27 Eylül 2013 Cuma

OTOBÜS

alıntı 
Eskisi gibi artık işe yürüyerek gelmiyorum. 5 km’lik yolu ;yürüme hevesim olduğunda, kitap okuma hevesim olmadığında yürüyorum..bazen de radyo Mastikayı dinliyor kendi kendime acayip sorular soruyorum. Mesela fonda; sabah kalktım sular kesildi, sonra baktım elektriklerde kesikti diye şarkı söyleyen bir adam ve meyhanede, tavernada içki içen bir adam hayal ediyorum. Sanırım elektriği, suyu kesilen adamın meyhaneye verecek parası yoktur diye düşünüyorum.
Mastika fm’ i daha çok hafif kalçamı kıvırmak ve şiş gözlerimi indirmek için dinliyorum. Bir yerlerde gülmenin şiş gözlere iyi geldiğini okumuştum da. :P
Bu otobüs maceralarımın birinde gerçi hepsinde ayrı bir olay oluyor da, başıma, bir olay geldi.
İlk durak olduğu için oturmak isterseniz bir sonraki otobüsün sırasına geçiyorsunuz ve bu genellikle ön sıra oluyor. Bu da demek oluyor ki otobüse ilk binenlerden biri oluyorsunuz gözüne kestirip beğendiğiniz koltuğuna oturma şerefine nail oluyorsunuz.
Bende genellikle ayakta kitap okumakta zorlandığımdan hep diğer otobüse kalıyorum. Ve en önlerde koltuk beğenme şansı en yüksek kişilerden biri oluyorum.
Yine böyle bir gün 2-3 kişinin arkasında otobüs bekliyorum, önümde bekleyen bayan durmadan birilerine telefon ediyor, öffleyip püflüyor ve benim zaten anlamakta zorlandığım Ayn Rand’ı anlamamı zorlaştırıyordu. Bende ne sıkıntısı var acaba diye geçirdim içimden, tam o sırada yanına kendinden yaşça büyük bir bayan gelip yanında dikilmeye başladı. Eee arka sıra en az 20 kişi bekliyor bu gelen bayan hemen sıraya en öne girdi.
Tabi benimde beğendiğim koltuğa oturup, kitabımı rahat okuma olaşığımı azalttı. Belki diğer otobüsü beklerler diye düşündüm. Tam otobüsümüz gelmiş koltuğuma yerleşmeye giderken bir de baktım diğer kadın da öndeki bayanla yürümeye başladı önümdeki sarışın, daha önce hiç görmediğim bayan tepki gösterdi.
Otobüse bindiğimizde tartışmaları sürüyordu ve en öndeki bayan hem suçlu hem güçlü bir şekilde konuşuyordu, ben bir hışımla beğenmesem de arkasındaki ikili koltuğun cam kenarına geçtim ki bu arada suçlu olan hanım suçlu olmayan bayana geri zekâlı dedi.
Ben arka koltuğa tam yerleşmiştim, yanıma bir beyefendi oturdu. Rahat duramadım. Hemen rica etmek ne kadar zor, ne kadar rahat hakaret ediyorsunuz, bayan çok haklı lütfen suçlusunuz ve suçunuzu kabul edin dedim.
Eşantiyon gibi arabaya binen bayanda hiç istifini bozmuyordu, bir şeyler söylüyordu ama ne olduğunu pek anlayamıyordum. Bir süre sonra iki kişi olmanın verdiği güçle diğer kadını önemsemeyip, sohbet etmeye başladılar. Bende kitabımı okumaya arada bir gözlerimi kaldırıp onlara bakarak işe geldim.

Bugün yine otobüste en güzel koltuğu kapma yarışında birinci sıradaydım. Arkamda yine o stresli bayan vardı. Yine durmadan saatine bakıyordu. Bende Ayn Rand’ın 1963 yılında yazmış olduğu Hükümetin Doğası yazısını bitirmeye, anlamaya çalışıyordum. Diğer bayan yine yanına geldi. Otobüste durağa yanaştı, otobüse doğru ilerledim, kartımı çıkartıp, bastım gözüme kestirdiğim en güzel koltuğa oturduğumda durağa bakma gereği duydum. Birde baktım ki sitresli bayan ve arkadaşı diğer otobüsün ilk sıralarında bekliyorlar…
Döndüğümde sarışın bayanla aynı otobüste olduğumuzu farkettim kendine bir yer arıyordu ayakta idi ve bana göz kırptı, gülümsedi bende ona aynısını yaptım.
Bu işte azmin zaferi idi. Eğer size yapılan haksızlığa sesinizi çıkartmazsanız insanlar bir ikincisini kendilerinde hak görüyorlar. İnşallah stresli bayanımız bir daha bu kadar sinir ve stres yaratmaması ve yaşamaması için ne yapması gerektiğini öğrenmiştir.
Ayn rand ‘ın yazısı bitmişti zaten, taktım kulaklığımı, açtım Mastika Fm ‘ i uydum ritme, geldim işe.



24 Eylül 2013 Salı

Püskül ve Baston


Püskül ve kocası çekirdek ailesiyle yaşarlarmış. Püskül her şeye meraklı , eline aldığı işi bitirmeye, yaşadığı çevreyi , oturduğu yeri güzelleştirmeye çalışan bir hanımefendi imiş .
Eşi baston bey ise ; tembel mi tembel , dünyada iş olduğunu bilse dünyaya gelmeyecek olan biriymiş.Öyle tembelmiş ki bazen işe gitmeyi bile unutur çalışıp çalışmaması gerektiğine karar veremezmiş.
Hep böyle tembellik etmezmiş ama her işi, işine geldiği gibi yapmak istermiş .İşte böyle bir günde Püskül hanım eşi Baston bey’in ağzından girip burnundan çıkmış, elinden tutup yanağından öpmüş ama evdeki bozuk musluğu  tamir, dağılan alet kutusunu toplatamamış.Bunları yaptıramayan Püskül bir gayret  mutfak tezgahının ders dolgularını yapmasını rica etmiş.
Bir söylemiş ,
İki söylemiş ,
Üçüncüde ise ;
Kalkıp mutfak tezgâhının üstünü boşaltmış. Almış eline faraşı doldurmuş içine derz dolgusunu, içine su katıp alçı gibi karıştırmış. Sürmüş fayansların üzerine bütün boşlukları doldurmuş. Hayal kurmuş baston bey gelecek yardım edecek, bırak Püskülcüğüm uğraşma bu benim işim ya da sana yardım edeyim diyecek diye…
Ne baston bey gelmiş, ne Püskülün hayalleri bitmiş. Biten tek şey elindeki derz dolgusu olmuş.
Püskül miss gibi tertemiz mutfağında yine baston beye güzel yemekler yapmış.
Gökten 3 elma düşmüş Püskül 2 sini afiyetle yemiş , bir tanesini baston beyin kafasına fırlatmış…





21 Eylül 2013 Cumartesi

İstanbul

İnsan bol, isyan bol , pişman bol, burası İstanbul...

20 Eylül 2013 Cuma

Tepsi Kebabı

ÖNCESİ

SONRASI
Çalıştığım kliniğin belli bir çakılı kadrosu var bunlar ; ben , Dr. Örtger, Dr. Gacet, Hacı ve Karlos.Bu kadro dışındaki hemşire , diş hekimi ve personel ise sürekli değişiyor.Sürekli değişen her personelin tabi her yönden bana bir artısı veya eksisi oluyor.
Öncelikle bu sayede insanlara çabuk güvenmemeyi, insanların davranışlardan acayip anlamlar çıkarabildiğini bir de her meslek sahibinin gerçekten işini iyi yapan bir elemen olamayacağını.Meslek sahibi olan insanların mesleği edindiği okula kabul edilmeden önce zeka , pratik zeka ve beceri süzgecinden mutlaka geçmesi gerektiğini öğrendim.
 Bu öğrendiklerimi, nasıl öğrendiğim konusunda bir yazı hazırlamam  biraz zor .Zira başımdan geçen bu olaylar , totosu kırık , üfürükten teyyare bir sekreter için bir kitap oluşturabilecek kıvama geldi .EEE tabi on yıl  dile kolay ama gelde Püsküle sor…
Tabi hayat  dersleri , totomuza vurulan tekmeler, yüzümüze şamar gibi yapıştırılan sözler dışında iyi şeylerde öğrendim.öğrenme açlığı içinde yanıp tutuşan beynime ; her değişen hemşire  ve personelden bir yemek tarifi girdi.
Bu tarifte Hataylı bir hemşiremizden alınmıştır.
Herkes bir şekilde köfte yapıyordur.İçine kimyon koyanda var, sarımsak ekleyende …Bir nevi köfte olan tepsi kebabının en sevdiğim yanıda ekmekle banarak , kopara kopara kalabalık bir sofrada yenilebilmesi.
Gerekli malzemeler ;
Orta yağlı kıyma ben yarım kilodan yapıyorum ve 4 kişilik oluyor.
  • 2 Yeşil biber
  • 2 Domates
  • 1 Soğan
  • 1 tatlı kaşığı Pul biber
  • 1 çay kaşığı Karabiber
  • 1 çay kaşığı Sumak - isteğe bağlı
  • Tereyağ  
  • Tuz
  • 2 diş sarımsak

Yapılışı ; önceleri soğan , domates, biber , sarımsağı robotta çekip , kıyma ile köfte gibi yoğuruyordum ama daha sonraları sebzeleri el ile ince ince kıydığımda daha lezzetli olduğunu keşfettim.sebzelerinizi ince ince kıyıp kıyma ile yoğurup tuz ve tereyağınızı ekleyip tekrar yoğuruyorsunuz .iyice yoğurmuş olduğunuz harcı elinizle tepsiye bastırarak yayıyorsunuz en son aşamada sadece zevkinize göre biber ve domates ile süsleyip fırına veriyorsunuz.ilk aşamada çok sulanıyor gibi gözüksede aslında suyunu çekiyor piştikten sonra fırında soğumaya bırakırsanız lezzetini içine çekmiş suyuda az  kalmış oluyor.
Afiyet olsun

Püskül derki ; yanında bulgur pilavı ve ayran ile süper gidiyor.
Cefakar , Hataylı hemşiremizde selam olsun…





12 Eylül 2013 Perşembe

İpek Hanım Çifliği

Bir yazıyı tasarlayıp yazmak ne kadar  sürer? Bir ,iki üç, dört beş gün yada saat.
Peki Püskül'ün bir yazıyı tasarlaması , yazması kaç gün sürer ?
Tasarlama ,düşünme süreci  hep var ama yazma dersen Püskül yazmayı istesede yazıya dökmeyi heeep erteler.
Fotoğrafta gördüklerinizi alalı tamı tamına 9 gün oldu ve ben dokuz gündür , gecedir , Cemo 'nun her gece bıkmadan usanmadan seyrettiği 4 teneke bal'a bir araba verdikleri  reklamı , sanki romantik komedi  gibi izlerken  bu yazıyı yazmayı ertelediğim geliyor aklıma...
Balların gerçek mi sanal mı arılardan üretildiğini bilmiyorum ama İpek hanımın çiftliğini uzun süredir takip ediyordum.Özellikle her cumartesi mailime gelen yazılarını beğenerek okuyor , listeleri uzun uzun inceliyor ve  takip ediyorum .
Alışveriş yapmak şimdiye kadar nasip olmadı. Çanakkale'nin köylerinden birinde doğup büyümüş, hala bir ayağı memleketinde olan ben.Annem  ve teyzelerim tarafından doğal ürünlere hasret bırakılmıyorum.
Taa ki ada'ya kadar gidipde koruk almayı unutana ve köyde hiç kimsede koruk bulamayana kadar.

İpek hanım çiftliğinin listesinde görünce dayanamayıp yanında merak ettiğim bir kaç şeyde istedim.


LİMONLAR ; Cemo'nun son zamanlarda favorisi olan limonata için bir deneme olacaktı.Cemo limon limondur diye böbürlene böbürlene söylendi .Bir nevi protesto edip limonatayı yapmadı.Ama benim yaptığım limonatayı da çok güzel olmuş diyerek utanmadan fazla fazla  içti.Hani aradaki fark nedir diye sorarsanız hemen açıklayayım;daha öncesinde 5 limonla 2 lt limonata elde ederken bun limonlar ile 4lt ye çıkartabilirsiniz .çünkü çok lezzetli bir konsantre elde ediyorsunuz.bir de kabukları rendelenmiyor sadece 1 tatlı kaşığı rende elde edip neredeyse 1 su bardağı limon suyu elde ettim.İçindeki posasıda cabası.Biraz fazla çekirdekli ve çekirdeklerinin kestiğinizde içi yeşildi ama inanın bu ne anlama gelir bilmiyorum.
EKŞİ MAYA; kendi yaptığım ekşi maya bozuldu bir deneme olsun dedim.2 su bardağı ve 1 fincan  undan önce mayalayıp ,ardından bir kısmını ayırdım .Kalanı ile ekmeği yoğurdum.Tek hatam odun fırınında pişsin diye pideciye getirmem oldu çünkü yaktılar.Ama maya evde yine yaparım ne olacak ?

KORUK ; Dokuzuncubulut da koruk ekşisini  okuyunca denemek ,için aldım .Benim gibi ekşiyi seven ve bağırsakları düzenli çalışmayan biri için ideal bir tat.Bu yazıyı daha ayrıntılı yazacağım çünkü koruk
başlı başına ayrı bir lezzet.

HAS KABUKSUZ UN ; ekşi mayalı ekmek ve tarhana nasibini aldı birazda yapılan browni kek.Şöyle söyleyeyim un kokusunu hatırladım. 

SIRMA SU ; maya bozulmasın diye buz kalıbı gibi hiç açılmamış bir şişe olarak koymuşlar.Eskiden su işletmeciliği yapan Pınar Hanımın hala yapıp yapmadığını bilmiyorum ama suyu da limonataya kattım .

SÜT ; yanlışlıkla buz kalıbı diye konulmuştu .Başta ekşi maya sandım :) sonra ücretini ödemem gerekmediğini ,afiyetle içebileceğimi söylediler.Size çok rahat söyleyebilirim ki bu süt benim çocukluğumun tadı idi ve kaymağı tamamen saf ,off nasıl tarif edeceğimi bilmiyorum.

Ne diyeyim bu çiftlikten aldığınız her ürün tamamen doğal olduğunu önce görüntüsüyle sonra tadıyla kanıtlıyor .Bunu hangi ürünün doğal hangisinin değil olduğunu kokusundan anlayabilen  ben gönül rahatlığıyla söylüyorum.
Bu yazıyı tamamlamam tamı tamına 3 saat sürdü.Ah Püskül sık dişini yaz şu yazıyı dedim kendi kendime.Şimdi aklıma geldi sanırım limonlardan dolapta 2 tane var , akşama bir limonata yapıp Cemo 'ya ikram edeyimde limon tadı görsün yine.


6 Eylül 2013 Cuma

BEN VİRGÜL VE NOKTA

Nokta cümleniz bittiğinde, virgül ise daha açıklayacak şeyleriniz ve ardı ardına söyleyecek sözleriniz varsa kullanılır. Virgülde nokta gibi bir noktalama işaretidir. Yani noktadan gelir. Virgül olmadan noktanın geldiği bir cümle basit cümledir, ayrıntısızdır.
İnsanları nokta insanları ve virgül insanları diye insanları ikiye ayırabiliriz. Bazıları cümleye başlar devamı getirmek için virgülü koyar ve cümlenin devamını başkasının getirmesini ister. Bazıları ise cümlenin devamının getirilmesini istemez ve son noktayı koyar.
Bu durumda; işte, evde,  sokakta, mahallede, köyde, gezdiğim, gördüğüm ve karıştığım tüm kalabalıklarda ben hep nokta insanı olurum.
Gacet virgül insanıdır. Püskül şöyle bir fikrim var der. Adımı atar. Ben devamında istediği fikre uygun bir portre sunarım. Sonrası noktalar benden gelir. Eskiden ilk çalışmaya başladığım dönemlerde her şeyi Gacet ‘e sorar; bunu nasıl bilmezsin, tamam ben yaparım, peki bunu da bilmiyorsun değil mi? Davranışlarıyla sorduğum soruyu çözerdi. Artık soracak çok şey kalmadığından, Google amcayı iyi tanıdığımdan bu durumla karşılaşmıyorum. Püskül dediğinde Püsküllü bir iş sunduğunun, bir şeyi yanlış yaptığımın, hastanın kapısından bana sormadan girdiğini, reçete bilgisi verilmesi gerektiğini anlıyorum.
Örtger ‘de virgül insanı bankada ne kadar var dediğinde maaşların, sigortanın, kiranın yatırılması gerektiğini, muhasebeyi arayalım dediğinde fatura işlemi gerektiğini, işçi girişi yapılması gerektiğini anlıyorum ve cümleye noktayı koyuyorum. Bazen de hiçbir şey söylemeden bakışlarıyla; zor bir hastadan çıktığını, kafasının çok karışık olduğunu, Püskül 15 dk uyusam kafam yenine gelecek dediğini anlıyorum.
Nokta koymak gerektiğinde cümleye ya da işleme nokta hep bende. Bende nokta insanıyım, noktaların insanı, noktalama insanı.
Bu yazı virgüllerle başlamış ve bitmiştir nokta.


5 Eylül 2013 Perşembe

RÜYA

Cimcime 20 gündür anneannesinde. Babaannesini de arkasından gönderdik. Bu demek oluyor ki biz 20 gündür yalnızız. Yani evde dağınıklık yaratan yere atılmış çoraplardan başka bir şey yok. Karı koca karşılıklı kahvelerimizi içiyor, yemek yap(m)ıyor ve (dışarıda)yiyoruz.
Cemo Cimcimeyi özlüyor, bende özlüyorum ama bir anne olarak Cimcimenin fiziksel ve ruhsal gelişimini olumlu yönde etkileyecek bir tatil olduğunu düşünüyorum.(Anne burada kısaca kafasını dinlediğini ifade etmek istiyor)
Dün akşamda yine sessiz sedasız benim mutfakta kış hazırlıkları ile uğraştığım, Cemo’nun ise sesli ve sedalı horlayarak uyuduğu bir akşamdı. Ben mutfakta işimi bitirip yatmaya hazırladığımda ( tarhanayı döküp, ekmeği mayaladığımda) acaba ekmeği pişirip yatmalı, pişirmeden mi yatmalı sorusu başımın üstünde ampul ve içinde büyük sarı bir soru işareti gibi yanıyordu.
Saat gece 00.00 da Cemo horluyor, ben kitap okumaya çalışıyor ve kafamdaki soru işareti maşallah 120 w da yanıyordu. Söndüğünde ise sabah erkenden, 05:00 gibi uyanıp ekmeği pişirmeye karar vermiştim.
Uyudum,
Uyumuşum,
Uyuyordum.
Köydeki evde idim. Bahçede geziniyordum, savaş varmış köyde ve biz saklanmak kaçmak zorundaymışız. Evin bahçesine girdiğimizde sağ tarafta kömürlüğümüz var , önünde mor salkım vardı her tarafını kaplamıştır sanki ormana girer gibi hissedersiniz, atıl eşyaların durduğu bir yerdir aslında ama kapının girişinde durur eski bir ev gibi.Bende herkesi oraya topladım , onlarla birlikte saklanıyordum. Ama gökyüzünden bombaların yağdığını ve bunların bizi vurmak için olduğunu görüyor Cimcimeyi korumaya çalışıyordum, annemi ve babamıda…
Adamlar geldi. silahları vardı ve bizi öldürmek istiyorlardı. Tam namluyu bana uzattılar.
Uyandım St :05:05
Soluk soluğa kalmıştım, kalbin çok hızlı çarpıyordu… Önce kendimi çimdikledim, sonra bağırdım. evde yatağımda ve sağ olduğumu anlayınca derin bir ohh çektim .
Son zamanlarda dünyada yaşanan acılar benide etkiliyor haliyle. Zaten ne zaman savaş çıksa veya bir karışıklık olsa o ülkenin insanlarının göçüş yollarının üzerinde çalışıyorum ve sanırım sadece bir kısmını gördüğüm halde büyük acılar çekip uykusuz geceler geçiriyorum.
Beni, bizi, herkesi düşündüm. Alllah’ım dünya döndükçe sınırlarımız ne artsın, ne eksilsin diye dua ettim.
Sanırım yorgan ile ilişkimi sıkı tutmalıyım. Allah’ım dualarımı kabul et.
Bir rüya idi gördüğüm , oldum yine kördüğüm...