Sen cılkını çıkartmasan da karşı taraf senin kadar dürüst ise,
içinde fesatlık yoksa kendi çıkarları uğruna seni uğraştırmıyorsa ayrılık falan
olmaz.
Zaten öyle insanda senin hayatında olsa ne olmasa ne!!! Arkadaşlığını
bitirsen de bir şey kaybetmezsin.
Büyük bir çiftlikte yaşıyoruz. Üst üste dizilmiş
kümeslerimiz var. Her tavuk horozuyla, civciviyle ve yumurtasıyla beraber!!!
Bazılarının horozları yumurtaları yok. Herkes kendi kümesinde işte!!!
Bazılarımız yiyecek içecek bulmak için kümeslerinden
uzaklaşıyor. Bazılarımız ise kendi kümesinde, öyle böyle geçinip gidiyoruz.
Tavuk kardeşliği diyelim. Tavuğuz işte, tavuk çiftliğinde…
Bazı tavuklar çok tuhaf, gagasından çıkanı, butlarının arası
duymuyor. Hep bir tepeleme, olayı içinde olan tavuklar var. Birde kendi halinde
olanlar. Tavukları anlamaya çalışmanın anlamsız olduğunu yıllar evvel bir
civcivken öğrenmiştim. Sessizliğimi öyle kazanmıştım. Kelimelerime de öyle
sığınmıştım. Ayırt etmiştim kendi zihnimde. Bilmeyen tavuklar, bildiğini
zanneden tavuklar, bilen tavuklar, bilmediğini bilmeyen tavuklar…
Yumurtalarımız biraz büyüyüp civcivleşebilmek için başka
tavuk ve horozların eğitiminde oluyor. Tam civcivleşebilmek için bizim gibi
işte yiyecek aramayı öğrenebilmek için yumurta eğitimi alıyorlar. Büyüyecekler,
civciv olacaklar, piliç olacaklar, tavuk ya da horoz olacaklar. Yumurta işte
eninde sonunda büyüyecek kümesten gidecek, çiftliğin bir yerinde bir yerlerde
olacak.
Bir gün bu tavuklardan biri benim yumurtam ile kendi
yumurtasının yan yana olmasını istemedi. Bunu dile getirdi. Bende tavuk bu ya
bildiği bir şey vardır diye sesimi çıkartmadım. Benim yumurtamın da bir suçu
vardır belki diye düşündüm. Ben biraz böyleyim, belki böyle olmalı tavuk
kendini şöyle bir gözden geçirip ondan sonra gözlemlerini dile getirmeli. Her
şeyde bir hayır vardırın tavukça düşünmesi deyin en iyisi…
Benim yumurtada bundan sonra değişmeye başladı. Sanki hayata
küsmüş gibiydi. Bekle dedim, kendi kendime sabret yumurta bu böyle öğrenecek
hayatı. Bekledim bekledim ama çok bekledim herhalde ki; benim yumurta başka yumurtalarla
da anlaşamamaya başladı.
Veee
Bir gün benim yumurta başka bir yumurtaya zarar vermek
istedi. Aha ne oluyor? Dememe kalmadı her şey allak bullak oldu. Bazen bazı
tavuklarında benim gibi şeyler yaşadığını bazen de bir tek benim bunları
yaşadığımı düşündüm. Zaten depreşmiş bir tavuktum daha beter oldum. Kendimce
yumurtama öğütler vermeye anlatmaya başladım. Her yumurtanın farklı olduğunu,
yumurtaların istediğimiz gibi olamayacağını bu gibi duygularla baş etmemiz
gerektiğini tek tek her zamanki gibi anlatmaya başladım.
Sonra baktım ki sıkıntı yumurtada var ama başka tavuklarda
benim gibi düşünmüyor. Hep birbirinden üstün tavuk, gösterişli tavuk olma
derdindeler. Hayat böyle değil ki hep birimiz yüksekte olursak, yukarıdan
bakarsak nasıl yan yana yürüyeceğiz? En büyük hatamda buydu.
Yine o tavuklardan kategorilendiremediğim bir tavuk benim
yumurtam ile alay eder gibi sorgulayınca dank etti. Bunlar gagası ile konuşurken butları
arasındaki duymayan cinslerden. Bulaşma, uğraşma, bu dünyada herkes senin gibi
değil, sende hata yapabilirsin ama bu kadarına tahammül etmek zor ama
n’pacaksın işte her tavuk aynı değil, bazıları can acıtmaya çalışırken bazıları
acıyan yerlerini sarar. Diye teselli ettim kendimi..hala teselli ediyorum ,
düşünüyorum neden böyle diye ?
Yaaa işte böyle… Ben kimsenin tavuğuna kışt demem.
Yumurtasına karışmam. Ne istiyorsun benim yumurtamdan kardeşim? Derdimiz ne?
Herkes kendi çöplüğünde işte… Diye hönkürmek geliyor bazen içimden… Bende
hönküremiyor yazıyorum işte, yazarak hönkürmek diyelim.
Bir not daha, sevgili tavuklar; size kışt desin demesin
kimseye zarar vermek için yumurtasıyla , kendisiyle uğraşmayın.sonra o tavuklar
höküre hönküre ağlayamıyorlar , yazabilende yazıyor işte!!!
Düşüncelerimi net ve açık bir ifade ile nasıl aktaracağımı
bilemiyorum. Beni buraya gelmemi sağlayan şeyler bana göre çok ağır bazen ise
aslında boşuna düşündüğümü düşünüyorum ama yazmak istiyorum.
Bir gün gelip bunlarda olmuş be diyebilmek ya da benim gibi
hissetmiş insanlara yalnız olmadıklarını hissettirebilmek istiyorum. Bazen de keşke
kimse böyle hissetmese yalnızca ben feda olmuş olsam diye düşünmüyor değilim.
Vazgeçtim…
İnsanlarla uğraşmayı özellikle ifade ettiğimi anlamayan
insanlarla uğraşmaktan vazgeçtim. Yazmayacağım. Boş vereceğim. Gittiği yere
kadar diyeceğim.
Hayat böyle deyip vazgeçeceğim.
Yazsam gider mi yüreğimdeki çırpınan kuş? Yazsam gider mi
göğsümün ortasında tıkanıp kalan nefes? Yazsam gelir mi o akşam gelen kelimeler?
Bir bir döner mi beynim de? Oturur sohbet ederler mi benimle?
Yaklaşık 3975 gündür aynı iş yerinde çalışıyorum. Bir gün hasta olup rapor almaya gitmişliğim yoktur. Bunu zaten sağlık alanında çalışıyor olmama bağlayabilirsiniz. Zaruri doğum izni ya da yatak istirahatı dışında hiç rapor alıp işe gelmemişliğim yoktur. Siz bunu ister iş aşkı deyin ister zorunlu deyin isterseniz ne derseniz deyin.
Şuraya gelip de ben bugün işe gitmedim, sınavı kaçırdım rapor yazacaksanız muayene olayım deyip, yalandan kıvranan sahiden burnu akan insanlara kıl oluyorum.Rapor yazacaksanız ne demek ya? Hastaysan hastasın kardeşim, ciddiyeti ne bozuyorsun ?
Artık biz mi fazla dürüstüz, maşallah şeflerimiz mi anlayışlı yoksa onlarda dürüstlüğümüzün farkında bilemiyorum? Gerisi size kalmış.