Bu yazıyı yazdığımda tıpkı şimdiki gibiydim. Birkaç gündür boğazıma takılan taş
bir türlü gitmiyor.
Çalışırken hep evde sıcacık battaniye altında yatıp bana
birilerinin bakacağını, en azından uyuyabileceğim hayalini kurardım.
Bu gerçek olamazdı. Ne kadar hasta olursam olayım, yattığım yerden
evdeki işleri düşünmek, akşama eve gelen ahalinin karnını doyurmak naçizane
görevimdi.
O dönemler, Gacet ve Örtger ellerinden gelenin en iyisini
yapmışlar. Ama işte insan gerçekten hiçbir şey düşünmeden uyumak, istirahat
etmek istiyor. Bu hiçbir zaman tam anlamıyla mümkün değil.
İçimdeki her şeyi mükemmel olmaya çalışan anne ölmeyince bu
mümkün değil. Yâda insanların içindeki süper kahraman anneyi öldürmezseniz bu
mümkün değil.
İki gündür neredeyse yatak döşek yatıyorum. İki gün önce
doktora gitmek için önce evi toparlamam, sonra oğlumu giydirmem gerekti. Çocukla
doktor yolu tutmak, bebek arabasını itmek hiçte kolay değildi.
İlaçları alıp eve geldiğimde kendime bir şeyler hazırlamam
gerekiyordu. Önce bir şeyler yedim, oğlumun üstünü değiştirdim, sırılsıklam
olan kıyafetlerimi sıksam suyu akacak gibi diye makineye attım. Hadi makine
doldu deyip çalıştırdım. Kızımın okuldan gelmesini beklerken ortalığı süpürdüm.
Okuldan gelen kızıma kapıda ilaçlarımı aldım yatıyorum deyip
yattım. Ama dünya sanki buğulu gibi görünüyordu. Uyuduğumu zannettiğim kâbuslara
bir yenisi eklenirken, kulağıma anne diye seslenen oğlum, tuvalete benim
götürmem için ısrar ediyor, Cimcime ise tv den başını kaldırmıyordu.
Kalkmışken dağılmış mutfağı toparladım. Çorba hazırlamak
istedim ama başım dönüyordu. Tekrar yattım. Cemo geldiğinde çorbayı hazırladı
ama ben kalkacak halde değildim.
Ancak kendime geldiğimde geceydi bir şeyler içip ilaçlarımı
aldım ve tekrar yattım. Sabahın olduğu saat ben yatıyordum. Her zamanki
düzenimden farklıydı. Cemo kahvaltıyı hazırlamıştı. Utanmadan yedim. Neden böyle
hissettiğimi bir türlü akıl erdiremedim.
Kızdım, hem kendime hem herkese, baktım olacak gibi değil
aldım başımı çıktım dışarı…
Bu nedir? Ben olağan üstü varlık mıyım? Hastalanmamalı,
acıkmamalı…
Neden kadınların yaptığı hiçbir şey bir lütuf gibi
görünmezken erkeklerin böyle görünüyor. Fedakârlık dedikleri şey kadınlara özgü
bir nitelik mi?
Ya da erkeklerin yaptığı her iş fedakârlık oluyor? Eşitlik
değil de insan olarak birbirini desteklemek bu kadar zor mu?
Ya da yazımdaki gibi
kendimde kalkacak enerjiyi ve mutluluğu neden bulamıyorum?
Hasta olan eşinize gösterdiğiniz ilgi kadınların görevi,
erkeklerin lütufu mu?
Yazıyı tam yayınlacakken , içtiğim bitki çayının, tamamının bilgisayarın
üstüne boca olması; Cemo ya yaptığım haksızlığın,ilahi işareti mi?
Ya bilgisayar bozulursa?