21 Kasım 2014 Cuma

Ne Şans ama...

Şans; rastlantıları düzenlediğine ve insanlara iyi ya da kötü durumlar hazırladığına inanılan doğaüstü güç. Diyor sözlükte…
Hayatımızın belirli dönemlerinde şansımızın bize güldüğünü düşünürüz. Şans sözcüğü daha çok pozitif anlamında kullanılıyor. Şansım yok , ben şanslı değilim, o şans bize gelmedi gibi cümleler bize şans ‘ın iyi bir şey olduğunu vurguluyor.
Bir dönemde sizin için şans olduğunu düşündüğünüz şeyin aslında şanssızlık olduğunu fark edebiliyorsunuz. Tabi bu şans tüm hayatınızı iyi yönde değiştirse bile, bir süre sonra bu şansın içerisinde sizi götürdüğü şansızlıkları görebilir hale gelebiliyorsunuz.
Bir süre sonra şansın şanssızlıkları oluyor yani
Bir gözle ;
İyi bir iş, eş ve maaş sahibiyim. Birçok   daha az maaşla, daha çok çalışan insanlar var. ben bunların içerisinde çok şanslıyım. Ne güzel tıkırında, iki yazı bir çizi ile ayda iyi miktar (peh) kazandığım bir işim var.
İş bulamayan, çalışmak için can atan bir çok hemcinsim var. Ben onlardan daha şanslıyım.
Benim gözümle ;
Çok güzel olan bu işim için yıllarca mobinge maruz kaldım. Örtger bugün ne bulurda bana kızar diye korkarak işe geldim. Bırakamaz mıydım? Tabi ki bırakırdım  ama ihtiyacım vardı . Çevremdeki herkes iş yerlerinin hepsinde böyle şefler, patronlar, müdürler olduğundan bahsediyordu. Hiç yoktan iyiydi işte …En azından ev kirasını ödeyebileceğim bir iş şimdi ev kirası ve birikim yapma azıcık dişten sıktın mı hemde iyi bir birikim yapma şansını verdi.
Daha ne ister insan? İş gibi iş  işte…
Ben ise artık kendime , hiçbir şey katamadığım ve Örtger’in hava durumuna göre yaşadığım, yarın ne olur acaba?  diye gittiğim bu işi sevemiyorum.
3 aylık bebeğimi bırakıp işe gittiğim günlerden nefret ediyorum.
9 yaşındaki kızıma vakit ayıramadığım için her gün vicdan azabı çekiyorum. Hem kendime hem ona acı çektiriyorum.
Cumartesi çalışmaktan nefret ediyorum. 
İzin alamamaktan nefret ediyorum.
Hastayken işe gelmekten nefret ediyorum. 
Çocuğum hastayken işe gelmekten daha çok nefret ediyorum.
Atalarımız "İşleyen demir pas tutmaz "demişler. 10 yılda boyun fıtığım oluştu. Bir çok kez sinir krizi geçirdim. Depresyonun dip kısmını kaç kez görüp çıktım. Halt etmişler ...
Bu iş kısmı birde evde mücadeleci ruha sahip olmayan, calışmayı  sevmeyen bir eş var ki o tarafta  durup izlemek , izlenimlerini yazmak kısmında hiçte güçlü değilim. 
Kendimi günden güne daha az anne, daha az işçi, daha az insan hissediyorum.
 Şans mı dediniz ? Bunun içinde bana göre şanssızlık çok fazla ya da ben sizin gördüğünüz şansları göremiyorum.



SEN BİLİRSİN

Vicdanımın söylediklerini dudaklarım söylemiyor. En çok da bu ikisi arasında farklılıklar olduğunda kendimi çaresiz ve kimsesiz hissediyorum. Canı gönülden hayır diye haykırdığımı ; dudaklarım sen bilirsine çeviriyor.
"Sen bilirsin." cümlesinin içinde aslında ; "Yeter artık." , "Ne yaparsan yap." ," Ömrümü yedin." ,"Canıma okudun." var.
Ne  yaptığını bilmeyen , sorumsuz insanlar karşısında ise , "Sen bilirsin." kurulacak en iyi cümle olarak yer alıyor.
ARTIK ONUNDA BENİMLE AYNI DÜŞÜNCEYİ PAYLAŞMAMASINDAN ÇOK SIKILDIM.

5 Kasım 2014 Çarşamba

Duraklama Dönemi

İnsan hayatını tıpkı bir metni özetler gibi parçalara ayırsak yine giriş gelişme ve sonuçtan oluşur. Zaten hayatımızdaki her olay giriş gelişme ve sonuçtan oluşur, değil mi?
Doğumumuz bir sonuç iken bizim için bir başlangıç, anne ve babamız içinde bir başlangıç sayılır. Her şeyin bir başı birde sonu vardır.
Yaşadığımız hayatında gerçekten başlangıç kısmında güzel şeyler olmuş olabilir, bebeklik hoş olabilir. Tabi durmadan ağlayan, ne istediğini bilmeyen yada çevresindekiler tarafından bilinemeyen bir bebek değilsek.
İşte bu hayat birde duraklama devrine giriyor. Öyle duruyorsun. geriye gitsen gidilmiyor, ileri gitmek ise canın istemiyor.
Düşüncelerin gerisinde kalmış oluyorsun, gerilerde derinlerde bir yerlerde yaşıyorsun. Üzülüyorsun ve üzüleceğin bir şeyler yokmuş da en boşuna üzülüyormuşsun damgası yiyorsun.
Bende böyle bir yerdeyim.  Sanki hayatımın duraklama zamanındayım 30’lu  yaşlarda melankolinin insanı terk ettiğini düşünmüştüm. Keyfim yerindeydi canım bir şey yapmak istemese boş veriyor sonrasında eşek gibi o işi yapıyordum.
Mesele şu ki evi toplama, yemek yapma, ıvır zıvırla uğraşma keyfim yok. Bunları mecburi olarak bile yapmaktan hoşlanmıyor, yapmıyorum.
Ev inanılmaz dağınık, pis ve düzensiz. Hafta sonları yapılan süpürme işleminden başka bir işlem görmüyor.
Aslında ev işlerinden daha önemli bir şey daha var. Bir yavrum var. Tek sadece bir tek yavrum ve onunla eskisi gibi vakit geçiremiyorum. bunun sebebi ise eskiden hem evdeki işleri yetiştirmeye hemde en azından Pazar günleri bir etkinliğe gitmeye vaktim ve enerjim varken şimdi hiç biri yok.
Akşam eve gittiğimde yemek yapma, yeme süreciyle vakit geç oluyor. Cimcimem yapamadığı ödevleri yapmak için yardıma çağırdığında mutlaka katlanacak çamaşırlar var oluyor. Biraz ona destek olayım derken bize köstek olan evin karşı cinsiyle çatışmalarımız başlıyor.
Bu karşı cins ile birçok karşı olduğumuz konu olduğu ise bir gerçek. Zaten akşamları kısıtlı olan vaktimizi o dinlenerek geçiriyor ben ise yavrumuzla vakit geçirmek, beraber bir şeyler yapmak istiyorum. Tabiki aynı fikirde değiliz.
Kızım büyüyor ve seneye ilköğretimi bitirecek. Çözümlenmemiş bir okuma problemi var. Yazmada sıkıntı yok.- tabi canı yazmak isterse- okuma kısmı ise okuduğunu anlayamayacak kadar kötü! Bu sıkıntı nasıl geçecek bilmiyorum. Öğretmenine göre düzelecek, bence okumadan düzelmez ama okuma fikrini aklına dahi getirmiyor kızım. Ben ona okursam iş değişiyor. Ben okuyorum durmadan ona okuyorum.
Belki geçecek bu durağanlık, belki hiçbir şey benim tahmin ettiğim gibi kötü olmayacak. Belki bu günlerimi böyle geçirdiğim için üzüleceğim, belki daha kötüsü olacak, yapmadıklarıma pişman olacağım beklide bu yaptıklarıma…
Geçecek işte ömür böyle geçecek…
Sonuç mu? Hayatın sonu malum… Bir son ve ilahi başlangıç…
Bu yazı için sonucu çıkaracak kadar toparlayamıyorum.

Her son yeni bir başlangıcı doğurur. Başlangıç için bir son gerekir. Birinin sonu diğerinin başlangıcı olabilir. En kötüsü bu duraklama dönemi, ne sonu var ne de başlangıcı…

1 Kasım 2014 Cumartesi

Dünden Bugüne Kalanlar

Bu klinikte birçok hikâyemiz vardır. Ama iyi, ama kötü az çok anılar biriktirdik. Biriktirdiğimiz anıların içinde bol kahkaha da vardı, bol gözyaşı, bol acı da… İster istemez insanoğlunun olduğu her yerde tuhaf yaşamlar ve hikâyeler çıkabiliyor.
Vaginal ovulu yutmaya çalışan, dikkatli bir şekilde kullanması gerektiği ilacı bitmediği için bitirmeye çalışan, kocası doktora götürsün diye domatesin üzerine oturup kanaması varmış numarası yapan, bebeğinin cinsiyetinin kendine bağlı olduğunu iddia eden ama eşinin y kromozomunu anlattığımda öcüymüşüm gibi suratıma bakan hemcinslerim ve karşı cinslerimin ürettiği birçok anılarım var.
Dün bu anıların yanına biri daha eklendi.
Burada dil konusunda sıkıntılarımız var. Hastalar genellikle benim gibi çat pat İngilizce biliyor ve bir şekilde translate aracılığıyla ya da vücut diliyle anlaşıyoruz. 5 gün önce gelen bir hastaya reçete yazılmış. Reçetesinde flakon ve tablet ilaçları yazılıymış. Hasta eczaneden ilaçları almış. Dün geldiğinde reçeteyi bana gösterip biz bunu aldık ama içerek zor oluyor diye geldi. Birde baktım ki flakon ilacı kırıp tozunu sulandırıp içiyor, yanındaki enjeksiyonluk suyu da öyle içiyormuş. Aslında enjeksiyon olarak kullanılması gereken ilacı, bildiğin oral yoldan kullanmaya çalışmış ve başarmış.
Yani bu yazdıklarım yapılması o kadar zor ki! Biz bile ampulleri kırmakta zorluk çeker ayrıca içerisindeki flakonun başındaki metal şeridi çıkartmak çok zor. Evet, hastada dil problemi vardı ama çevirmeni de dilimizi algılamada zorluk çekiyormuş demek ki…
Dün geldiğinde enjeksiyonunu uygulayıp, bilgi verdik. Daha önce flakonu içmeye teşebbüs etmiş hasta görmemiştik ama şimdi içmiş olanını gördük.
Bu gülünecek bir durum değil aslında. Hastaya ilaç kullanımı hakkında bilgi verilmesinin ne kadar gerekli olduğunu gösteren bir ders daha oldu.
Hayat ne garip, neler öğretiyor, neler görmemizi sağlıyor. Akıp giderken bir kez daha hayret ediyor, bir kez daha düşündürüyor, bir kez daha güldürüyor , bir kez daha ağlatıyor.Akıp gidiyor işte !!!

 Her dünden bu güne bir ders, bir hikâye, bir anı bırakıyor.